BUDİZM
Budizm’in kurucusu Buda (Guatama, Gotama) ( MÖ.563 - 483 ) Kuzey Hindistan’da
Lumbini koruluğunda doğmuş bir filozoftur. Buda “aydınlanmış” anlamına gelir.
Budizm’ in en güçlü yayılma dönemi Hint Hükümdarlarından Aşoka (MÖ. 273 - 236)
zamanına rastlar. Aşoka zamanında Budizm’ Hindistan,
Seylan,Suriye,Mısır,Makedonya ve Yunanistan’a kadar yayılmıştır. Aşoka’dan
sonrada yeni Krallar Budizm’e girmiş yayılmasını sağlamış hatta Çin,Moğolistan
ve Japonya’nın ileri gelen devlet adamlarının Budizm’e hizmet etmesini
sağlamışlardır.
Budizm’ MS 1.yy Türkistan , 4. yy da Kore , 6.yy da Japonya ve 7.yy da ise
Tibet’te yayılmaya başlamıştır. Günümüzde Güney,Doğu;Güneybatı ve Orta Asya’da
çok sayıda taraftarı olan Budizm’ Avrupa ve Amerika’da da yayılmaya ve taraftar
bulmaya başlamıştır
Budizm’de inancın temeli “ Buda’ya sığınırım, Dhamma’ya (dine,doktrine)
sığınırım, Sangha’ya sığınırım (Rahipler Cemaati,dünyanın en eski bekar rahipler
topluluğu)” cümlesi oluşturur.Bunlardan birini inkar eden kişi budist sayılmaz
ve Budizm’e girmek için yukarıdaki cümleyi söylemek gerekir. Sangha’ya giren
rahip ve rahibeler evlenemezler.
Budizm’ de mabetlere “Vihara” denir. Budistler Karma- Ruhgöçü’ne inanırlar.
Vihara da ayda 2 kez bir araya gelen rahipler yaptıkları hataları itiraf ederek
benliklerini öldürürler. Bazı dinlerde olduğu gibi Budizm’de de bir kurtarıcı
bekleme inancı vardır. Kurtarıcının isma Metteya veya Maitreye’ dir. İnançlarına
göre Metteya tüm dünyayı düzeltmek olarak gelecek ve Buda’ nın tamamlayamadığı
dini tamamlayacaktır.
İbadet Stupa denilen mabetlerde yapılır. Stupalar helezoni yapıda inşa
edilmiştir. İbadet için Stupaya giren Budist önce Buda’nın heykeline saygı
gösterisi yapar; O’na çiçek ve tütsü sunar, Budistler kendi evlerinde de bir
köşede korudukları Buda heykeline tazimde bulunarak,ibadet ederler.
İbadetlerinde klişeleşmiş dua ve söz yoktur.
Budizm’in kutsal ziyaret yerleri ;
Budanın doğum yeri( Lumbin)
Aydınlanma yeri (Bodhi Gaya)
Buda’ nın ilk vaaz verdiği geyik parkı (Sarnarth’da)
Buda’nın öldüğü Uttar_Prades şehri,
Ganj nehri
Budistler Buda’nın vaazlarının Pali - Kanon adlı bir kitapta toplandığına ve 400
yıl kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarıldığına inanırlar. Budizm’in kutsal
kitabı üç sepet anlamına gelen “Tripitaka veya Tipitaka’dır”.Tripitaka da;
Vinaya Pitaka
Sutta Pitaka
Abhidhamma adlı bölümler bulunur.
Bu kitaplarda rahip ve rahibelerle ilgili kurallar, ayin usulleri,
beslenme,giyinme, Buda’nın hayatı,konuşmaları,vaazların yorumu,Budizm’ felsefesi
vb ayrıntılı bir şekilde anlatılır.
Budizm’ başlıca iki büyük mezhebe ayrılır: 1- Hianayana , 2- Mahayana
1 - Hinayana (Küçük Araba)
Kişinin kendisini kurtarmasını esas aldığı için böyle isimlendirilmiştir. Bu
mezhep Seylan ve Güney Asya’da yayılmıştır. Mensupları saf Budizm’e yani Budanın
asıl telkinlerine kendilerinin muhatap olduklarını iddia ederek Mahayana koluna
bağlı olanları sapkınlıkla suçlarlar
2 - Mahayana (
Büyük Araba)
Toplumu bir bütün halinde ele alarak herkesin kurtuluşa ermesini amaç
edinmişlerdir. Onlara göre Budizm’, herkese cevap vermeli, herkesin
ihtiyaçlarını gidermeli, doktrinleri basitleştirerek halkın anlayacağı bir
seviyeye getirilmelidir. Budizm’in bu kolu başka din ve doktrinlerden
yararlanmakta sakınca görmez. Bu mezhebe göre Nirvanayı gerçekleştiren herkes
Buda unvanını alır. Ve ihtiraslarının esiri olarak dünya zevklerinin arkasından
koşmaz. Mahayana mensupları,”hata yapabilirim” diye faaliyetleri askıya almanın
karşısındadır. “Bu yüzden pişmanlık duymaya lüzum yoktur” derler Mahayana’ya
bağlı kişi kendini kurtuluşa hazırlayabilmek için şü hususlara dikkat etmek
zorundadır:
Cömertlik
Olgun manada bilgelik
Budizm’in ahlak kurallarına bağlılık
Meditasyon
Karşılaştığı olumsuzluklara sabır göstermek
Hiç usanmadan sürekli bir gayret içinde olmak
Bu sayılan özellikleriyle Mayayana Budizm’i dünyanın bir çok bölgesinde yayılma
imkanı bulmuş,adeta misyonerli bir hüviyet kazanmıştır
Buda’nın öğretisinin baslıca özelliği; Buda’nın aydınlanma sonucu bulmuş olduğu
gerçekleri birer dogma olarak sunacak yerde aydınlanma yöntemini öğretmeyi ve
böylelikle yöntemi öğrenen kimselerin kendi çabalarıyla bu gerçekleri
kendilerinin bulup yasantısal deneyimle doğrulamalarını öngörmesi, Budalık
yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda’nın yasadığı dönemde Budizm’ bir din, Buda
da bir peygamber değildi.
