Tarihte başka kavram ve sembollerle tanımlanan tarihsel sapmalardan olan kapitalizm, etkisini her alanda hissettirmektedir. İnanç, kültür, siyaset, ekonomi ve ilişkiler bağlamında kendi geleneğini dayatmakta ve yaşatmaktadır. Bir din olarak kapitalizmin kendi hâkimiyetini her geçen gün sürdürdüğü zamanda, bunu etki olarak hissettirdiği alanlardan biri de din-inançtır. Din dili, kapitalizmin kullandığı argümanlar, yöntemler, anlayışlar doğrultusunda şekilleniyor. Kapitalizm, varlığını ve etkisini dindar olanlarla yaptığı iş birliğine borçludur. Bu sürece en şiddetli tepki ve tavrını koyması gerekenler dindarlar, şimdilerde kapitalist ahlak ve dille donanmakta ve bu sürece eklemlenmektedir.
Kapitalizm her şey ile iş birliği yapmaya hazırdır. Bunların başında din gelmektedir. Onun varlığını en büyük tehdit olarak gördüğü gibi, kendi varlığının da teminatı görmektedir. Her şey, “pazar” olmanın nesnesi olmasına bağlıdır. Din, kapitalizm için en önemli sermaye alanlarından biri haline gelmiştir. Bunun da adını, akademik çevrelerce kullanılan anlamıyla “sosyal sermaye”dir. Bu sermayenin bireysel, toplumsal ve devletsel bileşenleri pazarın bir parçası olmalıdır. Din, “sosyal sermaye”nin en önemli bileşeni olarak güçlendirilmeli, yaygınlaştırılmalı, kurumlarına sahip çıkılmalıdır. Muhafazakâr aklın yeni dönemde sahiplendiği bu kavram, din dilinin evrilmesine yardımcı olmaktadır.
Ekonomik sömürü ve hâkimiyeti siyasi, kültürel alana yaymak isteyen kapitalizm, ürettiği kavramları dindarlara da ödünç vermektedir. Bu kavramlardan biri de “değer”dir. Ekonomik ilişkilerin ürettiği bu kavram, 28 Şubat sonrası dindarların en önemli varlık kavramlarından biri haline geldi. Üzerine dergiler, çalışmalar, sempozyumlar yapılan kavram, eğitim sistemi içinde dini soyutlamanın temel nesnesi haline gelmiştir. Tavır ve duruştan yoksun, dini temellendirmeden kaçınan Değerler Eğitimi adıyla kapitalizme ve egemenlere uyumun daha sağlıklı sağlanacağı bir dile yönlendirilmektedir.
İnsanların mekân olarak anlam atfettiği yerlere yönelik ilgi, kapitalizm üzerinden turizme ve müzeye dönüşmektedir. Kâbe başta olmak üzere bu mekânlara ilgi, kâr marjı üzerinden bir çerçeveye oturtularak büyük bir sömürüye dönüşmektedir. “Dini turizm” adıyla kutsallaştırılan yerel veya küresel kişi ve kurumlara dönük olarak ziyaret etme, anlam devşirme, hikmet arayışı turizm kapsamında değerlendirilerek zaman ve mekân dondurulmaktadır. İlgi gören mekânlar, kapitalizmin ikonları haline dönüştürülmekte, mekânlar müzecilik anlayışıyla dondurulmakta, koruma adına zaman sürekliliğinde yerini bulması engellenmektedir. Mekânlar ve insanlar, rağbet görmesi kâr marjına, şehir tanıtımına, turizme katkısına göre değerlendirilir hale gelmiştir.
