PEYGAMBERİMİZİN KÖLELERE ŞEFKATİ |
Peygamberimizin
şefkat ve merhametinden en çok istifade eden sahipsiz ve kimsesiz
insanların başında köleler geliyordu. İslâm nurunun ilk doğduğu sıralarda başta Bizans
ve İran olmak üzere, Arabistan'da cahiliye âdetleri arasında
kölelik bütün şiddet ve dehşetiyle devam ediyordu. Kabileler arasındaki çarpışmalar, yağmalar dinmeden
aralıksız sürüyordu. Bunun neticesinde düşman tarafın
insanlarıkadın, erkek, çocukesir almıyor, kölelik
ve cariyelik teşvik ediliyor, genişletiliyordu. Hatta her
kabilenin nüfusunun hemen yarısını köle ve cariyeler teşkil
ediyordu. Bunlar en zor işlerde çalıştırılıyor,
hayvandan aşağı görülüyorlardı. Araplar
köleleri hiçbir şekilde hürriyetlerine kavuşturmazlar, azad
etmezlerdi. Köleler ömür boyu esir olarak bırakılırlardı. İşte, Peygamberimizin insanlığa getirdiği en
büyük değişikliklerden birisi de Allah'ın hür olarak
yarattığı kimselerin köle olarak bırakılmalarını
hoş görmemesidir. Böylece bu zavallı insanlar rahat bir nefes almaya başladılar.
Zalim insanların kölesi olmaktan çıkıp, en büyük
hürriyet olan Allah'a kulluk mertebesine erme imkânı buldular. Peygamberimiz, bu insanların hürriyetlerine kavuşmaları
için her türlü çabayı sarf etmiş, bu hususta Ashabını
teşvik etmiş, bilhassa Müslüman olan kölelerin bir an önce
azad edilmeleri için başta Hz. Ebû Bekir olmak üzere zengin
Sahabîleri teşvik etmiştir: "Bir kimse mü'min bir köle azad ederse, Allah o kölenin her azası
karşılığında kendisinin bir azasını
cehennemden azad eder" buyurarak peşin mükâfatı
müjdelemiştir. Sahabîler tarafından bir emir olarak kabul edilen bu teşvik, kısa
zamanda gerek kendi ellerinde bulunan ve gerek müşriklerin zulmü
altında inleyen mü'min kölelerin azad edilmelerini netice vermişti. Hz. Ebû Bekir'in, müşrik efendilerinden satın alarak işkenceden
kurtardığı Müslüman kölelerin sayısı kırkı
bulmuştu. Hz. Bilâl-i Habeşî ve Suheyb bin Sinan gibi meşhur
Sahabîler bunlardan sadece ikisiydi. Peygamberimiz kölelikten kurtulmuş insanları kendi hallerine bırakmaz,
onları himaye eder, ticaret yapmak isteyenlere sermaye temin eder, iş
kurmalarını sağlardı. Bazılarını da
önemli görevlere getirirdi. Bilâl-i Habeşî'ye müezzinlik
vazifesi vermiş, Zeyd bin Harise'yi ordu komutanlığına
getirmiş, Ebû Rafi ve Hz. Sevban'ı kendi yanına alarak
bizzat himaye etmişti. Asırlardır devam eden bu kurumu bir anda tamamen
kaldırmak o zamanın toplum yapısı içinde mümkün değildi.
Her meselede olduğu gibi, bu hususta da Peygamberimiz tedrici, yani
yavaş yavaş benimseterek kabul ettirme prensibine dikkat etmiş,
hiçbir Sahabî-sini, kölesini azad etmesi için zorlamamıştır.
Çünkü onların bazısı toprak sahibi idi, çalıştırmak
için adama ihtiyacı vardı; bir kısmı da yalnızdı,
hizmetçi kullanması gerekiyordu. İşte
Peygamberimiz, bu şekilde kölelerini azad etmeyip çalıştırmak
isteyenlere de sıkı sıkıya tenbihte bulunuyor, köle
ve cariyelerine karşı şefkatli davranmalarını
söylüyor, eziyet ve hakarette bulunmamaları için ikaz ediyordu. En
kısa zamanda da azad etmelerini tavsiye ediyordu: "İhtiyacınız bitene kadar onlar size hizmet etsin.
İhtiyacınız kalmayınca da azad edin" buyuruyordu. Peygamberimiz kölelerin hak ve hukuklarına dikkat edilmesi konusunda o
kadar titiz davranıyordu ki, Hz. Ali'nin rivayetine göre, "Resulullahın
vefatından önce en son sözü 'Namaza dikkat edin namaza' ve 'Elinizin
altında bulunan kölelerinize eziyet etmede Allah'tan korkun' idi." Sahabîlerden birisi gelerek "Ya Resulallah, bir kölenin kaç suçunu
bağışlayayım?" diye sordu. Soru üç defa tekrarlandıktan sonra Peygamberimiz şöyle cevap
verdi: "Günde yetmiş defa affediniz." Peygamberimiz, kölelere hiçbir şekilde eziyet edilmemesini, onlara
hakarette bulunulmamasını, zarurî ihtiyaçlarının
ihmal edilmemesini tavsiye ederdi. Bir
gün Hz. Ebû Zer kölesiyle birlikte yolda gidiyordu. Kendi sırtındaki
elbisesinin aynısı kölesinin sırtında da bulunuyordu.
Bu durum diğer Sahabîlerin dikkatini çekti. Ebû Zer'e şöyle
dediler: "Kölenin sırtındaki elbiseyi alsan, kendininkine eklesen
içli dışlı güzel bir elbise olurdu, ona da başka bir
giyecek verirdin." Bunun üzerine Hz. Ebû Zer onlara Resulullahtan işittiği bir
hadisi hatırlattı. Peygamberimiz şöyle buyuruyordu: "Onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin hizmetinize
vermiştir. Kimin kardeşi elinin altında ise, ona kendi yediğinden
yedirsin, kendi giydiğinden giydirsin. "Gücünün yetmeyeceği bir şeyi ona yüklemesin. Eğer
yüklerse ona yardımcı olsun." Daha
önce köleler efendilerine "sahibim" manasında "rabbi"
veya "rabbeti" derler, efendiler de kölelerine "kölem ve
cariyem" diye hitap ederlerdi. Bu durumu hoş görmeyen
Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Sahipleri kölelerine 'oğlum, kızım' desin, köleler de
efendilerine 'seyyidi' (efendim) desin. Siz hepiniz kulsunuz, Rab ise
ancak Allah'tır." Peygamberimizin bu güzel davranışından ve engin şefkatinden
dolayı hürriyetlerine kavuşan köleler kabile ve ailelerinin
yanına gitmek istemez, Peygamberimizin hizmetinde bulunmayı,
onunla birlikte olmayı tercih ederlerdi. Zeyd bin Harise, azad edildikten sonra Peygamberimizi, babasına ve
amcasına tercih etmiş, Resulullahla birlikte kalmayı arzu
etmişti. Yine bu coşkun şefkati gören müşriklerin köleleri
Peygamberimize gelir, onun merhametinden imdat isterlerdi. Çok kere
Peygamberimiz onların kurtuluş bedellerini verir,
hürriyetlerine kavuştururdu. Peygamberimizin bu merhametinden dolayı o zavallı
insanlar da insan olmanın hazzını tadar, huzur ve rahat
içinde yaşarlardı. |