Hindistan, Sultan
Gazneli Mahmud'un[1] fethi ile müslümanîarin
şline geçmiş ve onlar tarafından idare edilmeye başlanmıştı. îslamın hoşgörüsü,
Hindistan'daki İslâmi idareyi, Hintlileri dinlerinde serbest bırakmaya
sevketiniştir. Hindistan'da hakim olan. din «Budizm»[2] ve
«Brahmanizm»[3] idi. Brahmanizmin
mensupları, diğerlerine mshetîe daha çoktur.
İslâm, bu dini kabul
etmeyen Hintlilere dolaylı olarak tesir etmiştir. Bu sebeple Hindular
arasından, İslâmiyet ile Hinduizmi birleştirmeye çalışanlar da çıkmıştır.
Meselâ: M. 1538 yılında ölen “Tanaka» Islâmla Hinduizm'in karışımı sayılan bir
din icadetmiştir. Bu dini, Kuzey. Hindistanm dağlık bölgelerinde yaşayan
insanlar kabul etmiştir.
Goldzhier «El-Akide ve
Eş-Şeria» adlı kitabında, bu din hakkında şöyle der: «Kanaatımızca, bu iki
dini birbirine yaklaştıran ve bunları bağdaştıran en önemli unsur, İslâm
tasavvufçulannın inandıkları «Vahdet-i vücud» teorisini benimseyerek pulculuğu
silmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalardır.»
islâm dini bu
putperest dinlere tesir ettiği gibi, islâm'ı yeni kabul etmiş olan bazı
müslümanlar da putperestliğe ait bir kısım düşüncelerden etkilenmişlerdi. Daha
başka bir ifadeyle, İslâm'ı kabul ettiği halde, onun esaslarının tamamı henüz
kalbinde yerleşmemiş olan bir kısım insanların kafalarını eski düşüncelerin
işgal etmesi tabii idi
ingilizler,
Hindistan'ı işgal ettiği halde, onun tamamına hakim olamayan İslâm idaresinin
yerine kendi idari sistemlerini yerleştirdiler. Bu sebeple, bu ülkeye
Hristiyan Avrupa kültürü girmeye başladı. Her nekadar bazı Hintliler,
Hristiyan oldu iseler de, bunların sayılan, iki büyük gurubu teşkil eden
Müslüman ve Hindular kadar değildi. Ayrıca İslâm ve Hinduizm'in karışımı
şeklinde meydana çıkan «Sıkh» dinine mensup olanlar da mevcuttu.
Avrupa kültürü,
müslüman olan bu insanların kalblerine girmeye başladı. Zaten bunların
bazılarının kafalarında Hinduizm'in kaİıritüan mevcuttu. Bazıları ise,
hernekadar İslâm'ı kabul etmişlerse de, bunlar tam bir teslimiyetle İslâm'a
boyun eğmiş kimseler değillerdi. Bunlar, Allah Tealâ'nın, Kur'an-ı Kerim'de
bizlere bildirdiği şu bedevi Araplara benziyorlardı: «Bedeviler, «iman ettik»
derler. Sen onlara şöyle de: Hayır, iman etmediniz. Siz ancak «müslüman olduk»
deyin. Çünkü iman, henüz kalbinize girmemiştir.»[4]
İslâmi esaslar,
kalblerine tam olarak yerleşmemiş olan bu zayıf imanlı müslümanlann
kalblerinde, Hristiyanlıkla kanşık olan Avrupa kültür ve medeniyeti büyük bir
yer işgal etmeye başladı.
Avrupa kültür ve
medeniyetini, bu eski ülkeye götüren İngilizler, bu kültürün tesirinde kalan
müslümanlan seçiyor, kendilerine yaklaştırıyor ve bunları müslümanlar adına
idareci seçiyorlardı. Bu gibi insanlar, o ülkelerde müslümanlan temsil
ediyorlardı.
İşte bu sebeble,
Hindistanda bir kısım sapık guruplar ortaya çıktı.Sayıda az olmalarına rağmen,
bu gurupların en güçlüsü ve en çok faaliyette bulunanı «Kadyanîlik»tir.
İslâm'a maiedüen bu
gurubun kurucusu Milâdî 26 Mayıs 1908 de ölen Mirza Gulam Ahmed el-Kadyanî'dir.
