Gıybet
Ve Söz Gezdirmenin (Koğuculuğun) Haramlığı
Gıybetin
Tarifi İle İlgili Önemli Şeyler.
İnsanın
Gıybeti Kendi Nefsinden Kaldırması
Hocasının,
Arkadaşının Yahut Bunlardan Başkasının Gıybetini İşitenin Durumu
Gıybetin
Keffareti Ve Ondan Tevbe
Bir
Bozukluk Ve Benzeri Bir Korku Zarureti Olmaksızın İdarecilere Söz Aktarmanın Yasak
Oluşu
Meşruriiyeti
Sabit Olan Neseblere Dil Uzatmanın Yasak Oluşu
Müslümanın
Musibetine Sevinmenin Yasak Oluşu
Müslümanları
Küçümsemek Ve Onunla Alay Etmenin Haramlığı
Yalan
Yere Şahidliğin Ağır Haram Oluşu
Bağış
Ve Benzeri İyilikleri Başa Kakmamak
Kimliğini
Belli Etmeden Günah İşleyenlere Lanetin Caizliği
Kullanılması
Mekruh Olan (Hoş Olmayan) Sözler
Kâfirin,
Bir Müslamanı Küfre Zorlaması:
Müslümanların
Emirine "Halife" Denmesi:
Cahilîyet
Sözleri İle Duâ Etmemek Ve Onların Sözlerini Kullanmayı Kötülemek
Cevaz
Veren Şer'î Bir Sebeb Olmadan Müslümana Sövmenin Haramlığı
İki
Kişinin Bir Şahıs Yanında Fısıldaşmalarının Yaşarlığı
Kadının
Kocasına Yahut Başkasına Başka BirKadının Beden Güzelliğini Anlatmasının
Yaşarlığı
Ancak Evlenmek Gibi Meşru Bir Sebeb Olursa Anlatabileceği
Duâ
Etme Adabı ve İsteme Şekli:
Alış-Veriş
Ve Benzeri İşlerde Doğru Söylese Bile Çok Yemin Etmenin Mekruhluğu:
Namazda
İmamın Okuduklarını Tekrarlamamak:
Alış-Verişte
Yasaklanan Sözler:
Allah
Tealâ'nın Zatından Cennet'den Başkasını İstemenin Mekruhluğu:
Allah
Tealâ'nın Adını Kullanarak Ve O'ndan Merhamet İsteyerek Dilenen Kimseye
Vermemenin Mekruhluğu:
İnsanı
İlgilendirmeyen İşlere Karışmaması:
Ana-babayı
Azarlamanın Haramlığı:
Yalanın
Yasak Oluşu Ve Kısımlarının Açıklanması
Yalan
Söylemenin Caiz Olduğu Yerler:
İmam
Ebu Hamid El-Gazali'ye Göre Mubah Olan Yalan Sözler:
Çirkin
Söz Konuşanın Yapacağı Tevbe Ve Dualar
Aslında
Mekruh Olmadıkları Halde Âlimlerden Birçok Kimselerin Mekruh Kabul Ettiği
Sözler
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"İnsan bir söz
söylerse muhakkak onun yanında hazır bir gözetleyici (melek) vardır."[1]
"Senin Rabbin
(kullarının her yaptığını görüp) gözetleyendir."[2]
Allah Sübhânehu ve
Tealâ'mn ihsanı ile geçen bölümlerde müstahab olan zikirleri ve bunların
benzerlerini anlattım. Şimdi bunlara sözlerden haram yahut mekruh olanları
eklemek istedim ki, kitab böylece lâfızlara ait hükümleri toplamış ve onların
kısımlarını açıklamış olsun. Her mükellefin bilmek ihtiyacında bulunduğu
hükümleri bunlar içinden seçip anlatacağım. Anlatacaklarımın çoğu bilinen
şeylerdir. Onun için çoğuna ait delilleri terk edeceğim Başarı Allah'dandır.
Bil ki her mükellefe
gerekli olan her konuşmada dilini korumaktır. Ancak bir ihtiyacı açıklayan söz
söylenmelidir. Bir iş hakkında konuşmak ve susmak eşit durumda görülürse,
sünnet olan konuşmayı terk etmektir. Çünkü mubah olan söz, bazan harama yahut
bir mekruha götürmeye se-beb olur. Daha doğrusu adet gereği bu çoktur yahut
çoğunluktadır. Selâmette kalmaktan daha üstünü yoktur.
881- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve âhiret gününe îman eden
kimse hayırlı söz söylesin yahut sussun."[3]
Derim ki: Bu hadisi
şerifin sahih olduğu üzerinde ittifak vardır. Hayırlı söz olmadıkça
konuşmamak, gerektiğine dair açık bir delildir. Bu da ihtiyacın doğması halinde
konuşmanın icab ettiğini gösterir. İhtiyaç olup olmadığı üzerinde şüphe
edilirse konuşulmaz.
İmam Şafi'i (Allah ona
rahmet etsin) şöyle demiştir: Bir insan konuşmak istediği zaman, ondan önce
düşünmelidir. Eğer ihtiyaç ortaya çıkıyorsa konuşmalı, şübhe ediyorsa
konuşmamalıdır. İhtiyaç duyuncaya kadar susmalıdır.
882- Ebû
Musa El-Eş'arî'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde şöyle demiştir:
"Dedim ki, yâ Resûlellah! Müslümanların hangisi en faziletlidir?
Peygamber (s.a.v): Dilinden ve elinden müslümanların selâmette bulunduğu
kimsedir, buyurdu."[4]
883- Selh
İbni Sa'd'dan (Radıyailahu Anh) yapılan rivayete göre, Re-sûlüllah Saîlallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kim bana iki çene arası ile iki ayak
arasını temin ederse (onları haramdan korursa) ben ona cenneti temin ederim, (o
cennetlik olur)."[5]
884- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir. O, Peygamber Saîlallahu
Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Kul (hayır ve şer
olduğu) üzerinde düşünmediği bir söz söyler de onun sebebi ile (başı ve sonu)
doğu ile batıdan daha uzak (mesafe kadar) bir ateş çukuruna düşer."[6]
885- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre, Peygamber Saîlallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur.
"Kul, Allah
Tealâ'nın rızâsını kazanan bir söz söyler. Kul ona bir kıymet vermez. Allah o
söz sebebiyle kulun derecesini yükseltir. Yine kul, Allah'ın gazabını
gerektiren bir söz söyler. Ona bir değer vermez. O (Allah'ı gazablandıran) söz
sebebiyle cehenneme düşer, "[7]
886- Bilâl
İbni'-Hâris El-Müzenî'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre,
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Kişi Allah
Tealâ'nın rızâsına uygun söz söyler. Ulaşacağı sevabın ne olduğunu bilmez.
Allah Tealâ ona, o söz sebebiyle, Allah'a kavuşacağı güne kadar rızâ yazar
(ondan razı olur). Yine kişi, Allah'ı gazablandıran söz konuşur. Ulaşacağı
günahın ne olduğunu bilmez, Allah Tealâ o söz sebebiyle kul için kendisine
kavuşacağı güne kada gazab yazar (ondan razı olmaz)."[8]
887- Süfyan İbni Abdulîah'dan (Radıyallahu Anh)
yapılan rivayetde şöyle demiştir:
Yâ Resûlellah! Bana
(faydası çok) öyle bir şey söyle ki, ona sarılıp yapayım, dedim. Rabbim
Allah'dır, de, sonra dosdoğru ol, dedi.
Yâ Resûlellah Benim en
çok korkacığım şey nedir? dedim. Peygamber (s.a.v) kendi dilini tuttu sonra
budur, dedi."[9]
888- İbni Ömer'den (Radıyallahu Anh) yapılan
rivayete göre demiştir ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Seliem şöyle
buyurdu: "Allah'ı an-maksızın çok söz söylemeyin. Çünkü Allah Tealâ'yı
anmaksızın çok konuşmak kalb için bir katılıktır. Allah Tealâ'dan insanların
en uzak kalanı kalbi katı olanıdır."[10]
889- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah
SallaHahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Allah Tealâ kimi iki çene
arasının (dilinin) kötülüğünden ve iki ayağının arasındaki kötülükten korursa,
o cennete girer."[11]
890- Ukbe
İbni Âmir'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde o şöyle demiştir:
"Yâ Resûlellah!
Kurtuluş (çaresi) nedir? dedim.
Dilini kendine tut.
Evin sana geniş olsun (ihtiyaçların için çalış, boşuna işler arkasına düşme).
Günahlarına (tevbe edip) ağla, buyurdu.”[12]
Tirmizî, bu hasen
hadistir, demiştir.
891- Ebû
Saıd EI-Hudrî'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "İnsanoğlu sabahlayınca, bütün
azalar (organlar) dile boyun eğip: Bizim hakkımızda Allah'dan kork; çünkü biz
senden bir parçayız. Sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Sen eğrilirsen
biz de eğriliriz, derler.[13]
892- Ümmü
Habîbe'den (Radıyalahu Anh) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur: "İnsanoğlunun her sözü aleyhinedir; ancak
iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak yahut Allah Tealâ'yı zikretmek
müstesnadır."[14]
893-
Muaz'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde şöyle demiştir: "Ey Allah'ın
Resulü! Beni cennete koyacak ve beni cehennemden uzaklaştıracak bir ameli bana
bildir, dedim. Peygamber (s.a.v):
Büyük bir işten
sordun. Bu iş Allah Tealâ'nın o işi ihsan ettiği kimse için kolaydır: Allah'a
hiç bir şeyi ortak koşmayarak O'na ibâdet edersin, namazı gereği üzere
kılarsın, zekâtı verirsin, ramazan da oruç tutarsın, Kabe'yi hac edersin,
buyurdu. Şöyle devam etti.
Ben sana hayır
kapılarını göstereyim mi? Oruç (kötülüklerden ve ateşten koruyan) bir
kalkandır. Sadaka, ateşin suyu söndürmesi gibi günahları söndürür. Bir de
kişinin gece ortasında namaz kılmasıdır. Sonra şu ayeti okudu:
"(Gece ibâdet
etmek için) yataklarından bedenleri uzaklaşır."[15] Sora
şöyle devam etti:
İşin başını, esasını
ve yüksekliğin üst, noktasını bildireyim mi?
Evet, yâ Resûlellah
dedim. İşin başı İslâm'dır. Onun esası (dayanağı) namazdır. Üst kısmı da
cihaddır, buyurdu. Sonra:
Bütün bunların kemal
ve kıvamı olan şeyi sana bildireyim mi? dedi.
Evet, yâ Resûlellah!
dedim. Peygamber kendi dilini tuttu sonra:
Bunu kendi aleyhine
olmaktan engelle dedi.
Yâ Resûlellah! Biz konuştuğumuz
şeylerle hesaba çekilir miyiz?dedim.
Anan sana ağlasın!
İnsanları yüzükoyun ateşe düşüren dillerinin topladıklarından başkasımıdır?
buyurdu.[16]
894- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur: "Lüzumsuz şeyleri terk etmek (boşuna
konuşmamak), kişinin İslâmının güzelliğinden- Hasen hadistir.
895-
Abdullah İbni Amr İbni'l-Âs'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kim susarsa (felâketlerden)
kurtulur."[17] Bunun isnadı zayıftır.
Ben bunu meşhur olduğu için açıklamak istedim. Anlattıklarımın benzeri sahih
hadisler çoktur. Gösterdiklerim (Allah'ın izni ile) başarıya kavuşan kimse
için yeterlidir. İnşa Allah "Gıybet" bölümünde bu bölümle ilgili
meseleler gelecektir. Başarı Allah'dandır.
Selefden ve onlardan
başka kimselerden nakledilen haberlere gelince, bunlar çoktur. Anlattıklarımız
yanında olara ihtiyaç yoktur. Fakat bunlardan bazı ayıb sayılan şeylere işaret
edeceğim.
Bize ulaştığına göre,
Kuss İbni Saide ve Eksem İbni Sayfi bir araya geldiler. Onlardan biri
arkadaşına:
İnsanoğlunda ayıb
şeylerden kaç tane buldun? dedi. Öteki:
Bunlar sayılamayacak
kadar çoktur. Benim sayabildiklerim sekiz bin ayıbdır. Ben bir haslet buldum
ki, insanoğlu onu kullanırsa bütün ayıb-ları örter. Arkadaşı:
O nedir dedi.
Dili korumaktır
cevabını verdi.
Yine Ebû Ali El-Fudayl
îbni İyad'dan (Radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Kim
sözünü amelinden sayarsa, gereksiz konuşması az olur. İmam Şafi'i (Allah ona
rahmet etsin) arkadaşı Rebîa şöyle dedi: Ey Rebî'î Seni ilgilendirmeyen
konuşmayı yapma. Çünkü sen bir söz söylediğin zaman, o söz sana hâkim olur, sen
ona sahib olamazsın.
Abdullah îbni
Mes'ud'dan (Radiyaîlahu Anh) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Habsedilmeye dilden daha lâyık bir şey yoktur. Başkası da: Lisan yırtıcı
hayvana benzer. Eğer onu bağlamazsan sana saldırır, demiştir.
Üstad Ebu'l-Kasım
El-Kuşeyri'nin meşhur risalesinden naklettik. Şöyle demiştir: Susmak
selâmettir; asıl olan da budur. Yerinde konuşmak hasletlerin en şereflisi
olduğu gibi, zamanında susmak da erkeklerin sıfatıdır. Demiştir, Ebu Ali
EI-Dekkak'in (Radıyallahu Anh) şöyle dediğini işittim: Hakka karşı sükût eden
dilsiz şeytandır.
Kuşeyrî şöyle
demiştir: Nefisle mücadele edenlerin susmaları, konuşmada bazı âfetler
olduğunu bildikleri içindir. Konuşmalarda nefsin payı üğünme vasfını ortaya
çıkarmak, güzel konuşma ile emsalleri arasında seçkin duruma çıkmak gibi
şeylerle olur. Bunlar âfetlerdendir. Susmak nefsi terbiye edenlerin vasfıdır.
Susmak onların ahlâkı düzeltme ve tevazu ile yaşama esaslarından biridir.
Bununla ilgili söyledikleri şiirlerden biride:
Dilini tut konuşma ey
İnsan! * Seni ısırmasın, o bir yılan. Mezarda nice dilden ölü var. Korkmuş idi
ondan kahramanlar...
Riyâşi şöyle demiştir
(Allah ona rahmet etsin):
Ömrün hakkı için,
Ümeyye Oğullarının günahlarından beni uzak tutan günahım var.
Onların hesabı
Rabbimedir; bunun ilmi O'nda son bulur, bende değil...
Rabbim bendeki halleri
düzeltince, onların yapmış oldukları bana engel değil...
Bil ki, bu iki huy,
insanlar arasında en çok yayılan çirkin şeylerin en çirkinidir. Öyle ki
insanlardan az kimse bunlardan kurtulur. Bunlardan genellikle sakındırmaya
ihtiyaç bulunduğundan onlardan söz etmeye başladım.
Gıybete gelince:
İnsanı, hoşlanmadığı halleri ile anmandir. Hoşlanmadığı şey, ister vücudunda,
dininde, dünya işinde, nefsinde, yapısında ahlâkında, malında, çocuğunda,
ana-babasında, eşinde, hizmetçisinde, kölesinde, sarığında, elbisesinde,
yürüyüşünde, hareketinde, sevinmesinde, şakasında, asık suratında, tatlı
yüzünde yahut bunlara benzer hallerinde bulunsun. Bunları sözünle, yazı ile
hoşlanmadığı bir hal olarak ifade etmen, işaret kullanman, gözünle, elinle,
başınla yahut benzeri bir şeyle işaret etmen hep gıybet olur.
Bedende olanlar
(hoşlanılmayan ve gıybet yerine geçen sözler): Kör, topal, şaşı kel, kısa,
uzun, siyah ve sarı gibi söylenilen sözler.
Dinde olanlar: Fasık,
hırsız, hain, zalim, namaza gevşek, necasetlerde müsamahakâr, babasına itaat
etmez, zekâtı yerinde harcamaz, gıybetten kaçınmaz gibi..
Dünya işlerinde
olanları: Edebi az, insanlara gevşek davranır, kimseye hak tanımaz, çok
konuşur, çok yer yahut çok uyur, zamansız uyur, lâyık olmadığı yere oturur
gibi...
Baba ile ilgili
(gıybet) sözler: Babası fâsıktır, Hind'lidir, katrancıdır, Zencidir,
tamircidir, bez satıcısıdır, köle dellâlıdir, marangozdur, demircidir,
dokumacıdır gibi...
Ahlâkla ilgili
olanlar: Ahlâkı kötü, kibirli, riyakâr aceleci, zorba, âciz, kalbi zayıf,
kızgın, asık suratlı, azledilmiştir, gibi sözler söylemek...
Elbise ile ilgili
sözler: Elbisesinin yeni geniştir, eteği uzundur, elbisesi kirlidir ve benzeri
sözler söylemek... Geri kalanlar, bu anlattıklarımıza kıyas edilir. Bunun
kaidesi, adamı hoşlanmadığı bir hali ile anmaktır.
İmam Ebu Hamid
El-Gazali gıybet üzerinde müslümanların ittifakını şöyle anlatmıştır: Başkasını
hoşlanmadığı bir şeyle anmak gıybettir. Bunu açık olarak beyan eden hadis
gelecektir. Söz gezdirmeğe (koğuculuğa) gelince: bu insanların sözlerini
bozgunculuk ve fesad maksadı ile birbirlerine aktarmaktır. İşte gıybet ile
koğuculuğun tarifleri budur. Hükümleri ise, müslümanların ittifakı ile her
ikisi de haramdır. Kitab, sünnet ve icmaı ümmetten haram olduklarına dair açık
deliller birbirlerini takviye etmiştir.
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur: "Bir kısmınız bir kısmınızı gıybet etmesin."[18]
"Her ayıplayana
ve gıybet edene azâb olsun."[19]
"Çok ayıplayanı ve koğuculuk edeni
(tanıma).[20]
896- Huzeyfe'den
(Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem
şöyle buyurmuştur:
"Koğucu cennete girmez."[21]
897- İbni
Abbas'dan (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiştir: "Resû-Iüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem iki mezara uğradı da: Bunlara azâb ediliyor; fakat büyük
günahdan dolayı azab edilmiyorlar, dedi. Ravi demiştir ki, Buhârî'nin
rivayetinde şöyledir: "Doğrusu o azâb büyüktür." Bunlardan biri
koğuculuk yaparak dolaşıyordu. Diğeri de idrarından sakınmazdı (insanların
gözünden yahut sıçramışından kaçınmazdı.)"[22]
898- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre Resû-lüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Gıybet nedir,
bilirmisiniz? (Ashab):
Allah ve O'nun Resulü
bilir, dediler. Resülüllah (s.a.v):
Kardeşini hoşlanmadığı
bir şeyle anmandır. Denildi ki:
Söylediğim şey
kardeşimde varsa gıybet olur mu? Peygamber (s.a.v):
Söylediğin şey onda
varsa gıybet etmiş olursun onu. Eğer söylediğin şey onda yoksa, ona iftira
etmiş olursun, buyurdu."[23]
899- Ebû
Bekre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: Resülüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sullem Veda haccında kurban kesme gününde Mi-na'daki hutbesinde şöyle buyurdu:
Kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız (namus ve şerefleriniz) bu şehrinizde, bu
ayınızda bu gününüzün hürmeti gibi size haramdır (karşılıklı olarak bu
haklarınızı korumakla mükellefsiniz). Dikkat edin! Tebliği ettim mi?"[24]
900-
Âişe'den (Radıyallahu Anha) yapılan rivayetde şöyle anlatmıştır: "Ben
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e şöyle söyledim: (kusur hallerinden
ortağım) Safiyye'den şu ve şu sana yeter." (Ravilerden biri demiştir ki,
Aişe bu sözle kısalığını kasdetmiştir). Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) bana:
Öyle bir söz söyledin ki, eğer deniz suyu ile karıştırılsa, onu bulandırırdı,
dedi. Hz. Aişe anlatmaya devam ediyor: Bir adamı hoşlanmayacağı hal ile
peygambere anlattım. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Benden şu ve bu olduğu halde
bir insanı hoşlanmayacağı şeyle anmayı istemem."[25]
Ben derim ki, bu hadis
gıybetten alıkoyan hükümlerin en büyüklerin-dendir yahut en büyüğüdür. Bu
derecede gıybeti kötüleyen bir hadis bilmiyorum.
"Peygamber
kendiliğinden konuşmaz, onun söylediği (dinî hüküm) ancak kendine vahyolunan
bir vahiydir.”[26]
Kerim olan Allah'dan
lütfunu ve her hoş olmayan şeyden afiyet vermesini dileriz.
901- Enes'den
(Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resülüllah Salfaüahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Miraca çıkarıldığım zaman bir kavme
rasgeldim. Onların bakırdan tırnakları vardı; onlarla yüzlerini ve göğüslerini
tırmahyorladı. Bunlar kimdir? Ey Cibril, dedim. Bunlar insanların (gıybet
ederek) etlerini yiyenler ve onların ırzları ile uğraşanlardır," dedi.[27]
902- Saîd
İbni Zeyd'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu Aleyhi
ve Seliem şöyle buyurmuştur:
"Haksız yere
müslümanların ırzına (şeref ve namusuna) hakaret etmek haramın en
büyüğüdür."[28]
903- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Seliem şöyle buyurdu:
"Müslüman
müslümanların kardeşidir. Ona hainlik etmez, ona yalan söylemez, ona yardımı
kesmez. Müslümanın her şeyi müslümana haramdır: Irzı, malı ve kanı. Takva işte
buradadır. Kişinin kardeşine hakaret etmesi kötülük olarak ona yeter."[29]
Derim ki, bu hadisin
faydası ne kadar büyük ve faydaları ne çok olmuştur!.. Başarı Allah'dandir.
Geçen bölümde
anlatmıştık: Gıybet, insanı hoş görmediği şeyle anman-dır. Sözünle, yazınla,
rumuzunla, ona işaretinle, gözünle, elinle, ve başınla olsun hüküm birdir. Bunun
kaidesi şudur:
Herhangi bir hareket
ki onunla bir müslümanın kusurunu senden başkasına bildiriyorsun, o gıybettir,
haramdır. Kusurlu gördüğü kimsenin halini anlatmak için topal imiş gibi,
kambur imiş gibi yürüyüş ve benzen tavırlarla taklitte bulunmak bu haramdandır.
