PEYGAMBERİMİZİN FAKİR VE KİMSESİZLERE MERHAMETİ |
Peygamberimiz hep fakir ve kimsesizlerle birlikte bulunmayı
tercih eder, gönüllerini alırdı. Bir yerde, toplumun farklı
kesimlerinin toplanmış olduklarını görünce, önce
fakirlerin yanına gider, onlarla birlikte otururdu. Abdullah bin Amr bin As anlatıyor: "Bir gün mescitte oturuyordum. Bazı fakir
kimseler bir köşeye toplanmış sohbet ediyorlardı.
Resulullah içeri girdi. Başka bir tarafa yönelmeden doğruca
fakirlerin yanına gitti. Ve onlara, fakir muhacirlere zenginlerden önce
Cenneti müjdeledi. Hepsinin de yüzü güldü. Ben de onlardan birisi
olmadığım için üzüldüm." Peygamberimiz, kendisini, toplumun zayıf ve
kimsesizlerinden üstün görme duygusuna kapılanları da uyarır;
her tabakanın devamlı birbirlerine muhtaç olduklarını
söylerdi. Sa'd bin Ebi Vakkas'ın kendisini fakirlerden üstün
gördüğünü hissedince, onu şöyle ikaz etti: "Sizin elde ettiğiniz başarı ve
bereket fakirlerin emeklerinin eseridir. Siz, varlığınızı
bu fakir insanlara borçlusunuz." Yine Peygamberimiz, toplum içinde, belli bir yeri
bulunmayan biçarelere zayıflıklarından dolayı önem
verilmemesini asla hoş karşılamaz, onların da halini
sorup öğrenmek arzu eder, sonra da ihtiyaçlarını karşılardı. Peygamberimizin Mescidini temizleyen fakir, zenci bir kadın
vardı. Bir gün Resulullah onu göremeyince nerede olduğunu
sordu. Öldüğünü söylediler. Onun ölümüne kimse önem vermemişti. Resulullah, "Bana haber vermeniz gerekmez miydi?"
dedi ve mezarına gitti, iki rekât namaz kıldı. Sonra
şöyle dua etti: "Allah'ım, bu mezarın içini nurla doldur,
benim kıldığım namaz sebebiyle nurlandır." Peygamberimizin Mescidinin bir bölümünde evi barkı
olmayan, fakir Sahabîler kalırdı. Bunlardan bazıları
odun ve su satarak geçimlerini sağlarlar, çok zaman da muhtaç
durumda bulunurlardı. Bu insanlar Peygamberimizin özel talebesiydiler. Gece-gündüz
İslâmı öğrenmek için yaptıkları ilmi çalışmalarla
doluydu. Eğitim ve öğretimleriyle bizzat Peygamberimiz
ilgilenir, okuma-yazma bilen Sahabîleri de onlara öğretmen olarak
tayin ederdi. Suffe Ashabı olarak tanınan
bu Müslümanların eğitimleriyle birlikte geçimleri de
Peygamberimizin üzerinde idi. Peygamberimiz, onları gözü gibi
korur, ihtiyaçlarını görür, yardımda bulunur, yetişmeleri
için her türlü gayreti gösterirdi. Suffelilerin ihtiyaçlarını
görmeden kendisi de rahat edemezdi. Hatta onları kendi ailesinden
ileri düşündüğü bile olurdu. Hazret-i Fatıma en çok sevdiği kızıydı. Onu "kendisinden
bir parça" olarak görüyordu. Fakat Hz. Fatıma zarurî ihtiyaçlarını
bile zor karşılıyor, geçim sıkıntısı
çekiyordu. Öyle ki, un öğütmekten elleri, su taşımaktan
omuzları yaralanmıştı. Bir gün babasının yanına gelerek bir şey söylemek
istedi. Fakat utancından derdini açamadı. Hz. Ali de huzurda
bulunuyordu. Yardımcı oldu: "Ya Resulallah, bazı savaşlardan kadın esirler alınıyor.
Bunlardan birisini bize verseniz de ev işlerinde Fatıma'ya yardım
etse." Peygamberimiz onlara şu cevabı verdi: "Ya Ali, ben henüz Suffelilerin ihtiyaçlarını karşılamış
değilim. Onların ihtiyacını görmeden böyle bir
teklifi nasıl düşünebilirim?" Peygamberimizin güneş gibi engin şefkati, yağmur gibi bol
merhameti sayesinde bu fakir ve zayıf insanlardan öyleleri çıkmıştır
ki, dünyaya ilim ve irfan çiçekleri saçmış, ülkelere adalet
ve eşitlik armağan etmiş, cihat meydanlarında kanlarını
sebil ederek muhtaç gönüllere hidayet nurunu serpmişlerdir. Peygamberimizin ahlâk ve yaşayışını onlardan öğreniyoruz. Tefsiri ve İslâm hukukunu onlardan öğreniyoruz. Saadet Asrının yaşayışım onlardan öğreniyoruz. İslâmın nasıl yaşanması gerektiğini, o yüce dâva uğrunda nasıl fedakârlık yapılacağını onlarda görüyoruz. |