Bu kişi, Lahor şehrinden, yaklaşık altmış mil uzakta bulunan «Çadiyan» da doğmuş ve Ölümünde de oraya defnedilmiştir.
Mezarının üstünde «Mirza Gulam Ahmed el-Mev'ud» yani, vaadedilen Mirza Gulam
Ahmed, yazılıdır. Bunun mânası şudur: «Şeriatı ihya edeceği ve kıyamet gününde
insanları kabul ettireceği vaadedilen mehdi» yani, insanları cennetle
müjdeleyen.
Gulam Ahmed, Keşmir'in
yakınında bulunan «Serencar» denilen yerde, velilerden biri olduğunu iddia
ettiği «Yusuf Asaf» isminde birinin kabrini bulduktan sonra, Hindli
müslümanlar arasında nüfuzunu yaymaya başladı.
Guîam Ahmed, bu
mezarın Hz. İsa'ya ait olduğunu iddia etti. Ve Hz. İsa'nın, başka birisine
benzetilmesi üzerine asılmaktan kurtulduğunu ve Yahudilerden kaçarak oraya
geldiğini, ölünceye kadar orada kaldığım ve oraya defnedildiğini söyledi.
Gulam Ahmed,
iddialarını tarihi olaylarla ispata çalıştı. Buradaki iddiasında, Kur'an-ı
Kerim'in ifade ettiği bir gerçeği de dolayısiyle kabullenmiş oldu ki, o da;
Yahudilerin, Hz. İsa'nın göklere çıkarılmalarıdır. Gulam Ahmed, bu iddiası ile
Hz. isa'nın göklere çıkaramadığını,, yeryüzünde oraya defnedildiğini ortaya
atmış oluyor.
Böylece Gulam Ahmed,
Allah Tealâ'nın : «Bilakis, Aîlahı onu kendi katma yükseltti.»[5]
«Seni, katıma yükseltecek benim.»[6]
buyurduğu âyetlerin zahirine dayanan tslâm âlimlerinin çoğunluğuna karşı
çıkmış oluyor. Zira bu konuda çok az sayıda âlim, Hz. İsa'nın bedenen değil,
ruhen semaya çıktığını söylemiştir.
Bizce Gulam Ahmed'in
ilk icad ettiği görüş : «Hz. İsa'nın, bedenen değil, ruhen göğe çıkarıldığı,
cesedinin ise yeryüzünde defnedildiği ve defnedildiği yerin de kendisi
tarafından keşfedildiği» görüşüdür.
Guîam Ahmed, bu keşfi
yaptığını iddia ettikten sonra, yeni bir mezhebe davet etmeye başladı. Gulam,
Hicri 14. yüzyılın başında, dini yenileyen biri olduğunu iddia etti. Bu
hususta, Resulullah'm şu hadisini delil göstermeye çalıştı, «Şüphesiz ki, Allah
bu ümmete, her yüzyılın başında, dinini yeniden güçlendirecek birini
gönderecektir.»[7]
Gulam "Ahmed, son
yüzyılın mücscldidmin, kendisi olduğunu sanıyordu.
Gulam Ahmed, şu iddialarda
bulundu:
1) Hz, İsa'nm kabrini o keşfetmiştir. Bu kabri
bulması sebebiyle, Hz. Îsa'nm ruhu ve kuvveti ona girmiştir. Âhir zamanda
çıkması beklenen Mehdi, kendisidir. Gulam Ahmed, Hz. İsa'nın ruhu ila ve
Mehdilikîe dinî yenilemektedir, onda reform yapmaktadır. Söylediği herşey
doğrudur. Kimsenin bunları inkâra hakkı yoktur. Çünkü o, Allah'dan alarak
konuşmaktadır.
2) Gulam Ahmed, Mehdi olmakla yetinmez, ilâhın
da kendisine girdiğini iddia eder.[8]
Gulam'in bu iddiası,
Hz. İsa'nın gücünün kendisine girdiği iddiası ile bir paralellik içindedir.
Gulam bu düşünceyi Hristiyanların inancından almıştır. Bugünkü Hristiyanlar,
insanlıkla ilahlığın, Hz. îsa'-da birleştiğine inanırlar.