Şimdiye dek her geliş gidişsimde, İçinde hapis olduğum, Duyularla duvaklan mis
bu evin, Yapıcısını aradım durdum. Ey yapıcı! Simdi seni buldum. Bir daha bana
ev yapmayacaksın, Bütün kirişlerin kirildi, payandaların çöktü. İçimde
Nirvana’nın suskunluğundan başka bir şey kalmadı Tutkuların, isteklerin
biçimlediği yanılgıdan kurtardım kendimi.
Öğretide 4 temel gerçek vardır: Yaşamda ıstırap vardır; ıstırabın bir nedeni
vardır; bu neden yok edilirse ıstırapta yok edilmiş olur; bu nedeni yok etmeyi
sağlayan bir yol, bir yöntem vardır.
Dört okyanusun suyu mu daha çoktur, yoksa sizlerin inleye sızlaya sürdürdüğünüz
bu yolculukta sevdiğiniz istediğiniz şeyleri elde edememek, sevmediğiniz
istemediğiniz şeylerden kaçınamamak, istediğiniz şeylerin istediğiniz gibi
olmaması, istemediğiniz şeylerin istemediğiniz biçimde olması yüzünden
akıttığınız göz yaşları mi daha çoktur? Ananızı, babanızı yitirmek,
kardeşlerinizi, kızınızı yitirmek, malinizi, mülkünüzü yitirmek... Bu uzun
yolculukta tüm bunlara katlandınız ve dört okyanusun suyundan daha çok göz yaşı
akıttınız.
Buda ıstırap için dukkha sözcüğünü kullanıyordu. Anlamı; ıstırap, üzüntü, tasa,
keder, maddesel veya ruhsal sağlıksızlık, uyumsuzluk, tedirginlik, doyumsuzluk,
yetersizlik, sürtüşme, çelişki yani olumsuz ruh durumları... Buda’nın
gözlerimizi açmaya çalıştığı gerçek daha çok ıstıraptan korunmak, kurtulmak için
izlediğimiz tutumdaki yanlışlarımız, yanılgılarımız. Herkes yaşamda Istırabın
olduğunu biliyor, ama yaşamda Tatlı anlar, hoş ve zevkli olan şeyler olduğunu,
haz ve zevkin ıstırabı dengeleyebileceğini düşünüp bu anların beklentisi içinde
ıstıraba katlanabiliyor. Buda’ya göre yanılgı işte burada. Buda kaynağı
dışımızda olan şeylerden elde ettiğimiz haz ve zevkin ıstırabın asil nedeni
olduğunu göstermeye çalışıyordu. Yanılgının dünyanın bu geçiciliğine gözlerimizi
kapamak, geçici olan, kalıcı olmayan şeylere tutunmaya çalışmaktan geldiğini,
dünyayı gerçek böylesiliği, yapısıyla görememekten kaynaklandığını söylüyordu.
“Sevdiğimiz hiç bir şey yok ki, bir gün gelip ya onlar bizden, ya biz onlardan
ayrılmayalım.”
Buda yaşamı gerçek boyutları içinde kavrayabilmemiz için yaşamın birbiriyle
ilgili 3 özelliğinin üzerinde ısrarla duruyordu: Dukkha - Istırap Bir arada
bütünleşmiş, bileşmiş, oluşmuş hiç bir şey değişimden, çözülüp dağılmaktan
kurtulamaz. Yanılgı değişim içinde olan, geçici olan şeylere sanki hiç
değişmeyeceklermiş, sanki kalıcı şeylermiş gibi tutunmaya, sarılmaya
çabalamaktan geçiyor. Oysa elde etmek istediğimiz şeyi elde edene kadar o şey
değişiyor, koşullar değişiyor, bu arada biz kendimiz de değişiyoruz.
Buda’nın amacı dünyayı ne olduğundan daha kötü ne de daha iyi göstermekti. Onu
olduğu gibi iyi ve kötü yanlarıyla, kendimizi hiç bir yanılgıya, yanılsamaya
kaptırmadan bütünlüğü içinde gerçek böylesiliğiyle görmemizi sağlamaya
çalışıyordu. Istırabın dünyayı olduğu gibi içimize sindirememekten, dünyadan
verebileceklerini değil de daha çoğunu beklememizden, istememizden
kaynaklandığını anlatma çabası içindeydi. Kötü olan yaşam değil, ona arsızca
yapışmaya çabalamaktan, ondan verebileceğinden çoğunu istemekten gelen
ıstıraptır. akıp giden yasamla birlikte karşı koymadan, direnmeden akıp
gitmesini öğrenmek, dönüsü olmayan bir akis içinde olduğumuzun, yaşamın tek bir
aninin bile ikinci kez yaşanmasının olanaksızlığını içten içe kavramak, her
saniyenin tadını bilecek biçimde yaşamın sevinçle, kıvançla, coşkuyla
kucaklanmasına yol açabilir.
Mutluluğun ertelenmesinin de, para biriktirir gibi haz ve zevk biriktirmenin de
olanaksızlığı iyice anlaşılabilir. Acaba yaşamda kendimize sığınak
yapabileceğimiz Istırabın güçsüz kaldığı, etkisinin azaldığı bir yer, bir zaman
var mi? Budizm’ olduğunu savunuyor. Bu an ve burası... Hiç bir şeyin öteki
şeylerden ayrı bir kendiliği, ayrı kalıcı bir benliği olamaz. Istırabın asil
nedenini aradığımız, kökenine indiğimiz zaman hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak
biçimde karşımıza çıkan sorumlunun, bir yandan istek ve tutkularımızı besleyip
kışkırtan den Başka birisi olmadığını görüyoruz. “Benim güvenim” ”Benim görevim”
”Benim sorumluluğum” ”Benim başarım” ”Benim param” ”Benim isteklerim” ”Benim
heveslerim” ”Benim öldükten sonra ne olacağım” ”Benim öldükten sonra da var olma
doyumsuzluğumdan gelen sorunlarım” Nedir bu ben?