Bütün bunlar ihtilafsız haramdır. Bir insan kendi kitabında, bir yazarın
şahsını belirterek falan adam şöyle böyle demiştir diye onun noksanlığım ve
düşüklüğünü söylemesi de bu kısım haramdandır. Eğer ona uyulmasın, ona aldanıp
sözü kabul edilmesin diye ilminin zafiyetini açıklamak maksadı ile olursa bu
gıybet değildir. Bilâkis bunu yapmak vacibdir; ondan sevab kazanılır. Yeterki,
bu maksadı taşımış olsun. Yine bir kitab yazarı yahut başkası söylerse ki, bir
cemaat yahut bir topluluk şöyle böyle demişlerdir. Bu sözleri yanlıştır,
hatadır, cehalettir, gaflettir. Bu gibi sözler de gıybet değildir. Gıybet olan,
bir insanı aynı ile şahsını belirterek yahut belli bir cemaatı kasdede-rek
anmaktır.
Şu söz de haram olan
gıybettendir: Muhatabın kimi kasteddiğini anladığı zaman senin
"İnsanlardan biri, fıkıh âlimlerinden biri, ilim iddia edenlerden biri,
müftülerden biri, iyi kimselerden sayılan biri, zühdü iddia edenlerden biri,,
bugün bana uğrayanardan biri, gördüğümüz bir kimse, yahut şöyle bir kimse, şu
iyi yapmıştır, gibi konuşman haram olan gıybettir. İlim ve sofuluk
taslayanları gıybet etmek de bu haram olan kısımdandır. Çünkü isim açıklanarak
yapılan konuşmalar gibi, bunlar hakkında işaret suretiyle söylenen sözlerden de
bunların şahsı anlaşılır. Meselâ, onlardan biri için denilir: Falanın hali
nasıldır? Muhatab cevab verir: Allah bizi islâh etsin. Allah bizi bağışlasın,
Allah onu ıslah etsin, Allah'dan afiyet dileriz, cehalet karanlığına girmekle
bizi imtihan etmeyen Allah'a hamd olsun, kötülükten Allah'a sığınırız, utanma
azlığından Allah'a sığınırız, Allah tevbemizi kabul etsin ve bunlara benzer
adamın noksanlığını gösteren konuşmalar gibi....
Belli bir adamın kusur
ve ayıbını kasdederek bu sözler söylendiği için bunlar haram olan gıybet
olurlar.
Yine şu sözler de bu
haram sınıftandır: Faîan adam hepimizin içine düştüğü musibet içindedir, yahut
onun bunda hilesi yoktur, bu işi hepimiz yapıyoruz. Bu söylenenler bazı
örneklerdir; yoksa gıybetin tarifi şudur: Söylediğimiz gibi, dinleyiciye bir
insanın noksanlığını bildirmek, gıybettir. Bundan önceki bölümde Müslim'in ve
başkasının sahihinde gösterdiğimiz hadisin ifadesinde bulunan gıybet tarifinde
bunların hepsi malûm bulunmaktadır. En iyisini Allah bilir.
Bil ki, gıybet yapan
için gıybet haram olduğu gibi, dinleyiciye de o sözü dinlemek, söyleneni
kabullenmek haram olur.
Haram olan gıybetle
konuşmaya başlayan kimseyi, eğer açık bir zarardan korkmuyorsa, dinleyicinin
engellemesi icab eder. Eğer zararından kor-kuyorsa, kalbi ile inkâr etmek ve o
meclisi terketmek ona vacib olur. Bu da ayrılabilme imkânı olduğu zaman
yapılır. Eğer dili ile gıybeti inkâr edebiliyorsa yahut başka bir sözle gıybeti
kesebiliyorsa bunu yapması gerekir. Bunu yapmazsa günah işlemiş olur.
Bir insan, gıybet
yapmakta olan kimseye dili ile sus der de, kalbi ile gıybetin devamını
arzuîarsa, Ebu Hamid El-Gazali demiştir ki, bu nifaktır, onu günahtan
kurtarmaz. Muhakkak kalbi ile sevmemesi gerekir.
Bir kimse gıybet
yapılan bir mecliste oturmak zorunda kaldığı zaman, inkârdan aciz kalırsa yahut
inkâr eder de kabul edilmezse ve meclisten ayrılması da hiç bir şekilde mümkün
olmazsa, gıybeti dinlemek ve ona kulak vermek haram olur. Bunun çaresi dili ve
kalbi ile Allah'ı zikretmektir. Yahut yalnız kalbi ile zikreder, yahut
konuşmayı dinlememek için başka bir iş üzerinde düşünür. Bu anlatılan şekilde
kulak vermeden ve dinlemeyi istemeden konuşmayı duymak zarar vermez. Yeni bir
durum hasıl olurda meclisten ayrılabilme imkânı doğarsa ve gıybet de devam ediyorsa
meclisten ayrılmak vacib olur.
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Âyetlerimiz
üzerinde hakaret şekli ile konuşanları, gördüğün zaman onlardan yüz çevir
(yanlarında oturma) tâ ki, Kur'andan başka bir söze geçerler. Eğer onlardan yüz
çevirmeyi Şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra zalimler topluluğu ile
oturma."[30]
İbrahim İbni Edhem'den
rivayet ettik (Radiyallahu Anh): O bir ziyafete çağrıldı ve bulundu.
Davetlerine gelmeyen bir adamdan söz ettiler.
Bil ki, bu bölümün
kitabda ve sünnette delilleri çoktur. Fakat ben bunların bir kısmına işaret
etmekle yetineceğim. Başarıya ulaşan bunlarla kendini gıybet etmekten
engeller. Başarıya ulaşmayanda ciltler dolusu kitab-larla gıybetten sakınmaz.
Bunun esası, gıybetin
haram olduğuna dair anlattığımız delilleri kendi nefsine arzetmesidir. Sonra
Allah Tealâ'nın şu âyetlerini düşünmektir:
"(İnsan) ne söz
söylerse, muhakkak onun yanında bir gözcü (melek) vardır.”[31]
"Ettiğiniz
dedi-koduyu günahı az sanıyorsunuz. Halbuki o Allah katında büyük günahtır."[32]
Sahih olarak
anlattığımız hadislerden biri de:
"İnsan Allah
Tealâ'nın razı olmadığı bir söz konuşur da buna bir değer vermez. O söz
sebebiyle cehenneme yuvarlanır."[33]
Dili korumak ve gıybet
etmek bölümlerinde daha önce bu manada hadisler anlattık. Bu sakınma
çarelerine, Allah benimledir, Allah şahidim-dir, Allah beni görendir sözleri
eklenebilir.
Hasan Basrî'den (Allah
ona rahmet etsin) rivayet edilmiştir; Bir adam ona şöyle dedi; Sen beni gıybet
ediyorsun. Cevab verdi: Benim nazarımda seni sevablarıma ortak yapacak kadar
senin kıymetin yükselmemiştir.
İbni'l-Mübarek'den
(Allah ona rahmet etsin) şöyle dediğini rivayet ettik: Ben bir kimseyi gıybet
edecek olsam, ana-babamı gıybet ederdim; çünkü onlar benim sevablarıma ortak
olmaya daha lâyıktır. Dediler ki, o ağır adamdır. Bunun üzerine İbrahim: Ben,
insanların gıybet edildiği bir yerde bulunmakla bu günahı kendim yapmış oldum,
dedi. Sonra meclistan çıktı ve (nefsini terbiye için) üç gün yemek yemedi. Bu
manada okudukları şiirden biridir:
Koru kulağını,
dinlemekten çirkini;
Koruduğun gibi
çirkinden dilini.
Dinleyince sen çirkin
söz söyleyeni. Ortak olursun söyleyene, aç gözünü!..
Bil ki, gıybet haram
olmakla beraber, durum gereği mubah olan halleri de vardır. Bunları mubah
kılan şeyler, ancak sahih olan şer'i maksad-lardır. Altı sebebden biri ile
gıybet mubah olur:
Zulme (haksızlığa)
uğramaktır. Haksızlığı uğrayanın idareciye, hakime ve yetkili başka kimselere
başvurup derdini anlatması ve zalimden hakkının alınmasını istemesi caizdir.
Bunun için falan kimse bana haksızlık etmiştir, bana şöyle yapmıştır, beni
yakalayıp doğmuştur gibi sözler söyler.
Kötülüğü ve günahı
iyiliğe ve doğruluğa çevirmek için başkasından yardım istemek. Bunun için
kötülüğü kaldırmak isteyen adam, gücünü ve yardımını umduğu adama der ki,
falanca şu kötülüğü işliyor, ona engel ol, onu yola getir. Bunun benzeri
sözleri söyler. Maksadı kötülüğü gidermek olur. Eğer bu maksadı taşımazsa,
haram olur.
Bir mesele için fetva
istemektir. Müftüye der: Babam, yahut kardeşim, yahut falanca bana haksızlık
etti. Bunu bana yapmaya hakkı var mıdır, yok mudur? Bundan kurtulmak için
tutacağım yol nedir ve hakkımı nasıl alırım, benden haksızlığı nasıl kaldırırım
ve benzer sözler?... Yine zevcem bana şunu yapıyor, yahut kocam şu işi yapıyor
ve benzeri sözler söylenir. Bunları yapmak ihtiyaç halinde caizdir. Fakat
ihtiyatlı olan yol, şu işi yapan adam hakkında ne dersin, yahut şu şu işleri
yapan koca veya zevce için ne dersin şeklinde (isim belirtmeden) sormaktır.
Çünkü insanı belirtmeden maksad elde edilmiş olur. Bununla beraber şahıs tayini
de caizdir. Çünkü buna dair İnşa Allah anlatacağımız Hind'in hadisi vardır.
Onun sözü şu:
"Yâ Resûlellah,
Ebû Süfyan kıskanç bir adamdır." böyle söyleyerek hadisi anlattı.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onu böyle konuşmaktan yasaklamadı.
Müslümanları
kötülükten sakındırmak ve onlara öğüt vermektir. Bu da bir kaç şekilde olur:
Birisi hadis
ravilerinden ve şahidlerden sakat olanları göstermektir ki, müslümanların icmaı
ile caizdir. Daha doğrusu ihtiyaç halinde vacibdir.
Birisi de, bir insanın
kuracağı hısımlık işinde, yahut yapacağı ortaklıkta, yahut bırakacağı
emanette, yahut kendisine bırakılacak emanet üzerinde, yahut bunlardan başka
yapacağı işlerde sana danışmasıdır. Senin görevin nasihat üzere bildiğin şeyi ona anlatmaktır.
Eğer onunla iş yapman, akrabalık kurman uygun olmaz sözünü söylemen yeterli
olursa, adamın kötülüklerini bildirmen gerekmez. Eğer maksad elde edilemez de
açıklamak zorunlu olursa, o zaman açık olarak kötülükleri anlatılır.
Bunlardan birisi de
şudur: Hırsızlık ile, zina ile, şarab içmekle yahut bunlardan başka kötü
hallerle tanınan bir köleyi satın almakta olan bir adamı gördüğün zaman, eğer
müşteri bu durumu bilmiyorsa ona bildirmen gerekir. Yalnız iş bu köle durumuna
bağlı değildir. Satılacak bütün ticarî eşyada kusur ve ayıp arsa, bunları
bilenin müşteriye ayıbları açıklaması lâzım gelir. Tabii ki müşteri bunları
bilmiyorsa...
Bunlardan biri de:
Fıkıh ilmi öğrenmek isteyen bir adam ilim öğrenmek istediği kimsenin bid'at
sahibi yahut fasik olduğunda tereddüt gösteriyorsa, sen de adamın zarar
göreceğinden korkuyorsan o ilim öğrencisine öğüt niyeti ile adamın halini ona
açıklaman gerekir. Bunda da maksad öğüt vermek olmalıdır. Burada yanılma olur.
Konuşan kimseye hased duygusu yahut şeytan dürtüsü tesir eder de, insan öğüt
verdiği, merhamet ettiği düşüncesine kapılır. Burada iyi düşünmek ve işi
anlamak lâzım gelir.
Bunlardan diğer biri
de: Üzerinde idarecilik görevi olup da onu gereği üzere başaramamaktır. Ya
idarecilikte ehliyeti yoktur, yahut fasıktir, yahut gaflet içindedir, yahut
benzeri uygunsuz halleri vardır. Onun bu ha-lerini, yetki sahibi olan amirine
söylemek icab eder. Böylece onu yerinden aldırmış, başka ehil bir kimseyi
yerine getirmiş olur. Yahut ona aldanmamak için onunla muamele etme şeklini
öğretmiş olur. Yahut onu istikamet üzere bulunmaya teşvik etmiş veya
değiştirilmesine sebebiyet verilmiş olur.
Gıybet edilenin fışkı
yahut bid'atı açıkta olmaktır. Açıkça şarab içen, yahut insanların açıkça
mallarım aşıran gibi. Yine insanların mallarını düşük bir ölçü ile alan, zulüm
yaparak vergi tahsil eden, batıl işlere sahip çıkan gibi. Bu gibileri açıkta
yaptıkları işleri ile anmak caizdir. Fakat diğer ayıplarını anlatmak haramdır.
Ancak anlattıklarımızdan başka bir sebeb cevaz teşkil ediyorsa, yine onun
gıybetinde bulunmak haram olmaz.
Bildirmek ve tanıtmak
için gıybettir. Bir insan şaşı, topal, sağır, kör, kel, çapraz gözlü gibi
lâkabı olursa, onu tanıtmak niyeti ile böyle bir lâkabla anılabilir. Fakat
noksanlık ciheti ile söylemek haram olur. Eğer başka bir ifade ile tanıtmak
mümkün olursa, onu yapmak evladır. İşte anlattığımız şekilde alimlerin beyan
etmiş oldukları mubah olan gıybetin sebebleri altıdır.
İmam Ebu Hamid
El-Gazalî ihya kitabında ve diğer alimler gıybet üzerindeki hükümleri bu
şekilde tesbit etmişlerdir. Bunun delilleri sahih ve meşhur olan hadislerde
açıkça vardır. Bu sebeblerin çoğu üzerinde gıybetin cevazında icma vardır.
904- Hazreti
Aişe'den (Radıyallahu Anha) rivayet edilmiştir. "Bir adama (içeri girmek
için) Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den izin istedi. Peygamber
(s.a.v): Ona izin verin; o ne kötü kabile kardeşidir! dedi." Fesad ehli
olanların, imanlarında şübhe bulunanların gıybet edilmesinin caiz olduğuna
Buhârî bu hadisi delil göstermiştir. (O kimsenin kötü halini Peygamber bildiği
için, ondan sakınılsın diye böyle buyurmuştur.)[34]
905- İbni
Mes'ud'dan yapılan rivayetde şöyle demiştir: Resûlüîlah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem ganimetleri böldü. Ensardan bir adam: Vallahi Muhammed bu işle Allah
Tealânm rızasını dilemedi, dedi. Ben Resûlü-lah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e
gidip ona (adamın sözünü) bildirdim. Bunun üzerine Peygamberin yüzü değişti ve
şöyle buyurdu: Allah Musa'ya rahmet etsin. Doğrusu ona bundan daha çok eziyet
edildi de sabretti. "[35]
Rivayetlerinin birinde
de İbni Mes'ud şöyle demiştir: "Bundan sonra Peygambere bir söz
iletmeyeceğim, dedim."
Kardeşi hakkında
söylenen bir sözün ona bildirilmesinin caiz olduğuna Buhârî bu hadisi delil
göstermiştir.
906- Hazreti
Aişe'den (Radıyalîahu Anha) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüîlah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Falanca ve falancanın bizim
dinimizden bir şey bildiklerini sanmıyorum." Raviler-den biri olan Leys
İbni Sa'd demiştir ki: O iki kimse, münafıklardan iki adamdı.[36]
907- Zeyd
İbni Erkam'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde şöyle demiştir:
"Resûlüîlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile bir sefere çıktık. İnsanlara
o seferde şiddetli açlık isabet etti. (Münafık olan) Abdullah İbni Ubeyy:
Resûlüllah'ın yanında bulunanlara yiyecek vermeyin ki, onun çevresinden
dağılmış olsunlar, eğer Medine'ye dönersek güçlü olanımız güçsüzü oradan
çıkaracaktır, dedi. Ben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gidip bunu ona
haber verdim. Bunun üzerine Peygamber onu ça ğırmak için adam gönderdi.
(Abdullah inkâr etti) Allah şu âyeti indirerek Zeyd'i doğruladı:"
"Münafıklar sana
geldiği zaman..."[37]
Buhârî'nin Sahihinde
Ebû Süfyan'ın karısı Hind'in hadisi vardır. Onun Peygambere sözü şu idi:
"Ebu Süfyan kıskanç bir adamdır..."
Kays'ın kızı Fatma'nın
da hadisi vardır. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in (evlenmek için
kendisine danışan Kaysın kızı Fatma'ya) sözü şu oldu: "Muaviyeye gelince
o fakirdir.
Ebu Cehm
ise, o parasını
boynundan bırakmaz (hanımları döğer).[38]
Bir müslümanın gıybet
edildiğini işiten kimsenin onu reddetmesi ve söyleyeni engellemesi uygundur.
Eğer onu sözle eğelleyemezse, eli ile engeller. El ile ve dil ile engel olmaya
gücü yetmiyorsa, o meclisi terk eder. Eğer üzerinde hakkı bulunan hocasının
yahut başkasının yahut fazilet ve salâh sahibi kimsenin gıybetini işitirse,
anlattığımızdan daha çok bunlar için özen gösterir.
908- Ebû
Derdâ'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim kardeşinin
şerefinden (gıybeti) reddederse, Allah onun yüzünden kıyamet günü ateşi geri
çevirir,"[39]
909-
İtban'ın (Radıyallahu Anh) meşhur olan hadisinde şöyle dediği rivayet
edilmiştir. "Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem namaza kalktı. Dediler
ki, Malik İbni Duhşüm nerede? Buna karşı bir adam: O münafıktır; Allah'ı ve
O'nun Peygamberini sevmez, dedi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem: Bunu söyleme. Görmüyormusun, o Lâilâhe illallah demişti ve bununla
Allah'ın rızasını diliyordu, dedi."[40]
910- Hasan El-Basrî'den (Allah ona rahmet etsin)
yapılan rivayetde: Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından o(an
Aiz İbni Amr, Ubeydullah İbni Ziyad'ın yanma vardı. Dedi ki:
"Ey Yavrucuğum!
Ben, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim:
İdarecinin en kötüsü sert sözlü olandır. Sen onlardan olmaktan sakın.
Ubeydullah ona, otur dedi. Sen Muhammed Aley-hisselâtü vesselamın ashabından
bir kırıntısın. Âiz dedi: Onlar içinde kırıntı varmı idi? Kırıntıhk ve
döküntülük onlardan sonra gelenlerde ve başkalarında vardır. (Onların hepsi
kıymetli şahsiyetler idi.)."[41]
911-Kâb İbni
Mâlik'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilen tevbe olayı üzerindeki uzun
hadisinde şöyle demiştir: Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem Tebük'de insanlar arasında otururken:
"Kâb İbni Malik'e
ne oldu? diye sordu. Selime Oğullarından bir adam:
t Yâ Resûlellah! Onu,
kendini beğenmesi ve gururu (Tebük seferine katılmaktan) alıkoydu, dedi. Muaz
İbni Cebel ona cevab verdi (Radıyallahu Anh):
Ne kötü söyledin!
Vallahi, ey Allah'ın Resûiü! Biz onun hakkında hayırdan başka bir şey
bilmiyoruz. Bunun üzerine Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sükût
etti."[42]
912- Câbir
İbni Abdullah ve Ebû Taihâ'dan (Radıyallahu Anhüm) yapılan rivayetde
demişlerdir ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Bir
yerde bir müslümanın şahsiyetine saldırılır ve şerefi nok-sanlaştınlır da ona
kardeşi yardımı terk ederse, Allah ona yardımı, kendisine yardım edilmesini
istediği bir yerde terk eder. Bir yerde de bir müslümanın şerefi düşürülür ve
şahsiyetine saldırılır da insan ona yardımcı
çıkarsa, kendisine
yarmm eaiimesini istediği bir yerde Allah ona yardım eder."[43]
913- Muaz
İbni Enes'den yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurmuştur:
"Bir münafıktan
bir mü'mini koruyan kimsenin etini kıyamet gününde cehennem ateşinden
koruyacak bir meleği Allah gönderir. Kim de mü'-minin kötülüğünü dileyerek ona
bir kötülük atarsa, Allah onu dediği sorumluluktan çıkıncaya kadar (hak sahibi
ile helallaşmcaya kadar) cehennemin köprüsü üzerinde tutuklar.”[44]
Bil ki, (mü'min
hakkında) kötü zan beslemek haramdır. Bu söz ile yapılan gıybet gibidir. Bir
insanın kötülüklerini söylemen gibi, bunu kendi nefsine söylemen ve ona kötü
zan beslemen de haramdır. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Zandan çok
sakının. "[45]
914- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre Resû-lüllah Salîallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Zandan
sakınınız. Çünkü zan, sözün en yalanıdır."[46] Bu
anlattığım manada hadisler çoktur. Yasak olan kötü zandan maksad, kalb ile işi
kararlaştırmak ve başkası üzerinde kötülük kararı vermektir. Fakat kalbden
geçenler ve nefis kuruntuları kararlaşmaz ve üzerinde devamlı olarak
durulmazsa, âlimlerin ittifakı ile bağışlanmış sayılır. Çünkü bunun kalbe gelişinde
ihtiyar yoktur. Kalbden ayrılmasında da bir yol yoktur. Peygamber efendimizden
sabit olan şu hadis de bu manadadır:
915-
Buhârî'de Resûlüllah Salîallahu Aleyhi ve Sellem'den şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: "Allah Tealâ, ümmetimin nefislerinde yapmış oldukları kuruntu
ile konuşmadıkça yahut onu yapmadıkça bunu onlardan bağışlamıştır."[47]
Âlimler: Bundan
maksad, hatıra gelip de yerleşmeyen gelip geçici fikirlerdir. Bu gibi haller
gıybet olsun; yahut küfür olsun yahut bunlardan başkası olsun hüküm birdir.
Küfrü benimsemek kasdı olmaksızın bir kimsenin kalbine sadece gelip geçici
olarak küfür hatıratı düşerde sonra hemen onu atarsa kâfir olmaz ve bundan ona
bir günah gerekmez, demiştir.
Biz vesvese bölümünde
Sahih olan hadis münasebetiyle bildirmiştik ki, ashab: "Yâ Resûlellah!
