Site icon İslam & İslamiyet – Kevser.Org

Bilge ile Bîgâne

Öyle diyordu Küçük Prens: “O kadar çok bağırıyorsun ki, seni göremiyorum.”

Hakim olduğumuz konular ile bir üstünlük tavrına giriyorsak, bu başlı başına bir bilme ve bilgi arızasıdır. Anlattıklarımız üzerinden muhatabımızı cevapsız, nefessiz ve seçeneksiz bırakarak hırpalıyorsak, bu hâlâ yarı cahilliğin giriş kapısında emeklemektir. Bir kelâm-ı kibar ne güzel de izah ediyor:

“Kara cahilden korkma! Asıl sen, yarı cahilden kork.”

Demek ki, kara cahil bilmediğini bilen kendi alanında bir bilge; yarı cahil ise oradan buradan laf alıp kaf satan bir bîgâne!

Size de muhatabınız bir konuda ısrar ediyor ve bunu sizin tefekkürünüze adeta kilit vuracak bir üslup ile boyuyorsa, bunu sadece kendi öğrendikleri üzerinden yapıyordur, aldırmayın! Zamanla ayırt edeceksiniz… Yanılmayın! Boya, güneşle, yağmurla eriyen, bozulan bir şey; unutmayın!

Efendimiz (s.a.v.)’e nübüvvet 40 yaşında verildi. Tam kırk sene… İnsanın beden ve ruhunun en rüşt yaşı. (Ahkaf/15) Bedensel olgunlaşma yanında, algılarının ve duygularının da tam bir muhakeme yapacağı çağ. Ve buna rağmen, ilk emir “Oku” ile başlayan Efendimiz (s.a.v.)’in nübüvvetindeki insanca ilk cevap “Bilmiyorum.” değil midir?

“Bilmiyorum” diyebilmek çok nazikçe ve insana yakışan bir yaka iğnesi. Tabi bunun en doğrucası da onu yerinde kullanmak. Dakikalarca sözü uzatmak, hatta bir de dinleyenlerin nabzını ve tahammül sınırını hesaba katmadan, üstelik bir de kendi alanının dışına çıkıp ayar vermek, sonra sıkışınca da “Bilmiyorum.” demek ise itici ve muhabbet kesici bir davranış. Sebzeyi tam kıvamında haşlamamak gibi; kokulu fakat sert ve tatsız bir durum.

Her ortamda ve her konuda konuşmaya cesaret etmek, misafir gidilen bir evde bir türlü koltuğa oturmamak, ortalıkta dolaşıp durmak gibi nahoş olsa gerek! Dilimiz var diye hep konuşacak değiliz, aaaa! Neden tek dilimiz, iki dudağımız var diye düşünmek gerek. Kemiği olmadığı için oynayan, esnek bir dilin hakkından iki dudak gelir de ondan mı!?

Hem sadece gıda yutkunmak için değil, çoğu kez de gereksiz ve faydasız kelimeleri de yutmak için boğum boğum aşamalı bir boğaz yaratılmış her birimiz için! Dilimizin akla danışmadan, kalbin onayını almadan, karşı tarafa hedefi olmayan, kınından çıkmış bir ok gibi çekilmesi çok yaralayıcı olabilir. Dilin bu amansız cesaretinin hızını evvela boğazda bekletip, yutkunarak kesmeli!..

Halbuki, eksiksiz kaliteli malzemeyle tam beş çayına hazırlanmış bir kurabiye gibi, kelimelerimizi de özen ve itina ile seçmeli ve dizmeli değil mi? Mayası gelene dek hamuru bekletmek, sonra fırınlamak, o dünyanın en nefis kokusu olan “ekmek kokusu”nu ciğerlere dek çekmek gibi… İnsan yemeden dahi bu kokuyla doyar, beynindeki haz merkezlerini aktive eden dopamin sayesinde daha lokma alınmadan dahi kişi tatmin olur.

Yerinde ve güzel söz de öyledir. Hem bildiğin kadar konuşmaksa, lisânen en bedi’îdir. Cahil cesaretindense, bilgeliğin sükûtu daha âlidir. Muhatabımızın kalbi buz dağı olsa dahi, onu eritecek, tatlandıracak bazen susmalar, bazense sımsıcak ve samimi kelimeler.

Her akıl sahibi “bilmediklerini” bilme becerisini keşfederse, bu kendisini geliştirme yolunda bir ilerlemedir. Yüce kitabımız, en latif ve hassas konuları işlerken, bunu ancak “Ulu’l Elbab”, yani akıl sahibi olanlara yüklüyor. Aklın lobu, en en özü! Tabi bu özü çalıştıracak sistem ve bu sistemin öğütüp öğütüp kendini besleyecek ve büyütecek besini ise doğru bilgidir. Aynı zamanda bu bilgi, bir başkasına da aktarılan ve bu sayede önce kendimize, sonra da muhatabımıza fayda verecek bir akış ile de devam etmelidir.

Bilmediğimiz konularda durup beklemeli, imkân varsa üzerine bir bardak da limonlu su içmelidir. “Bilmiyorum” diyebilmek bir erdemdir. Her şeyi bilmemiz mümkün değildir. Zaten her şeyi bildiğini düşünmek, kişiye hem yüktür hem de kibrin en büyüğü ve en sevimsizidir. Hatta karşıdan görüntüsü bile rüküştür.

Peygamberimiz (s.a.v.) dahi ilerleyen yıllarda bazı konularda Sahabe’ye fikir vermiş, sonra da “Bu konuya hâkim olmadığım için siz bildiğinizi yapın.” demiştir (mesela, ziraat, ekim dikim gibi konular.)

Ne güzel söylemiş bizim Yunusumuz:
“İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Ya bu nice okumaktır.”

والله أعلمُ بالصواب
— Her şeyin en doğrusunu Allah bilir —

Exit mobile version