YAKINLARININ DİLİNDEN PEYGAMBERİMİZİN AHLÂKI |
Peygamberimiz hiçbir halini insanlardan gizlememiş
ve saklamamıştır. Çünkü, onun her hali Sahabîler için
bir örnek oluşturuyordu. Bunun için Sahabîler, Peygamberimizin her
halini, her hareketini ve sözünü takip ediyor, öğrenerek
zaptetmeye çalışıyorlardı. Bilemedikleri veya tereddüt
ettikleri hususları da bizzat sorarak öğreniyorlardı.
Bundan dolayı, Peygamberimizin bütün hayât safhaları Sahabîlerce
bilinmekteydi. Günümüz Müslümanı her hususta, en
mahrem konulardan, toplumu, devleti ve bütün dünyayı ilgilendiren
meselelere kadar Peygamberimizden bir örnek bulabilir, yol gösteren bir
numune, aydınlatıcı bir ışık görebilir. Peygamberimizin güzel ahlâkını,
insanlarla olan ilişkilerini, onun en yakınlarından ve
kendisini bir gölge gibi takip eden Sahabîlerinden öğrenmekteyiz. Peygamberimizi en iyi tanıyan ve
bilenler; hanımları, hizmetinde bulunan kimseler ve yakın
arkadaşlarıdır. Meselâ, on beş yılı
peygamberlikten önce olmak üzere yirmi beş yılı
Peygamberimizle birlikte geçen onun vefakâr ve fedakâr hanımı
Hz. Hatice'den, özet olarak Peygamberimizin şahsiyet ve karakterini öğrenmekteyiz. Hazret-i Hatice, Peygamberimize ilk olarak
vahiy gelir gelmez hiç tereddüt etmeden inanmış, Peygamberimizin
üzerindeki telaşı görünce de teskin etmiş, merak ve endişesini
gidermişti. Hz. Hatice, Peygamberimizi şöyle teselli
ediyordu: "Allah, seni kat'iyyen utandırmaz. Çünkü sen
akrabalarına iyi davranır, çaresizlerin yardımına koşar,
yoksulu himaye eder, mazlumun elinden tutar, misafirlere ikram eder, hak
yolunda musibete uğrayanları gözetir bir insansın." Dokuz sene Peygamberimizle birlikte hayât geçiren
Hz. Âişe, Hz. Hatice'den sonra Peygamberimizin en çok sevdiği
hanımıydı. Peygamberimizin aile hayâtını ve
şahsi özelliklerinin pek çoğunu Hz. Âişe'den öğreniyoruz.
Hz. Âişe ise, Peygamberimizin ahlâkını şöyle anlatıyor: "Resulullahın (a.s.m) ahlâkı Kur'ân'dı.
Resulullah, şahsı için hiçbir zaman kin tutmaz ve intikam
almazdı. Bir şeye kızarsa, ona, Kur'ân kızdığı
için kızardı. Bir şeyi beğenirse, Kur'ân onu beğendiği
için beğenirdi. "Resulullah iki şeyden birisini
tercih edecek olsa, muhakkak onların en kolay olanını seçerdi.
Şayet o kolay olan şey günah bir şey ise, Resulullah ondan
da insanların en uzak duranı olurdu. "Ne kötü söz söyler, ne de kimseye kötülük
etmek isterdi. Resulullah konuşurken sözleri birbirine ulamaz,
uzatmazdı. Sözü ayıra ayıra söyler, dinleyenlerin gönüllerine
sindirirdi. Bir şey anlatırken de kelimeleri
tane
tane söylerdi. O kadar ki, isteyen onları sayabilir,
ezberleyebilirdi." Küçük yaştan itibaren Peygamberimizin terbiyesi altında
bulunan, peygamberliğinden sonra da her zaman ve her an onunla
birlikte bulunan ve mübarek neslinin devamına vesile olan Hz. Ali
ise Sevgili Peygamberimizin ahlâkî güzelliklerini şöyle sıralıyor: "Peygamber Efendimiz her zaman güler yüzlü,
yumuşak huylu ve engin gönüllü idi. Asla asık suratlı,
katı kalpli, kavgacı, şarlatan, kusur bulucu, dalkavuk ve kıskanç
değildi. "Hoşlanmadığı şeyleri
görmezlikten gelir, kendisinden beklentisi olan kimseleri hayâl kırıklığına
uğratmaz ve onları isteklerinden bütünüyle mahrum etmezdi. "Üç şeyden titizlikle uzak
dururlardı: Ağız kavgası, boşboğazlık
ve faydasız şeyler. Şu üç husustan da titizlikle sakınırlardı:
Hiç kimseyi kötülemezler, kınamazlar ve hiç kimsenin aybı ve
gizli yanlarını öğrenmeye çalışmazlardı. "Sadece faydalı olacaklarını
ümit ettikleri konularda konuşurlardı. Peygamberimiz konuşurken
meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş
konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi.