Herhangi birimizin kalbine bir şey düşüyor da onu konuşup söylemeyi büyük günah
buluyoruz? diye sordular. Peygamber (s.a.v): Bu hal, açık iman ifadesidir
(çünkü insanın irade ve isteği ile meydana gelmiyor ve benimsenmiyor),
buyurdu. Burada anlattıklarımızdan başka aynı manada nakiller vardır.
Bunların
bağışlanmasının sebebi, onlardan sakınmak mümkün olmadığındandır. Mümkün olan
şey, bunlar üzerinde durmamak ve üzerlerinde devamlı olarak durmaktan
kaçınmaktır. Bunun içindir ki, bu kötü düşünceler üzerinde durmak ve kalbi
bunlara bağlayıp kesinlik elde etmek haram kılınmıştır. İnsana ne zaman böyle
bir gıybet düşüncesi yahut bundan başka günahlar arız olursa, bunlardan yüz
çevirmek sureti ile onları engellemek ve engelleyici sebebleri hatırlamak vacib
olur.
İmam Ebû Hamid
El-Gazali İhya'da şöyle demiştir: Kötü bir zan kalbine düşünce, bu Şeytanın
senin kalbine bıraktığı vesvesesidir. Bunu yalanlaman gerekir; çünkü Şeytan en
büyük bir fasıktır. Allah Tealâ;
"Size bir fâsik
bir haber getirdiği zaman (doğruluğunu) araştırın. Yoksa bilmeyerek Bir kavme
sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz." buyurmuştur.[48]
İblis'i doğrulamak caiz değildir. Eğer gıybet işinde fesada delâlet eden bir
işaret varsa ve bunun hilafı da muhtemel ise, kötü zan beslemek caiz olmaz. Bir
insanın kalbinde olan halin değişmesi kötü zan alâmetidir. Böylece adamdan
nefret edersin, onu küçümsersin, ona olan iyi münasebetten gevşersin, ona
ikramdan ve kötülüğünü örtmekten kaçınırsın. Çünkü Şeytan insanların en ufak
bir hayal ile insanların kötülüklerini kalbe yaklaştırır ve bunun anlayış
kabiliyetinden, zekândan ve uyanıklığından ileri geldiğini kalbine bırakır.
Çünkü mü'min Allah'ın nuru ile bakar. Gerçekte ise insan şeytanın aldatması ve
sapıtması ile konuşmuş olur. Artık doğruluğuna güvenilir bir adam eğer bir
kimse hakkında da sana haber verirse, adamı ne tasdik et, ne de yalanla. Çünkü
doğru-larsa, gıybete iştirak etmiş olursun. Eğer doğrulamazsan, haber vereni yalanlamış
sayılırsın. Her ne zaman bir müslim hakkında kalbine bir kötülük gelirse, ona
ikramı ve onu korumayı daha çok yap. Çünkü bu tutum, Şeytan'ı öfkelendirir ve
onu senden uzaklaştırır. Artık kardeşine duâ ile meşgul olursun diye korkarak
böyle bir zan kalbine bırakmaz.
Her ne zaman şübhe
edilmeyecek şekilde bir delille müslümanın bir kusurunu görürsen, ona gizlice
öğüt ver ve asla şeytan seni aldatıp onu gıybet etmeye götürmesin. Ona öğüt
verince de, kusurunu gördüğünden dolayı sevinçli bir hal ile öğüt verme. Böyle
yaparsan o sana büyüklük gözü ile sen de ona küçümseme gözü ile bakmış olursun.
Sadece onu günahtan kurtarmayı kasdet. Sen bir kusur yaptığın zaman nasıl üzgün
olursan, ona karşı da hüzünlü ol. Senin öğütün olmaksızın adamın o kusuru terk
etmesi, senin öğütünle terk etmesinden sana daha sevimli olması uygun düşer.
Gazalî'nin sözü budur.
Ben derim ki: Bir
kimsenin gönlüne kötü bir zan düştüğü zaman onu kesip atmanın vacib olduğunu
söylemiştik. Bu şekilde davranış, şer'i bir ihtiyaç bulunmadığı içindir. Eğer
bir şer'i ihtiyaç duyuluyorsa, adamın noksanlığı üzerinde düşünmek ve ondan
kaçındırmak caiz olur. Nitekim gıybetten mubah olanlar bölümünde şahidlerin,
raviîerin ve başkalarının kusurlarını açıklamanın caiz olduğunu söylemiştik.
Bil ki, her günah
işleyen kimsenin hemen o günahtan tevbe etmesi gerekir. Tevbe etmek Allah
Tealâ'nm haklarındandır. Tevbe etmenin üç şartı vardı rr
1- Günahı
hemen söküp atmak, 2- Onu
yaptığından pişman olmak. 3- Bir
daha onu yapmamaya kararlı olmak. Kul haklarından tevbe için bu şartlarla
beraber şu dördüncüsü de şarttır: O da hak sahibine hakkini vermek yahut
bağışlanmasını ve temize çıkarılmasını istemektir. Gıybet edenin bu dört şart
üzerine tevbe etmesi icab eder. Çünkü gıybet insan hakkıdır. Gıybetten dolayı
helâllik istemek gereklidir.
Bir insana, ben seni
gıybet ettim, helâl et demek yeterlimidir; yoksa gıybetin ne olduğunu
açıklaması mı lâzımdır? Burada (Allah kendilerine rahmet etsin) Şafi'i
âlimleri için iki görüş vardır:
Birincisi: Gıybeti
açıklamak şarttır. Eğer gıybetin ne olduğunu açıklamadan adamı temize çıkarırsa
sahih olmaz. Bildirilmeyen ve miktarı bilinmeyen bir maldan temize çıkarma
sahih olmadığı gibi...
İkincisi: Gıybeti
açıklamak şart değildir. Çünkü gıybet mal gibi değildir. Bunda insanlar
birbirlerine müsamaha ederler. Birinci görüş daha'uy-gundur. Çünkü insan bazan
bir gıybette müsamaha gösterirse diğerinde göstermez. Gıybet edilen ölü ise
yahut ortalıkta yoksa ondan helâllik almak mümkün olmaz. Fakat âlimler: Hak
sahibi için dua ve istiğfarı çok yapmak ve iyilikleri çoğaltmak uygun olur,
demiştir.
Bil ki: Gıybet edilen
kimsenin, gıybetini yapanı bağışlaması müstahab-dır, vacib değildir. Çünkü bu
karşılıksız bir bağıştır ve bir hakkın düşürülmesidir. Onun için insanın
isteğine bağlıdır. Fakat bu günahın vebalinden müslüman kardeşini kurtarmak ve
kendisi de afv hakkındaki Allah Tealâ'nm büyük sevabına ve rızasına kavuşmak
için, gıybet edeni bu günahından kurtarmak kuvvetli olarak müstahab olur. Allah
Tealâ şöyle buyurmuştur:
"(Allah'ın
rızâsını kazanan kullar) öfkelerini yutanlar ve insanlardan
(haklarını)
bağışlayanlardır. Allah iyilik edenleri sever (onlardan razı olur).[49]
Bağışlamakla nefsini
memnun etmenin yolu şu: Bu iş olmuştur ve bunu kaldırmanın çaresi de yoktur
diye nefsini uyarmak ve müslüman kardeşini kurtarıp sevaba ulaşma fırsatını
kaçırmamak fikrini benimsemektir.
Allah Tealâ:
"Sabreden ve
bağışlayan (var ya), işte bu işlerin sağlamlarındandır." buyurmuştur.
"[50]
Yine Allah Tealâ
bağışlama yolunu tut, buyurmuştur.[51]
Gösterdiğimiz ayetlerin
benzeri çoktur.
916- Sahih
olan hadiste Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Kul kardeşinin yardımında oldukça, Allah da o kula yardımda
bulunur."[52]
Şafi'i şöyle demiştir:
Kimden rıza alınmak istenir de o razı olmazsa, o kimse şeytandır. Öncekiler şu
şiiri okumuştur:
Bana dendi: Falanca
sana kötülük etti:
Zillet içinde durmak
ayıptır! Dedim ki: O, bize gelip özür diledi;
Bizce günahın diyeti,
özrü kabul etmektir...
Gıybet günahından
kurtarmaya teşvik için bu anlattıklarımız, doğru olandır. Fakat Saîd
İbni'l-Müseyyib'den şöyle dediği nakledilmiştir: Bana zulmedeni bağışlamam
(hakkımı ona helâl etmem).
İbni Sirin'den
nakledilmiştir: Onun yaptığını ben haram kılmadım ki, ona ben helâl edeyim.
Çünkü gıybeti Allah ona haram kılmıştır. Ben asla Allah'ın haram kıldığı şeyi
helâl yapmam. Bu söz zayıftır ve yanlıştır. Çünkü bağışlayan kimse, haramı
helâl kılmaz; ancak kendisi için sabit olan bir hakkı düşürür. Kitab ve
Sünnetten olan deliller, bağışlamanın ve hak sahibinin kendine ait hakkı
düşürmesinin mubah olduğu üzerinde birbirlerini kuvvetlendirmektedir. Yahut
denilebilir ki, İbni Şirin şunu kasdet-miştir: Ben, hiç bir zaman bana gıybet
edilmesini mubah saymam. Bu söz doğrudur: çünkü insan: Ben şerefimi beni gıybet edene mubah kıldım,
derse o iş mubah olmaz. Aksine Başkasını gıybet haram olduğu gibi, kendisini
de gıybet etmek haram olur.
Hadis-i şerife
gelince- "Sizden biriniz, Ebu Damdan gibi olmaktan aciz midir? Evinden
çıktığı zaman şöyle derdi: Ben şerefimi insanlara tasad-duk ettim (bağışladım).
"Bunun manası şu: Ben bana zulmedenden ne dünyada, ne de âhirette zulüm
hakkımı istemem. Bu söz, gıybet hakkını düşürmeden önce yapılan mevcut gıybet
günahını düşürür. Fakat bu sözden sonra yapılan gıybet için yeni bir temize
çıkarma ifadesi gereklidir. Başarı Allah'dandır.
Bunun haram olduğunu,
delillerini ve buna dair sakıncaları anlatmıştık. Gerçek tarifini de
yapmıştık. Fakat kısa olmuştu. Şimdi ona ilâve yapıyoruz:
İmam Ebû Hamid
EI-Gazali (Allah ona rahmet etsin) şöyle demiştir: Dedi-kodu yapanın sözünü,
aleyhinde söz seylenen kimseye iletmek ko-ğuculuktur: Adamın şu sözü gibi:
falanca senin hakkında şöyle şöyle söylüyor. Koğuculuk yalnız buna bağlı
değildir. Onun gerçek tarifi, açıklanması çirkin olan şeyi açıklamaktır. Onun
çirkin görülmesi ister söyleyenden, ister hakkında söylenenden ve ister üçüncü
bir şahıs tarafından olsun eşittir. Çirkin olan o sözün açıklanması, ister
dille, ister yazı ile, ister işaretle, ister hareketle, ister benzerleri ile
olsun hüküm değişmez. Nakledilen şey söz olsun veya iş olsun aynıdır. Ayıp
yahut başka bir şey olsa da değişmez. Koğuculuğun hakikati, gizliyi açığa
vurmak ve açıklanması çirkin olan şeyden örtüyü kaldırmaktır. İnsan için uygun
olan, insanlardan her gördüğü her hale karşı susmaktır. Ancak bir müslümana
anlatılmasında bir fayda yahut bir günahı önleme varsa söylemelidir.
Bir adamın kendisine
ait bir balı gizlemekte olduğunu gören kimsenin bunu açıklaması koğuculuktur.
Kendisine söz taşınan ve falanca senin ha-kında şöyle böyle söylüyor denen her
kimse için altı şey gerekli olur:
Birincisi: Adamı
doğruIamamaktır; çünkü koğucu fasıktır. Verdiği haber geçerli değildir.
İkincisi: Koğucuyu
yaptığı işten engellemek, ona öğüt vermek ve yaptığı işi kötülemektir.
Üçüncüsü: Allah için
ona buğz etmektir, çünkü, o, Allah Tealâ yanında buğz olunmuştur. Allah Tealâ
rızası için buğzetmek ise vacibdir.
Dördüncüsü: Kimden söz
nakledilmişse, onun kötü maksadlı olduğunu sanmamaktır. Çünkü Allah Tealâ!
"Zandan çokça
sakınınız," buyurmuştur.[53]
Beşincisi: Sana
anlatılan şey seni tecessüs ve araştırmaya ve işin gerçeğini bulmaya
götürmemelidir. Allah Tealâ!
"Tecessüs
yapmayınız (başkalarının kusurlarını araştırmayınız), buyurmuştur."[54]
Altıncısı: Koğucunun
sözlerini anlatmamak ve ona ettiği öğüte nefsi içinde razı olmaktır.
Anlatılmıştır: Bir
adam Ömer İbni Abdülaziz'e (Radiyallahu Anh) bir adamdan bir şey söylemiş.
Ömer: Dilersen senin haline bir bakalım. Eğer söylediğinde yalancı isen, şu
ayet ehlindensin demiş:
"Bir fâsık size
bir haber getirirse (onun doğruluğunu) araştırınız."[55]
Eğer doğru
söylüyorsan, sen şu ayet ehlindensin: "Çok ayıplayanı, koğuculukla
dolaşanı tanıma"[56]
Eğer dilersen bu durum
karşısında seni afvedelim. Adam şöyle dedi: Avf edilmeyi istiyorum, ey
mü'minlerin Emîri! Böyle bir hataya bir daha asla dönmeyeceğim.
Bir kimse Sahib İbni
Ubbâd'a, bir yetimin malını almaya teşvik eden bir mektub yazdı: mal fazla bir
maldı. Sahib İbni Ubbâd mektubun arkasına şunları yazdı: Doğru bile olsa,
koğuculuk çirkindir. Ölüye Allah rahmet etsin. Allah yetimin halini düzeltsin.
Mala Allah bereket versin. Mal toplayana da Allah lanet etsin.
917- İbni
Mes'ud'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Ashabımdan hiç bir kimse bana
bir kimseden (bir söz) ulaştırmasın; çünkü ben, huzurlu olduğum halde sizinle
karşılaşmak istiyorum."[57]
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Bilmediğin bir
şeyin peşine düşme; çünkü kulak, göz ve kalb ondan sorumludur."[58]
918- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlülah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
'
"İnsanlarda iki
hal vardır ki, onlarda bunların bulunuşu nankörlüktür: Nesebe dil uzatmak ve
ölü üzerine çığlık koparmak."[59]
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Nefislerinizi
(günahlardan arındırıp) temize çıkarmayın. (Günahlardan) korunanın kim
olduğunu Allah en iyi bilendir."[60]
919- Sahâbî
olan İyad İbni Hımar'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki,
Resûlülah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Tevazu içinde
olunuz diye Allah bana vahyetti. Öyle ki, bir kimse bir kimseye tecavüz etmesin
ve hiç kimse de bir kimse üzerine övünmesin."[61]
920- Vasile
İbni'l-Eska'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kardeşinin musibetine
sevinme, yoksa Allah ona merhamet eder de, seni belâya düşürür."[62]
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Sadakalar
hakkında (zekât dışı) gönülden bağış yapan mü'minlere ve güçlerinin yettiğini
bulup verenlerle alay edenleri Allah maskaraya çevirecektir. Hem de onlara
acıklı bir azab vardır."[63]
"Ey iman edenler!
Bir toplum bir toplum ile alay etmesin alay edilenler alay edenlerden daha
hayırlı olabilir. Kadınlar da kadınlarla alay etmesin; alay edilenler onlardan
daha hayırlı olabilir. Birbirinizi ayıplamayın ve birbirinize lâkab
atmayın."[64]
"Azab olsun her
ayıplayıcıya dil uzatıcıya.."[65]
Bu bölümle ilgili
sahih hadislere gelince, onlar sayılamayacak kadar çoktur. Ümmetin icmaı da
bunun haram oluşu üzerindedir. En iyi bilen Al-lah'dır.
921- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Birbirinizi
kıskanmayınız, birbirinizin zararına çalışmayın, birbirinize buğzetmeyin,
birbirinize arka çevirmeyin (ve gıybetleşmeyin). Bazınız bazınıza tecavüz
etmesin. Allah'ın kulları! Kardeşler olunuz. Müslüman müslümanın kardeşidir;
ona haksızlık etmez, ona yardımı kesmez, ona hakaret etmez, takva buradadır- Üç
kez göğsünü (kalbini) gösteriyordu-Müslüman kardeşini tahkir etmek, insana
kötülük olarak yeter. Müslümanın her şeyi müslümana haramdır: Kanı, malı ve
şerefi."[66]
Derim ki: Bu hadisin
faydası ne büyüktür, yararlan da ne kadar çoktur!... Düşünüp öğüt alanlar
için...
922- İbni Mes'ud'dan
(Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem
buyurmuştur:
"Kalbinde zerre
ağırlığı kibir bulunan cennete girmez. Bunun üzerine bir adam:
İnsan elbisesinin
güzel olmasını, ayakkabısının! güzel olmasını sever (bu kibir midir)? dedi.
Peygamber (s.a.v):
Allah (her işi ile)
güzeldir, güzelliği sever. Kibir hakka boyun eğmemek ve insanları aşağı
görmektir, buyurdu.”[67]
Allah Teala şöyle
buyurmuştur:
"Yalan sözden
sakının."[68]
"Bilmediğin şeyin
peşine düşme. Kulak, göz, kalb bütün bunlar ondan sorumludur."[69]
923- Ebû
Bekre Nüfeyyi' İbni'l Hâris'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir
ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Size günahların
en büyüğünü bildireyim mi? Üç defa (bunu söyledi). Biz.
Evet buyur, yâ
Resûlellah dedik. Resûlüllah (s.a.v):
Allah'a ortak koşmak,
anaya-babaya âsî olmaktır. Peygamber yaslanmış bulunuyordu sonra oturup
devamla: Dikkat edin! Yalan söylemek ve yalan yere şahidlik etmek. Bunu tekrarlayıp
duruyordu, öyle ki, keşke tekrarlamasaydı demiştik."[70]
Derim ki, bu bölümle
ilgili hadisler çoktur. Anlattıklarım yeterlidir. İcma da buna bağlıdır.
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Ey iman edenler!
Sadakalarınızı başa kakmakla ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın."[71]
Müfessirler demiştir
ki, sadakalarınızı boşa çıkarmayın demek, onların sevabını yok etmeyin
demektir.
924- Ebû Zer
(Radıyallahu Anh) den rivayet edildiğine göre Peygamber Sallallahu Aleyhi .ve
Sellem şöyle buyurmuştur:
"Üç kimse vardır
ki, kıyamet gününde Allah onlara kelâm etmez (onlardan razı olmaz), onlara
(merhamet nazarı ile) bakmaz, onları (günahlarından) temize çıkarmaz. Onlar
için acıklı bir azab vardır. Ravi demiştir ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem bunu üç defa okudu. Ebu Zer
sordu:
Bunlar perişan
oldular, hüsrana düştüler, bunlar kimdir? Yâ Resûlellah! Peygamber (s.a.v):
Kibirlik taslayarak elbise sürten,
iyiliği başa kakan ve yalan yere yeminle malını geçerli kılandır bunlar ,
buyurdu."[72]
925- Sabit
İbni Dahhâk'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir. Kendisi (Rıdvan
bey'atında ağaç altında Peygambere sadakat sözü veren) Seçere ashâbındandı.
Demiştir ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Mü'mine lanet
etmek, onu öldürmek gibidir."[73]
926- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Sadakati tam
olan bir mü'minin çok lanet okuması uygun değildir."
(Bazan lanet etmesi mubah olur. Kâfirlere,
zalimlere ise Iânet caizdir.)[74]
927-
Ebu'd-Derdâ'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre demiştir ki,
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Çokça Iânet
okuyanlar kıyamet gününde şefaatçi olamazlar, şehidlik (yahut şahidlik)
durumunda da olamazlar. "[75]
928- Semure
İbni Cündüb'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre, demiştir ki,
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "(Allah ona
lanet etsin, Allah ona gazab etsin, Allah onu Cehenneme koysun şeklinde sözler
kullanarak) Allah'ın laneti ile lânetleşmeyin, Onun buğzu ile birbirinize
buğzetmeyin ve ateşe koymayınız.[76]
929- İbni
Mes'ud'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Mü'min,
(neseblere) çokça dil uzatan değildir. Çok Iânet okuyucu değildir, çirkin söz
seyleyen değildir, çirkin iş yapan değildir." (Bunlar mü'-minin vasıfları
değildir, mü'mine yakışmayan hallerdir.)[77]
930-
Ebu'd-Derdâ'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur;
"Kul bîr şeye
Iânet ettiği zaman, o Iânet göğe çıkar da onun önünde gök kapıları kapanır.
Sonra yere iner de onun önünde yerin kapıları kapanır, Sonra sağa ve sola yol
tutar. Girmeye bir çare bulamayınca, kendisine Iânet olunana döner, eğer
lanete lâyık ise onda kararlaşir; değilse Iânet okuyucuya döner."[78]
931- İbni
Abbas'dan (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu Aleyhi
ve Sellem şöyle buyurmuştur: "kim lanete ehil olmayan bir şeye Iânet
ederse, o Iânet kendisine döner."[79]
932- İmrân
İbni Husayn'dan (Radiyalİahu Anh) yapılan rivayetde şöyle demiştir:
"Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem seferlerinden birinde iken En-sardan bir kadın da
bir deve üzerinde idi. Deve huysuzluk etti. Kadın deveye Iânet okudu.
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadının sözünü işitti de: Devenin
üzerindekini alın ve deveyi serbes bırakın; çünkü deve lanete uğramıştır. (Deve
haksızlığa uğramış, kadın da cezaya hak kazanmıştır.) Buyurdu.[80]
İmrân şöyle demiştir:
Şimdi kadım insanlar arasında yürüyor görmüş gibiyim; kimse ona iltifat
etmiyordu.
Ben derim ki, îmrân'ın
babası olan Husayn'ın islâmı kabul edişi ve sa-hâbi oluşu hakkında âlimler
ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan onun müslü-man ve sahâbî olduğudur. Bunun için
ben (baba ve oğul) her ikisini kas-dederek (Radıyallahu Anhüma) dedim.