3) Gulam,
göstermiş olduğu mucizelerin, görüşlerini ispat ettiğini iddia etmiştir. Hicri
1312, Milâdi 1894 de hem güneş hem de ay tutulmuştu. Gulam Ahmed, ay ve güneşin
kendisi tarafından ve yine kendisi için tutulduklarını ve bu tutulmaların,
kendisinin iddia ve peygamberliğim ispat eden mucizeler olduğunu iddia etti.
Gulam'ın bir kitabında
şu ifadeler vardır: «Onun için aydınlatan ay tutuldu. Benim için ise,
aydınlatan ay ve güneş tutuldu.» Gulam'a tâbi olan bazı taraftarları bu metni
şöyle izah ettiler: Mânâ açıktır. Sadece ayın tutulması Hz. Muhainmed'in
doğruluğuna delil olur da, hem ayın hem de güneşin tutulmasından sonra benim
doğruluğum nasıl inkâr edilebilir?[9]
4) Gulam
Ahmed, Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu iddia eder.
Kendisinin peygamber oluşunun, Hz. Muhammed (S.A.V.)'in «son peygamber»
oluşuyla çelişmediğini söyler. Çünkü
Gulam, «Peygamberlerin Sonuncusu» mânâsına olan «Hâtemunnebiyyîn» ifadesini şu
şekilde yorumlar: «Ondan sonra gelen her peygamber, onun mührü ve kabul
etmesiyle gelir. Ve onun şeriatını diriltir ve yeniler.»
Gulam Ahmed, «Hakikatül
Vahy» adlı kitabında şöyle der: «O, (Hz. Muhammed (S.A.V.), peygamberlerin
hatemîdir.. Yani", mühür sahibi, sadece odur. Herhangi bir kimseye vahiy,
ancak onun mühürü sayesinde nasibolur, Rab'le konuşma ve Rabbe muhatap olma kapısı,
onun ümmetinin önünde kıyamete kadar kapanmayacaktır. Bugün mührün sahibi
sadece O'dur. Muhammed (S.A.V.) ümmetinden başkasına nasibolmayacak olan
peygamberliği, sadece onun mührü kazandırır.»[10]
Gulam, «Talim» adlı
kitabında da, şunları söyler: «înanç
bakımından, Allah'ın sizlerden istediği şeyler; Allah'ın birliğine,
Muhammed'in, Allah'ın peygamberi ve peygamberlerin sonuncusu ve en üstünü
olduğuna, ondan sonra peygamber gelmeyeceğine ve ancak ona tâbi olmak suretiyle
Muhammedlik kisvesini giyenin, ondan sonra peygamber olabileceğine
inanmanızdır. Çünkü hizmetçi, hizmet edilene ters davranmış olmaz. Asıldan
meydana gelen fer', asıldan ayrılmış sayılmaz.[11]
Gulam, diğer bir
yazısında şöylo der: «Eğer Muhammed ümmetinden olmasaydım ve O'nun yolunda
yürürneseydim, yaptığım iyi ameller
dünyadaki bütün dağların ağırlığında da olsa, yine de Allah ile konuşma
şerefine erişemezdim. Çünkü, Hz. Huhammed'in peygamberliğinin haricindeki
bütün peygamberlikler kesilmiştir. Hz. Muhammed (S.A.V,)'den sonra, artık
şeriat getiren bir peygamber gelmeyecektir. Fakat, şeriat getirmeyen
peygamberin gelmesi mümkündür. Ancak
herşeyden önce, böyle bir kişinin, Muhammed (S.A.V.)'in ümmetinden olması gerekmektedir.»[12]
Görüldüğü gibi Gulam,
bu sözlerinde, peygamber olduğunu, ay ve güneşin tutulmalarının, bunun mucizesi
olduğunu, kendisinin, bunların tutulacağını önceden haber verdiğini «Hatemül
enbiya» sözünün, kendisinin peygamber olmasıyla çelişmediğini iddia ediyor.
Çünkü o, «Hatem» kelimesini «son» manâsında almıyor. «Ondan sonra gelecek peygamberlerin,
ancak onun mührüyle gelebilecekleri, yani, onun şeriatını ayakta tutmak
şartıyla gelebilecekleri» mânâsında yorumluyor.