Buda insan varlığında geçici olmayan değişmeden kalan, dayanıklı bir öz, tözel
bir nitelik olmadığını göstermeye çalışıyordu. Bir gövde doğar, büyür, yaşlanır,
ölür, çözülür, sürekli değişim içindedir. Bir kimse kolunu, bacağını yitirse de
ne azalır, ne de küçülür. Öyleyse insanin gövdesinde olamaz. duygularımızda da
olamaz. Çünkü onlar değişse de gene olduğu gibi kalır. duyu organlarımızdan
gelen algılarımız da olamaz. önceki düşüncelerimiz, kararlarımız, eylemlerimizle
biçim almış eğilimlerimiz de olamaz. ayırt edici bilincimizde de olamaz. Bu beş
kümede toplanan bedensel ve ruhsal varlığımız gövdemiz, duygularımız, duyu
organlarımızdan gelen algılarımız, önceki düşüncelerimiz, kararlarımız ve
eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz, karakter özelliklerimiz, ayırt edici
bilincimizin bir araya gelmiş olmasından da oluşmuş olamaz. Çünkü bunlardan
hiçbirisi i içermiyorsa o zaman besinin bir araya gelmesi de beni oluşturmaz. O
zaman geriye değişmeden kalan tek bir şey kalıyor. Ad... Ben’e verilen özel ad.
Milanda Panha adli kitaptan: Kral Bilge Nagasena’ya seslenmiş: “Ustam kimsin,
adini söyler misin?” “Bana Nagasena diyorlar. Ama bu yalnızca bir ad,
adlandırmaktan, belirtmekten Başka şeye yaramayan, bir deyim, bir sözcük, içinde
bir kimlik, bir benlik yok. Bir ad, bir lakap, bir işaret, yalın bir sözden
Başka bir şey değil. Kral inanmaz ve sorular sorar. “Nagasena bu saçlar midir?”
“Hayır büyük kral” ... “Duygu ve coşkular midir Nagasena?” “Hayır büyük kral”
Nagasena kraldan arabayı tanımlamasını ister. “Tekerlek, dingil, ok, sandık ve
kollar bir arada olunca arabadan söz edilir. Araba yalnızca bir ad,
adlandırmaktan, belirtmekten Başka bir ise yaramayan bir deyimden Başka bir şey
değil.” “Evet kralım. Benim de saçlarım, derim, ... ad ve bedenim, duygularım,
algılarım, geçmiş eylemlerimle biçim almış karakter özelliklerim, ayırt edici
bilincim bir araya gelince Nagasena adi veriliyor. Ama kimlik, benlik söz konusu
olunca burada öyle bir şey yok. Nasıl arabanın beş bölümü bir araya gelince
araba diyorlarsa, beş katışmaç bir araya gelince de bir kimden bir den bir
özneden söz ediliyor. Buda diyor ki: Ne ben’in, ne de ben’e ilişkin kalıcı bir
şeyin varlığından söz edilebilir. Ben, ben olarak gelecekte de var olacağım,
benim sürekli değişmez bir benliğim var, savında bulunmak hatalıdır. Ben
düşüncesini yok etmeli, benlikle kurumlanmak yanılgısını yenmelidir. Buda’nın
görüsüne göre “ben”, insanin hem bedensel hem de ruhsal varlığını oluşturan bu
beş kümenin bir arada ve birlikte, sürekli bir akis, sürekli bir değişim içinde
olusunun ortaya çıkardığı bir görüngü, bir olgu, insani çevresinden ayrı bir
varlık olarak ayırt etme, özerk bir biçimde hareket etme durumundan köklenen bir
yanılgı, bir yanılsamadan Başka bir şey değil. ayırt edici bilinç ise karışıp
dünyayı ben ve ben olmayan diye ikiye bölünce bu ben yanılgısı kendiliğinden
ortaya çıkıyor. Aslında bilincin ayırt etmeden, seçmeden, bölmeden bütünü
kavrama olanağı da var.
Ben’in var olma doyumsuzluğundan kaynaklanan ve ölümün sinirini aştığına
inanılan uzantısına verilen ad’sa ruhtur. Budizm’de Öz varlık yoktur. Buda
ben-ruh yanılgısını sergilemek istiyor. Bir kez ben-ruh yanılgısı oluştu mu
bütün varlığımızı sarıyor, bilincimizin özgürce çalışma etkinliği engelleniyor,
onun bitmez tükenmez istekleri nasıl yaşamı çekilmez bir hale koyuyor,
sorunlarımız yaşamla bile sınırlı kalmıyor, ölümden sonrası ile ilgili sorunlar
da gündeme girdiğinden onlar da kaygı ve üzüntü konusu olmaya başlıyor. Buda
ben’i kurtarmaya değil, bizi ben’den kurtarmaya çalışıyordu. Ölümsüzlüğe erişmek
için tek bir yol olduğunu savunuyordu. Öncesizden sonsuza uzanıp giden varoluş
zincirinin içindeki yerimizi bulmak, evrensel yaşam ırmağının içimizden
aktığının, yaşam gücünün bizim burun deliklerimizde, bizim ciğerlerimizde nefes
alıp verdiğinin bilincine erişmek....
Buda’ya göre varolan her şey nedenselliğin bir sonucu olarak vardır, boşluktan
yokluktan oluşan bir evrende nedenselliğin döngüsüne takılan yokluk varlığa
dönülür, her neden bir sonucu, her etki bir tepkiyi zorlar. Evrenin değişmez
yasası nedensellik (Karma) yasasıdır. Ne başlangıcı ne de sonu olan evrende
egemen olan yalnız doğa yasalarıdır. Buda böylelikle tanrıların görevini
yasalara yüklemiş, tanrıları gereksizleştirmişti. Değil mi ki insanin geleceğini
belirleyen nedenlerin zorladığını sonuçlardır, öyleyse insanin kendi
eylemlerinin sonuçlarından kaçıp kurtulması olanaksızdır. Bir çocuğun anasından
beklediği gibi tanrıların bize sevecenlik göstermelerini, bizi bağışlamalarını
bekleyemeyiz. Eylemlerimizin sonuçlarından kurtulmanın bir yolu varsa, onu ancak
kendi çabamızla kendimiz bulmalıyız.