Kendileri susunca da, konuşma ihtiyacı duyanlar söz alırlardı. "Sahabîler Peygamberimizin
huzurunda konuşurlarken asla ağız dalaşında
bulunmazlardı. İçlerinden birisi Peygamberimizin huzurunda konuşurken
o sözünü bitirinceye kadar hepsi de can kulağıyla konuşulanı
dinlerlerdi. Peygamber Efendimizin katında onların hepsinin sözü,
ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü. "Sahabîlerinin güldüklerine kendileri
de güler, onların hayret ettikleri şeylere kendileri de
hayretlerini ifade ederlerdi. "Huzurlarına gelen gariplerin kaba
saba konuşmaları ile yerli yersiz sorularının yol açtığı
tatsızlıklara sabrederlerdi. Sahabîler ise onların gelip
soru sormalarını çok isterlerdi. "Peygamber Efendimiz, 'İhtiyacının
giderilmesini isteyen birisiyle karşılaştığınız
zaman ona yardımcı olunuz' buyururlardı. "Peygamberimiz ancak yapılan iyiliğe
denk düşen ve fazla dalkavukluğa kaçmayan övgüleri kabul
eder, haddi aşmadığı sürece hiç kimsenin sözünü
kesmezdi. Şayet huzurlarında haddi aşacak şekilde konuşulursa
o zaman ya konuşanı susturmak, ya da meclisten kalkıp
gitmekle ona engel olurlardı." Hz. Hatice'nin ilk kocasından olan oğlu
Hind bin Ebi Hale-ki bu zat aynı zamanda Peygamberimizin üvey oğludurHz.
Hasan'ın isteği üzerine Peygamberimizin üstün vasıflarım
şöylece dile getirmektedir: "Resulullah daima düşünceli idi.
Onun susması konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere hiç
konuşmazdı. Konuşmaya başlarken de, sözü bitirirken
de, Allah'ın adını anardı. Sözleri hak ve doğru
olup, birçok manaları veciz bir şekilde az sözle ifade ederdi.
Konuşurken ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı. Hiç
kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmezdi. En ufak bir nimete
bile saygı gösterir, hiçbir nimeti basit görmezdi. Bir nimeti ne
hoşuna gittiği için över, ne de hoşlanmadığı
için yererdi. "Dünya işleri için kızmazdı.
Fakat bir hak çiğnendiği zaman öyle bir kızardı ki,
o hak yerini buluncaya kadar öfke ve gazabını hiçbir şey,
hiçbir kimse önleyemezdi. Buna karşılık, Resulullah,
kendi şahıslarına ait bir mesele hakkında kimseye kızmaz
ve intikam almayı düşünmez, aksine hilim ve kerem sahibi
olarak, kötülük edene iyilikle mukabele ederdi. "Kızdığı zaman hemen
kızgınlıktan vazgeçer ve kızdığım
belli etmezdi. Neşelendiği, ferahlandığı zaman gözlerini
yumardı. En fazla gülmesi tebessümdü. Gülümserken de mübarek dişleri
parlak inci taneleri gibi görünürdü." Yine dokuz yıl kadar hizmetinde bulunan
Hz. Enes bin Malik de Peygamberimizin bir güzelliğini şöyle açıklamaktadır: "Resulullah, insanların en lütuflu
olanı idi. Soğuk bir günün sabahında bile bir kölenin,
bir cariyenin, bir çocuğun getirdiği su ile abdest alır,
onları geri çevirmezdi. Kendisinden bir şey soranı can
kulağıyla dinler, soru soran ayrılıp gitmedikçe
Resulullah onu terk etmezdi. "Birisi Resulullahın elini musafaha
etmek için tutsa, tutan kimse Peygamberimizin elini bırakmadıkça
Resulullah onun elini bırakmazdı." Peygamberimizin vahiy katibi Zeyd bin Sabit'in
yanına birkaç zat gelerek, "Ey Zeyd, Peygamberin (a.s.m) hal,
hareket ve sözlerinden bize haber verir misiniz?" diye sordular. Zeyd bin Sabit de şöyle anlatmaya başladı: "O Yüce Resulden size ne haber vereyim? Siz eğer onun bütün hal, tavır ve sözlerinden sual ederseniz, o öyle bir denizdir ki, sahili yoktur. Fakat bazı hallerinden size bahsedeyim: "Ben Resul-i Ekremin komşusu idim.
Kendisine bir vahiy geldiği zaman bana birisini gönderirdi. Ben de
huzuruna gider, indirilen vahyi yazardım. Biz huzurlarında dünya
işlerinden bahsetsek, kendisi de bizimle beraber dünya işlerinden
bahsederdi. Biz âhiret işlerinden bahsetsek, bizimle beraber âhiretle
alâkalı meselelerden konuşurdu. Biz yemeğe dair konuşmaya
başlasak, bizimle beraber yemek hususundaki bu sözlere katılırdı." İşte
bütün bunlar, Peygamberimizin (a.s.m) en yakınları olan şahsiyetlerin
onun hakkındaki düşünceleri, müşahedeleridir.
Peygamberimizin her hareketine ve davranışına dikkat ederek
onu rehber almaya çalışan mümtaz zatların kalp ve gönüllerinden
doğan şehadetleridir. |