Pazarlama ideolojisinin en önemli kavramlarından biri olan “kampanya” kültürü ve dili, dini alana da sirayet etmiştir. Kampanya, kısa vadeli olarak ilgiyi bir noktaya çekip, bu ilgiden en maksimum düzeyde faydalanmayı esas alıyor. Bu, yardımlaşmadan dinin asli unsurları ile ilgili gündemlere kadar etkilemiştir. İslamcılar-dindarlar bir şey yapmak istediklerinde hemen “kampanya” düzenlemektedirler. Yardım kampanyaları ile insanların belli bir dönem ilgisi yönelmekte, ardından sürekli bu ilgiyi kuramadığı için sorun devam etmektedir. Ülke içi ve dışına yönelik yardım kampanyaları bir sürekliliği ve sorunu kökten çözme iradesini yansıtmamaktadır. Rahatlama, öfkesini boşaltma, kendi döngüsünü meşrulaştırmaya yaramaktadır. Namaz kılma kampanyası, Kur’an-ı Kerim okuma kampanyası son dönemde ilgi gören çalışmalardandır. İslamcılar-dindarlar dine ait kavramları zamana hükmeden boyutundan soyutlayarak onu kendi içinde bir nesneye dönüştürmektedirler. Namaz kılma ve faize dayalı ekonomik sömürü, insanların üretim alanlarında yaşadıkları sömürü, işten atılan insanlar, çocukların eğitimde zihin ve kalplerinin yaşadığı zulüm, devletin yaşadığı ve yaşattığı eşitsizlikler-haksızlıklar, insanların etnik veya dini olarak maruz kaldığı ayrımcılıklar, kadın bedeninin modern pazarlarda satışa sunulması, şehirlerde AVM’ler başta olmak üzere kurumlar aracılığıyla insanların yaşam kültürünün dönüşüme uğraması, insani yaşam standartlarının giderek azalması, mekânlarda insani ruhun soyutlanması, ekonomik ve siyasi güç dengelerinin halktan yana değil sermayeden yana davranması, insanlar arasındaki ekonomik eşitsizliklerin giderek artması, şehirlerin ve doğanın yağmalanması, evsizlerin-yurtsuzların çoğalması, İslamcıların-dindarların temel meseleleri değildir. Namaz kılmak ve Kur’an, bu süreçlere en büyük itirazı yapmayı gerekli kılıyorken nedense bunlardan bahsettikçe itiraz sesleri azalıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı, belirli gün ve haftalar kültürüyle din dili içindeki yerini güçlendirmektedir. Kandiller dışında Kutlu Doğum Haftası, Din Görevlileri ve Camiler Haftası gibi yeni gün ve haftalarla zamanı bölümleme yarışına girmiş durumdadır. Kutlu Doğum Haftası, peygamberimizin doğum gününe denk geldiği yıllarda nisan ayında yapılmış, bu tarih şimdilerde kaydığı halde hafta sabitlenmiş durumdadır. Tarihlerin kabul etmediğini zorla dayatmaya devam ediyorlar. Şimdilerde çocuklar için camiye gitme kampanyası düzenliyorlar. İslamcılar içinde oluşan bir platform bir dönem bunu denedi, lakin gereken ilgiyi göremeyince devam ettirmediler. Yakında camiye giden çocuklara promosyon dağıtılsa şaşırmamak gerekir. Çünkü camiler dolaylı olarak kapitalizmin kurumları haline gelmiştir. Din dili, algı ve anlayışına hitap etmeyen, maaşlı bir görevlinin artık memurlaşan-durağanlaşan-sanallaşan nasihatleri; günün belli saatlerinde açık olan ve sadece namaz kılmak ve turistik seyahatler için kullandırılan camiler, aynen kiliselerin yaşadığı yalnızlığı yaşamaktadırlar. Dünyanın her yerinde insanlar mabedlerden uzaklaşmaktadırlar. Sadece Kâbe’ye yönelik teveccüh artmaktadır. Birçok sınırlamalara rağmen orada yerel ve ulusal otoriteler insanlara müdahale edememektedirler. Ama camiler en yoğun yasaklamaların olduğu ve artık kabul gördüğü yerler haline gelmiştir. Böylesi bir mekâna insan bulmak giderek zorlaşacaktır. İnsanların kapitalizm ile kirlendiği ruhunu birazcık da olsa dinlendirmek ve mola vermek için kullandığı mekânlar haline gelmiştir.
Dini alana ilişkin eğitim ve diğer çalışmalar giderek ücretli hale gelmektedir. Meslek grupları oluşmakta ve artık profesyonellik adına ücretlendirilmeye gidilmektedir. Cemaatler artık halk değil, seçkinci sınıfları oluşturmaktadır. Dini motiflerle yüklü every çalışma ücretlendirme olarak farklı bir tarife üzerinden sunulmaktadır. Namaz kıldırma, dini kitaplar, konferanslar, hac ve umre rehberliği başta olmak üzere her çalışma, bir meslek olarak vasıflandırılıp ücretlendirilmektedir. Bu süreç, hizmet satın almaya gitmekte; parası olanın bu hizmetlerden faydalanacağı bir döneme evrilmektedir.
Kapitalizm dini, kültürü ve ahlakıyla teslim almıştır. Kapitalizmin kutsallarına dönük bir itiraz ve çalışma görülmemektedir. Kendi din diliyle konuşmayıp ödünç aldığı, ardından sahiplendiği dil ile konuşan-anlaşan ve paylaşan bir din, kendini yitirmiş demektir. Bu dil ancak teslim oluşa götürmektedir. Farkında olunan ve olunmayan, iyi niyetli olunan ve olunmayan türlü davranış ve refleks ile kapitalizme hizmet edilmekte, yaygınlaşması ve kalıcı kılınmasına katkıda bulunulmaktadır. Dil ve eylem olarak kendi ruhu, aklı ve kalbiyle davranmayan hiçbir din, etki ve gücünü gösteremez.