Gulam'ın davet ettiği
mezhebin zamanla değiştiği anlaşılıyor. Gulam, önce Hz. îsa'nm ruhunun
kendisine intikal ettiğini ve Allah'ın, kendisine girdiğini iddia ederken, daha
sonra Hz. Muhammed'in peygamberliğinin gölgesi altında peygamberlik iddiasıyla
yetinmiştir. Mucizeleri ise, anlattığımız hususlardır. Bu hususlar, ay ve
güneşin tutulmasıdır. Bugün artık astronomi çok ilerlemiştir. Rasathanelerde
çalışan bilginlerin, aylar öncesinden güneş ve ayın tutulacağını haber
verdiklerini görmekteyiz. Onun devrinde de maddi ilimler, ileri durumdaydı.
Verdiği haberlerin doğru çıktığı kabul edilse dahi, bunlarda mucizelik sıfatı
yoktur. Çünkü, mucize demek “karşı çıkanları susturan olay» demektir. Burada,
başkalarının âciz kalması söz konusu olmadığı için, mucize de söz konusu
değildir.
Bütün bunlardan şu
neticeye varırız: Kadyaniîik mezhebinin kurucusunun son dönemlerindeki iddiaları
şunlardı: Gulam Ahrned peygamberdir. Allah ile konuşur. Hz, Muhammed'in
şeriatını izah eder, onu yeniler ve onunla amel eder. Kendi inancına göre;
Hicrî 14. yüzyılın başında, bu reformu yapmak için gönderilmiştir.
Gulam Ahmed'in, yorum
ve izahlarından.bazıları şunlardır:
1) Kur'an-ı
Kerim'in övdüğü dinlere sahibolanlar, günümüzdeki dinlere sahibolanlardır.
Kur'an-ı Kerim, Yahudiliği ve Hristiyanlığı iyi olarak zikretmiştir. Bugün,
Yahudi veya Hristiyan admı taşıyanlar da, bu sıfata dahildir.
Gulam Ahmed, bu
noktadan hareket ederek, İngiliz yanlısı olmuş ve İngilizlerin, Hindistanda
iyilikleri bulunduğunu, Islâmın, bunlara itaat etmeyi emrettiğini iddia
etmişür.
Gulam, şöyle der:
«İnsanlara defalarca açıkladığım inancım şudur : îslam, iki temel esasa
dayalıdır. Birincisi; Allah Tealâ'ya itaat etmemizdir. İkincisi ise; güvenliği
sağlayan, canlarımızı, mütecavizlerden koruyan hükümetlere karşı
çıkmamamızdır. Bu hükümet, şu anda burda bulunan İngiliz hükümeti olsa dahi...»
Gulam, başka bir
yazısında da şöyle der: Müminlerin kendilerini değiştirmedikçe, bunlara karşı
nankörlük etmeleri haramdır. Herhangi bir mümin erkek veya kadının ırzını ve
malını koruyan, ailesini ve çocuklarını himaye eden, iyilikte bulunmayı
yaygınlaştıran, üzüntüleri gideren ve iyilikler icadeden bir hükümdara karşı
isyan etmesi asla doğru olamaz. Ey fetva isteyenler! Fetva alın. llimsiz fetva
veren âlimlerin görüşlerini kabul etmeyin. Onlar sapıyor ve saptırıyorlar.»[13]
2) Gulam
Ahmed, gayesi sona erdiği için, cihadın kalktığını, din hususunda fitne
kalmadığına göre, cihada da lüzum kalmadığını iddia eder. Kendisinin bir
savaşçı veya savaşa davet eden olmadığım beyan eder ve söyle der: «Ben
kendimi, insanların, Kureyş kabilesinir
Haşimi kolundan ve
Fatıme'nin oğullarından gelmesini bekledikleri, kan döken ve yeryüzünü kanla
dolduracak olan bir mehdi saymıyorum. Bu husustaki hadislerin doğruluğunu da
kabul etmiyorum. Bu hadisler, uydurma hadis yığınından başka birşey değildir.
Evet, ben kendimin,
Hz. İsa gibi mütevazı bir hayatla yaşayan ve geleceği vaad edilen İsa olduğunu
iddia ediyorum. Ben, savaşmaktan ve savaştan uzağım. Azamet sahibi olan
Allah'ın yüzünden perdeyi sulh ve okşama yoluyla açanım. Bu yüz, birçok ümmete
kapalı kalmıştır. Benim prensiplerim, inancım ve talimatlarım, savaşma ve saldırma
damgası taşımamaktadır. Şuna kesin kanaatim var ki, bana tâbi olanların sayısı
arttıkça, var olduğu zannedilen cihadın devam ettiğini söyleyenler azalacaktır.
