airlere İlgisi

Mescid-i Nebi’nin yapılışında Peygamberimiz (s.a.s.) de bir işçi olarak çalışıyordu. Kendisine: “Ne olur siz istirahat buyurunuz, kerpiçleri biz taşıyalım ey Allah’ın Rasûlü!” diyenlere: “Siz de başka kerpiç ve taşları taşıyın!” der ve aralıksız taşımaya devam ederdi. Tabi ki, bu durum, Muhacirler ve Ensar için enerji kaynağı idi. Çünkü bu Mescid, yükselişi, ilerlemeyi, cemaatleşmeyi temsil ediyordu; umutlu istikbalden müjdeler sunuyordu. Müslümanların artık, korku ve endişe içinde kırda, mağaralarda, gözden ırak yerlerde namaz kılmaya mecbur kaldıkları günler gerilerde kalmıştı. İşte bu şanlı mabedin yapımını adım adım takip eden Peygamberimiz (s.a.s.), sevinç içinde -Abdullah b. Revâha (r.a)’ya ait olduğu sanılan- şu beyitleri okuyordu: “Ey Rabbimiz! Yüklenip taşıdığımız şu kerpiç yükü, Hayber’in hurma ve üzüm mahsulleriyle dolu yükünden daha hayırlıdır ve daha temizdir. Şüphesiz ki hakikî hayır ve menfaat, âhiret ecir ve sevabıdır. Allah’ım! Sen Ensar’a ve muhacirlere merhamet buyur.”

Benu Temim heyeti Medine’ye geldiler ve Mescid’e giderek -biraz da sert bir üslupla- Hz. Peygamber (s.a.s.)’i evinden çağırdılar. Hz. Peygamber (s.a.s.) bunların kabalığını hoş görerek yanlarına çıktı. Benu Temim, şâir ve hatiplerine izin verilmesini istediler. Hz. Peygamber (s.a.s.) müsaade verdi. Bunun üzerine Benu Temim’e ait şâir ve hatipler kendi kabilelerini öven şiirler söylediler, nutuklar verdiler. Bunlara karşı Hz. Peygamber (s.a.s.)’in emriyle hatip olarak Sabit b. Kays, şair olarak da Hasan b. Sabit ve Kâ’b b. Malik cevap verdiler. Sonunda kafilenin ileri gelenlerinden Akra b. Habis İslâm şair ve hatiplerinin kendi hatip ve şairlerinden üstün olduğunu, onların söylediği sözlerin daha parlak, daha etkili ve daha manâlı olduğunu; ayrıca ifadelerinde bir tatlılık, bir akıcılık bulunduğunu itiraf etti. Böylece Benu Temim heyeti topyekün Müslüman oldular.[1]

Ka’b b. Züheyr câhiliye devrinde ünlü bir şair olarak tanınırdı. Kardeşi Buceyr Müslüman olmuştu. Ancak buna Ka’b’ın canı fena hâlde sıkılmış ve onu hicveden bir şiir yazıp göndermişti. Buceyr bunu Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’e de göstermişti. Kâ’b bu şiirinde Hz. Peygamber (s.a.s.)’e hakaret ediyor, onun hakkında “memur” tabirini kullanıyordu. Araplar bunu, cinlerle ilişki kuranlar hakkında kullanırlardı. O devirde hitabet ve şiir kılıçtan daha keskin iki etkili silâhtı. Ve Kâ’b bu silâhı İslâm’ın aleyhine olarak harekete geçirmiş, esasa müteallik hususlara ve kutsî değerlere saldırmıştı. Hz.Peygamber (s.a.s.) şahsı ile alâkalı hususları bağışlardı, ama ortada kutsî değerlere bir hakaret söz konusu ise hemen harekete geçer ve mütecavize haddini bildirirdi. İşte bu sebeple Peygamberimiz (s.a.s.) Kâ’b b. Züheyr hakkında, gıyabında idam kararı verdi. Nerede bulunursa hemen idam edilecekti. Kardeşi Buceyr, şayet Kâ’b gelip Müslüman olursa bağışlayıp bağışlamayacağını Rasûlullâh (s.a.s.)’tan sordu. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bağışlayacağını öğrenince kardeşine Medine’ye gelip Müslüman olmasını, aksi hâlde durumunun kötüye gideceğini bildirdi. Birgün Peygamberimiz (s.a.s.) Mescid’de sohbet ederken Kâ’b bir bedevî kıyafetiyle huzura girdi, Müslüman oldu ve bey’at verdi. “Sonra da Kâ’b gelip de bey’at etseydi bağışlar mıydınız?” diye sordu. “Evet” cevabını alınca “işte Kâ’b huzurunuzdadır” diyerek kendisini bildirdi. Şair, o sırada irticali olarak bir şiir söyledi. “Peygamber (s.a.s.) dünyayı aydınlatan bir meş’aledir, ışık saçarak etrafı aydınlatan bir nurdur, şerri kesmek üzere gönderilmiş Allah’ın bir kılıcıdır...” mısralarına gelince Peygamberimiz (s.a.s.) son derece hoşlanmış ve memnuniyetinin bir belirtisi olarak sırtındaki bürdeyi (hırkayı) şâire armağan etmişti. Bu sebeple bu şiir ilerde “Kaside-i Bürde” diye şöhret yapmıştır.[2]