933- Ebû
Berze'den (Radıyallahu Anh) rivayetde şöyle demiştir: "Bir cariye, bazı
insanların eşyasını taşımakta olan bir devenin üzerinde iken, yolun daraldığı
bir yerde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i gördü ve (Peygamberin önüne
geçmemek için) deveye:
Dur! Allah'ım buna
Iânet et, dedi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
Üzerinde Iânet olan
bir deve beraberimizde bulunmasın, buyurdu. Diğer bir rivayette de:
"Allah Tealâ tarafından üzerinde Iânet bulunan bir yük devesi bizimle
bulunmasın." Şeklindedir.[81]
934- Meşhur
olan sahih hadislerde, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem'in şöyle
buyurduğu sabit olmuştur: "(Saçını uzun göstermek için başkasının saçını)
kendi saçma ek yapana, başkasından saçının uzatılmasını isteyene Allah Iânet
etsin.." "Allah faiz yiyene Iânet etsin..", "Suret yapanlara
Allah Iânet etsin."
"Yol hudutlarını
ve işaretlerini değiştirene Allah Iânet etsin."
''(Hasislik ederek)
yumurtayı çalan hırsıza lanet olsun.",
"Ana-babasına
lanet okuyana Allah Iânet etsin. Allah'dan başkası adına hayvan kesene Allah
lanet etsin.",
"Kim bizde bir yenilik
icat ederse, (dinimizde olmayan bir şey getirirse), yahut icat edeni korursa,
Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların Iâ-neti üzerine olsun.",
"Allah'ım!
(Allah'a ve O'nun peygamberine isyan eden arab kabilelerinden) Ri'il, Zekvan
ve Usayye'ye lanet et.",
"Allah Yahudilere
lanet etsin. Onlara iç yağları haram kılındı da onu sattılar.",
"Allah Yahudi ve
Hıristiyanlara lanet etsin; onlar peygamberlerinin kabirlerini mescidler
edindiler.',
"Erkeklerden
kadınlara benzemek isteyenlere ve kadınlardan da erkeklere benzemek
isteyenlere Allah Iânet etsin." Bu lâfızların hepsi Buhârî ve Müslim'in
Sahihlerinde vardır. Bir kısmı her ikisinde ve bir kısmı da diğerlerinde
mevcuttur. Kısaltmak için bunların rivayet yollarını anlatmadım.
935-
Câbir'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
"Peygamber
Sallalîahu Aleyhi ve Sellem, yüzü dağlanmış bir merkep gördü. Bunun üzerine:
"Buna bu- dağlama işaretini yapana Allah Iânet etsin, buyurdu."[82]
936- İbni
Ömer (Radıyallahu Anhüma) Kureyş'den bazı gençlere ras-geldi. Onlar bir kuşu
hedef edinip ona (ok) atıyorlardı. Bunun üzerine İbni Ömer:
Bunu yapana Allah
Iânet etsin.^ Çünkü Resûlüllah Sallalîahu Aleyhi ve Sellem: "Kendisinde
can olan bir şeyi hedef edinene Allah Iânet etsin." buyurmuştur, dedi.[83]
Kötü vasıflı Kişilere
Lanetin Caizliği:
Bil ki, günahtan
korunmuş olana Iânet etmek haramdır. Bu, müslü-manların icmaı ile sabittir.
Kötü sıfatları taşıyanlara Iânet etmek caizdir. Şunları söylemen gibi: Allah
zalimlere Iânet etsin, Allah kâfirlere Iânet etsin, Allah Yahudilere ve
Hristiyanlara Iânet etsin, Allah fâsiklara Iânet etsin, Allah suret yapanlara
Iânet etsin ve benzeri sözler. Nitekim geçen bölümde anlatılmıştı.
Amma bazı günahlarla
vasıflanmış olan insanın bizzat şahsına lanete gelince, hadislerin zahirine
göre haram değildir. Yahudi'ye, Hıristiyan'a, zalime, zina edene, suret yapana,
hırsıza, faiz yiyene Iânet etmek gibi... İmam Gazali bunun haram olduğuna
işaret etmiştir. Ancak küfür üzere Öldüğünü bildiğimiz Eb,u Leheb, Ebu Cehil,
Firavun, Haman ve benzerlerine Iânet edilir. Çünkü Iânet, Allah'ın rahmetinden
uzaklaştırmaktır. Biz bu fasıkın yahut kâfirin hangi hal üzere öleceğini
bilemeyiz. Resûlüllah Sallalîahu Aleyhi ve SellemMn şahıslan kasdederek Iânet
ettiklerine gelince, onların küfür üzerine öleceklerini bildiğinden caizdir.
İnsana kötülük dileği ile dua etmek Iânet etmeye yakın bir iştir. Zalime:
Allah onun vücudunu düzeltmesin, Allah ona selâmet vermesin ve bu yolda söylediğin
sözler gibi. Bütün bunlar iyi olmayan şeylerdir. Bütün hayvanlara ve, cansızlara
Iânet etmek böyledir, iyi değildir.
Ebû Cafer el-Nehhas
âlimlerden birinden anlatmıştır. Demiştir ki, Lanete hak kazanmamış bir
kimseye insan Iânet ettiği zaman, arkasından hemen şu sözünü eklemelidir: Hak
kazanmamışsa ona Iânet olmasın.
İyiliği emreden ve
kötülükten sakındıran her âmirin ve Her terbiye edicinin bu iş üzerinde hitab
ettiği kimseye şöyle demesi caizdir: Sana yazıklar olsun, ey zayıf halli adam,
ey kendini az düşünen adam, ey nefsine zulmeden ve benzeri sözler, öyle ki
yalan size kaçmaz, açık ve kinaye yolu ile sövme lâfzı kullanmaz; söylediği
doğru olsa bile... Söz nefse daha tesirli olsun diye kötülükten alıkomak ve
terbiye etmek maksadı ile anlattıklarımız caiz olur.
937-
Enes'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: "Peygamber Sallalîahu
Aleyhi ve Sellem, kurbanlık bir deveyi sürmekte olan bir adam gördü. Ona:
Deveye bin! dedi. Adam
dedi ki,:
Bu (kurbanlık)
devedir? Peygamber (s.a.v):
Bin dedi. Adam,
Kurbanlık devedir,
dedi. Peygamber üçüncüde:
Ona bin, sana yazıklar
olsun!... buyurdu. "[84]
938- Ebû
Said EI-Hudrî'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayet de şöyle demiştir:
"Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ganimet bölerken biz yanında
bulunduğumuz sırada, Temimoğullarından Zülhuveysıre Peygambere gelip şöyle
dedi:
Yâ Resûlüllah! Adalet
yap! Resülüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
Sana yazıklar olsun!
ben adalet yapmazsam kim adalet yapar? Buyurdu."[85]
939-
Adiyy'İbni Hâtem'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: "Bir adam
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında konuşma yapıp şöyle dedi: Kim
Allah'a ve peygamberine itaat ederse, doğru yola ermiştir. Kim de o ikisine
âsi olursa, sapıklığa düşmüştür. Bunun üzerine Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurdu: Sen ne kötü bir ha-tibsin (Bir zamirde Allah ile peygamberi toplayıp" o
ikisine"deme) de ki: Allah'a ve O'nun peygamberine âsî olan kimse,
(sapıklığa düşmüştür)."[86]
940- Câbir
İbni Abdullah'dan (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiştir: "Hâtıb'ın bir
kölesi (Allah Hâtıb'den razı olsun) Hâtıb'ı şikâyet için Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'e gelip: Yâ Resûlellah! Hâtıb ateşe muhakkak girecektir,
dedi. Peygamber (s.a.v) bunun üzerine: Yalan söylüyorsun, o ateşe
girmeyecektir; çünkü o Bedir ve Hudeybiye gazvelerinde bulunmuştur,
buyurdu."[87]
Buhârî ve Müslim'in
Sahihlerinde Ebû Bekir Es-Sıddîk'ın (Radıyallahu Anh), müsafirlerine yemek
hazırlayıp ikram etmeyen oğlu Abdurrahman'a olan şu: "Ey anlayışsız"
sözünü rivayet ettik. Bu hadisin açıklaması "İsimler1" bölümünde
geçmişti.
Yine Buhârî ve
Müslim'in Sahihlerinde rivayet ettik ki, Câbir elbiseleri yanında olduğu halde
bir elbise ile (haram yerlerine örtecek şekilde) namaz kıldı. Ona:
Niçin böyle yaptın
(elbisen varken bir elbise ile namaz kıldın)? dendi. O:
Sizin gibi cahiller
beni görsün diye bunu yaptım, dedi. Bir rivayette de: Senin gibi ahmak beni
görsün diye yaptım, şeklindedir."
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Yetimi kovma,
dilenciyi de azarlama. "[88]
"Allah'ın
rızasını dileyerek sabah ve akşam Rablerine duâ edenleri kovma.. O onları
(çevrenden) kovduğun takdirde zalimlerden olursun.)[89]
Yine Allah Tealâ
buyurmuştur:
"Allah'ın
rızasını dileyerek sabah ve akşam Rablerine duâ edenlerle beraber sabırlı ol
ve gözlerini onlardan başkasına kaydirma.[90]
"Mü'minlere
tevazu kanatlarını alçalt (onlara) şefkatli ol"[91]
941- Âiz
İbni Amr'dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: "Ebû Süf-yan (İslâm'ı
kabulden önce) bazı kimselerin bulunduğu bir topluluk içinde Selman, Süheyb ve
Bilâl'ın yanlarına vardı. Onlar dediler ki;
Allah'ın kılıçları
Allah'ın düşmanının boynundan nasifalerini alamamışlardır. Ebû Bekir
(Radıyallahu Anhu onlara) dedi:
Siz bu sözü Kureyş'in
şeyhine ve seyyidine (nasıl) söylüyorsunuz? Sonra Ebu Bekir Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelip ona (söylenenleri) bildirdi. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v):
Ey Ebû Bekir! Sen
onları (Selman, Suheyb ve Bilâl'ı gücendirip) kızdırmış olmayasm? Eğer onları
kızdırmışsan, Rabbıni kızdırmışsın, buyurdu. Ebû Bekir hemen onların yanına
gelip:
Ey kardeşlerim, ben
sizi kızdırdım? dedi. Onlar:
Hayır, dediler.[92]
942- Sehl İbni Hüneyf'den rivayet edilmiştir. O da
Hazreti Âişe'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet ettiğine göre, Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Hiç biriniz, nefsim habisleşti, demesin,
Sadece nefsim dar-laştı desin" buyurdu.[93]
943-
Hz.Âişe'den (Radıyallahu Anha) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu Aleyhi
ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Hiç biriniz
nefsim coştu demesin. Sadece nefsim sıkıldı desin."[94]
Habis sözünü
kullanmanın hoş olmayışı taşıdığı sevimsiz lâfızdan dolayıdır. İmam Süleyman
El-Hattabî şöyle demiştir: "Lekıset ve Habuset" kelimelerinin manası
birdir. Ancak Habuse sözünün çirkin ve nahoş bir isim olmasından dolayı onu
kullanmak mekruh olmuştur. Bundan daha güzel isimleri kullanma edebini öğretmek
ve çirkinden kaçınmak gereğini Peygamber ashaba öğüt vermiş oluyor.
944-
EbûHüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre demiştir ki,
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu; "(Üzüme) Kerm
diyorlar. (Öyle demesinler) Kerm mü'minin kalbidir." Müslimin bir ri-
vayeti şöyle:
"Üzüme Kerm ismini vermeyiniz; çünkü kerm müslim olandır." Bir rivayette
de: "çünkü kerm mü'minin kalbidir." şeklindedir.[95]
945- Vâil
İbni hücr'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"(Üzüme) kerm
demeyiniz; fakat ineb ve habale (üzüm) deyiniz."[96]
Derim ki, bu hadisi
şerifden murad, üzüme "kerm" demeyi yasaklamaktır. Cahiliyet
devrinde üzüme "Kerm" deniliyordu. Bugün de bazı insanlar üzüme bu
adı veriyorlar. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu adı kullanmayı
yasaklamıştır.
Âlimlerden İmam
Hattabî ve başkaları şöyle demiştir:
Cahiliyet devrinde
"Kerm" sözü, üzümden yapılan şarabın bir adı olarak kullanıldığı
için, bu manaya kaymak korkusundan Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu
güzel ismin üzümde kullanılmamasını istemiştir. Allah en iyisini bilendir.
946- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet
edildiğine göre, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Adam, insanlar
helak oldu, dediği zaman o kimse, onların en çok helake düşenidir. "[97]
Humeydî şöyle
demiştir: İnsanları hafife almak ve onları tahkîr etmek ve kendini onlardan
üstün tutmak maksadı ile insan bu sözü söylerse, o zaman kötü duruma düşmüş
olur. Çünkü insan yarattıkları üzerinde Allah'ın sırrını bilemez. Humeydî'nin
sözü bu olduğunu âlimlerden biri böyle söylemiştir. Hattabî demiştir ki, bunun
manası şudur: Adam, insanları ayıblamaya devam eder ve onların kötülüklerini
anar durursa ve insanlar bozuldu ve helak oldu gibi sözler söylerse, kendisi
bunları yapınca onların içinde en çok helake düşen olur. İnsanların kusurları
ile uğraştığından kendisine isabet eden günah bakımından durum bakımından daha
kötü olur. Çok defa bu tutumu onu, kendini beğenmeye ve insanlardan daha üstün
olduğunu görmeye götürür. Böylece onlardan daha hayırlı olduğunu kabul eder de
helak olur. "Mealimu's-Sünne" kitabında naklettiğimiz Hattabî'nin
sözü budur.
Biz Ebû Davud'un
Sünen'inde bu hadisi Ebû Hüreyre'den (Radıyalla-hu Anh) rivayet ettik. Sonra
demiştir ki, Mâlik şöyle dedi: İnsan, insanlarda gördüğü hallerden yani din
işlerinden üzülerek bunu söylerse, ben bunda bir sakınca görmem, (insanlar
helak olmuştur diyebilir.) Fakat kendini beğenerek ve insanları küçümseyerek
bunu söylerse, o zaman mekruh olur ve böyle söylemekten sakındırılır.
Derim ki: Bu açıklama
son derece sağlam ve güzel bir isnada dayandığından bu mana üzerinde
söylenenlerin en güzeli ve en veciz olanıdır. Hele İmam Mâlik gibi (Radıyallahu
Anh) büyük bir âlimden olunca daha büyük bir kıymet taşır.
947- Sahih
isnadla Huzeyfe'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Allah'ın ve falancanın dilediği olur,
demeyiniz (başkasını Allah'a ortak koşmayınız; fakat Allah'ı ayırarak), şöyle
deyiniz: Allah'ın dilediği olur sonra falancanın dilediği..."[98]
Hattabî ve başkası
demiştir: Bu edebi öğretmek içindir; çünkü vav harfi iki şeyi bir araya
getirmek, ortak yapmak içindir. Sonra kelimesi ise, sıra üzere atıf içindir.
Onun için Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Allah'ın dilemesini
başkalarının dilemesinden öne geçirmek hususunda mü'-minlere doğru yolu
göstermiştir.
İbrahim El-Nehaî'den
nakledilmiştir: Allah'a ve sana sığınırım, demeyi hoş görmezdi. Şöyle demek
caizdir: Allah'a sığınırım sonra sana... Demişlerdir: Allah olmasaydı sonra
falanca olmasaydı şunu yapardım, demek caizdir. Ancak: Allah ve falanca
olmasaydı, deme.
Falan yıldız sebebi
ile bize yağmur yağdı demek mekruhtur. Eğer yağmur yağdırmaya sebeb yıldız
olduğuna inanarak bu sözü söylerse küfür olur. Fakat yağmur yağdıran Allah
olduğuna inanarak söyler ve yıldızı da yağmurun inmesine bir alâmet kubul
ederse, kâfir olmaz; fakat kerahet işlemiş olur. Çünkü söylemiş olduğu söz,
cahiliyet devri insanlarının kullanmış olduğu bir ifadedir. Bununla beraber
kullanılan söz küfür olmak ve olmamak arasında müşterek bulunuyor. Bu bölümle
ilgili olan sahih hadisi "Yağmur yağınca ne söylenir" bölümünde daha
önce zikretmiştik.
Şöyle yaparsa, Yahudi
olsun, yahut hıristiyan olsun, yahut İslâmdan uzak olsun ve benzeri sözler
söylemek haramdır. Eğer bunları söyler de gerçekte işi islâmdan çıkmaya
bağlarsa hemen kâfir olur. Dinden çıkanlara uygulanan hükümler buna uygulanır.
Eğer gerçekte bunu kesdetmezse kafir olmaz. Fakat haram işlemiş olur. Tevbe
etmesi vacib olur. Hemen günahından sıyrılıp yaptığı işe pişman olması ve asla
bir daha böyle bir iş yapmamaya kararlı olması icab eder. Ayrıca Allah'dan
mağfiret dileyip şöyle demesi gerekir: Lâ İlahe İllallah Muhammedün
Resûlüllah.
Bir müslümana: Ey
kâfir! demek ağır şekilde bir haram olur.
948- İbni
Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: İnsan kardeşine, ey kâfir deyince
ikisinden biri küfre dönmüş olur. Eğer (gerçekte) dediği ise, (söz yerini
bulmuş olur); değilse küfür, söyleyene döner."[99]
949- Ebû
Zer'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Kim bir adamı küfür
sözü ile çağırırsa, yahut Allah'ın düşmanı derse, adam da böyle değilse, küfür
ona döner."[100]
Bir müslüman bir
müslümana beddua edip: "Alah'ım, imanı bundan gider, dese, bunu söylemekle
asî (günahkâr) olur. Yalnız bu kadar söylemekle kâfir olur mu? Mezheb
imamlarımızdan Kadı Hüseyin "Fetvalar" da naklettiği İki görüş
vardır: Bu görüşlerden doğru olanı, kâfir olmaz sözüdür. Buna delil olarak da,
Musa Aleyhisselâm'dan haber veren Allah Tealâ'nın şu ayeti gösterilmektedir:
"Ey Rabbimiz!
(Firavun ailesinin) mallarını yok et ve kalblerini şiddetle sık, (azabı
görmeyince) onlar îman etmezler. "[101]
Bu âyetle hüküm
çıkarmak üzerinde, her ne kadar bizden öncekilerin şeriatı bizim de
şeriatımızdır dersek, kararlı olamayız.
Kâfir olan insan bir
müslümam küfür sözünü söylemeye zorlasa, müs-lüman da, kalbi iman üzere
yatışmış olduğu halde o küfür sözünü söylerse, Kur'amn açık hükmü ve
müslümanlarm icmaı üzere kâfir olmaz. Acaba kendini ölümden kurtarmak için bu
küfür sözünü söylemesi daha faziletli bir tutum mu olur? Âlimlerimize göre
bunun beş şekli vardır:
Âlimlerimize göre
sahih kabul edilen, ölüm için sarbetmek ve küfür kelimesini söylememektir.
Bunun delilleri de sahih olan deliller ve ashabın meşhur olan davranışlarıdır
(Allah onlardan razı olsun).
İkincisi: Faziletli
olan, kendisini ölümden kurtarmak için küfür sözünü söylemektir.
Üçüncüsü: Eğer sağ
kalmasında şeriat hükümlerini yerine getirmek yahut düşmanı ezmek bakımından
müslümanlar için bir yarar görüyorsa, faziletli olan küfür sözünü söylemektir.
Eğer durum böyle değilse, küfür kelimesini kullanmayıp ölüme sabretmesi daha
faziletlidir.
Dördüncüsü: Eğer küfre
zorlanan kimse âlimlerden ise, en faziletli olan, insanlar aldanmaması için
onun ölüme sabretmesidir.
Beşincisi: Allah
Tealâ'nın şu âyetini delil alarak küfür kelimesini söylemesi vacib olur
görüşüdür ki, bu cidden zayıftır:
"Canlarınızı
tehlikeye atmayın."[102]
Müslüman, bir kâfiri
islâmı kabule zorlasa, adam da şehâdet kelimesini getirse, eğer kâfir yabancı
uyruklu ise (İslâm güvencesi altına girmemiş ise) islâmı sahih olur; çünkü
buna yapılan zorlama haktır.
Eğer zimmet ehli (islâm
güvencesinde bulunan gayri müslim) ise, o zaman (islâma zorlanmakla) müslüman
olmaz. Çünkü ona dokunmamayı kabullenmişiz. Onu zorlamak haksızlıktır. Bu
meseledeki zaif bir görüşe göre ise, bu yolla zimmî de müslüman olur, çünkü ona
hakkı emretmiştir.
Kâfir olan kimse, iki
şehâdet kelimesini zorlama olmadan söylerse, eğer başkasının sözünü anlatarak
Zeyd'in şöyle dediğini işittim: "Lâ İlahe İllallah Muhammedün
Resûlüllah" derse onun islâmına hüküm verilmez.
Eğer bir müslüman onu
imana davet ederek: Lâ İlahe İllallah Muhammedün Resûlüllah" söyle der
de, adam bunları söylerse müslüman olur.
Eğer şehâdet
kelimelerini başkasından hikâye ederek değil de sözün başında söylemiş olursa,
âlimlerimizin çoğunluğunun kabul ettiği meşhur ve sahih olan görüş adamın
müslüman oluşudur. Fakat zayıf bir görüş olarak müslüman olmaz; çünkü
başkasından nakletmek ihtimali vardır.
Müslümanların
idaresine bakan bir idareciye: "Allah'ın Halifesi" demek uygun
olmaz. Ona: "Halife, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in halifesi ve
mü'minlerin Emîri" denilir.
İmam Ebû Mühummed
El-Begavi'nin Şerhü's-Sünne kitabında şöyle dediğini rivayet ettik (Allah ona
rahmet etsin): Mü'minlerin idaresine bakan kimseye "Emiru'l-Mü'minin,
Halife" demekte bir sakınca yoktur; adalet sahibi imamların gidişatına
aykırı davranışta olsa bile caizdir. Çünkü müslümanlar onun idaresini
kabullenmişlerdir. Ona halife denilir; Çünkü kendinden önce gelip geçenlerin
yerine geçmiştir ve onun makamına oturmuştur. Üzerlerine Allah'ın Salât ve
Selâmı olsun, Âdem ve Dâvud peygamberlerden sonra hiç kimse "Allah
Tealâ'nın Halifesi" diye adlanmaz.
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Ben yeryüzünde
bir halife yaratacağım."[103]
"Ey Dâvud! Biz
seni yeryüzünde halife yaptık.[104]
İbni Ebi Müleyke'den
rivayet edildiğine göre bir adam Ebû Bekir Es-Sıddîk Hazretlerine (Radıyallahu
Anh):
Ey Allah'ın Halifesi,
demiş, Hz. Ebû Bekir:
Ben, Muhammed
Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in halifesiyim, ben buna razıyım, dedi.