Çünkü bana, İsa ve Mehdi olarak iman etmek, cih'adı terketmek demektir.»[14]
Gulam, başka bir
sözünde de şöyle der: «Bugün kâfirlerden kim, dine davet edene karşı kılıç
çekiyor’ müslümanları dininden alıkoyuyor? Kim, müslümanlann, camilerde okunan
ezanlarına engel oluyor?
Eğer İsa, güvenliğin
hakim olduğu bu gibi günlerde ortaya çıkar da bu güvenliği hafife alır ve
sebepsiz olarak, sadece din için kılıca başvurursa, Allah'a yemin ederim ki,
böyle biri yalancı ve düzenbazın ta kendisidir. O, doğru söyleyen İsa olamaz
asla. Kılıç ve değnek kalblere iman sokamaz. Sahih-i Buhari'de, geleceği
vaadedilen İsa'nın sıfatlarını belirleyen şu hadis mevcuttur:«O, savaşı bırakacaktır.»[15]
Yani; «Vaadolunan İsa, savaşmak için gönderilmemiştir.» demektir.
Bu mesele hayreti
muciptir, çünkü sizler bir yandan «Kur'an-ı Kerim'den sonra en doğru kitap
Buhari'dir.» dersiniz, diğer yandan, Buhari ile açıkça çelişen kitaplardaki
hadisleri kabul edersiniz. Halbuki, buna benzeyen binlerce kitabı kabul
etmemeniz gerekirdi. Çünkü bunlar sadece Buhariye değil, Kur'an-ı Kerim'e bile
açıkça ters düşmektedir.»[16]
3) Gulam
Ahmed, kendisine tâbi olmayan müslümanların, onu yalanlamadıkça ve kâfir
saymadıkça, kâfir olmayacaklarını,
şayet onu yalanlar vo kâfir olduğunu ilân ederlerse, kendilerinin de
kâfir olacaklarım söyler.
Gulanı Ahmed, kendi
görüşleri karşısında insanları üç gurupta mütalâa eder.
a)
Söylediklerine inanan ve kendisine tâbi olanlar. Gulanı'a göre, üstün
derecelere ulaşanlar, işte bu zümreden olanlardır.
b) Kendisini
yalanladıkları ve kendisine kâfir deyip demedikleri belli olmayanlar.
Gulam, bunlar hakkında
şöyle der: «Anlatılması gereken bir hususta şudur: Yalanlayanların kâfirliğine
hüküm vermek, şeriat getiren peygamberlerin işidir. Bu gibi peygamberlerden
olmayan ve kendilerine ilham gelen veya peygamberlerin sözlerini nakleden zatların
dereceleri ve Allah katındaki mevkileri ne kadar yüce olursa olsun, Allah
Teaîâ onlara, ne kadar kendisi ile konuşma lütfunda bulunursa bulunsun,
bunları inkâr etmek, kimseyi kâfirliğe götürmez. Fakat bu, Allah'a yakın olan
kulları yalanlayan insan, bedbaht bir insandır. (, ünkü inkârı sebebiyle
gittikçe kalbi katılaşır, nihayet göğsündeki iman nurunu kaybeder.[17]
c) Gulam
Ahmed'in kâfir olduğunu ilân edenler ve onu yalanlayanlar. Gulam, bu tür
insanların kâfir olacaklarına hüküm veriyor ve şunları söylüyor:. «Şüphesiz ki,
ben, hak ve doğruluktan sapan herkesi murdar ve pis kabul ederim. Fakat ben,
kelime-i şahadet getiren herhangi bir insana, benim kâfir olduğumu
söylemedikçe, beni yalanlamadıkça, dolayısiyle bizzat kendisi kâfirliğe
düşmedikçe kâfir demem.» Görüldüğü gibi bu davranışta, sürekli, olarak karşı
taraf, harekete geçmiştir. Onlar, bana kâfir dediler. Bu hususta aleyhime fetva
verdiler. Onlar, beni kâfir sayarak kendileri kâfir olmuşlardır. Resulullah'm
fetvası bunu gerektirmektedir. Onlar, benim sözümle kâfir olmuyorlar, bizzat
kendileri, Resulullah'm fetvasının şümulürc girerek-kâfir oluyorlar.»[18]
Gulam Ahmed, bu
nedenle taraftarlarına, kendisini yalanlayanların veya «kâfir- diyenlerin
cenaze namazlarını kılmalarını yasaklıyor ve 1902 yılında kendisine sorulan
bir soruya şu cevabı veriyordu : «Açıkça bize küfredenin ve bizim
kâfirliğimizi ilân edenin, dola-yısiyîe bizi yalanlayanların en katmerlisi
haline gelenin cenaze namazını kılmak, elbette doğru olamaz. Buna mukabil,
durumu açıkhğa kavuşrnayanın cenaze namazını kılmakta bir sakınca yoktur. Çünkü
cenaze namazı aslında duadan ibarettir. Fakat her halükârda bundan uzak kalmak
daha iyidir.» .
