ç Barışa Önem Vermesi

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), iç barışa fevkalâde önem vermiş, ihtilâfları anında bastırmaya çalışmış dargınları barıştırmış, kavgaları önlemiştir. Peygamberimiz (s.a.s.)’in bildirdiğine göre Allah en çok sulh olmaya yanaşmayan inatçı hasım kişiye buğzeder.[1] Şu da enteresandır ki, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.): “insanların aralarını bulmak için aslı olmadığı halde bir hayrı söyleyen”in yalancı sayılmayacağını belirtmiştir.[2]

Bu konuyu Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in, iç barışı sağlamak ve insanların arasını ıslah ile alâkalı çalışmalarından bazı misalleri naklederek tamamlayalım:

Müreysî Gazâsı’nda aynı adla anılan kuyu başında, Ensardan bir zat ile Muhacirlerden biri arasında bir münâkaşa çıkmıştı. Her iki taraf da yardımcılar çağırınca iş alevlenmişti. Ortalıkta neredeyse bir kavga çıkacaktı Münafıklar da bu münâkaşayı körüklüyorlar, esasen öteden beri arzu ettikleri bir kavgayı başlatmak istiyorlardı. Peygamberimiz (s.a.s.) hâdiseden haber alır almaz hemen oraya gitmiş ve iki tarafı barıştırmıştı.

Kubalılardan Amr b. Avf oğulları arasında kavga çıkmıştı. Hatta birbirlerine taş atmışlardı. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Hazretleri ashabdan Übeyy b. Kâ’b (r.a) ve Süheyl b. Beyzâ (r.a) gibi bazı zatları da yanına alarak hâdise yerine gitti. Anlaşmazlığı önlemeye ve kavgayı yatıştırmaya çalıştı. Hatta bu sırada namaz vakti girmişti ve Hz. Bilâl (r.a) ezan okumuştu. Biraz beklendiği hâlde Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Hazretleri hâlâ gelmeyince Hz. Bilâl (r.a), Ebu Bekir (r.a)’a hitaben: “Rasûlullâh (s.a.s.) insanların arasını ıslâh ile meşgul, istersen namazı sen kıldırıver..” dedi. O da namaza durdu. Sonra Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) namaza gelip birinci safa durdu. Hz. Ebu Bekir (r.a) geri çekildi ve mihraba Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) geçerek namazı kıldırdı.[3] Görüldüğü gibi Rasûlullâh (s.a.s.), namazın bir süre gecikmesini göze almış, fakat Müslümanlar arasındaki kavgayı sona erdirme çalışmasını terk etmemiştir. Bu işi halletmiş ve sonra namaza gelmiştir. Bu, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Hazretlerinin iç barışa ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

Birgün Hz. Peygamber (s.a.s.), kendi evinin önünde bir alacak davasından hasımların yüksek sesle tartıştıklarını duydu. Borçlu, alacaklıya, alacağının bir kısmını bağışlamasını istiyor; alacaklı ise: “Vallahi bağışlamam!” diye yemin edip duruyordu.

Hz. Peygamber (s.a.s.) derhâl hâdiseye müdahale etti ve neticede alacaklı, alacağının yarısını bağışladı, diğeri de geri kalan yarısını verdi. Böylece kavgaya dönüşme ihtimali olan bir tartışma Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.s.)’in araya girmesiyle derhâl önlenmiş oldu.[4]

Hudeybiye Andlaşmasındaki bir maddeye göre Rasûlullah (s.a.s.), ertesi yıl Mekke’ye ashabıyla gelebilecek ve üç gün içinde Umre ziyaretini yapabilecekti, öyle de yaptı. Umreden dönüşünde önüne çıkan ve “Amcacığım!” diyen Hz. Hamza’nın kızını Medine’ye götürdü. Medine’ye varınca bu kızcağızı eve götürüp onun bakımını üstlenmek hususunda Hz. Ali (r.a), Hz. Ca’fer ve Hz. Zeyd b. Harise (r.a) arasında tartışma çıktı. Hz. Ali: “O, benim amcamın kızıdır!” diyordu. Hz. Ca’fer (r.a) de böyle diyor ve “Ayrıca teyzesi benim nikâhım altındadır!” diye ekliyordu. Zeyd b. Harise (r.a) ise “O benim kardeşimin kızıdır, bana herkesten daha yakındır” diyordu. Hz. Peygamber (s.a.s.) sağlığında Hz. Hamza ile Zeyd’i (r.a) kardeş ilân etmişti.

Hz. Peygamber (s.a.s.) teyzesi nikâhı altında bulunduğu için kız çocuğunun bakımını Hz. Ca’fer (r.a)’e verdi. Ve bu üç zattan her biri hakkında iltifatta bulundu.[5]

Bir defasında her nasılsa Ebu Zerr-i Gıfârî Hazretleri, Bilâl-i Habeşî Hazretlerini: “Kara kadının oğlu!” diye ayıplamıştı. Bu söz Peygamberimiz (s.a.s.)e ulaşınca, Ebu Zerr’i: “Ey Ebu Zerr! Sen onu anasından dolayı ayıplıyorsun öyle mi? Demek ki, sen içinde hâlâ câhiliye ahlâkı kalmış bir kişi imişsin!” diye azarladı. Ebu Zerr (r.a) söylediği o sözden o kadar pişman oldu ki, yanağını yere koyarak: “Bilâl (r.a), ayağıyla yanağıma basmadıkça, yanağımı yerden kaldırmayacağım!” diyerek özür diledi. Hz. Bilâl (r.a), bunu yapmadan da özrünü kabul edeceğini söylemişse de Ebu Zerr Hazretlerinin ısrarı karşısında yanağına basmak zorunda kaldı.[6]


[1]Mansur Ali Nasıf, et—Tacül-Camiu Li’l-Usul Fi Ahâdisi’r-Resul, mtc. Bekir Sadak, III, 138 (Buhâri-Müslim).

[2] Tecrid, VIII, 111/1156.

[3] Tecrid, VIII, 114-115/1157.

[4] Tecrid, VIII, 129/1160.

[5] Tecrid, VIII. 119/1158.

[6] Tecrid, I,-42 vd.