Bir adam da Ömer İbni
Abdülaziz'e (Radıyallahu Anh): Ey Allah'ın Halifesi! demiş. O
Sana yazık,
(gerçekten) uzak bir sözle işe başladın. Annem bana Ömer adını verdi. Bu adla
beni çağırırsan kabul ederim. Sonra büyüdüm de Ebu Hafs dîye künyelendim. Eğer
bu künye ile beni çağırırsan kabul ederim. Sonra idare işlerinizi görmek üzere
beni başa geçirdiniz ve bana "Mü'-minlerin Emiri" dediniz. Eğer
bununla beni çağırırsan sana yeter, dedi.
Kadılar kadısı İmam
Ebu'l-Hasan Şafii fıkıh âlimi Basra'h El-Maverdi,"
EI-Ahkâmu's-Sultaniye" adlı kitabında şöyle der:
Müslümanların
idarecisi olan imama "Halife" denilir; çünkü Resûlül-lah Salla|lahu
Aleyhi ve Sellem'in ümmetinin işlerini ve idaresini görmek için onun yerine
geçmiştir. Mutlak olarak "Halife" denmek caiz olduğu gibi,
"Halifetü Resûlüllah = Allah'ın Peygamberinin Halifesi" de söylemek
caizdir. Demiştir:
"Halifetullah"
sözünün söylenmesi cevazı üzerinde âlimler ihtilâf etmişlerdir. Allah'ın
haklarını kulları üzerinde uyguladığı için bir kısım âlimler böyle demeyi caiz
görmüşler ve Allah Tealânm şu âyetini delil göstermişlerdir :
"Yeryüzünde sizi
halifeler yapan O'dur."[105]
Alimlerin çoğu bunu
kullanmaktan kaçınmışlar ve bunu söyleyeni de fücur ehlinden saymışlardır.
Mâverdi'nin sözü budur.
Ben derim ki:
"Emiru'l-Mü'minin" diye ilk adlandırılan Ömer İbnu'l-Hattab'dır
(Radıyallahu Anh). Bu hususta âlimler arasında ihtilâf yoktur. Bu tabirin
Müseylime hakkında kullanıldığım bazı cahillerin sanması açık bir hatadır ve
âlimlerin icmaına ve kitablarına aykırı düşen çirkin bir cehalettir. Çünkü ilk
önce "Emiru'l-Mü'minin" diye adlandırılan Ömer İbni'l-Hattab
(Radiyaîlahu Anh) olduğu naklinde âlimlerin kitabları birbirlerini
destekleyecek şekilde ittifak etmişlerdir.
İmam El-Hafiz Ebu Ömer
İbni Abdi'1-Berr, ashabın isimleri üzerinde yazdığı "El-İstiâb"
kitabında, ilk önce Emiru'l-Mü'minin diye adlandırılanın Hz. Ömer olduğunu
anlatır ve bunun sebebini de anlatır. Hz. Ebû Bekir hakkında (Radıyallahu Anh)
da, "Halifetü ResûlüIIah"SaIlallahu Aleyhi ve Sellem denilirdi.
Padişah ve Sultanlar
için "Şehinşah' demek ağır bir şekilde haram olur. Çünkü bunun manası
"Melikler meliki = Padişahlar padişahı" demektir. Allah Sübhânehû ve
Tealâ'dan başkası bu vasıfla vasıflanmaz.
950- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahü Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur: "Allah Tealâ yanında isimlerin en çirkini
adamın "Mülklerin
Meliki" diye adlanmasıdır. "[106]
İsimler bölümünde bunun açıklamasını yapmış ve Süfyan İbni Uyeyne'nin:
Melikül-Emlâk tabirinin Şehinşah gibidir dediğim yazmıştık.
Bil ki, seyyid,
kavmine üstün gelen ve kıymeti onlardan yüksek olan kimsedir. Aynı zamanda
başkana, fazilet sahibine, öfkesine uymayan yumuşak huyluya, iyi kimseye, mülk
sahibine ve kocaya da seyyid söylenir. Faziletli kimselere Seyyid dendiğine
dair çok hadisler nakledilmiştir.
951- Ebû
Bekre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilen şu hadis onlardan biridir:
"Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Selem Hz. Ali'nin oğlu Ha-san'ı
(Radıyallahu Anhüma) minbere çıkarıp şöyle dedi: Bu oğlum sey-yid'dir. Umuyorum
ki Allah bunun sayesinde müslümanlardan iki fırkanın arasını düzeltecektir.[107]
952- Ebû
Saîd el-Hudrî'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: "Sa'd İbni Muaz
(Radıyallahu Anh) taşradan ashaba karşı çıkageldiği zaman,
Resûlüîah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem Ensar'a: Seyyidinize ve hayırlınıza (hürmet için) kalkınız! dedi.
Bazı rivayetlerde "Seyyidinize yahut hayırlınıza" şeklindedir.
Rivayetlerin birinde de şübhe anlamı olmaksızın sadece: Seyyidinize"
şeklindedir.[108]
953- Ebû
Hüreyre'den (Radiyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, Sa'd İbni Ubâde
(Radıyallahu Anh) şöyle dedi: "Yâ Resûlellah! Bir adam karısı ile bir
erkek bulsa, onu öldürür mü, bildirirmisiniz? Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem:
Seyyidinizin ne söylediğine bakın... Buyurdu. "[109]
Seyyid sözünü
kullanmanın yasaklığına dair sahih isnadla nakledilen hadise gelince:
954-
Büreyde'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Münafık için Seyyid demeyin. Çünkü o seyyid olursa,
Aziz ve Yüce olan Rabbinizi gazaba getirmiş olursunuz, buyurdu. "[110]
Derim ki: Bu
hadislerin hükümleri şöyle toplanır: bir kimse fazilet ve hayır sahibi ise,
falanca seyyiddir, ey efendim ve benzeri ifadeleri kullanmakta bir sakınca
yoktur. Eğer adam fasıksa ve dininde gevşeklikle ve benzen hallerle
biliniyorsa, ona Seyyid demek mekruhtur. Hükümlerin bu şekilde toplandığını
İmam Ebu Süleyman El-Hattabî'nin Mealimu's-Sünne'sinden rivayet ettik.
Kölenin efendisine:
"Rabbim = Efendim" demesi mekruhtur. Seyyidim, demesi uygundur.
Dilerse mevlâm der. Efendinin de kölesine: Kulum ve cariyem, demesi mekruhtur.
Fakat delikanlım, kızım ve oğlum diye hitab eder.
955- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi biriniz Rabbine yemek ver,
Rabbine abdest ver, Rabbine su ver, demesin Seyyidime, mevlâma desin. Hiç
biriniz: Kulum, cariyem demesin. Delikanlım, gencim ve oğlanım, desin."[111]
Müslim'in bir rivayeti
de şöyle; "Sizden hiç biriniz Rabbim demesin; seyyidim ve mevlâm
desin." Diğer bir rivayetinde: "Sizden biriniz asla kulum ve cariyem,
demesin hepiniz kullarsınız. Köle de (efendisine) Rabbim, demesin. Seyyidim
(ey efendim), desin." Onun bir rivayeti de şöyle:
"Hiç biriniz
kulum ve emem (kadın kölem) asla demesin. Hepiniz Allah'ın kullarısınız ve
bütün kadınlarınız da Allah'ın dişi kullarıdır. Fakat oğlanım, cariyem,
delikanlım, kızım desin.
Derim ki: Tarif lamı
ile El-Rabb, özel olarak ancak Allah Tealâ'ya söylenir. Amma izafetle Rabb
kelimesi başka yerlerde kullanılır: Rabbu'l-mal = mal sahibi, Rabbu'd-dar -ev
sahibi ve benzeri sözler söylenir.
Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in Kaybolan deve hakkındaki şu sahih hadisi bundandır:
"Sahibi ona kavuşuncaya kadar deveyi bırak."
Hazreti Ömer'in
Buhârî'nin sahihinde şu sözü vardır: "(Kölesine demiştir ki,) az develere
ve az koyunlara sahip olanı mer'adan faydalandır." Bunun benzeri
hadislerde çoktur, meşhurdur. (Rabb kelimesi izafetle kullanılır.) Şeriat
sahihlerinin Rab kelimesini böyle kullanmaları bilinen meşhur bir iştir.
Âlimler şöyle demişlerdir:
Kölenin efendisine:
Rabbim! diye hitab etmesi mekruhtur; çünkü bunun lâfzında Allah Tealâ'nın
Rububiyetine bir ortaklık vardır. Amma hadiste geçen: "devenin Rabbi ve
develerin Rabbi" sözü ve bunların manasını taşıyan ifadeler ise, bunlar
mükellef olmayan (akıl sahibi olmayan) şeyler hakkında kullanılmışlardır.
Bunlar ev mal gibidirler. (Rabbuddar dendiği gibi Rabbulğanem de denilir = Ev
sahibi, koyun sahibi). Yusuf Aleyhisselâmın sözüne gelince:
"Rabbin (efendin)
yanında beni hatırla" bunun iki cevabı vardır: Birincisi: Adama bildiği
ve konuştuğu bir sözle hitab etmiştir. Bunu kullanmak zaruretten ileri
gelmiştir. Nitekim Musa Aleyhisselâm Samirî'ye şöyle demişti: "İlâhına
bak!"[112]
Sen İlâh edindiğine
bak, demektir.
İkinci cevab: Bu,
bizden öncekilerin şeriatıdır; bizim şeriatımızda bunun hilafı sabit olursa o
bize şeriat olmaz. Bunda bir ihtilaf yoktur. Ancak usul âlimlerinin ihtilaf
ettiği şudur:
Bizden öncekilerin
şeriatine bizim şeriatımızda bir muhalefet ve bir muvafakat olmazsa, acaba o
iş bize meşru olur mu, olmaz mı?
İmam Ebu Cafer
El-Nehhas "Sına'atü'l-Küttâb" adlı kitabında şöyle demiştir:
Yaratıklardan hiç kimse için El-Mevlâ sözünü kullanmanın uygun olmadığında
âlimler arasında ihtilâf bilmiyoruz. Ben şöyle derim: Geçen bölümde anlatıldı
ki, "Benim mevlâm" sözünü kullanmakta cevaz vardır. Ebû Cafer'in
buradaki sözü ile bizim sözümüz arasında ayrılık yoktur. Çünkü Ebû Cafer tarif
lamı ile olan El-Mevlâdan bahsetmiştir. (İnsanlara El-Mevlâ sözü ile caiz
olmadığını ve bizim de kabul ettiğimiz1 şekli ifade etmiştir). Yine Ebû Cafer
şöyle demiştir:
Fasık olmayanlara
Seyyid denilir. Allah Tealâ'dan başkasına tarif lamı ile "El-Seyyid"
denmez. Fakat geçerli kabul edilen tarif lamı ile "El-Mevlâ ve
El-Seyyid" sözlerini insanlarda kullanmanın bir sakıncası olmamasıdır.
Ancak anlattığımız şartlara bağlıdır ki, hitab edilenin ilim ve ahlâk sahibi
faziletli kimse olması gerekir.
"Rüzgar estiği
zaman ne söylenir" bölümünde rüzgâra sövmenin yasak-lığına dair iki hadis
daha önce anlatılmış ve izah edilmişti.
956-
Câbir'den (Radıyalahu Anh) rivayet edilmiştir: "Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem Ümmü Sâib'in yahut Ümmü Müseyyeb'in yanına varıp sordu:
— Neyin var, ey Ümmü
Sâib yahut Ümmü Müseyyeb, titreyip duruyorsun? (Hasta kadın) cevap verdi:
— Sıtma! Allah ona
hayır vermesin. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Sıtmaya kötü söyleme
(sövme); çünkü körük demirin paslarını döküp giderdiği gibi, sıtma da
Âdemoğullarımn günahlarını giderir."[113]
957- Sahih
bir isnadla Zeyd İbni Halid El-Cüheni'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde
demiştir ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Horoza sövmeyin; çünkü o namaz için uyandırır. "[114]
958- İbni
Mes'ud'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre Resûlüllah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"(Ölü arkasından
ağlayıp da) yanaklara vuran, yakalan yırtan ve ca-hiliyet duası ile duâ eden
kimse bizden değildir. "[115]
Muharrem ayına Safer
adını vermek (ve cahiliyet devrinde olduğu gibi ona birinci Safer demek)
mekruhtur. Çünkü bu cahiliyet âdetlerindendir.
Kâfir olarak ölen kimse
için mağfiret dilemek ve benzeri duâ yapmak haramdır. Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Müşriklerin
Cehennem'lik oldukları belli olduktan sonra -bunlar akraba bile olsalar- onlar
için peygamberin ve iman edenlerin mağfiret dilemeleri olmaz"[116]
959-
Sahih'lerinde İbni Mes'ud'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Müslümana sövmek
fâsıkhktır."[117]
960- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) sahih olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Sövüşen iki şahıs
söyledikleri söz üzere sorumludurlar: Suç onlardan ilk söze başlayanındır;
haksızlığa uğrayan aşın gitmedikçe..."[118]
İnsanların âdetinin
kötü sözler olarak kullanılan kelimelerden bir kısmı şunlardır: Ey himar, ey
teke, ey kelb ve benzerleri... Bunlar iki yönden çirkindir: Bunlardan biri,
sözün yalan olmasıdır. Diğeri de eziyet vermektir. Fakat "ey zâlim ve
benzeri olan" sözü buna muhalif bir ifadedir. Çünkü nefsine ve başkasına
zâlim olmayan azdır ve çekişmelerde çok kullanıldığı için buna müsamaha
gösterilir.
Nehhas şöyle demiştir:
Âlimlerden biri şöyle söylemeyi mekruh görmüştür: Benimle hiç bir mahluk
yoktu; ancak Allah vardı.
Derim ki, bunun mekruh
olmasının sebebi şudur: Yaratıklardan Allah istisna edilmiş oluyor ki, bu
muhaldir. Allah Tealâ'mn şu "Allah sizinle beraberdir"[119]
Sözüne uygun olarak: Benimle beraber kimse yoktu; lâkin Allah benimle idi,
söylenmelidir. Bunun yanında şöyle demek de uygundur: Allah'dan başka benimle
hiç kimse yoktu.
Yine demiştir ki,
Ailah'm ismi üzere otur, demek mekruhtur. Allah'ın ismini anarak otur,
demelidir.
Nehhas, selef
âlimlerinin birinden nakletmiştir ki, oruçlu kimsenin: Benim ağzıma vurulan bu
mühür hakkı için, demesi mekruhtur. Mekruh bir söz olduğuna delil de,
kâfirlerin ağızlarına mühür vurulduğu gösterilmiştir. Bu delil sağlam
değildir. Çünkü Allah Sübhânehû ve Tealâ Hazretlerinden başkası adına yemin
yapılmıştır. Söylediğimiz sebebden dolayı bunun mekruh olduğuna dair yasaklık
İnşa Allah yakında gelecektir. Bir de sebeb olmaksızın oruçlu olduğunu açığa
vurmak vardır ki, bu da doğru değildir. Allah en iyisini bilendir.
İmrân
İbnu'l-Husayn'dan (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde şöyle demiştir:
"Cahiliyet devrinde biz: Sevdiğinle Allah sana göz aydınlığı versin ve
sabahın hoş olsun, derdik. İslâm gelince bunları söylemekten yasaklandık.
"[120]
Abdürrezzak demiştir
ki, Ma'mer şöyle dedi: İnsanın, Sevdiğinle Allah sana göz aydınlığı versin, demesi
mekruhtur. Şöyle demekte bir sakınca yoktur: Allah sana göz aydınlığı versin.
Derim ki, Ebû Dâvud
Katâde'den ve başkasından bunu bu şekilde rivayet etmiştir. Bu hadisin
benzerini ilim sahibleri sahih kabul edip onunla hüküm vermezler. Çünkü Katâde
sağlam ravi olmakla beraber ondan başkasının hali bilinmemektedir. Rivayetin
meçhul kimseden olma ihtimali vardır. Onun için meçhulden şer'i bir hüküm
sabit olmaz. Bununla beraber sahih olma ihtimalini taşıdığı için bu lâfzı
kullanmaktan kaçınmak ihtiyattır.-Bazı âlimler de meçhulden rivayeti delil
kabul ederler. En iyisini Alllah bilir.
961- İbni
Mes'ud'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Üç kişi olduğunuz zaman, iki
kişi diğerinin yanında gizli konuşmasın; tâ ki insanlarla karışırlar. Çünkü bu
hareket o kimseyi üzer.”[121]
962- İbni
Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayete göre Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "İnsanlar üç ki-şi oldukları zaman,
bir kişi yanında iki kişi fısıldaşmasınlar."[122]
Bu hadisi Ebû Davud'un
Sünen'inde rivayet etti. O şunu ilâvet etmiştir. İbni Ömer'den anlatan Ebu
Salih demiştir ki, ben İbni Ömer'e sordum: Dört kişi olsalar (da mı iki
kişinin fısıldaşmasi yasaktır)? Bu, sana zarar vermez, dedi.
963-
Sahih'Ierde İbni Mes'ud'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki,
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Kadın kadınla çok
yakınlaşmada bulunup, onu kocası görüyormuş gibi halini kocasına anlatmasın.[123]
Evlenen kimseye
oğullar ve güzel yaşam dileğinde bulunmak mekruh olur. Ancak Nikâh Bölümünde anlattığımız gibi;
"Allah sana bereket versin" ve "sana mübarek kılsın",
denilir.
NEHHAS, EBÛ BEKİR
Muhammed İbni Yahya'dan rivayet etmiştir. Ebû Bekir Âlimlerin.ve ediblerin
bilginlerindendi. O şöyle demiştir: Kızgınlık halinde bir kimseye: Allah
Tealâ'yı hatırla! demek, mekruhtur; çünkü o hal içinde kızgınlık onu küfre
götürme korkusu vardır. Yine ona: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e Salât
getir, denmez. Yine inkârından korkulur.
İnsanların çoğunun âdet
edindiği kötü sözlerin en çirkininden biri de günah işleme korkusundan Allah
adına yeminden kaçarak yahut Allah Tealâ'ya ta'zim ederek ve yeminden korunarak
söz söylemesi ve şöyle de-mesidir: Allah biliyor, böyle olmamıştır yahut Allah
biliyor, böyle olmuştur gibi sözler. Bu ifadelerde tehlike vardır. Eğer sözü
konuşan adam, kesin olarak işin dediği gibi olduğuna inanmış ise, bunda bir
sakınca yoktur.
Eğer söylediği işin
gerçek olup olmadığı üzerinde şübheli ise, o zaman en çirkin bir iş olmuştur.
Çünkü Allah'a yalan isnadına kalkışmıştır. İş dediğim gibidir, Allah biliyor
demekle, kesin olarak bilmediği şeyi Allah'a havale ederek kendini doğruluk
sahibi göstermiş oluyor. Bu sözde bundan daha çirkin bir incelik vardır. O da
şudur: Allah Tealâ'nın ilim sıfatına, gerçek olmayan bir şeyi isnad etmektir
ki, söz yalan olarak gerçekleşme halinde küfür olur. Onun için bu gibi
sözlerden insanın kaçınması uygundur.
Duâ ederken Allah'ım
dilersen yahut istersen beni bağışla demek mekruhtur. Allah'dan kesinlikle
istenir.
964- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Hiç biriniz: Allah'ım!
Dilersen beni bağışla, Allah'ım! Dilersen bana merhamet et, demesin. Kesinlikle
istesin; çünkü Allah'ı zorlayıcı bir güç yoktur." Müslim'in bir rivayeti
şöyledir: "..Ancak kesinlikle istesin ve büyük rağbet göstersin. Çünkü
verdiği şeyde Allah'a karşı büyüklenecek hiç bir şey yoktur.”[124]
965-
Enes'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
SallallaTıu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Sizden biriniz duâ ettiği
zaman kesinlikle istesin, Allah'ım dilersen bana ver, demesin; çünkü O'nu bir
zorlayıcı yoktur."[125]
Allah'ın isimlerinden
ve sıfatlarından başkası ile yemin etmek mekruhtur. Bunlar arasında
Peygamber'in Kabe'nin meleklerin, emanetin, hayatın, ruhun ve bunlardan başka
sözlerin kullanılması eşittir. Bunlar içinde kerahet bakımından en şiddetlisi
Emanet sözü ile yemindir.
966- İbni
Ömer'den (Radıyailahu Anhüma) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur:
"Allah
babalarınızla yemin etmekten (babam hakkı için demekten) sizi yasaklıyor.
Yemin edecek kimse, Allah adına yemin etsin (Vallahi desin), yahut
sussun." Buhârî'nin bir rivayeti de şöyledir: "Yemin edecek kimse,
yalnız Allah adına yemin etsin, yahut sükut etsin."[126]
Emanet sözü ile yemin
etmenin çok şiddetli bir şekilde yasak olduğuna dair rivayette bulunduk.
967-
Büreyde'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre demiştir-ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu; "Emanet sözü ile yemin eden
(emanet hakkı için deyen) bizden değildir."[127]
968- Ebû
Katâde'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir. O Resûlüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Alışverişte çok yemin
etmekten sakınınız; çünkü yemin geçerli kılar sonra mahveder. "[128]
Gök kuşağına
"Kavs-i Kuzah" demek mekruhtur.
969- İbni
Abbas'dan (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur: "(Gök kuşağına) Kavs-i Kuzah demeyiniz. Çünkü
kuzah, Şeytandır. Fakat Aziz ve Yüce Allah'ın (Yaratmış olduğu) kuşağı deyiniz.
O arz ehli için bir güvencedir. "[129]
İnsan bir günah yahut
benzeri bir iş yaptığı zaman onu başkasına bildirmesinde kerahet vardır. Uygun
olan Allah'a tevbe etmek ve derhal o işi terk etmektir, yaptığına pişman olmak
ve asla o iş benzerini bir daha yapmamaya kararlı olmaktır. Bu üç şart tevbenin
rükünleridir. Ancak bunların toplanması ile tevbe sahih olur.
Eğer yaptığı günahtan
kurtulmak veya bir daha ona düşmemek niyeti ile insan hocasına veya büyüğüne
işlediği günahı bildirirse, bunda bir sakınca yoktur. Hataya düşme sebeblerini
öğrenebilir ve kurtulması için duâ isteyebilir. Bunu yapmak güzeldir. Ancak bu
maksadlar bulunmadığı zaman anlatmak mekruh olur.
