PEYGAMBERİMİZİN ADALETİ |
Hakka
yönelmek, hakkı lâyık olana vermek, haksızlıktan kaçınmak,
herkese eşit davranmak anlamlarına gelen adalet sıfatı
Peygamberimizde en mükemmel şekilde mevcuttu. Peygamberimiz dünya işlerinden elini çekmiş, hayattan uzak duran
bir insan değildi. O, gençlik yıllarında Mekke'de bulunan
kabilelerle birlikte yaşıyor, peygamber olduktan sonra da çeşitli
kabile ve milletlerle iç içe bulunuyordu. Bu kabileler zaman olmuş,
boğaz boğaza gelmişler, kan dökmüşler, çarpışmışlar,
savaşmışlardı. Bunların birini memnun eden bir
hareket, öbürünü rahatsız ediyordu. İşte Peygamberimiz birbirine düşman kabileler arasında
hak dini yayarken onların kalplerini kazanıyor, aralarında
hak, adalet, insaf ve kardeşlik filizleri yeşertiyordu. Bu uğurda
pekçok zorluklarla karşılaşıyordu. Fakat zerre kadar
olsun, adalet ve insaftan ayrılmıyordu. Arapların nüfuzlu ve zengin olanları, toplum içinde kendilerine
ayrı bir yer ayırır, başkalarına, özellikle
kimsesiz ve fakir kimselere yaptıkları baskıların
kendilerine yapılmasına dayanamazlardı. Mahzumîlerden bir kadın hırsızlık etmişti. Kureyşliler
şerefli bir kabileden olan bu kadının cezalandırılmasını
istemiyorlardı. Üsâme bin Zeyd'i Peygamberimiz çok seviyordu. Onu
kırmayacağını biliyorlardı. Üsame'yi araya
koyarak, Peygamberimizin bu kadına ceza vermemesini ricacı için
gönderdiler. Peygamberimiz, Hz. Üsame'ye şöyle buyurdu: "İsrailoğulları bu gibi taraf tutmaları yüzünden
helak oldular. Bunlar fakirlerine en şiddetli ceza verirken, nüfuzlu
ve zengin olanlarına ceza vermezlerdi." Peygamberimiz, adaleti uygularken din farkı gözetmezdi. Hak sahibi bir
Yahudi de olsa, Müslümandan hakkını alır, ona verirdi. Sahabîlerden Ebû Hadrad, bir Yahudiden bir miktar borç almıştı.
Vade dolmuş, Yahudi de ısrarla parasını istiyordu.
Fakat Ebû Hadrad'ın sırtındaki elbisesinden başka bir
malı yoktu. O sırada Peygamberimiz Hayber Savaşı için
hazırlıkta bulunuyordu. Bu sefer Yahudilerin üzerineydi. Mesele Peygamberimize iletildi. Ebû Hadrad, Yahudiden biraz süre istediyse
de, Yahudi buna razı olmamıştı. Sahabîyi kolundan
tutup Peygamberimizin huzuruna getirdi. Alacağını tahsil
etmesini istedi. Ebû Hadrad, verecek bir şeyinin olmadığını,
Hayber'in fethinden sonra eline ganimet olarak bir şey geçerse
vereceğini söyledi, ancak Yahudi diretiyordu. Sonunda Peygamberimiz
fakir Sahabîsine sırtındaki elbisenin bir kısmını
satarak borcunu ödemesini söyledi. Ebû Hadrad da öyle yaptı. İşte Peygamberimiz Yahudilerin üzerine bir
sefer hazırlığı yaptığı sırada, gözü
gibi koruduğu, evlatlarından daha fazla üzerlerine düştüğü
Sahabîlerinden birine karşı, hak sahibi olduğu için Yahu
dinin hakkını arıyordu. Peygamberimiz hak, hukuk ve adalet konusunda kendisini ayrı tutmaz,
kendisine farklı bir muamele yapılmasını da kabul
etmezdi. Bunun örnekleri Peygamberimizin hayâtında çokça
bulunmakta, bu alanda da en yüksek seviyede bulunduğunu göstermektedir. Ebû Said el-Hudri'nin anlattığına göre, Peygamberimiz bir
seferinde savaşta ele geçen malları Sahabîleri arasında
paylaştırıyordu. Müthiş bir izdiham vardı. Çok
kalabalıktılar. Öyle ki, Sahabîlerden birisi Peygamberimizin sırtına
çıkarcasına üzerine abanmıştı. Peygamberimiz,
elinde bulunan ince hurma çubuğuyla o kişiye işaret ederek
bir tarafa çekilmesini istedi. Çubuğun uç kısmı adamın
yüzüne gelerek birazcık çizdi. Bunun farkında olan
Peygamberimiz elindeki sopayı o kişiye verdi ve, "İşte
yüzüm, gel, sen de benden hakkını al" dedi. Fakat Resulullahı canından fazla seven Sahabî, "Ya
Resulallah, ben hakkımı helâl ediyorum, sizi bağışlıyorum"
dedi ve vazgeçti. Ömrünün son günlerini yaşıyordu. Dünyaya veda etme vakti
gelip çatmıştı. Sahabîleri ile vedalaşmak, helâlleşmek
istedi. Öbür âleme üzerinde bir hak olarak gidemezdi. Sahabileri
topladı ve onlara şöyle konuştu: "Şayet birinize karşı bir hatada bulunmuşsam, maddî
veya manevî olarak kimi incittiysem, malınıza, canınıza
veya şerefinize, herhangi bir biçimde zararım dokunmuşsa
gelsin, benden hakkını alsın, tazminatını vereyim." Son anında, ağır hastalığında dahi adaletin
yerini bulmasını istiyordu. Üzerinde, kimsenin bir hakkının
kalmasını istemiyordu.
|