On iki halkalı kapalı bir zincir olarak temsil edilen nedensellik yasası:
1. Yanılgı yanlış düşüncelere yol açıyor.
2. Bu düşünceler eğilimlere, karakter özelliklerinin biçimlenmesine ortam
hazırlıyor.
3. Buradan da bilinç oluşuyor.
4. Bilincin bentle ben olmayanı ayırt etmesinden özne nesne ikiliği, ad ve beden
ortaya çıkıyor.
5. Bundan altı duyu alanı gelişiyor.
6. Bu altı duyudan dolayı duyularla nesneler karşılaşıyor.
7. Bu karşılaşmadan hoşlanma, hoşlanmama gibi duygular oluşuyor.
8. Bu duygular isteklere, tutkulara dönüşüyor.
9. İstekler, tutkular bağımlılığa, insanin isteklerinin, tutkularının tutsağı
olmasına, bireysel yaşam isteğine yol açıyor.
10. Bundan da oluşuma bağımlılık ortaya çıkıyor.
11. Oluşum doğuşa
12. Doğuşsa ihtiyarlık ve ölüme, ıstıraba, tedirginlik ve umutsuzluğa yol
açıyor. Buradan da gene yanılgı çıkıyor ortaya. Buda’nın yanılgıyı dizinin en
başına koymasının nedeni olasılıkla bu döngüden tek çıkış yolunun bu halka
olmasıyla açıklanabilir.
İstekleri, tutkuları kışkırtan yanılgıdır ana yanılgıyı besleyen de gene
istekler ve tutkulardır. Kökünü yanılgıdan alan düşünceler, karar ve eylemlere
dönüşüyor. Düşüncelerimiz kararlarımızı, kararlarımız Eylemlerimizi belirlerken,
eylemlerimiz de kararlarımızı etkileyip zorluyor. Her düşünce sonrakileri
sınırlıyor. Biz kez tam bir özgürlük içinde bir şey düşünmüş olabileceğimizi
varsaysak bile, ondan sonraki düşüncelerimizde ayni oranda özgür olamayacağımız
açık. Giderek özgürlük alanı kısıtlanıp daralıyor... Şu anda ne olduğumuzu
belirleyen dünkü düşüncelerimizdir.
Bu gün kafamızdan geçen düşüncelerse yarinki yaşamımızı biçimliyor. Yaşamımız
kesinlikle zihnimizin yaratısıdır. Budist metinler dört tür bağımlılıktan söz
ediyorlar.
1. İsteklerden, tutkulardan gelen bağımlılık
2. Yanlış görüşler, kanılardan kaynaklanan bağımlılık
3. Erdemli bir yaşamla ve kurallara tıpatıp uygun davranmakla kurtuluşa
erişilebileceğini sanmaktan gelen bağımlılık
4. Sürekli ve değişmez bir ben’in varlığına inanmaktan gelen bağımlılık
İsteklerimizin tümüne
yakın bir bölümü toplumun yapay olarak yarattığı gereksiz şeyler.
Örneğin toplum bizi zeki bir adam gibi görünmeye isteklendiriyor. Çevremizde
beğenilen bir kimse olmak bize nelere mal oluyor ? Bunun karşılaştırmalı bir
hesabini yapabilmiş olsak, harcadığımız bunca çaba, üzüntü, sıkıntıya
değmeyeceğini anlayacaktık. Başka insanların önüne geçememek, Başka insanlara
üstün olamamaktan gelen ezikliklerin ardında hep ben yanılgısı yatıyor ama bu
ben yanılgısını besleyen de toplumun özendirici etkisi. Bir kere gözümüzü açıp
ta bu koşturmacanın amaçsızlığını, anlamsızlığını görebilsek, bu koşullanmalar,
biçimlenmeler etkisini yitirecek, ve bağımlılık da ortadan kalkacak. O zaman
ıstırap yerini özgürlüğümüzü yeni bastan kazanmış olmaktan gelen aşkın bir
mutluluk duygusuna bırakacak, nedensellik döngüsünden kendimizi kurtarmış, daha
doğrusu döngüyü ters yöne çevirmeyi başarmış olacağız İnsan kendini yanılgıdan
nasıl kurtarır? Bu sekiz basamaklı yolla mümkündür. Yanılgıdan kurtaran bilgiye
çıkarımcı düşünceyle varılamaz. Çünkü bu tür düşüncede özgürlük yoktur. Budizm’
görüsüne göre, bizi yanılgıdan kurtaracak bilgiye ancak sezgiyle erişilebilir.
İnsan yanıldığını, yanilmadigini; aldatılmadığını, aldatılmadığını; sevildiğini,
sevilmediğini ancak sezgiyle anlayabilir. Uyanan kimse karmanın elinde eli kolu
bağlı bir oyuncak olmaktan kendini kurtarmış olur. Koşullanmaya, biçimlenmeye
bütünüyle karşı koyabilecek bir insan yok bu dünyada. Yanında yada karşısında
tutum almakla her zihnini sınırlamış oluyor. Bizi düşündüğümüz gibi düşünmeye,
davrandığımız gibi davranmaya iten ön koşullar, düşünsel yada duygusal
zorunluluklar var. Uyanınca bu zorunluluğu fark etmiş oluyoruz ve zorunluluk
olmaktan çıkıyor. Bu yüzden de karma değiştirilemez bir alın yazısı sayılmaz,
uyanan kimse karmanın bağlarını da koparmış olur. Eylemlerimiz er geç bize geri
döner.
Her eylemin iyi yada kötü sonuçları eninde sonunda eylemi yapana ulaşır. Buda,
kalıcı olan bir yaşamdan öbürüne aktarabileceğimiz, şu gövdemiz içinde saklanan
bir şey olamayacağını anlatmaya çalışmıştı Öyleyse gene doğumla söz edilmek
istenen neydi? Buda’ya göre bir yaşamdan ötekine aktarılan ben yada ruh değil,
yalnızca eylemlerimizin zorladığını nedensel sonuçlardır. Bu senin gövden de
değil, Başka birisinin gövdesi de değil. Ona geçmiş eylemlerin (karma) ürünü
gözüyle bakmak daha doğru olur. Önceki bir yaşamda yaptıklarımın ödülü ya da
cezası da değil. Ben nedensellik zincirinin bir zorunluluğu olarak varım.