Yani; Gulam'a iman
ettiğini bildirmeyeni ti cenaze namazım kılmamak daha evladır.
ç) Kadyaniler,
Gulam Âhmed'in peygamberliğine iman etmeyen erkeklerle, Kadyanî olan
kadınların evlenmelerinin caiz olmadığı görüşündedirler. Ancak, Kadyanî olan
erkeklerin, Gulam'm peygamberliğine inanmayan kadınlarla evlenmesine cevaz
verirler.
Kadyaniler, bu davranışlarıyla,
Kadyanî olmayanlara, ehl-i kitap muamelesi yaparlar. Bu da onların,
kendilerinden olmayanları müslüman saymadıklarını gösterir. Çünkü, müslüman
saysa idiler, Kadyanî olan kadınların, kendilerine muhalif olanlarla
evlenmelerim ya-
saklamazlardı.
Gulam Ahmed'e tâbi
olanlardan birisi bu hususta şöyle diyor: «Mezhep veya din farklılığı, iki
eşden birini murdar kılmaz. Eğer bu tür bir farklılık, eşlerden birini murdar
kılacak olsaydı, İslâm dini, müslüman bir erkeğin, kitap ehli bir kadınla evlenmesine
müsaade etmezdi. İslâmın, müslüman bir erkeğin Hristiyan veya Yahudi bir
kadınla evlenmesine müsaade edip, müslüman bir kadının, bunlarla evlenmesine
müsaade etmemesi, din veya mezhep farklılığının, eşlerden birini pis (murdar)
saymayacağına bir delildir. Aslında kadın, yaratılışı itibariyle zayıftır. Bu
sebeple, kocasının zora veya benzeri yollara başvurması halinde kadının tesir
altında kalacağından korkulur. Bunu herhangi bir akıl sahibi inkâr edemez.»[19]
Evet, Gulam Âhmed'in,
üzerinde karar kıldığı görüşleri işte bunlardır. Ölürken dahi, ayni görüşler
üzerinde ısrar ederek ölmüş tür. Gulam Ahmed, 26 Mayıs 1908 de ölümünden önce,
'Ahmediye cemaatinin sevk ve idaresinin, cemaatin bütünü arasından seçilecek
bir meclise ait olacağını, bu meclisin de kendi arasından halifesini seçeceğini
ve halifenin, dinî reis olacağım vasiyyet etmiştir.
Gulam'in ilk halifesi,
«Mevla Nureddin» dir. Bu zat, Gulam'm Aalimatlarını muhafaza etmiş, cemaat da
bu hususta kendisine yardımcı olmuştur. Ahmediye cemaatı, emsali görülmemiş
çalışma! anyla temayüz etmiş bir cemaattir. Üyelerinin çoğu, geniş bir kültüre
sahiptir. Eğer bu cemaat, İslâm için çalışacak olsaydı, ona büyük hizmetleri
olurdu. Ne yazık ki; inançları bâtıl, davranışları sakattı.
Bir ara, Ahmediye
fırkasını icadeden ailenin dışından birisi bu cemaate halife seçilmiş ise de,
cemaat içinden bazı guruplar, Gulam Ahmed'in soyundan yeni bir Mehdi'nin
geleceğine inanmaya devanı etmiş, daha sonra da bu inanç, bütün cemaata hakim
olmuştur.
