evazuu

Hz. Ömer’(r.a)den rivayete göre Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Hristiyanların İsa hakkında Allah’ın oğlu dedikleri gibi, beni övgüde, aşırı gitmeyin. Ben ancak Allah’ın kuluyum. Siz de benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisi deyin.”

Hz. Enes (r.a) nakleder: Bir adam Hz. Peygamber (s.a.s.)e: “Ey Efendimiz ve Efendimizin oğlu!” diye hitab edince: “Böyle söylemeyiniz! Şeytan sizi heva ve hevese kaptırmasın. Ben sadece Abdullah’ın oğlu Muhammed ve Allah’ın Rasûluyüm.” diye cevap verdi.[1]

Ev içindeki davranışları da onun ne kadar mütevazı olduğunu gösteriyor. Hz. Aişe’den, ev içinde Peygamberimiz (s.a.s.)’in davranışlarından sorulduğunda şu bilgiyi verdi: “Peygamberimiz (s.a.s.) evine geldiğinde herhangi bir fevkalâdelik ve inziva göstermeden insanlardan herhangi biri gibi tevazu ile davranırdı. Kendi elbisesinin söküğü ile meşgul olur, koyunları eli ile sağar, ailelerine ev işlerinde gerekli olan kısımlarda yardımcı olurdu. Çarşıya pazara gider, bizzat alış veriş yapar ve yükünü kendisi taşırdı. Ashâb-ı Kiram: ‘Müsaade buyurunuz da biz taşıyalım.’ derlerse de: ‘Herkes kendi yükünü kendi taşısın.’ Buyururdu, pabuçlarını kendisi tamir ederdi.” [2]

Merkebe biner, yün elbise giyer, hizmetçinin-kölenin dâvetine katılırdı. Hizmetçilerle ve dul kadınlarla beraber olur, onların ihtiyaçlarını görürdü. Bir-gün huzuruna bir kadın geldi: “Ya Rasûlullâh benim size arz edecek bir ihtiyacım var!” dedi. Bu, yaşlı bir kadındı, belki de bunamıştı. Buna rağmen Peygamberimiz (s.a.s.) her insana verdiği değeri ona da verdi: “Ey kadın, Medine’nin herhangi bir yerinde, nerede istersen geleyim, ihtiyacını söyle, karşılayalım!” dedi. Kadın çıkıp Medine sokaklarından birinde oturdu. Peygamberimiz (s.a.s.) de gidip ihtiyacını öğrendi ve kendisine yardımcı oldu.[3] Enes b. Mâlik (r.a) anlatır: Hz. Peygamber (s.a.s.) bir kere Hacca gitmişler, giderken yolda bir deveye binmişlerdi. Devenin semeri köhne idi. Bu semer üzerine örtülen örtü şayet satılsaydı dört dirhem bile etmezdi. Rasûl-i Ekrem Hazretleri bu kadar tevâzua rağmen yine de: “Allah’ım! Riya ve süm’adan (görsünler, işitsinler diye yapmaktan) uzak tut!” diyordu.[4]

Hz. Câbir (r.a) diyor ki: “Ben hastalanmıştım. Hz. Peygamber (s.a.s.) yürüyerek evimi şereflendirdiler ve benim hâlimi hatırımı sordular.”[5]

Birgün Ashâb-ı Kirâm’dan Abdullah b. Yusr Yarete gelmiş, huzuruna girince titremeye başlamıştı. Bunu gören Peygamberimiz (s.a.s.) o kişiye şöyle dedi: “Arkadaş, titreme! Ben kral değilim, Kureyş’den kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.” [6]

Birgün Ashâb-ı Kirâm’dan Abdullah b. Yusr (r.a), Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’e pişirilmiş koyun eti hediye etmişti. Hz. Peygamber (s.a.s.) yanındaki Müslümanlarla diz çöküp yemeye koyuldu. Derken, çölde göçebe hayatı yaşayan bir bedevî geldi ve “Bu nasıl oturuştur?” diye şaşkınlığını açığa vurmaktan kendini alamadı. Çünkü diz çöküp oturmak, törede âciz ve miskinlerin, yoksulların âdetiydi. Böylece bedevî, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in, yoksullar gibi oturuşuna bir anlam verememişti. Yüksek sezgisiyle bunu anlayan Peygamberimiz (s.a.s.): “Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak, beni kerem sahibi bir kul kıldı, cebbar ve muannit kılmadı.” Buyurdu.[7]


[1] îbn Kesir, Şemâilü’r-Resul, mtc. Naim Erdoğan, istanbul 1938, 87; Tirmizi, Şemail,55.

[2] Tirmizi, Şemail, 57.

[3] İbn Kesir, a.g.e.. 88: Tirmizi. a.g.e.. 55.

[4] Hoca  M.  Raif Efendi,  Muhtasar  Şemâil-i Şerif Tercümesi, 229 vd.

[5] A.g.e., 236.

[6] Abdurrahman Azzam, Resul-i Ekrem’in Örnek Ahlâkı, mtc. Hayreddin Karaman, 61.

[7] Hoca M. Raif Efendi, a.g.e., 103.