Eylemlerin bir sürekliliği var ama ben’in de bilincin de sürekliliği yok.
Buda’nın dilinde doğum ölüm döngüsü, yaşamların önceki yaşamların etkisiyle
biçimlendiğini anlatmaktan öte bir anlam taşımıyordu.
Nirvana, Batı’da genelde anlaşıldığı gibi ölümden sonra değil, burada ve şu anda
gerçekleştirilebilecek bir ruhsal durumdur. İstek ve tutkuların yok olması,
Istırabın etkili olmayacağı bir iç barışa, iç suskunluğa, aşkın bir Mutluluğa
erişmektir. Nirvana’ya erişme isteği de dahil olmak üzere tüm istek ve tutkular
bırakılmadan, olanla, gelenle yetinmekten gelen iyimser bir yetingenlik
kazanılmadan Nirvana gerçekleştirilemez. Nirvana’yı gerçekleştiren kimse bir
yandan da günlük yaşamını normal haliyle sürdürüyor. Eylemlerinin bir takım
nedensel zorunluluklar (karma) yaratmaması da olanaksız elbette. Nirvana’ya
erişen kimselerin tek farkı, bu zorunlulukların dışında kalmayı başarabilmesi.
Eylemlerinde beğenilmek, beğenilmemek gibi bir güdü etkin olmuyor, yaptığı
islerden alkış beklemiyor, basarı ya da kazanç onu fazla sevindirmediği gibi
başarısızlık ya da yitim de fazla üzmüyor. Kuskusuz acı da çekiyor ama bunlara
bilgece katlanmasını, olayların doğal akımına boyun eğmesini de biliyor. Ben’i
aşınca bütünle bütünleşiyor.. Yarinin getireceklerine kaygısız, ben’in
doyumsuzluğundan gelen bütün sorunlara sırtını çevirmiş, şu yaşam nasıl
yaşanmalıysa öyle yaşamaya başlıyor. Özgürlük, coşku, aşkın mutluluk içinde,
akıp gitmekte olan yaşam ırmağı içindeki yerinin bilincine erişiyor.
Buda’nın öğretisi, bir yandan ben’i yokumsarken öbür yandan da bireyciliği en
ileri götürmüş olan öğretidir. İnsanin toplumun kendisine giydirdiği kişiliksiz
kişilikten soyunup gerçek varlığıyla baş başa kalınca gerçeği olduğu gibi
özümleyecek bir yeteneğe sahip olabileceğine inanıyordu. Buda ölümden sonra ne
olduğuyla ilgili sorulara yanıt vermek istemiyordu. Böyle bir soruyla
karşılaşınca ya susuyor, ya da söyle diyordu: Göğsünüze zehirli bir ok saplanmış
olsa, oku çıkartmaya çalışacak yerde, oku atanın kim olduğunu, hangi kasttan,
hangi soydan geldiğini, boyunu boşunu, oku atmaktaki amalini falan mi
araştırmaya kalkardınız? Ben bir şeyi açıklamıyorsam bırakın açıklanmamış olarak
kalsın. Peki neden açıklamıyorum? Çünkü o şeyin açıklanması size hiç bir yarar
sağlamayacaktır da ondan. Çünkü bu sorulara yanıt aramak ne aydınlanmanıza, ne
bağımlılıktan kurtulup özgürlüğünüzü kazanmanıza, iç suskunluğuna, gerçeğe
ermenize, Nirvana’ya erişmenize katkıda bulunabilir. Buda öğretisinde hiç bir
dogma, iç yaşantıyla doğrulanamayacak hiç bir inanç getirmemeye özen
göstermiştir. Varoluş, devingen gücünü nedensellikten alan sürekli bir oluşum,
değişim sürecinden Başka bir şey değildir; varoluşun ardında Durağan bir öz,
tözel bir nitelik yoktur. Budizm’de tözsüz, öz varlıksız bir nedensellik vardır.
Sekiz basamaklı yüce yol
-Tam görüş
-Tam anlayış Bu basamaklar kendimizi de, dünyayı da olduğu gibi, gerçek
böylesiliğiyle görmeyi, adların biçimlerin gizlediği temel gerçeğin, her şeyin
ıstırap, her şeyin oluşum, değişim içinde olduğu, kalıcı bir ben’in, değişmeyen
bir tözün olmadığını anlayışına ulaşmayı amaçlıyor.
-Doğru sözlülük
-Tam davranış Bu basamak, özgür istencinizin ürünü olan, içten geldiği için, hiç
bir amaç gütmeden yapılan davranıştır.
-Doğru yaşam biçimi Yaşamını sağlamakta doğruluktan ayrılmamak, kendine yetecek
olandan çoğunu elde etmeye çalışmamaktır.
-Tam çaba, tam uygulama Her şeyin tam bir özenle, eksiksiz yapılmasıdır. Bir
Budist’in oturması, kalkması bile büyük bir dikkatle yapılmalıdır. Zihnini
bencil düşüncelerden arıtmak sürekli bir uğraş olmalıdır. Zihnin arıtılması,
bencil düşüncelerden ayıklanması dört yüce duygunun yüzeye çıkmasına olacak
sağlar: Sevecenlik, acıma, sevgi, yan tutmama.
-Tam bilinçlilik
-Tam uyanıklık
Bu basamaklar meditasyonla ilgilidir. Meditasyon Batı’da anlaşıldığı gibi derin
derin düşünme değil, düşüncenin aşılmasını, çıkarımcı düşünceden arıtılmış bir
zihinle, salt bilinçli olmayı amaçlayan bir yöntem. Tam bilinçlilik, tüm
duyumların, duyguların, düşüncelerin ruhsal durumların ardında olacak biçimde
bir alicilik, bir uyanıklık durumunu sürdürmektir. Algının kapıları öylesine
temizlensin ki, her algı hiç bir engelle karşılaşmadan bilince ulaşabilsin.
Sözcükler de bilinçle yaşantı arasına giren bir engel oluyor çoğu kez.