Âcaba bu cemaat, Gulam
Ahmed'in bıraktığı gibi devam etmiş midir? Yoksa değişiklikler olmuş mudur?
Bunların içinden, Gulam'ın peygamber olmadığını, onun, sadece kendisine ilham
gelen ve hadis nakleden biri olduğunu söyleyen bir topluluk çıkmıştır. Gulam'm
kendi eserlerinde de, kendisine ilham gelen biri olduğunu ifade eden cümleler
mevcuttur.
Buna rağmen, Gulam'ın
cemaati, Gulam'm, kendisine vahiy gelen bir peygamber olduğuna inanmakta,
peygamberlere verilen sıfatları ona da vermekte ve ismi anıldığı zaman ona
«aleyhisselam» demektedir. Bu cemaat, Gulam'm, peygamberliğini ispat eden bir
kısım mucizelerin bulunduğuna da inanmaktadır.
Cihad konusunda da
Kadyanilerden bazıları, hükmü sona eren cihaddan maksadın, kendini savunma
şeklindeki cfhad olmayıp, saldırı mahiyetindeki savaş olduğunu söylemişlerdir.
Bu yorum şekli pek
mahzurlu değildir. Buna rağmen, Isîâmi savaşların, savunma mahiyetinde
olduğunu ve bazan savunmanın da hücuma dönüşebileceğini belirtmemiz .gerekir.
Kadyanîliğin diğer
prensipleri üzerinde bu cemaatin herhangi bir ihtilafı görülmemiş, sadece
İngiliz yanlısı olanların, İngiltere'nin, Hindistan'daki fonksiyonunun
zayıflaması sebebiyle zayıfladıkları görülmüştür.
İşte, kitaplarında
açıklandığı üzere, Kadyanîlik, bundan ibarettir. Biz bu mezhebi olduğu gibi
anlatmaya, herhangi birşey ilâve etmemeye ve onların düşündükleri gibi
tasavvur etmeye çalıştık.
Bizim, dinler ve
mezhepler hususunda yazmış olduğumuz kitaplardaki davranışımız böyledir. Biz,
çeşitli din ve mezhepleri objektif bir şekilde aktarmaya çalıştık.
Üzerinde durulması
gereken bir hususta şudur: Kadyanilik, İslâmi bir fırka sayılır mı, sayılmaz
mı? Şüphesiz ki bu fırka. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) döneminden bugüne
kadar, müslümanlann, üzerinde ittifak ettikleri bazı meselelerde onlara
muhalefet etmiştir. Meselâ; Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in peygamberlerin
sonuncusu olduğu muhakkaktır. Nitekim bizzat Peygamberimiz, kendisinden sonra
peygamber gelmeyeceğini bildirmiştir.
Diğer yandan
Kadyanilerin lideri, çok garip görüşler ortaya atmıştır. Meselâ; o, kendisinin,
Hz. İsa olduğunu veya Hz. İsa'nın ruhunun, kendisine girdiğini iddia etmiştir.
Kadyanüerin liderinin pey gamberlik ididası veya Hz. İsa'nın, kendisine
girdiğini zannetmesi, delilsiz iddiadan başka birşey değildir.
Bu liderin dayandığı
ve mucize olduğunu iddia ettiği en büyük delil, ay ve güneşin tutulacağını daha
önceden haber vermesidir. Halbuki bu bilgileri, astronomi ve meteoroloji
bilginleri de rahatlıkla haber verebilmektedirler. Ve bu gibi olaylar her
zaman tekrar etmektedir.
Bu itibarla
Kadyanilerin iddiası peygamberlik değil, bir kâhinliktir. Çünkü bu bir, bilgi
ve sezgi meselesidir. aKldı ki; Kadyanilerin lideri bu ilimlerin ileri olduğu
bir dönemde bunlardan haberler vermiştir. Çünkü bu kişi, geçen asnn sonları
ile, bu asrın başlarında yaşamıştır.
Kısaca, Kadyani
liderinin söyledikleri, bir kısım delilsiz iddialardan ibarettir. Delilleri
bulunan kesin meselelere ters düşmektedir. Bu itibarla, bu gibi iddialar,
sahibini İslâmdan çlkanr. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bizleri; gecesi,
gündüzü kadar aydınlık olan bir yol üzerinde bırakmıştır.