970- Ebû
Hüreyre'den (Radiyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resülüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: "Ümmetimin
hepsi bağışlanmıştır; ancak günahlarını açığa vuranlar bundan müstesnadır.
Adam geceleyin (günah
olan) bir iş yapar sonra sabahlar. Allah Tealâ onun günahını örtmüş iken, o
(başkasına) anlatır: Ey falanca, ben dün şu günahları işledim. Halbuki Allah
onun günahını örtmüş olarak gece-lemişti. O ise, Allah'ın örtüsünü açarak
sabahlamış oluyor. "[130]
İyiliği emreder ve
kötülükten alıkor bir. öğüt bulunmayarak mükellef bir insanın iş ve düzenlerini
bozacak şekilde başkasının kölesine, hanımına, oğluna, hizmetçisine ve
bunlardan başkalarına söz söylemesi haramdır. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:
"İyilik ve takva
üzerinde yardımlasın. Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın."[131]
"İnsan bir söz
konuşmaz ki, yanında bir gözetleyip yazan (melek) hazır bulunmasın."[132]
971- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resülüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Kişinin zevcesini yahut
kölesini aldatan (aleyhine çeviren) bizden değildir."[133]
Allah'a itaat yolunda
çıkarılıp harcanan mal için şöyle demek uygundur: İnfak ettim ve teberru ettim
gibi.. Haccımda bin infak ettim, savaşımda iki bin infak ettim, ziyafetimde
misafirlerime şu kadar infak ettim, Çocuklarımın sünnetinde, nikâhında ve
benzer işlerinde, der. Halk sınıfından çok kimselerin söylediği gibi şu sözler
söylemez: Ziyafetimde borçlandım, haccımda ziyan ettim, yolculuğumda kaybettim.
Sonuç olarak infak ve benzeri sözler, hayır ve taat üzere harcamalarda
kullanılır. Kaybettim, ziyan ettim, harcama yaptım ve benzen sözler hoş olmayan
ve günah sayılan işlerdeki harcamalarda kullanılır, ibâdet sayılan harcamalarda
kullanılmaz.
İmam namazda
"yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz" mealindeki
ayeti okuduğu zaman, birçoklarının yaptığı gibi bu ayeti aynen tekrarlamaları
da yasaklanan şeylerdendir. Bunu yapmamak ve bundan sakındırmak gerekir.
Âlimlerimizden "Beyan" sahibi şöyle demiştir: Bu şekilde hareket
namazı bozar; ancak tekrarı ile Kur'an-ı okumayı kasdederse bozulmaz. Bu hüküm
her ne kadar sağlam değilse de, o böyle söylememiştir. Doğrusu buna uyulmaz.
Onu yapmaktan sakınmak lâzım. Çünkü bunu yapmak mekruhtur. Allah en iyi
bilendir.
Satmak yahut satın
almak ve benzeri işlemlerde halk tabakasının ve emsallerinin alınan vergi ve
harçlarda kullandıkları şu sözler de şiddetle yasaklanan ve sakındınlması
gereken şeylerdir. İnsanlar verilecek harç ve vergiler için şöyle söylerler:
"Bu, Sultan'ın hakkıdır yahut Sultan'ın hakkını ödemek senin üzerine olsun
gibi, hak ve vecibe manalarını kapsayan bu gibi sözler... Bunlar en kötü
bid'atlardan ve hoş olmayan çirkin sözlerdendir. Öyle ki, âlimlerden biri:
Bunlara "Hak" diyen kâfirdir, İslâm dininden çıkmıştır demiştir;
Doğrusu bunu söyleyen kâfir olmaz; ancak, zulüm olduğunu bildiği halde onun
hak olduğuna inanmışsa kâfir olur. Doğru olan şöyle demektir: Sultanın vergisi
yahut harcı yahut bunların benzeri sözleri... Başarı Allah'dandır.
972-
Câbir'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resû-lüllah
Saüallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Allah'ın
zatından ancak cennet istenir."[134]
973- Sahih
isnadlarla İbni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde demiştir ki,
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'a
sığınırsa, siz onu koruyun. Kim Allah adım kullanarak isterse, ona verin. Sizi
kim çağırır (davet) ederse, ona icabet ediniz. Size bir iyilik yapana karşılık
veriniz. Eğer ona verecek bir mükâfat bulamıyorsanız ona duâ ediniz tâ ki ona
karşılıkta bulunduğunuzu anlarsınız."[135]
Allah senin ömrünü
uzatsın, demek, meşhur olan kavle göre mekruhtur. Ebu Cafer El-Nehhas,
Sinaatü'I-Küttâb" adlı kitabında demiştir ki, bazı âlimler, "Allah
senin ömrünü uzatsın" sözünü kullanmayı mekruh görmüşler, bazıları da buna
ruhsat vermişlerdir.
İsmail İbni İshak
şöyle demiştir: Yazışmalarda ilk önce "Allah ömrünü uzatsın"
ifadesini kullanan Zındıklardır.
Allah kendisinden razı
olsun. Hammad İbni Seleme'den rivayet edilmiştir; Müslümanların yazışmaları
şöyle idi: Falancadan falana. Amma bundan sonra sana selâm ederim. Ben,
kendisinden başka İlâh olmayan Allah'a hamd ederim. Muhammed'e ve onun ailesine
Allah salât (rahmet) etsin. Daha sonra Zındıklar, başlangıcı" Allah
ömrünü uzatsın" sözünü yazışmalarında ortaya çıkardılar.
Sahih ve muteber olan
görüşe göre insanın başkasına: Anam ve babam sana feda olsun, yahut Allah beni
sana feda kılsın, demesi mekruh değildir. Sahihayn ve başka kitablarda olan
meşhur hadisler bunun caiz olduğu üzerinde birbirlerini takviye etmektedir.
Ana-babanın müslüman yahut kâfir olmaları bu hususta fark etmez. Alimlerden
bazısı, ana-baba müslüman iseler, bunu söylemeyi mekruh görmüşlerdir.
El-Nehhas şöyle
demiştir: Mâlik İbni Enes, "Allah beni sana feda kılsın "sözünü
mekruh kabul etmiştir. Bazısı da caiz görmüştür.
EI-Kadı İyad şöyle
demiştir: Âlimlerin çoğunluğu bunun cevazını kabul etmiştir; feda edilen ister
müslüman olsun, ister kâfir olsun.
Ben derim ki: Bunun
cevazına dair pek çok sahih hadisler nakledilmiştir. Müslim'in şerhinde
bunların bir kısmına ben işaret ettim.
İmam Ebu Hamid
El-Gazalî şöyle demiştir: "El-mirâu", başkası üzerine üstün olduğunu
göstermek ve muhatabını tahkir etmek maksadı ile onun sözlerindeki bozuklukları
ortaya çıkarıp ona saldırmak demektir. "Cidal" da, karşılıklı
deliller getirerek insanların görüşlerini savunması ve isbata çalışmasıdır.
"Husûmet" ise, mal yahut başka bir menfaattan kasd ettiği şeyi elde
etmek için sözde ısrar etmektir. Bazan Husûmet ilk söze başlamakla da olur,
itiraz ile de olur. "El-Mirâ" ise, ancak itiraz şekli ile olur.
Gazalî'nin sözü bundan ibarettir.
Bil ki, mücadele bazan
hakkı ortaya çıkarmak için olur, bazan da bâtıl için olur. Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Kitab ehli ile
en güzel bir şekilde mücadele edin "[136]
"Onlarla en güzel
bir şekilde mücadele et."[137]
"Allah'ın
âyetleri hakkında ancak kâfirler mücadele ederler."[138]
Eğer mücadele hak
üzerinde durmak ve onu yerleştirmek için olursa iyidir. Eğer hakkın karşısına
çıkmak için yahut bilgi sahibi olmaksızın cidal yapılırsa kötü olur. İşte
açıklanan bu esas üzere deliller gelmiş, zem ve mubah tarafları ortaya
çıkmıştır. Mücadele ve cidal aynı anlamdadır." Tehzibu'I-Esmâ ve
vellügat" kitabında bunu uzunboylu anlattım.
Âlimlerden biri şöyle
demiştir: Dini daha ziyade gideren, mürüvveti daha
çok azaltan, lezzeti daha çok yok eden,
kalbi daha çok meşgul eden şey olarak husumetten başkasını görmedim.
Eğer dersen ki, hakkı
elde etmek için insanın husumet yapması gereklidir. Bunun cevabı İmam
Gazali'nin verdiği cevabdır: Şiddetle kötülenen muhaseme, batıl uğruna yahut
bilgi sahibi olmaksızın yapılan husumettir. Kadının (hakimin) vekili gibi.
Çünkü hakkın hangi tarafta olduğunu bilmeden ve bilgi sahibi olmadan muhaseme
yapar ve kötülenen husumet içine düşer. Yine hakkını arayipda, hakkının
rhiktarı üzerinde durmayan ve eziyet vermek için, hasmına üstünlük kurmak için
yalan ve ısrarda bulunan kimsenin durumu da bu kötülenen kısma girer. Yine
hakkını elde etmek için bir ihtiyaç olmaksızın husumetine eziyet verici sözler
karıştıran da böyledir. Yine hasmını kırmak ve ezmek için sırf inad yaparak husumete
kalkışan da böyledir. İşte bu kötü olan şeydir.
Amma eziyet ve inad
kasdi olmaksızın, ihtiyaç üstü ısrar ve direnme ve taşkınlık olmaksızın şeriat
yolu ile davasını kurtarmaya çalışan mazlumun yaptığı iş haram değildir. Ancak
evlâ olan bulduğu çıkış yolu üzere husumeti bırakmaktır. Çünkü husumet halinde
dili bir ölçü üzerinde tutmak mümkün değildir. Husumet kalbleri kışkırtır ve kini
galeyana getirir. Kin taşınca hasımlar arasında kıskançlık ve çekememezlik
olur. Böylece her biri diğerinin kötülüğünden sevinç duyar. Sevinmesinden
üzülür ve şerefine dil uzatmaya başlar. İşte husumet yapan bu felâketlere saplanır.
Zararlarından biri de, kalbin meşgul olmasıdır. Öyle ki, namaz içinde olduğu
halde kalbi husumete ve delil bulmaya bağlı kalır. Böylece istikamet üzere
bulunmaz. Husumet kötülüğün başıdır. Cidal ve Mira da böyledir. Mecburi bir
zaruret olmadıkça, insan kendine husumet kapısı açmamalıdır. Husumet esnasında
da, kalbini ve dilini husumet afetlerinden korumalıdır.
974- İbni
Abbas'dan (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Devamlı olarak
davacı olman günah olarak sana yeter."[139]
Hazreti Ali'nin
(Radıyallahu Anh) şöyle dediği nakledilmiştir: Husumetlerde tehlikeler vardır.
Lâfazanlık yaparak
sözü derinleştirmek, ölçülü ve kafiyeli konuşmaya özenmek, yaldızlı sözlerle güzel konuşmalar yapanlara
benzemeye çalı: mak mekruh olur. Bunların hepsi sevilmeyen zorlamalardır. Ses
uyum için uğraşmak, irabın inceliklerini aramak ve yabancı kelime kullanma!
halk tabakasına hitabette yine iyi olmayan davranışlardır. Muhatabın açı bir
şekilde anlayabileceği bir sözle ona hitab etmeyi kasdetmek uygur dur.
Dinleyiciye ağırlık vermemelidir.
975-
Abdullah İnbi Amr tbni'I-As'dan (Radıyallahu Anhüma) yapıla rivayete göre
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştu] "Sığır dilini
doladığı gibi, erkeklerden dilini evirip çeviren konuşmacıy Allah
buğzeder."[140]
976- İbni
Mes'ud'dan (RadıyaHahu Anh) rivayetde Peygamber Salla lahu Aleyhi ve Sellem
şöyle buyurmuştur: "Aşırı gidenler helak olmu; tur." Peygamber bunu
üç kez tekrarlamıştır.[141]
977-
Câbir'den (Radıyallahu Anh) rivayete göre Resûlüllah Sallallah Aleyhi ve Sellem
şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü bana en sevimli v meclis bakımından bana
en yakın olanınız, ahlâk bakımından en güzel olanlarınızdır. Kıyamet günü bana
en çok sevilmeyeniniz ve benden e: çok uzak olanınız, gevezelik yapanlar, sözü
uzatıp dolaştıranlar ve büyüklük taslayanlardır.Dediler ki, yâ Resülellah! "Sarsarun"
"Müteşaddikun" kimler olduğunu bildik.Mütefeykihûn
kimlerdir?Resûlüllah(s.a.v): Onlar büyüklük taslayanlardır, buyurdu.[142]
Bil ki, vaazlarda ve
hutbelerde aşırılık ve gariplik olmazsa, güzel sö söylemek kötülenen
konuşmalara girmez. Çünkü bunlarda maksad kalb leri Allah'a itaat etmeye
yöneltmektir. Bu hususta güzel sözün açık bi tesiri vardır.
Yatsı namazını kılan
bir kimsenin bu vaktin dışında (boşuna zaman kay bina sebebiyet verdiği için)
mubah (yasak olmayan) söz konuşması mek ruhtur. Mubah, bir işin yapılması ve
yapılmamasının eş değerde olması na denilir. Diğer yakıtlarda haram yahut
mekruh olan konuşmalar bu vaki içinde daha şiddetli bir haram yahut mekruh
olur. İlim müzakeresi, iy kimselerin durumlarının ve ahlâk güzelliklernin
anlatılması, müsafirle ko nuşulması gibi hayırlı işler mekruh değildir; daha
doğrusu müstahabdır
Sahih olan hadisler
bunu kuvvetlendirmektedir. Yine bir özür geçici haller sebebi İle yapılan
konuşmalarda da bir sakınca yoktur. Bütün bu anlattıklarımla ilgili hadisler
meşhurdur, ben özet olarak bir kısmını göstereceğim ve çoklarına da işaret
edeceğim:
978- Ebû
Berze'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre, Resûlül-lah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem yatsıdan önce uyumayı ve yatsıdan sonra da konuşmayı hoş
görmezdi.[143]
Önceden anlattığınız
işler için konuşmaya engel olmadığına dair hadisler çoktur. Onlardan bir
kısmı:
979- İbni Ömer'in (Radıyallahu Anhüma) Sahîhayn'da
şu hadisi vardır: "Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayatının
sonunda yatsı namazını kıldı. Selâm verince: Bu gecenizi size bildireyim mi?
(Bu geceyi unutmayın). Bugün yeryüzünde olanlardan hiç kimse yüz senenin başında
bakî kalmayacaktır, buyurdu."[144]
980- Ebû
Musa El-Eş'arî'nîn (Radıyallahu Anh) hadisi de bunlardandır: "Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem gece yarısı oluncaya kadar namazı geciktirdi. Sonra
ResûlüIIah Sallallahu Aleyhi ve Sellem çıkıp insanlara namaz kıldırdı. Namazı
tamamlayınca yanındakilere şöyle dedi: Olduğunuz gibi kalın, size öğreteyim.
Şuna sevinin ki, şu saatte sizden başka insanlardan hiç kimsenin namaz
kılmayışı, Allah'ın üzerinize olan nimetlerindendir." Yahut şöyle dedi:
"Şu saatte sizden başkası namaz kilmamıştır."[145]
981- Enes'in
(Radıyallahu Anh) hadisi de bunlardandır: "Ashabı Kiram (namaz için)
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i beklediler. Sonra gecenin yansına yakın
bir zamanda onlara gelip kendilerine namaz kıldırdı, yatsı namazını onlara
kıldırdı. Sonra bize konuşma yapıp: Dikkat edin! İnsanlar namaz kıldılar sonra
uyudular. Siz namaz kılmayı beklediğiniz müddet namazda bulundunuz,
buyurdu."[146]
982- İbni
Abbas'm (Radıyallahu Anhüma) teyzesi Meymune'de kaldığı gece anlattığı hadis
de bunlardandır. Şöyle demiştir: "Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem
yatsı namazını kıldı. Sonra eve girip ailesi ile konuştu. Çocukcağız uyudu,
sözünü söyledi. "[147]
Abdurrahman İbni Ebi
Bekir'in (Radıyallahu Anhüma) müsafirleri olayı ile ilgili hadisi de
bunlardandır. Yatsı namazını kılmcaya kadar saklanmış sonra gelip onlarla
konuşmuştur. Karısı ile ve oğlu ile konuşmuş ve konuşmaları da tekerrür
etmişti. Bu iki hadis Sahihayn'da vardır. Bunun benzerleri çoktur ve
toplanmaları zordur. Bizim anlattıklarımız fazlası ile yeterlidir.
Sahih ve Meşhur
hadislerden doiayı yatsıya "Ateme" ve akşama da "Işa'
(yatsı)" demek mekruhtur.
983-
Abdullah İbni Muğaffel El-Müzenî'den yapılan rivayetde demiştir ki, ResûlüIIah
Sallallahu Aleyhi ve Seîlem şöyle buyurmuştur: "Akşam namazının ismini
İşa' olarak kullanmayınız."[148]
Yatsıya
"Ateme" adı verilmesine dair hadisler ise: "Eğer insanlar sabah
ve ateme (yatsı) namazlanndaki fazileti bilselerdi, bunlara emekliye-rek olsa
bile gelirlerdi." Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem burada yatsı
namazı yerine "Ateme" sözünü kullanmasının sebebi iki şekilde izah
edilir: Birincisi: Aslında yasak haram için olmayıp tenzihen olduğundan bir
açıklama mahiyetinde yatsı (işa) yerinde Ateme sözü kullanılmıştır.
İkincisi: Eğer yatsı
namazı İşa ile adlandırılırsa, akşam namazı ile karıştırılma gibi bir anlam
olur korkusundan dolayıdır.
Sahih olan mezhebe
göre sabah vaktine "ğedat" adını vermekte bir kerahet yoktur. Ğedat
sözünü kullanmaya dair sahih hadisler çoktur. Alimlerimizden bazıları da bunun
mekruh olduğunu anlatmışlardır; bu bir önem taşımaz. Akşam ve yatsı
namazlarının her ikisine "îşaeyn" demekte bir sakınca yoktur. Yatsıya
"İşa-il'âhireti" demekte de bir beis yoktur. El Esmaîdden nakledilen:
EI-İşa'ul-Ahiretü denmez sözü, açık bir yanlışlıktır.
984- Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu Müslim'in Sahih'inde sabit
olmuştur: "Hangi kadın koku sürünürse İşa-i ahire (yatsı) namazında
bulunmasın." Sahihayn'da ve bunlardan başka kitab-larda sahabelerden bu
tür sözler sabit olmuştur. İşa-i âhire sözü kullanılmıştır. Ben Tezhibu'I-Esma
ve'1-Lüğat kitabında bunları delilleri ile beraber açıkladım. Başarı
Allah'dandır.
Sırrı açıklayıp yaymak
da yasaklanan şeylerdendir. Bu konuda hadisler çoktur. Eğer bunda zarar ve
eziyet vermek varsa haramdır.
985-
Câbir'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resû-lüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Adam (senin yanında) bir
söz konuşur da sonra giderse, o söz emanettir. "[149]
Bir gerek olmaksızın
adama karısını neden dolayı dövdüğünün sorulması mekruhtur. Bir ihtiyaç
olmadığı hallerde sükut etmenin gereğine dair bu kitabın başında "Dili
Korumak" bölümünde sahih hadisler rivayet etmiştik.ŞuSahih hadisi de
anlatmıştık:"Kendine gereği olmayan şeyleri insanın terk etmesi, onun
müslümanlığının güzelliğindendir."
986- Ömer
Îbni'l-Hattab'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Karısını neden âövâüğü kişiye
sorulmaz."[150]
Şiire gelince, biz Ebu
Ya'lâ El-Mevsılf nin Müsned'inde güzel bir is-nadla rivayet ettik:
987- Hazreti
Aişe'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'e şiirden soruldu. O şöyle buyurdu:
"O (şiir) bir
sözdür. Güzeli güzeldir; çirkini de çirkindir."
Âlimler şöyle
demiştir: Şiir, ölçü ve kafiyesi olmayan söz (nesir) gibidir. Fakat sadece ona
bağlanmak ve onunla uğraşmak iyi değildir. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in şiir dinlediğine dair sahih hadisler sabit olmuştur. Hassan İbni
Sabit'e de kâfirleri (şiirleri ile) hicvetmesini emretmiştir. Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu da sabit olmuştur: "Şiirlerin bazısında hikmet
vardır." Şöyle buyurduğu da sabittir: "Sizden birinizin karnı şiir dolmaktansa,
irin dolması daha hayırlıdır." Bütün bunlar anlattığımız şekil üzere
değerlendirilir.
Çirkin ve kötü sözler
de yasaklanan şeylerdendir. Bu hususta sahih hadisler çoktur, maruftur. Fahiş
kelâmın manası, çirkin olan işleri açık sözlerle ifade etmektir. İş sahih olsa
ve konuşmacı da doğru konuşsa hüküm aynıdır. Cinsel ve benzeri sövüşmelerde bu
sözler çok kullanılır. Bazı ifa-delendirilmesi icab eden çirkin şeyleri, maksad
anlaşılacak bir şekilde güzel kinaye tabirler kullanarak ifade etmek uygun
olur. Kur'an ve sahih olan mükerrem hadisler böyle ifadelerle gelmiştir, Allah
Tealâ şöyle buyurmuştur:
"Oruç gecesine
hanımlarınızla münasebet size helâl kılınmıştır."[151]
"(Hanımlarınıza
verdiğiniz malı geriye) nasıl alırsınız ki, birbirinizle münasebet kurmuşsunuz?"[152]
"Hanımlarınıza
dokunmadan önce onları boşadmızsa,"[153] Bu
konuda âyetler ve sahih hadisler çoktur.
Âlimler şöyle
demiştir: Bu konuda ve buna benzer isimlerini açık olarak söylemekten utanılan
yerlerde, anlaşılır kinaye sözler kullanmak uygundur. İfda, duhul, muaşeret,
vika' ve bunların benzeri kelimeler kullanılarak hanımla cinsî ilişki kasd
edilir. Yine küçük ve büyük abdestler için de, kazâ-ı hacet, helaya çıkmak
ifadeleri kullanılır. Büyük ve küçük pislikler ve benzeri sözler açıkça söylenmez.
Kusur ve ayıp şeylerin anılması da böyledir. Bunlar da maksad anlaşılacak bir
şekilde güzel sözlerle ifadelendirilir. Örnek olarak verdiklerimize diğer
işler de ilâve edilir.