Sözcüklerden oluşan düşünceler durmadan bizi, iyi kötü, hoşa giden hoşa gitmeyen
gibi ayrımlar yapmaya, yargılara varmaya kışkırtıyor. Artık dünyayı olduğu gibi
değil, kurgularla, soyutla, soyutlamalarla yani sözcüklerle dünyayı kavrıyoruz.
Gerçeğin sözcüklerle kavramlarla değil, ancak yaşantıyla kavranabileceğini
savunan Budizm’ sözcüklere, kavramlara tutsak olmak yerine onları tam olarak
denetim altına almak istiyor.
Budist meditasyonun özü nefes alıp verdiğinin ayırdında olmakla başlayan yaygın
dikkattir. İnsan nefes alıp verdiğine duyarlı olunca yaşadığının da farkında
oluyor, geleceğe ya da geçmişse değil, kendini şu ana ayarlıyor, şimdide
yaşamaya başlıyor, duyulara daha duyumlu, duygulara daha duyarlı oluyor;
kendinden kopuk, kendinden habersiz yaşamaktan kurtarıyor kendini, yaşamla da
kendiyle de bütünleşiyor. Bu uygulamada yol almış kimse gövdesinde kendi
istencine bağlı olmadan bir nefes alıp verme işleminin sürüp gittiğine duyarlı
olmaya başlıyor. Bu yaşamsal bir yaşantı olarak kendini açığa vuruyor, ve bu
izlenim insanda iç barış, esenlik ve Mutluluğun oluşmasına yol açıyor. Artık
zihindeki karmasa yatışmıstır.
Buda’nın meditasyon yöntemi öyle dalıp gitmeyi kendinden geçmeyi değil, tersine
sürekli uyanıklılığı, sürekli bilinçli kalmayı gerektiriyor. Tam bilinçlilik
gerçekleşince tam uyanıklık kendiliğinden gelir. Burada tüm ikilikler yok olur;
düşünenin düşünceden, bilenin bilinişten, öznenin nesneden kopukluğu diye bir
şey kalmıyor; zihinle yaşantı arasındaki bölüntü kalkıyor. Bütün bu ayrımların
yaşantıyla ayırt edilecek somut bir gerçekliği olmadığını, bunların akıl yoluyla
varılmış çıkarımlar olduğunu fark ediyorsunuz. Size “bu benim, bu da benim
düşüncem” yada “gören benim, bu da gördüğüm şey” diye ayrım yapmanıza olanak
veren şeyin bir gözlemden daha çok, sözcüklerin ve mantığın aracılığıyla elde
edilmiş bir kuramdan Başka bir şey olmadığını anlıyorsunuz.
==============================================================================
Budizm'e Göre Dünya Hayatı
Daha önce de belirttiğimiz gibi Karma inancında insanlar, birbirini takip eden yeni yaşamlardan oluşan hayat çemberinin hiç bitmediğine ve her ölümden sonra mutlaka tekrar dirileceklerine inandıkları için, önlerinde sayısız imkan olduğunu sanmaktadırlar. Dolayısıyla bir insan herhangi bir kötülük yapmaya kalktığında, "bir sonraki hayatımda daha kötü bir hayatla yaşasam bile, bunu sonraki hayatımda telafi edebilirim" diye düşünebilmektedir. Böyle çürük temeller üzerine kurulu bir anlayışın insanları kötülüklerden alıkoyması ise mümkün değildir. Çünkü dünya hayatına bağlılık insanların büyük bir bölümünün önemli bir zaafıdır. Reenkarnasyon gibi batıl bir fikre inanmalarının en önemli sebebi de, bu bağlılıkları ve dünya hayatından hiçbir şekilde vazgeçememeleridir. İnsanların davranışlarını köklü bir şekilde düzelterek, güzel ahlakı yaşamaları ise, ancak bu dünya hayatının gerçek anlamını kavramalarıyla mümkün olur.
Dünya hayatının gerçek yönünü bilen bir insan, kendisini ve tüm evreni var eden, onu koruyan ve esirgeyen Rabbimize kulluk için yaratıldığını, her yaptığından, her konuşmasından ve düşüncesinden Allah'a karşı sorumlu olduğunu ve ölümünden sonra O'na hesap vereceğini bilir. Dünya hayatının yaratılış sebebini Rabbimiz Mülk Suresi'nde şöyle bildirir:
|
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Ayette de görüldüğü gibi Allah insanları denemek için yaşamı yaratmış ve onları dünyaya geçici olarak yerleştirmiştir. Burada karşımıza çıkan olaylarla bizi sınamakta; iman edenlerle inkarcıların ortaya çıkması, inananların kötülüklerden arınması ve cennet ahlakına ulaşması için hayatı devam ettirmektedir. Yani dünya sadece Allah'ın hoşnutluğunu kazanabilmemiz için bir sınanma, bir eğitim yeridir. Allah insanları Kendisine kulluk etmeleri için yarattığını ise şöyle bildirmektedir:
Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız. (Bakara Suresi, 21)
dünyada gösterdiği tavırlarla ebedi hayatında ceza görecek veya mükafata kavuşacaktır. Bu durumda yaşadığımız her saniye, bizleri ya cennete veya cehenneme yaklaştırmaktadır. Allah bu gerçeği kullarına pek çok ayette hatırlatır ve o güne karşı onları uyarır:
Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Haşr Suresi, 18)
Allah'ın azaplandırmasından korku duyan müminler, yalnızca O'na kulluk eder, O'nun emirlerine kayıtsız şartsız uyar, kötülüklerden sakınarak Rabbimizi hoşnut edecek davranışlarda bulunurlar. Bir insanın gerçek anlamda üstün bir ahlaka sahip olmasının, çıkarları ile çatışsa dahi güzel ahlaktan taviz vermemesinin tek yolu, Allah'a karşı güçlü bir sevgi ve bağlılığı olması, O'ndan korkup sakınması ve O'na kullukta kararlı olmasıdır. Aksi takdirde, her insanın kendine ait birtakım güzel ahlak özellikleri olabilir; ancak bunlar ya sayılıdır, ya kısa sürelidir veya bazı koşullara bağlıdır. Budizm'de de insanlara bazı güzel davranışlar tavsiye edilmektedir. Ancak bunların Allah katında bir değeri olmayabilir. Kendisini yoktan var eden Allah'ın apaçık varlığını göz ardı ederek, O'na karşı nankör olan bir insanın, çevresindeki insanlara bazı iyilikler yapmasının ne değeri olabilir? İnsanın yaptığı işlerin değer taşıyabilmesi için Allah'a iman etmesi, yaptığı herşeyi O'nun rızası için yapması, O'nun kadrini gereği gibi takdir etmesi ve Allah'tan korkup sakınması gerekir. İşte bu nedenle müminlerin güzel ahlakları, romantik eğilimlere dayanmaz. İbadetleri Allah'ın ayetlerde de buyurduğu gibi sürekli ve kesintisizdir:
Allah, hidayet
bulanlara hidayeti artırır. Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin katında
sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha hayırlıdır
(Meryem Suresi, 76)
Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur, itaat-kulluk da (din de) sürekli olarak
O'nundur. Böyleyken Allah'tan başkasından mı korkup-sakınıyorsunuz? (Nahl
Suresi, 52)
Mal ve çocuklar,
dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin
katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha
hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)
İnsanlar dünya
hayatının geçici ve aldatıcı süslerine tutkuyla bağlanmaktan sakınmalıdır. Çünkü
ahirette insanların zenginlikleri, güzellikleri ve dünya hayatında sahip
oldukları onlara fayda sağlamayacaktır. Toprağa konacak olan bedenleri
çürüyecek, malları zamanla yok olacaktır. O insanlar da diğer insanlar gibi
sorguya çekilmek için Rabbimizin huzuruna çıkacaktır. Üstelik dünya hayatı çok
kısadır. Şu an 30 yaşında olan bir insana bu yaşına kadar neler yaşadığını
sorsanız, "herşey çok hızlı geçti" diyecektir. İşte bu insan ortalama olarak
bunun gibi bir 30 yıl daha yaşayacaktır. Ve sonra yaşamı bitecektir.
Allah dünyada yaşanan bu sürenin kısalığına pek çok ayette dikkat çekmiş, insanların ahirette bunu açıkça itiraf edeceklerini bildirmiştir:
Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları biraraya toplayacağımız gün... (Yunus Suresi, 45)
Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı. (Rum Suresi, 55)
Öyleyse insanın kısa dünya hayatının geçici süslerine aldanıp, sonsuz ahiret hayatını göz ardı etmesi çok büyük akılsızlık olacaktır. Çünkü insanın Allah'a hesap vereceği gün kesin bir gerçektir. Allah Yunus Suresi'nde şu şekilde buyurur:
Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve Bizim ayetlerimizden habersiz olanlar; işte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir. (Yunus Suresi, 7-8)
Dünya hayatına kanmayan, Allah'ın rızasını ve sonsuz ahiret hayatını tercih edenlere ise Rabbimiz şu şekilde müjde verir:
Kim ahiret ekinini isterse Biz ona kendi ekininde artırmalar yaparız. Kim dünya ekinini isterse ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi yoktur. (Şura Suresi, 20)
Allah dünyada da insanlara nimetlerini vermesine karşın, ayetlerinde sürekli olarak ahiretin nimetlerini istemeyi öğütler. Çünkü onlar daha hayırlı ve daha süreklidirler. (Taha Suresi, 131)
De
ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı?" De ki: "Hakka
ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir,
yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi
hidayete ulaşmayan mı?...
(Yunus Suresi, 35)
...Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan
sonra gelme bir kuşağız...
(Araf Suresi, 173)
Budist eserlerde meditasyon, huzura ulaşmanın ve günlük sıkıntılardan uzaklaşmanın en kolay yolu olarak gösterilir. Oysa bu büyük bir aldatmaca ve göz boyamadır. Meditasyon yaptıkları süre boyunca dünya hayatına dair sıkıntılarını unutan insanlar, meditasyon bittiğinde aynı sıkıntılarla karşı karşıya kalırlar. Üstelik bu sıkıntıları unutmaya çalışmak, belki insanda geçici bir rahatlama sağlayabilir, ama onları yok etmez, geçici beyin uyuşturmanın faydası olmaz. Gerçek huzur ve mutluluğa ulaşmanın tek yolu Allah'a bir ve tek olarak iman etmek, O'nun yazdığı kadere teslim olmaktır. Allah dilemedikçe tek bir yaprağın dahi düşmeyeceğini bilen bir mümin için başına gelen herşey bir denemedir. İnsan 50-60 yıllık hayatı boyunca tüm yaptıkları ve yaşadıklarıyla denenmektedir. Sonsuz ahiret hayatında ise bunların karşılığını en adaletli şekilde alacaktır.
Bugün meditasyon ve
yoga gibi mistik akımlar Batılı toplumlarda rağbet görmektedir. Oysa doğru yolu,
iç huzurunu, vicdani rahatlığı ve mutluluğu elde etmenin yolu, böyle geçici
beyin uyuşturma yöntemleri değil, Allah'a samimi bir kalple iman etmek, O'na
gönülden teslim olmak ve tüm hayatını Allah'ın razı olacağı şekilde geçirmektir.
Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra
sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi
birini yapacak var mı?
(Rum Suresi, 40)
Budist tapınaklarının çevresinde dört bir yana açılarak asılmış ipler üzerinde yüzlerce dua bayrağı görmek mümkündür. Budistlerin batıl inanışlarına göre bu bayraklar üzerinde yazılı olan dualar, rüzgarla etrafa taşınmakta ve böylece daha çok sevap kazanılmaktadır. Bu da diğer Budist inanışlar gibi batıl bir hurafedir. Çünkü Allah'ın varlığını inkar eden Budistler bu duaları kime ve niçin ettiklerini dahi açıklamaktan uzaktırlar. Oysa Allah Kuran'da, sadece bir ve tek İlah olan Rabbimize yapılan duaların kabul olacağını tüm insanlara hatırlatmıştır.
Hak olan çağrı (dua, ibadet) yalnızca O'na (olan)dır. Onların Allah'tan başka
çağırdıkları ise, onlara hiç bir şeyle cevab veremezler...
