ğlayışı

Peygamberimiz (s.a.s.)’in göz pınarları merhamet ve şefkat yaşlarıyla dolu idi. Merhametli oluşunun tabiî neticesi olarak da bazı hâdiseler O’nu ağlatırdı. Yanık bir Kur’ân okunuşu, vecdle ibadet hâli, yoksul bir çocuğun ızdırabı, Müslümanların veya kendisinin küçük yaşta ölen çocukları, beklenmedik felâketler O’nu daima ağlatırdı. Ama O’nun ağlayışı feryâd-ü figân yani sızlanma ve şikâyet değildi.

Şimdi yaşanmış birkaç hâdiseyi sıralayalım: Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’i namaz kılarken gören bir sahâbi, müşahedelerini şöyle anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.)’in huzuruna gelmiştim. Bu esnada namaz kılıyordu. Üzerinde sanki bir ağlama hâli vardı. Bu durum o kadar belirgindi ki, kendisinden çıkan ses, ateş üzerine konmuş çömleğin kaynamasından hasıl olan seda gibiydi. [1]

İbn Abbas Hazretleri şöyle nakleder: Hz. Peygamber (s.a.s.), bir kız çocuğunu kucağına aldı, bir saat kadar böyle kaldı ve kız çocuğu ruhunu Hakk’a teslim etti. Bu sırada Ümmü Eymen yüksek sesle ağlamaya başladı. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), feryât ederek ağlamaktan onu engelleyince: “Ben seni ağlarken görmedim mi ya Rasûlullah! Zaman zaman siz de ağlamıyor musunuz?” dedi. Bu esnada Peygamberimiz (s.a.s.) şu cevabı verdi: “Ey Ümmü Eymen, benim ağlayışım, sabırsızlıktan kaynaklanan feryâd-ü figân tarzında değildir. Ben merhametimden ağlarım. Şüphesiz mü’min her durumda hayr ister, hayr üzeredir. Ruhun kâbzolunuşu, onun için bir hayırdır, bu yüzden Allah’a hamd eder.”[2]

Şârih bu konuda şu açıklamayı getiriyor: “Peygamberimiz (s.a.s.) demek istiyor ki: Ey Ümmü Eymen! Sen ölüye ağlıyorsun, halbuki ölü, durumundan memnundur. Durumundan memnun olana ağlanır mı?”

Hz. Aişe (r.a) naklediyor. “Peygamberimiz (s.a.s.)’in süt kardeşi Osman b. Maz’un Hazretleri ölmüştü. Peygamberimiz (s.a.s.) gelerek süt kardeşini iki gözü arasından öptü. Bu sırada gözlerinden yaşlar dökülüyordu.”[3]

Peygamberimiz (s.a.s.)’in kızı Ümmügülsüm ölmüştü. Cenazesi hazırlandı, toprağa verildikten sonra Peygamberimiz (s.a.s.) kabrin bir kenarına çekilmiş içten içten ağlıyordu.[4]

Peygamberimiz (s.a.s.)’in Mısırlı Mariye’den doğma bir oğlu vardı. Peygamberimiz (s.a.s.) onu çok sevmiş ve yaşadığı sürece babalık şefkatini göstermişti. Yavrucak yaklaşık 18 aylık olunca hastalandı. Hastalığı hızla ağırlaştı. Bu esnada Peygamberimiz (s.a.s.), oğlunu kucağına almış ve son defa bağrına basıp öpmüştü. Gözyaşlarını tutamayarak: “Allah’ın takdiri karşısında elden ne gelir ey İbrahim!” demişti. Nihayet yavrucak, ruhunu teslim etmişti ki sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) gözleri yaşlı şöyle diyordu: “Göz yaşarır, kalb mahzun olur. Biz Allah’ın rızasına uygun olmayan bir söz söylemeyiz. Ey İbrahim, senin ölümün sebebiyle derin bir üzüntü içindeyiz... Bu, Allah’ın bir emri olmasaydı, vade dolmuş bulunmasaydı, sonra gelenler öncekilere kavuşmayacak olsaydı, senin ölümüne daha çok üzülürdük oğlum!”

Gözyaşlarını gören ashâb, Peygamberimiz (s.a.s.)’e, bunun kendilerine yasaklanmış olduğunu hatırlatınca da şöyle buyurdu: “Ben üzülmeyi yasaklamış değilim, bağıra çağıra feryat ederek dövünerek ağlamayı yasakladım. Bende gördüğünüz göz yaşları, kalbteki sevgi ve acımanın eseridir...” [5]


[1] Hoca M. Raif Efendi, Muhtasar Şemâil-i Şerif Tercümesi, 221.

[2] A.g.e., 224,

[3] A.g.e., 224.

[4] A.g.e.., 225.

[5] Bk. Müslim, Fedâil, 62-63.