Bil ki, bütün bu
anlattıklarımız, açık olarak isimlerinin söylenmesinde bir zaruret olmadığı
zaman içindir. Fakat açıklanmada bir maksad ve bir şeyi öğretmek varsa yahut
muhatab işin aksini anlayacak korkusu olursa, gerçek mana anlaşılsın diye işin
adı söylenerek gerçek mana açıklanmış olur. Hadisi şeriflerde geçen açık
ifadeler, işte bu maksad üzere gelmişlerdir. Anlattığımız gibi bir ihtiyaç
üzerine kullanıldığı yorumu yapılır. Çünkü anlatma işini gerçekleştirmek,
sadece edebi gözetmekten daha iyidir. Başarı Allah'dandır.
988-
Abdullah İbni Mes'ud'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki,
Resûlülah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuştur: "Mü'-min (neseblere)
çok sövücü değildir, çok lanet okuyan değildir, kötü konuşan değildir, çirkin
söyleyen değildir."[154]
989-
Enes'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resû-lüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Kötü söz kimde
bulunursa, onu çirkinleştirir. Haya da kimde olursa, onu güzelleştirir."[155]
Ana-babayı ve bunlara
denk olanları azarlamak ağır bir şekilde haramdır. Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Rabbin
kesinlikle emretmiştir ki, yalnız kendisine ibâdet ediniz. Anaya-babaya da
iyilik ediniz. Onlardan biri yahut ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına
erişirse, onlara öf deme, onları azarlama. Onlara iyi söz söyle. Onlara
merhamet ederek tevazu kanatını indir ve şöyle söyle: Rabbim, beni küçük
halimde büyüttükleri gibi, bunlara merhamet et."[156]
990-
Abdullah İbni Amr Îbni'l-As'dan (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayete göre,
Resüllüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
Kişinin ana-babasına
sövmesi büyük günahlardandır. Dediler ki: Ey Allah'ın Resulü! Adam hiç
ana-babasma söver mi?
Evet, buyurdu. Kişi
adamın babasına söver, o da (şovenin) babasına söver. Kişi adamın anasına söver
adam da (şovenin) anasına söver."[157]
991- İbni
Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde şöyle demiştir: "Nikâhım
altında bir kadın vardı. Onu seviyordum. (Babam) Ömer ondan hoşlanmıyordu.
Bana: onu boşa, dedi. Ben boşama işinden kaçındım. Ömer (Radıyallahu Anh)
Peygambere gelip bunu ona anlattı. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi
ve Sellem (bana) şöyle dedi: O hanımı boşa.”[158]
:
Genel anlamda yalan
söylemenin haram olduğuna dair Kur'andan ve Sünnetten deliller birbirlerini
kuvvetlendirmektedir. Yalan, günahların çirkinlerinden ve ayıpların
kötülerindendir. Birbirini güçlendiren deliller yanında ümmetin icmaı da
yalanın haram olduğu üzerinde kararlaşmıştır. Bu delilleri ayrı ayrı saymaya
gerek yoktur. Önemli olan yalan sözlerden istisna edilenleri açıklamak ve
inceliklerine işaret etmektir. Sıhhatında ittifak edilen hadîs, yalandan,
tiksindirmeye yeterlidir. O hadis de, Buhârî ve Müslim'in Sahih'lerinde Ebu
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet ettiğimizdir. O demiştir ki Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Münâfıkın
alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler. Söz verdiği zaman cayar. Kendisine
güvenildiği zaman hıyanet eder."
992-
Abdullah İbni Amr İbni-1-As'dan (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Dört şey vardır
ki, bunlar kimde bulunursa o kimse katıksız münafık olur. Kimde de bunlardan
bir huy bulunursa, onu terk edinceye kadar, onda nifaktan bir huy bulunur:
Kendisine güvenildiği zaman hiyanet eder. Konuşunca yalan söyler. Sözleşme
yapınca bozar. Davalaştiğı zaman taşkınlık yapar." Müslim'in rivayetinde
şöyledir: "Güvenildiği zaman hıyanetlik-eder," yerine "Söz
verdiği zaman cayar" şeklindedir."[159]
Ümmü Külsünı'den
(Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre, o Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in şöyle buyurduğunu dinlemiştir:
"(Birbirine
dargın olan) insanların arasını düzeltmek için hayır taşıyan yahut yararlı söz
söyleyen yalancı değildir." Bu kadarlık ifade Sahihayn'da mevcuttur.
Müslim bir rivayetinde de şunu ilâve etmiştir: "Ümmü Kül-süm demiştir ki,
insanların konuştukları sözlerden üç şeyden başkasına izin verdiğini
(peygamberden) duymadım: Savaşta, inşaların arasını düzeltmekte, erkeğin
karısına ve kadını, kocasına söylemesinde (yalan olur; hayra kavuşmak maksadı
ile),"[160] Bir hayır maksadı ile
bazı yalan konuşmaların mubah olduğunu açıklayan bir hadistir bu. Âlimler mubah
olan yalan sözleri tesbit etmişlerdir.
Söz maksadlara
ulaştıran bir yoldur. Her iyi maksada doğru ve yalanın her biri ile ulaşmak
mümkündür. Bu halde bir ihtiyaç olmadığı takdirde yalan söylemek haramdır;
çünkü doğrulukla maksadı elde etmek mümkündür. Eğer doğru konuşmakla iyi bir
maksada kavuşmak mümkün olmaz da, ancak yalanla elde edilebilirse, burada
yalan mubahtır; eğer elde edilecek iş mubah ise. Eğer iş vacib ise, yalan da
vacib olur. Bir müs-lüman bir zâlimden (kurtulmak için) saklanırsa, onu
araştırıp soran zâlime yalan konuşup onu saklamak vacib olur.
Yine bir kimsenin
yanında yahut başkasının yanında bir emânet olsa ve bir zâlim de onu almaya
kalkışsa, emâneti saklayıp ona yalan söylemek vacib olur. Öyle ki, yanında
olan emâneti o zâlime bildirir de zâlim onu zorla alırsa, haber verenin emanet
bedelini ödemesi gerekir. Eğer zâlim emâneti bulmak için ona yemin verdirirse,
yemin etmek ve tevriye yapmak vacib olur. (bende kimsenin hakkı yoktur,
niyetinde bulunarak yemin eder ki, buna tevriye denilir). Tevriye yapmaksızın
yemin ederse, sahih olan kavle, göre, yeminin şekline göre keffaret gerekir.
Bundan kef-faret gerekmediği de söylenmiştir.
Harb maksadı ile yahut
iki kişinin arasını düzeltmek yahut cinayete uğramış bir kimsenin afvetme
bakımından kalbini yumuşatmak için ancak yalanla netice almabİlecekse, yine
burada da yalan söylemek haram olmaz. Bütün bunlarda tevriye yapmak
ihtiyattır. Tevrîye'nin manası: İnsan konuşîuğu sözle yalan olmayan bir şeyi
kasdeder ki, söz kasdedilen manaya nisbet edilince yalan değildir; her ne kadar
görünüşdeki ifade bakımından yalan ise de... Bu maksadı taşımayarak mutlak
şekilde yalan konuşulsa, bu gibi yerlerde haram olmaz.
Yine adamın şahsına
başkasının maksadına bağlı sahih her işte hüküm böyledir. Meselâ, bir kimse ki
onun malını almak için bir zalim onu yakalarsa ve malını sorarsa, malını inkâr
eder. Yahut Allah ile kul arasında kalmış bir günah işleyiciden idareci sorarsa,
günahkâr onu inkâr eder, ben yapmadım der. Ağır cezaya uğrayacak olan
günahkârların suçlarını ikrardan dönmelerini telkin hususunda meşhur hadisler
vardır.
Başkasına ait maksad
ise, kardeşine ait bir gizli işten sorulunca onu inkâr etmektir ve benzeri
şeylerdir.
Uygun olan şudur:
Yalan konuşmaktan doğacak zararla doğru sözden doğacak zarar'
karşılaştırmalıdır. Eğer doğruluktan doğacak olan zarar, zarar bakımından daha
şiddetli ise, yalan konuşulur. Durum aksine olur yahut zarar da şübhe edilirse,
o zaman yalan söylemek haram olur. Fakat insanın kendi şahsı ile ilgili mubah
bir maksad olduğu yerde yalandan kaçınıp doğru söylemek rnüstahabdır. Başkası
ile ilgili olursa, başkasının hakkında müsamaha caiz olmaz. Yalan mubah olan
her yerde yalanı terk etmek ihtiyattır. Ancak yalanın vacib olduğu yerlerde
yalan terk edilmez.
Bil ki, Ehli Sünnete
göre yalan, bir şeyi olduğunun hilâfına haber vermektir; yalanı kasden veya
bilmeyerek söylesin, birdir. Fakat bilmeyerek yalan söylemenin günahı yoktur.
Kasden yalan söyleyen günah işlemiş olur. Bu hususta âlimlerimizin delili,
yalanın ceza gereğini kasde bağlayan Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in
şu hadisidir: "Kim kasden bana yalan söylerse, ateşten oturacağı yere
hazırlansın.”[161]
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Bilmediğin şeyin
peşine düşme. Kulak, göz ve kalb; bütün bunlar yapılandan sorumludur. "[162]
"İnsan bir söz
söylemez ki, onun yanında hazır birgözetleyici (melek) bulunmasın. "[163]
"Senin Rabbin
(her şeyi gözetip) görendir."[164]
994- Tâbi'in
büyüklerinden olan Hafs İbni Âsım'dan rivayet edilmiştir. O da Ebû Hüreyre'den
(Radıyallahu Anh) rivayet etmiştir ki, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem
şöyle buyurmuştur:[165]
"Her işittiğini
kişinin anlatması ona yalan olarak yeter." Ömer Îbnü'l-Hattab'dan
(Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde şöyle demiştir: "Duyduğu her
şeyi adamın anlatması,
ona yalan olarak yeter. "[166]
Bu konu ile ilgili
haberler çoktur.
995- Sahih
bir isnadla İbni Mes'ud'dan yahut Huzeyfe İbnü'l-Yeman'dan yapılan rivayetde
demiştir ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu
işittim:
"(Gerçeği arayıp
bulmadan maksadına kavuşmak için sözün başında, insanlar) "sandılar"
demek, adama ne kötü bir binektir!"[167]
İmam Ebû Süleyman
EI-Hattabî, kendisinden rivayet ettiğimiz "Mealimü's-Sünne" kitabında
şöyle diyor: Bu hadisin aslı şudur: İnsan hacdan dönmek isteyip de bir
memlekete gideceği zaman bir bineğe biner ve yürür, istediği yere varıncaya
kadar... Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, insanın maksadına ulaşması için
sözün başına geçirdiği "Sandılar" sözünü bir bineğe benzetmiştir.
Çünkü senedi olmayan bir hadis için sandılar sözü kullanılır. Bu bir ifadedir
ki, onunla maksada ulaşmak için kullanılır. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem de, bu yolda söylenen sözü kötülemiştir. Aynı zamanda anlatılan şeyin
sağlam ve sabit olmasını emretmiştir. Sağlam temele dayanmadıkça rivayet
edilmemesini istemiştir. Hattabî'nin sözü bundan ibarettir. Allah en iyi
bilendir.
Bil ki, bu konu, en
önemli konulardan biridir. Çünkü bunlar çok kullanılan ve zaruret duyulan
yaygın işlerdendir. Bu konuyu inceleyip gerçeği göstermeye özenmek bize
gereklidir. Bunun üzerinde duracak kimsenin de iyi düşünüp onunla amel etmesi
uygun olur. Biz bundan önce yalan sözlerden ağır bir şekilde haram olanları ve
gelişi güzel konuşmanın tehlikelerini anlatmıştık. Bu bölüm, bu tehlikelerden
korunmak için bir yoldur ,
Bil ki, tevriye ve
ta'nzın manaları şudur: Manası açık olan bir söylemektir ki, bununla anlaşılan
başka bir mana kasdedilir. Fakat ikinci mana zahirdeki manaya aykırı olur.
İşte bu iş aldatma ve yanıltmanın bir şeklidir.
Âlimler şöyle
demişlerdir: Terviye ve ta'rizin yapılmasını meşru kılan bir ihtiyaç olur da
muhatabı yanıltmaya tercih edilirse yahut yalan söylemekten başka çıkar yol
yoksa, o zaman ta'riz yapmakta bir sakınca Yoktur. Eğer bu sebebler olmadan
ta'riz yapılırsa mekruh olur, haram olmaz. Ancak bâtıl olan şeyi elde etmek
yahut bir hakkı engellemek olursa, o vakit haram olur. Bu konunun kuralı budur.
Bu husustaki nakillere
gelince: Terviye ve ta'rizi mubah kılan ve mubah kılmayan nakiller olmuştur.
Onlar da açıkladığımız ve anlattığımız esasların hükmüne girerler. Zayıf bir
isnadla Ebû Davud'un Süneninde rivayet ettiğimiz, Ebû Davud'un ise zayıf
gösterdiği, kendisine göre ha-sen olabileceği hadis, açıklamamız üzere
terviyeyi yasaklayan nakillerdendir.
996- Süfyan
İbni Esed'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre demiştir ki, Resûlüllah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim:
"Kardeşine bir
söz söyleyip de o senin sözünü tasdik ettiği halde, senin o sözde yalancı olman
büyük hıyanettir.”[168]
İbni Sirin'den irvayet
ettik (Allah ona rahmet etsin). O şöyle demiştir: Kibar kimsenin yalan
söylemesine gerek yok; konuşma yollan geniştir.
Mubah olan ta'rize
örnek, Neha'i'nin (Allah ona rahmet etsin) şu sözüdür: Söylemiş olduğun bir
söz, bir adama ulaştınlırsa, (yalan söyleyip onu inkâr etmemek için) şöyle de:
Bu konuda dediğim şeyi Allah bilir. Böylece dinleyen, söylediği sözü inkâr
ettiğini anlar. Halbuki senin maksadın, Allah o sözü söylediğimi biliyordur,
anlamıdır.
Yine Neha'î demiştir:
(Çocuğa söz vermiş olmamak için) oğluna, sana şeker satın alacağım, deme. Ona
şöyle söyle: Sana şeker satın alsaydım, ne dersin. Bir adam Neha'î'yi arayıp
sorduğu zaman, cariyesine derdi ki, o adama söyle: onu mescidde ara (burada
yoktur deyip yalan söyleme).
Başkası da demiştir:
(Babasının nereye gittiğini bildirmek için evlâd söyler ki) babam bundan
önceki bir vakıtta çıktı.
Sa'bi bir daire
çizerdi ve cariyesine derdi ki, parmağını bu daire içine koy (ve beni
aradıkları zaman) deki, o burada değildir.
İnsanların âdet
edindikleri şu söz de bunlardan bir örnektir: Yemeğe davet edilen kimse
(yememek için), ben niyetliyim der. Dâyetçi onun oruçlu olduğunu anlar; halbuki
adamın niyeti yememektir. Bunun benzerleri çoktur. Bu durumlardan birinde
yemin ederek terviyede bulunan kimse, yeminden kefferat ödemesi gerekmez.
İster Allah adına yemin etsin, ister talak ve ister başka şey üzerine yemin
etmiş olsun, hüküm birdir. Ancak bu, bir davada hakim ona yemin verdirmediği
zaman geçerlidir. Eğer bir davada hakim ona yemin verdirirse, geçerli olan
hakimin niyetidir, eğer Allah adına yemin ediyorsa. Talak üzere ona yemin
verdiriyorsa, itibar yemin edenin niyetinedir (terviyesi geçerli olur.) Çünkü
talak üzerine yemin verdirmek hakim için caiz değildir. Hakim burada diğer
insanlar gibidir. Allah en iyisini bilendir.
Gazali şöyle demiştir:
Mübalâğa olarak adet edinilip fışkı gerektiren ve haram olan yalan sözlerdendir
şunlar: Sana yüz defa söyledim, senden yüz defa istedim ve benzeri sözler.
Çünkü bu ifadelerden maksad defa-larcayı anlatmak değil, mübalâğa vardır. Eğer
adamın isteği bir kez olmuşsa, o sözlerle yalancı olur. Eğer istemek âdet
üzere olmayan pek çok defalar olmuşsa, o z aman istem yüz defaya ulaşmasa bile
adam günahkâr olmaz. Ta'riz yapabilecek arada bazı dereceler olsa, yine hüküm
aynıdır.
Derim ki: Mübalâğa
yapmanın cevazına ve yalan sayılmadığma delil. Sahihayn'da rivayet ettiğimiz
hadistir. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"(Durumları sorulan iki kişi hakkında Peygamber şöyle bilgi vermiştir)
Ebu'l-Cahm'e gelince, o (öfkelidir) sopayı boynundan indirmez. Muaviye ise,
onun malı yoktur.
Gerçekte Ebu'1-Cahm
sopasını uyurken ve bazı hallerde indiriyordu. Muaviye'nin de giyecek elbisesi
olduğu da biliniyordu. Başarı Aüah'dandır.
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Şeytandan bir
dürtüş seni dürterse, hemen Allah'a sığın."[169]
"Allah'ın
azabından korkanlara Şeytan'dan bir vesvese dokunduğu zaman düşünürler de,
hemen onlar gerçeği aörüp vesveseyi atmişlar-dır."[170]
"O kimseler ki,
bir günah işledikleri zaman yahut nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı
anarlar da günahları için Allah'dan mağfiret dilerler. Allah'dan başka
günahları kim bağışlayabilir. Bir de yaptıkları günahlara bilerek ısrar
etmezler. İşte onların mükâfatı Rablerinden bir mağfirettir ve içlerinde ebedî
kalıcı oldukları halde, altlarından nehirler akan Cennetler vardır. (Böylesine
güzel) iş yapanların mükâfatı ne güzeldir!.."[171]
997- Ebû
Hüreyre'den (Radiyallahu Anh) yapılan rivayetde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur: "Kim yemin eder de, Lât ve Uzza (putları) adına
yemin ederse, (tevbe ve istiğfar edip) Lâ İlahe İllallah, desin. Kim de
arkadaşına: Gel seninle kumar oynayalım derse, (günahına keffareî) sadaka
versin."[172]
Bil ki, haram konuşan
yahut haram işleyen kimsenin hemen tevbe etmesi vacib olur. Tevbenin üç erkânı
vardır: Yaptığına pişman olup hemen günahı söküp atmak. Hiç bir zaman o günah
işe dönmemeye kararlı olmak. İşlenen günahda kul hakkı da varsa, bu üç şart
yanında dördüncü bir şart daha ona vacib olur. O da hakkı sahibine geri vermek
yahut o haktan kurtulmak için hak sahibinin rızasını kazanmak, helallik almak.
Bunun açıklanması daha önce geçmişti.
..
İnsan bir günahtan
tevbe edeceği zaman bütün günahlardan tevbe etmesi uygundur. Eğer yalnız bir
günahtan tevbe edilirse, o günah için makbul olur. Bir kimse anlattığımız
şekilde sahih bir tevbe ile bir günahtan
tevbe eder de sonra
diğer bir vakıtta o günaha dönerse, ikinci dönüşle günah işlemiş olur ve ondan
tevbe etmesi vacib olur. Önceki günahtan ettiği tevbe batıl olmaz. Ehli
Sünnetin mezhebi budur. İki mes'elede Mutezilenin muhalefeti vardır. Başarı
Allah'dandır.
Bil ki, bu konu,
boşuna söze aldanmamak ve ona meyletmemek için ihtiyaç duyulan şeylerdendir.
Bilinmelidir ki, şer'i hükümler beştir. Onlar da Vacib (farz), sünnet, haram,
mekruh ve mubahdan ibarettir. Bir delil olmadıkça bunlar üzerinde bir hüküm
vermek geçerli olmaz. Şeriatın delilleri de bellidir. Delili bulunmayan bir
hükme değer verilmez, ona cevab vermeye de ihtiyaç kalmaz. Çünkü ortada bir
delil yoktur; ondan dolayı ona cevabla uğraşılmaz. Böyle olmakla beraber
âlimler, bu gibi hükümleri çürütecek delil göstermişlerdir.
Bu önsözden maksadım
şudur: Bu işi mekruh gören vardır, diye anlatıyorum sonra diyorum ki, bu
mekruh değildir yahut bu batıldır yahut benzeri söz soyuyorum. İşte bunları
ibtal için bir delile ihtiyaç yoktur. Eğer bir delil gösteriyorsam, ziyade bir
iş yapmış oluyorum. Böyle batıl bir konu seçtiğimin sebibi böyle bir sözün
isnad edildiği kimseye aldanmamak için doğru ve yanlışı açıklığa
kavuşturmaktır.
Bil ki, bu gibi
sözlerin mekruh olduğunu söyleyenlerin büyüklüğünü düşürmemek ve onlara kötü
zan beslememek için isimlerini vermeyeceğim. Benim maksadım onlara çatmak
değildir. İstenilen şey, onlardan nakledilmiş batıl sözlerden sakmdırmaktır;
İster onlardan yapılan nakil sahih olsun, ister sahih olmasın... Onlardan
yapılan nakil doğru ise, şanlarını lekelemez. Bazan doğruya ihtimaliyeti olan
sözlerini iyi bir maksadla kendilerine isnad ediyorum ki, görüşü benim görüşüme
aykırı olan kimse baksın da, daha önceki imamın verdiği hükümle inancı
kuvvetlensin. Başarı Allah'dandır.
Bu tür sözlerden biri,
İmam Ebu Cafer El-Nehhas'ın ' 'Şerhu Esmaillâ-hi Tealâ" kitabında
âlimlerden birinin mekruh gördüğü şu sözü rivayet etmesidir,: Allah sana sadaka
versin demek mekruhtur. Çünkü sadaka veren sadaka umar (halbuki Allah'ın sevaba
ihtiyacı yoktur). Derim ki bu hüküm açık bir hatadır çirkin bir cehalettir.
Yapılan istidlal da çok bozuktur.