Gulam Ahmed, «Şüphesiz
ki, Allah bu ümmete her yüzyılın başında, dinini yemden güçlendirecek birini gönderecektir.»[20]
hadisine dayandığını söylese bile, kendisinden önce gelen müctehidierden hiçbiri,
peygamberlik iddiasında bulunmamış ve bunların peygamberliklerini ortaya
koyacak herhangi bir mucize söz konusu olmamıştır.
O halde, bunların
arasından Gulam Ahmed'e ne oluyor da, kendisini bunların üzerinde görüyor? Ve
istisna teşkil ettiğini iddia ediyor?
Şurası bir gerçektir
ki, Gulam Ahmet, Şiilerin imamlarına yaklaşmaktadır. Çünkü Şiiler, imamlarının
masum olduklarını, kendilerine ilham geldiğini- ve mucizelere sahibolduklarım
iddia ederler. 'Ancak Şiiler, imamlarına vahiy geldiğini ve imamlarının, Allah
ile konuştuklarını iddia etmezler.
Netice olarak, Gulam
Ahmed'in talimatları tamamen İslâm dışıdır.
Ey Allah'ım! Sen,
müslümanlan birleştir. Allah'ı birleyenlerin sözlerini bir eyle. Onlan
hikmetli, şerefli ve hakka uygun davranmaya muvaffak kıl!
Ey merhametlilerin
merhametlisi Allah'ım !..[21]
[1] Gazneü Mahmut, Türk asıllı
olup, Afganistan ve Pencap'ia yaşayan Gaznevî ailesindenâir. Gazne,
Afganistan'da bir şehrin adıdır. Gazneliler devletinin en meşhur kralı 989 da
iradeyi ele alan Mühammed el-Gasnevî'dir.
[2] Buda tarafından kurulan
dindir. Bu din herşeye hakim olan bir Tann kavramına dayanmaz, tasanın
hayattaki izdıraplardan kurtulabilmesi İçin, bütün arzulardan sıyrılması, onu
tamamen öldürebilmesi esas alınmaktadır.
[3] Sosyal hayatta sınıf (kast)
esasını getiren bir sistemdir. Her şeye hakim olan, Din adamı sınıfını teşkil
eden Brahmanlardır. Brabmanîar en Üst sınıfı meydana getirirler. Onlar olmadan
ayin icra edilemez. Onlar herşeyin hakimi durumundadırlar.
[4] Hucurat suresi, âyet; 14
[5] Nisa suresi, âyet; 158
[6] Al-i îmran suresi, âyet; 55
[7] Ebu Davud, Kitab el-Melahim,
bab; 1
Not
: Bu had?, hakkında Ebıi Davud şunları söyler : «Bunu, Abdurrahman b. Şürey1
el-îskenderani rivayet etmiştir. Bu sebeple «Şerahil» ismindeki âlim, bu
hadîse kesin olarak güvenmemiştir.
[8] El-Akide ve Eş-Şerîa; sh.
260
[9] Er-Reddu alâ Kitabî
el-Meseleti el-Kadyaniyye, sh; 121
[10] Hakikatül vahy, sh. 27
[11] Et-Talim, sh; 15
[12] Et-Tecelliyat el-îlahiyye,
sh; 24
[13] Et-Tebiğ, sh; 42
[14] Tebliğ er-Rîsale, sh; 17
[15] Hadîsin, Buhari'deki asıl
metni şöyledir: «Nefsim, kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, size,
adaletli bir hakem olarak Meryem oğlu isa'nın ineceği, haçı kıracağı, domuzu
öldüreceği ve haracı kaldıracağı yakındır. Mal artacak, kimse ona tenezzül
etmeyecektir.» Buharî, Kitab, el-Büyu, bab; 102; Gulam Ahmed'in, «Haracı
kaldıracağı» ifadesini «savaşı bırakacağı» şeklinde yorumladığı
anlaşılmaktadır.
[16] Tiryak el-Kulûb, sh; 16-17
[17] Tiryak el-Kulüb, sh; 130
[18] Tiryak el-Kulüb, sh; 130
[19] Er-Reddu, alâ Kitab
el-mes'eletil Kadyaniyye sh; 39. Münir el-Hamsî el-Hüseyin'in telifi.
[20] Ebu Davud Kitab, el-Melahim,
bab; 1
[21] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/273-283.