Hz. Enes anlatır: Hicretin altıncı yılında Peygamberimiz (s.a.s.) 1400 kişi ile umreye niyetlendi, fakat o yıl Kureyşliler şehre sokmadılar, bu yüzden geri dönüldü. Ertesi yıl aynı kafile umreye gitti. Ashabın şairlerinden Abdullah b. Revâha (r.a) bu sırada şu mânâya gelen şiirini okuyordu: “Ey kâfir soyu! Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in yolundan savulun! Bugün nusret ve zafer bizimdir. Eğer kötülükle önümüze çıkarsanız sizi perişan ederiz ki, başlarınızı bedenlerinizden giderir, size hücumumuz dostu dosta unutturur...” Bu sırada Hz. Ömer (r.a) müdahale ederek: “Burası Harem-i Şeriftir, edep yeridir. Rasûlullâh (s.a.s.)’in huzurunda ve Harem’de şiir söylemen yakışık alır mı?” derse de Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur: “Ey Ömer! İbn Revâha’yı kendi hâline bırak! (Şiir söylemesine engel olma!) Zira İbn Revâha’nın sözlerinin kâfirlere etkisi ok atmanın etkisinden daha kuvvetlidir.”[3]

Cabir b. Semure’nin bildirdiğine göre “Ashâb-ı Kiram, Peygamberimiz (s.a.s.)’in de aralarında olduğu zamanlarda câhiliye devrinde geçen şeylerden söyleşirler, karşılıklı şiir söylerlerdi de Peygamberimiz (s.a.s.) susar veya tebessüm ederdi.”

Şemail ile ilgili eser sahibi Hoca M. Raif Efendi bu şiirlerin muhtevası ile alâkalı iki misâl verir:

Ashâb-ı Kiram’dan biri, câhiliye devri ile alâkalı bir hâdiseyi şiirlerinde şöyle naklediyordu: “Hiç bir kabilenin putu bizim kabilenin putu kadar kendine tapanlara fayda verici olmadı. Zira biz putumuzu süt kurusundan imâl etmiştik. Günün birinde bir kıtlık olmuştu da putu parça parça edip kabile fertlerine taksim ettik. Böylece hem kabile hem de bizim ev halkı kıtlıktan kurtuldu.”

Ashâb’dan bir diğeri de şiir yoluyla câhiliye devrindeki bir hatırasını naklediyor: “Kabile olarak taptığımız putun üstüne bir tilki çıkıp yüzüne gözüne pisledi, hatta putun gözü pislikten kapandı. Ben bu durumdan etkilenip, bu nasıl ilâhlıktır! Tilki gelip üstüne pisliyor da o hiç bir güç gösteremiyor, diye düşündüm, işte bu hâdiseden sonra ben puta tapmaktan vazgeçip Müslüman oldum.”[4]

İşte ashabın, Rasûlullâh (s.a.s.)’in da bulunduğu topluluklarda câhiliye devri ile alâkalı söyledikleri şeyler, câhiliye devri geleneklerini kötüleyen bu kabil şeylerdi. Böylece eskiden önem vererek gittikleri putperestlik an’ane ve şiirlerinin Kur’ân’ın fesahat ve belagatının yanında ne kadar gülünç ve önemsiz olduğunu da anlamış oluyorlardı.

Şerid es Sakafî diyor ki: Bir yere gitmek üzere Rasûlullâh (s.a.s.) bir hayvana binmişti, ben de terkisine binmiştim. Giderken Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Efendimize Umeyye b. Ebi Sait’in şiirlerinden okuyordum. “Allah’ın birliği ve öldükten sonra tekrar dirilme”den bahseden mısraları okudukça Peygamberimiz (s.a.s.) hoş görerek daha da okumamı istiyordu. Bu şekilde yüz beyit okumuştum. Tamamladıktan sonra Peygamberimiz (s.a.s.) “Umeyye, Müslümanlığa yaklaşmış!” buyurdu.[5]

Hz. Aişe (r.a)’den naklolunuyor: Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Mescid-i Nebi’de şair Hassan için yüksekçe bir yer yaptırmıştı, oraya çıkarak Rasûl-i Ekrem Hazretlerinin (s.a.s.) na’tını okurdu. Müşriklerin ehl-i İslâmı hicivlerini reddeder, Müslümanları över, inkârcıları kötülerdi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) buyururlardı ki: “(Cenâb-ı Hakk -müşriklerin ezasını defeyledikçe- Hassan’ı ruhulkudüs ile teyit etsin! Allah ona Müslümanların yanında ve düşmanlara karşı üstün şiir ilhamı versin!)”


[1] Halebi, III, 219; İbn Sa’d, II, 293; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, IX, 31 d.

[2] Ibn Hişam, es-Sire, IV, 146; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, I, 319-321; A. Himmet Berki-Osman Keskioğlu, Hâtemü’l-Enbiyâ Hz. Muhammed ve Hayatı, 348 vd.

[3] Hoca M. Raif Efendi, a.g.e., 181 - 182.

[4] Hoca M. Raif Efendi, a.g.e., 182 - 183.

[5] A.g.e., 178.