998- Namazı
kısaltma (kasr) konusunda Resülüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle
buyurduğu sabittir: "(Sefer halinde namazın dört rekâttan iki rekâta
indirilmesi) bir sadakadır. Allah bunu size bağış olarak veriyor. O halde
Allah'ın sadakasını kabul edin.”[173]
Yine El-Nahhas’ın,
sözü geçen adamdan naklettiği şu söz de bunlardan biridir: Allah'ım beni
ateşten âzâd et, demek mekruhdur. Çünkü se-vab bekleyen ancak âzâd eder. Derim
ki bu istidlal ve iddia çok çirkin bir hatadır. Şeriat hükümlerini bilmemenin
en düşüğüdür. Eğer ben, Allah Tealâ'nm yaratıklarından dilediği kimseleri âzâd
edeceğine dair sahih ve açık hadisleri ortaya koyacak ve araştıracak olsam,
kitab usandıracak şekilde uzar. Bunlardan biri şu hadistir: "Kim bir köle
âzâd ederse, Allah Tealâ o kölenin her uzvu karşılığında ondan bir uzvu
ateşten âzâd eder."[174]
Şu hadis de vardır:
"Arefe gününde Allah Tealâ'nın ateşten âzâd eddi-ği kuldan daha çok âzâdda
bulunduğu bir gün yoktur."[175]
Bazı kimselerin
söylediği: Allah'ın ismi üzere şunu yap demek mekruhtur; çünkü Allah'ın ismi
her şeyin üzerindedir. Kadı İyad ve başkası demiştir ki, bu söz yanlıştır.
999-
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kurban kesme gününde ashabına şöyle
buyurduğuna dair sahih hadisler sabit olmuştur: "Allah'ın adı üzere
kurban kesin." Yani, Bismillah diyerek kesin.[176]
Nehhas'ın, Ebu Bekir
Muhammed İbni Yahya'dan rivayet ettiği söz de bunlardandır. Ebû Bekir
âlimlerden, ediblerden ve fakıh kimselerdendi. O şöyle demiştir: Allah bizi
rahmetinin kararlaştığı yerde bir-birimizi bir araya toplasın, deme; çünkü
Allah'ın rahmeti için bir karar olmaktan onun rahmeti çok geniştir. Yine
demiştir: Merhametinle bize rahmet et, deme.
Ben derim ki: Ebû
Bekir'in söylediği bu iki söz için bir delil bilmiyoruz. Kendisi de söylediği
söz için bir delil göstermemiştir. Rahmetin kararlaştığı yer, diyen adam
cenneti kasdetmiş olur ki, orada bizim toplanıp kararlaşacağımız ve durup
bekleyeceğimiz yer demek olur. Oraya girenler, Allah Tealâ'nin rahmeti ile
girerler. Sonra oraya giren devamlı olarak kararlaşır, olaylardan ve
kederlerden kurtulur. Bütün bunlar Allah Tealâ'nın rahmeti ile meydana gelir.
İnsan şöyle demiş gibi olur: Senin rahmetinle ulaşacağımız bir karar yerinde
bizi topla...
Nahhas'ın adı geçenden
rivayet ettiği şu söz de bunun gibidir: Rabbi-me tevekkül ettim, kerim olan
Rabbime, deme. Şöyle de: Kerim olan Rab-bime tevekkül ettim. Derim ki, onun
söylediği bu sözün aslı yoktur.
Nahhas, adı geçen Ebû
Bekir'den anlatmıştır. O şöyle demiştir: Allah'ım, bizi ateşten koru, denmesin
ve yine: Peygamberin şefaati ile bizi rızıklan-dir, Allah'ım! denmesin; çünkü
peygamber ateşe hak kazanana şefaat eder.
Derim ki, bu büyük bir
hatadır ve açık bir cehalettir. Bu yanlış söze aldanmak korkusu olmasaydı ve
yazılı kitablarda söz edilmeseydi, ben bunu anlatmaya cesaret edemezdim. Nice
sahih hadisler gelmiştir ki, onlarda kâmil mü'minler için Peygamberin
şefâatına kavuşmayı va'd eden teşvikler bulunmaktadır. Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in şu sözü vardır:
"Kim, Müezzinin
söylediği gibi söylerse şefaatim ona helâl olur."[177]
Bunun benzeri hadisler vardır.
Fakih olan İmam Hafız
Ebu'1-Fadl İyad (Allah ona rahmet etsin) şu sözünde güzel söylemiştir: İslâmda
ilk devrin büyüklerinin (Radıyallahu Anhüm), peygamberimizin şefaatini
istedikleri ve ona rağbet ettikleri meşhur rivayetle bilinmiştir.
Bu esasa göre, şefaat
ancak günahkârlar için olur, deyenlerin sözüne değer verilmez. Çünkü Müslim'in
Sahih'inde ve başkasında, hesabsız olarak Cennete gireceklere şefaat olacağı
sabittir. Yine Cennetteki bazı kimselerin derecelerinin ziyadelenmesi için
şefaat olunacağı vardır. Sonra kusuru kabullenen her akıl sahibi, afv edilmeye
muhtaçtır, helake düşenlerden olmaktan korkar. Yine şefaat istemeyi kerih
görenler için, mağfiret ve rahmet dilememek gerekir; çünkü günah işleyenler
içindir. Bütün bunlar, ilk ve sonraki âlimlerin dualarından bilinenlere
aykırıdır.
Yine âlimlerin bir
kısmından anlatılan şu sözler de bu yanlış iddialardandır. Bunlar Kabe'yi
tavaf etmeye Şavt yahut devir demeyi mekruh saymışlardır. Demişlerdir ki:
Birinci dönüşe "Tavfetün", iki dönüşe "Tav-fetan, üç dönüşe
(dört, beş, altıya, kadar) "Tavafat" ve yedinciye de
"Tavaf" denilir.
Derim ki, onların bu
dedikleri sözler için bir asıl bilmiyoruz. Cahiliyet devrinin ifadeleri
olduğundan kerih saydıkları olsa gerek. Doğru ve makbul olan, şavt ve devir
kelimelerini kullanmakta kerahet olmayıştır.
1000- İbni Abbas'dan (Radıyallahu Anhüma) yapılan
rivayetde şöyle demiştir: "Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem üç Şavt
remel yapmalarını (omuz silkerek tavaf etmelerini) kendilerine emretmiş ve
bütün şavt-larda remel yapmalarını emretmekten de onları sadece üçte karar
kılmaları engellemiştir. "[178]
Ramazanı oruç tuttuk,
Ramazan geldi ve benzeri sözler de, ay murad edildiği zaman, yine mekruh olan
sözlerdendir. Bunun kerahetinde ihtilâf edilmiştir. Öncekilerden bîr kısmı
demiştir ki: Aya izafe edilmeden Ramazan demek (Ramazan ayını oruç tuttum
yerine Ramazanı oruç tuttum demek) mekruhtur.
Bu söz, Hasan Basri ve
Mücahid'den rivayet edilmiştir. Beyhakî demiştir ki, bunlardan yapılan rivayet
zayıftır. Bizim mezheb âlimlerimize göre Ramazan geldi, Ramazan girdi, Ramazan
hazır oldu ve benzeri sözler söylemek mekruhtur. Ancak bunlar söylendiği zaman
ayın kasdedil-miş olması gereklidir. Aya delâlet eden bir ilgi ile
söylenirlerse mekruh olmaz. Meselâ: Mübarek ay Ramazanı oruç tuttum, Ramazanda
kalktım (ibâdet ettim), Ramazanda oruç farz olur ve Ramazan hazır oldu gibi...
İşte âlimlerimiz böyle demişlerdir. Kadılar kadısı Ebu'I-Hasan El-Mâverdî
"EI-Hâvî" kitabında, Ebu Nasri's-Sabbağ" El-Şamil" adlı
kitabında da iki imamımız olarak bunu nakletmişlerdir. Yine bunlardan başka
âlimlerimiz bunu ashabdan mutlak surette nakletmişler ve Beyhakî'nin Sünen'-inde
rivayet ettiğimiz hadisi delil göstermişlerdir.
1001- Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Siz Ramazan demeyin; çünkü Ramazan Allah
Tealâ'mn isimlerinden bir isimdir. Ancak Ramazan ayı deyiniz."
Beynakî bu hadisi
zayıf görmüştür. Zayıf olduğu da meydandadır. Ramazan üzerinde çok eserler
yazılmasına rağmen hiç kimse Ramazan'ın Allah'ın isimlerinden biri olduğunu
söylememiştir. Doğrusu, -Alah bilir-İmam Ebu Abdullah El-Buhârî'nin Sahih'inde
söylediği ve âlimlerden çoklarının ifade ettikleri şu sözdür: Nasıl söylenirse
söylensin, mutlak surette bunun keraheti yoktur. Çünkü kerahet şer'i bir
delille sabit olur. Bunun mekruh olduğuna dair bir hüküm sabit olmamıştır.
Aksine cevazına dair hadisler sabit olmuştur. Bu konuda Buhârî ve Müslim'in
Sahihlerinde sayılmayacak kadar hadisler var'dır. Eğer bunları araştırıp
toplamaya koyulsaydım, umarım ki, bunlar yüzlerce hadisi bulur. Fakat maksad
bir hadisle elde edilmiş olur. Buhârî ve Müslim'in Sahihlerinden rivayet ettiğimiz
bunların hepsi için yeterlidir:
1002- Ebû
Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, Re-sülüllah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ramazan geldiği zaman Cennet'in
kapıları açılır, cehennemdin kapıları kilitlenir ve Şeytanlar bağlanır."
Buhârî ve Müslim'in bazı rivayetlerinde bu hadis şöyledir: "Ramazan
girdiği zaman." Müslim'in bir rivayetinde de: "Ramazan olduğu
zaman" şeklindedir. Buhârî'nin bir hadisinde de: "Ramazanı (bir gün
önceden oruç tutarak) karşılamayın" şeklindedir. Yine Sahih'de şöyle
rivayet vardır: "İslâm beş esas üzerine kurulmuştur. Ramazan orucu
bunlardan biridir." (Bu rivayetlerde izafetle Ramazan ayı diye
buyu-rulmamaktadır.) Bu ifadelerin benzerleri çoktur ve maruftur.
Önceki devir
âlimlerinden nakledilen şu söz de bunlardan biridir: Bakara Sûresi, Duhan
Sûresi, Ankebut Sûresi, Rûm Sûresi, Ahzab Sûresi ve benzen isimleri söyleyerek
sûreleri anmak mekruhtur. İçinde Bakara anılan sûre, içinde Nisa anılan sûre ve
benzeri ifade kullanılarak sureler adlandırılır demişlerdir. Derim ki, bu iddia
Sünnete aykırı olan bir hatadır. Bunların kullanılışı, sayılamayacak kadar çok
yerlerde, hadislerde sabit olmuştur.
Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in şu hadisi bunlardan biridir: "Bakara Sûresinin sonunda
iki âyeti kim bir gecede okursa, bu iki âyet onu (Allah'ın izni ile kötü
akıbetten) korurlar." Bu hadis Sahihayn'da[179]
vardır. Benzerleri sayılamayacak kadar çoktur.
Mutarrif'den (Allah
ona rahmet etsin) nakledilen şu söz de bunlardan bindir: Allah Tealâ Kitabında buyurur, demek
mekruhtur. Ancak Allah Tealâ (Kitabında) buyurmuştur, denilir. Buyurur sözü hal
ve istikbale delâlet eden müzari bir fiil olduğu için bunu kullanmayı mekruh
görmüştür. Allah Tealâ'nın sözü, O'nun kadim (ezeli ve ebedi) olan kelâmıdır.
Derim ki: Bu söz makbul değildir. Bunun kullanılışı çok yönlerle sahih
hadislerde sabit olmuştur. Ben Müslim'in şerhinde buna işaret ettim.
"Âdâbu'I-Kurrâ" kitabında Allah Tealâ söyle buyurmuştur: "Allah
hakkı söyler." (Ahzab/4). Burada Allah müzari fiili ile buyuruyor.)
1003- Ebû
Zer'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurdu: "Aziz ve yüce Allah buyurur: Kim (Allah'ın rızâsına
uygun olarak) iyilik yaparsa, ona on misli sevab
Buhârî'nin:
"Sevdiğinizi
harcamadıkça takvaya eremezsiniz" âyetinin[180]
tefsirinde Ebu Talhâ "Yâ Resûlellah! Allah Tealâ! "Sevdiğiniz
şeylerden harcamadıkça hayra eremezsiniz" diyor." dedi.
[1] Kur'an-ı Kerim, Kaf Süresi; 18
[2] Kur'an-ı Kerim, Fecr Süresi: 14.
[3] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud.
[4] Buharı. Müslim.
[5] Buhârî. Tirmizî.
[6] Buhârî. Müsüm. Muvatta'. Tirmizî.
[7] Buhârî
[8] Muvatta'. Tirmizî. İbni Mâce. (Tirmizî; Hadis
hasendir, sahilidir, demiştir.)
[9] Tirmizî. Nesâî. fbn Mâce {Tirmizî, bu hadis basendir,
sahihdir, demiştir.)
[10] Tirmizî.
[11] Tirmizî. (Tirmizî: Bu hasen hadistir, demiştir.)
[12] Tirmizî. (Tirmizî, bu hasen hadisiir, demiştir.)
[13] Tirmizî.
[14] Tirmizî, İbni Mâce.
[15] Kur'an-ı Kerim, Secde Süresi:16.
[16] Tirmizî (Tirmizî: Bu hadis hasendir, sahihdir,
demiştir.)
[17] Tirmizî.
[18] Kur'an-ı Kerim, Hücürat Sûresi: 12.
[19] Kur'an-ı Kerim, Hümeze Sûresi: 1
[20] Kur'an-ı Kerim, Kakın Sûresi: 11
[21] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud, Tirmizî.
[22] Buhârî. Müslim.
[23] Ebû Dâvud. Müslim. Tirmizî. Nesâî. (Tirmizî, bu hadis
hasendir, sahilidir, demiştir.)
[24] Buhârî. Müslim.
[25] Ebû Dvud. Tirmizî.
[26] Kur'an-ı Kerim, Necm.Süresi: 3
[27] Ebû Dâvud.
[28] Ebû Dâvud.
[29] Tirmizî.
[30] Kur'an-ı Kerim, En'am Süresi: 68.
[31] Kur'an-ı Kerim, KaT Süresİ:18.
[32] Kur'an-ı Kerim, Nûr Süresi: 15
[33] Buhârî
[34] Buhârî. Müslim.
[35] Buhârî. Müslim.
[36] Buhârî.
[37] Kur'an-ı Kerim, Münafikün Süresi:1
[38] Müslim.
[39] Tirmizî. (Tirmizî demiştir ki, bu hadis hasendir.)
[40] Buhâri. Müslim.
[41] Müslim.
[42] Buhârî. Müslim.
[43] Ebû Dâvud.
[44] Ebû Dâvud.
[45] Kur'an-ı Kerim, Hücurat Süresi: 12.
[46] Buhâri. Müslim.
[47] Buhârî. Müslim.
[48] Kur'an-ı Kerim, Hucurât Sûresi: 7
[49] Kur'an-ı Kerim, Âl-i İmrân Sûresi:134
[50] Kur'an-ı Kerim, Şûra Sûresi: 43
[51] Kur'an-ı Kerim, A'raf Sûresi: 199
[52] Müslim.
[53] Kur'an-ı Kerim, Hücurat Süresi: 12
[54] Kur'an-ı Kerim, Hücurat Süresi: 12
[55] Kur'an-ı Kerim, Hücurat Süresi: 6
[56] Kur'an-ı Kerim, Kalem Süresi: 11.
[57] Ebû Dâvud. Tirmizî
[58] Kur'an-ı Kerim, İsrâ Süresi- 36
[59] Müslim.
[60] Kur'an-ı Kerim, Necin Sûresi: 32
[61] Müslim. F.bû Dâvud. İbni Mâcc.
[62] Tirmizî.
Tirmİzî hasen hadistir demiştir.
[63] Kur'an-ı Kerim, Tevbe Sûresi: 79
[64] Kur'an-ı Kerim, Hücurat Sûresi: 11
[65] Kur'an-ı Kerim, Hümeze Sûresi: 1
[66] Müslim.
[67] Müslim. Ebû Dâvud Tirmizî.
[68] Kur'an-ı Kerim, Hac Sûresi: 30.
[69] Kur'an-ı Kerim, İsrâ Sûresi: 36
[70] Buhârî. Müslim.
[71] Kur'an-ı Kerim, Bakara Süresi: 264.
[72] Müslim.
[73] Buharı. Müslim.
[74] Müslim.
[75] Müslim.
[76] Ebû Dâvud. Timıizî. (Tirmizî demiştir ki, bu hadis
hasendir, sahilidir.)
[77] Tirmizî. Ahmed b. Hanbel. Buhârî, el-edebül-müfred.
(Tirmizî demiştir ki, bu hadis basendir).)
[78] Ebû Dâvud
[79] Ebû Dâvud. Tirmizî
[80] Müslim.
[81] Müslim.
[82] Müslim.
[83] Buharı, Müslim.
[84] Buhârî. Müslim.
[85] Buhârî. Müslim.
[86] Müslim.
[87] Müslim.
[88] Kur'an-ı Kerim, Duhâ Sûresi: 9.10.
[89] Kur'an-ı Kerim, En'am Sûresi: 52.
[90] Kur'an-ı Kerim, Kehf Sûresi: 28
[91] Kur'an-ı kerim, Hicr Sûresi: 88.
[92] Müslim
[93] Buharı. Müslim.
[94] Ebu Dâvud
[95] Buhârî, Müslim.
[96] Müslim.
[97] Müslim. Ahmed b.Hanbel
[98] Ebû Dâvud.
[99] Buhârî. Müslim.
[100] Buhârî. Müslim.
[101] Kur'an-ı Kerim, Yunus Sûresi: 88
[102] Kur'an-ı Kerim, Bakara Sûresi: 195
[103] Kur'an-ı Kerim, Bakara Sûresi: 30
[104] Kur'an-ı Kerim, Sâd Sûresi: 26
[105] Kur'an-ı Kerim, Fâtir Sûresi: 39
[106] Buharı. Müslim.
[107] Buhârî. Ebû Dâvud. Nesâî.
[108] Buhârî. Müslim.
[109] Müslim. Muvatta'. Ebû Dâvud.
[110] Ebû Dâvud. Hâkim. Beyhâki.
[111] Buharı. Müslim. Ebû Dâvud.
[112] Kur'an-ı Kerim, Tâha Sûresi: 42
[113] Müslim.
[114] Ebû Dâvud.
[115] Buhârî. Müslim.
[116] Kur'an-ı Kerim, Tevbe Süresi: 113.
[117] Buhârî. Müslim.
[118] Müslim. Ebû Dâvud. Tirnıizî. (Tirmizî demiştir ki, bu
sahih ve lıasen hadistir.)
[119] Kur'an-ı Kerim, Hadîd Sûresi: 4
[120] Ebû Dâvud.
[121] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî.
[122] Buhârî. Müslim. Muvatta', Ebü Dâvud.
[123] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî.
[124] Buhârî. Müslim. Muvatta'. Ebû Dâvud. Tİrmİzî. Nesâî,
El-yevmü velleyletü.
[125] Buhârî. Müslim. Nesâî, El-yevmü velleyletü.
[126] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî. Nesâî.
[127] Ebû Davud.
[128] Müslim. Nesâî.
[129] Ebû Nuaym, el-Hilyetül-Evüyâ.
[130] Buhâri. Müslim.
[131] Kur'an-ı Kerim, Maide: 2
[132] Kur'an-ı Kerim, Kâf Süresi: 18
[133] Ebû Dâvud. Nesâî.
[134] Ebü Dâvud.
[135] Ebû Dâvud. Nesâî.
[136] Kur'an-ı Kerim, Ankebüt Süresi: 46
[137] Kur'an-ı Kerim, Nahl Süresi: 125
[138] Kur'an-ı Kerim, Gafir Süresi: 4
[139] Tirmizî.
[140] Ebû Dâvud. Tirmizî. (Tirmizî demişiir ki, bu hasen
hadistir.)
[141] Müslim. Ahmed b. Hanbel. Ebû Dâvud.
[142] Tirmizî.
[143] Ebû Dâvud. Tirmizî. Buharı. Müslim.
[144] Buharı. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî.
[145] Buhârî. Müslim.
[146] Buhârî. Müslim. Nesâî.
[147] Buhârî. Müslim.
[148] Buhârî.
[149] Ebû Dâvud. Tirmizî. (Tirmizî demiştir ki, bu hasen
hadistir.)
[150] Ebû Dâvud. Nesâî. İbni Mâce.
[151] Kur'an-ı Kerim, Bakara Süresi: 187
[152] Kur'an-ı Kerim, Nisa Süresi: 21
[153] Kur'an-ı Kerim, Bakara Süresi: 238
[154] Tirmizî. (Tirmizî demiştir ki, bu hasen hadistir.)
[155] Tirmizî. İbni Mâce. (Tirmizî demiştir ki, bu hasen
hadistir.)
[156] Kur'an-ı Kerim, İsrâ Sûresi: 23-24
[157] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî.
[158] Ebû Dâvud. Tirmizî. (Tirmizî demiştir ki, bu hasen ve
sahih hadistir.)
[159] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî. Nesâî.
[160] Buhâri. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî.
[161] Buharı. Müslim.
[162] Kur'anı Kerim, İsrâ Süresi: 36
[163] Kur'anı Kerim, Kâf Süresi: 18
[164] Kur'anı Kerim, Fecr Süresi: 14
[165] Müslim. Ebû Dâvud.
Müslim bu hadisi iki yolla rivayet etmiştir. Biri budur. Diğeri de Ebû
Hüreyre anılmaksi-zın Hafs İbni Âsim'ın Peygamberden mürseî olarak
nakleimesidir. Ebû Hiireyre'nin rivayetini isbat edenin sözünü öne
geçirmiştir. Çünkü güvenilir raviyi ilâve etmek makbuldür. Hadis alimlerinden
olan fıkıh ve usul ehlinin sahih ve makbul mezhebi budur. Bir hadis iki yoldan rivayet
edilince, biri mürseî ve diğeri muttasıl olursa (burada olduğu gibi), muttasıl
olan öne alınır ve hadisin sihhatına hükmedilir ve her şeyle ilgili hükümler
için delil gösterilmesi caiz olur. Allah en iyi bilendir.
[166] Müslim.
[167] Ebû Dâvud. Ahmed b. Hanbel.
[168] Ebü Dâvud.
[169] Kur'an-ı Kerim, Fussile! Sûresi: 36
[170] Kur'an-ı Kerim, A'raf Sûresi: 201
[171] Kur'an-ı Kerim, Âl-i İmrân Sûresi: 135-136.
[172] Buharı. Müslim.
[173] Müslim. Ebü Dâvud. Tirmizî. Nesâî.
[174] Buhârî. Müslim.
[175] Müslim. Nesâî.
[176] Müslim.
[177] Müslim.
[178] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tİrmizî. Nesâî.
[179] Buhârî. Müslim.
[180] Kur'an-ı Kerim, Âl-i İmrân Süresi: 92.