(Rad Suresi, 14)
Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm... (Bakara Suresi, 186)
...Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? Ya da size bir yararları
veya zararları dokunuyor mu?
"Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk."
(Şuara Suresi, 72-74)
Budistler atalarından kalan gelenekleri eksiksizce uygular ve günlerini
tapınakların etrafında dualar okuyarak, dua silindirleri çevirerek geçirirler.
Ancak yaptıklarını bir kurtuluş yolu olarak gören Budistler gerçekte çok büyük
bir aldanış içindedirler. Çünkü önünde secde ettikleri, tütsüler yakıp dilekte
bulundukları taştan, tahtadan heykellerin onların dualarına cevap vermeleri,
çağrılarını duymaları mümkün değildir.
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyamet-saatinin kopacağı gün, (işte) o
gün, batılda olanlar hüsrana uğrayacaklardır.
(Casiye Suresi, 27)
(Solda)
Budizmin sapkın inanışlarından biri de, Buda adına yapılan mekanlarda düzenlenen
garip törenlerdir. Oysa bu heykeller, insanlara ne bir yarar ne de bir zarar
vermeye güç yetirebilirler.İnsan yapımı bu heykellerden medet ummak kuşkusuz
akıl dışıdır. Ne var ki Budist öğretilerle beyni yıkanmış olan insanlar, bu
kadar açık olan bu mantıksızlığı dahi farkedemeyecek konuma gelmişlerdir.
...Şüphesiz Allah, O, Hak olandır ve şüphesiz O'nun dışında taptıkları
(tanrılar) ise, batıldır...
(Lokman Suresi, 30)
Budizmin batıl inanışları ve törenleri insanları hastalıklı bir ruh haline iter. Bilimden, teknolojiden, sanattan, estetikten kısaca medeniyetten uzak bir yaşam süren Budistler, yaktıkları mum ve kandillerle ibadet ettiklerini sanırlar. Oysa bu, büyük bir aladnıştan ibarettir.
...Kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah'a şirk
koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır...
(Araf Suresi, 33)
Batıl
Budist ritüellerine göre, resimdeki boncuklar kutsal kabul edilir. Budistler,
Buda'ya yaptıkları dualarında (ki bu dualar onlara asla birşey
kazandırmayacaktır) milyonlara varan tekrarlar yaparlar. Allah'ı unutup, O'nun
yarattığı aciz bir kuldan medet uman bu topluluk -sapkın inanışlarından
vazgeçmedikleri sürece- kendilerini çok büyük bir azaba sürüklemektedirler.
... Allah, hakkın ta kendisidir. O'nun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz
batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah, yücedir, büyüktür.
(Hac Suresi, 62)
"Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler.
Dedi ki: "Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz."
(Enbiya Suresi, 53-54)
Teleskopik trompet olarak tanımlanan radong, Budist ritüellerde çok önemli bir
yer tutar. 4.5 metre uzunluğundaki bu çalgı Budist ayinler sırasında kullanılır.
Budist ayinler sırasında kullanılır. Adeta bir törenler, ayinler ve ritüeller
dini haline gelmiş olan Budizm, bu gibi avuntularla insanları hem dünya
hayatında hem de ahirette çok büyük bir kayba uğramaktadır.
İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar
(bunları), Allah'ı sever gibi severler...
(Bakara Suresi, 165)
Rahiplerin Budist halktan farklı olarak uyması gereken çok fazla kural vardır.
Bunların en başında, öğle yemeğinden sonra ertesi güne kadar hiçbir şey yememek,
kesintisiz her akşam meditasyon yapmak gibi uygulamalar gelmektedir. Bunların
tümü hak dinde yeri olmayan ve hiçbir fayda getirmeyen, insanın fıtratına da
aykırı garip ritüellerdir. Oysa Allah kullarına daima kolay olanı emreder.
Rabbimiz ayetlerinde şöyle buyurur:
"Fakat kim verir ve
korkup-sakınırsa, Ve en güzel olanı doğrularsa, Biz de onu kolay olan için
başarılı kılacağız. (Leyl Suresi, 5-7)"
... Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.
(Lokman Suresi, 13)
Binlerce
batıl kuraldan ve törenden oluşan, ahiret inancını tamamen göz ardı eden Budizm,
bu sapkınlığa kapılanlarda büyük tahribat meydana getirmektedir. Budistlerin tüm
batıl uygulamalarının yanısıra samimiyetsizliklerinin önemli bir göstergesi de
uyguladıkları adaletsizliktir. Budizmin yaygın olduğu ülkelerde, halk büyük bir
yokluk ve sıkıntı çekerken, Buda adında inşa edilen putperest tapınaklar için
büyük masraflar yapılmaktadır. Budizmin ahiret inancını reddeden sapkın
görüşleri, insanları ahlaki ve ruhi çöküntüye sürüklemekte, bu da kişilerin dış
dünyadan tamamen kopuk, başkaları için adalet anlayışında olmayacak bir halde
yaşamalarına neden olmaktadır. Böyle karanlık ve kasvetli bir ruh haline sahip
kişilerin, toplumun sorunlarına akılcı çözümler üretemeyeceği, onları aydınlığa
ulaştıramayacağı ise açıktır.
Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere
kulluk ederler ve: "Bunlar Allah katında
bizim şefaatçilerimizdir" derler...
(Yunus Suresi, 18)
Günümüzde Budizm bazı çevreler tarafından güzel ahlakın, yardımlaşmanın ve fedakarlığın yolu olarak görülür. Oysa Budist ülkelerde halkın yaşadıkları, bu propogandanın büyük bir aldatmaca olduğunu ortaya koymaktadır.Nepal'de, Tibet'te, Kamboçya'da ve diğer Budist ülkelerdeki halkın sefalet içinde yaşıyor olması, böyle bir yardımlaşma ve fedakarlığın uygulanmadığını açıkça göstermektedir. Nepal, Budizm'in en güçlü olduğu ülkelerin başında gelmektedir. Ancak Nepal halkı çok büyük bir fakirlik içindedir. Örneğin Nepal'in Himalaya eteklerindeki Mustang bölgesinde insanlar çamurdan yapılmış, izbe, toprak evlerde yaşamaktadırlar.
========================================