Kur’an-ı Kerim’e İnanç kesimlerini tanımlamakta diğerlerinden farklı bir yeri olan Bedevilik-bedevilerle ilgili ayetler Medine döneminde indirilmiştir. Bu dönemde İslam mesajı etkin bir şekilde Medine çevresindeki kabilelere ulaştırılmaya çalışılmıştır. Bizans devletiyle mücadele etmesi, Medine’deki Arap çoğunluğun Müslüman olması, Yahudiler başta olmak üzere kargaşalık yaratan kesimlerin uzaklaştırılması, belli bir yönetim ve savaş disiplininin olması, Arapların gözünde güçlü bir konuma sahip olan Mekke’deki yerleşik sistemi bozguna uğratması İslam’ı hem mesaj hem de egemenlik mücadelesinde Arap yarımadasında öncü bir konuma yükseltmişti. Çölde çoğunlukla kendi halinde yaşayan ve çevre ile egemenlik ilişkisini kabile savaşlarına indirgeyen Araplar için bu yeni güç göz kamaştırıyordu. Hem merak hem de bu güce karşı direnmenin faydasız olduğunu görüp ilişkiye geçen birçok kabile olmuştur. Bunlardan birçoğuna İslam’ı öğretmeleri için Ashab-ı Suffa’dan yetişen birçok insan seferber olmuşlardır. Böylesi bir konumda indirilen ayetlere bakalım:
Nüzul sırasına göre bakıldığında indirilen ilk ayet Hendek Savaşı’nda nazil olan “Onlar (münafıklar, düşman) birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Eğer (askeri) birlikler gelecek olsa, çölde bedeviler arasında olup sizin haberlerinizi (oradan) sormayı cidden arzu ediyorlardı. Fakat içinizde olsalardı ancak pek az savaşırlardı. (Ahzab/20) ayetidir. Medine’de yurtlanan ve etki alanını sürekli genişleten İslam mesajını, Uhud’ta vurdukları darbeden sonra artık son vermek üzere yola çıkan Mekke ittifakına karşı Müslümanlar çok zor bir mücadele vermekteydiler. Bu mücadeleye destek vereceklerine söz veren Bedeviler olay gerçekleştiğinde Müslümanlara destek vermediler. Savaşın içinde yer alarak vuku bulacak bir yenilgiden pay almamak için geride dururlar. Burada bedevileri ve onların içine girip bekleyenleri tanımlayan süreç zafer günlerinde pay devşiren, zor günlerde ortada görünmeyen insan tavrıdır. Yaşadığımız zaman ve topraklarda da İslam’ın anlaşılması ve yeniden dirilişi için seferber olanlar egemenlerin zulümleri altında inim inim inliyorken, kendine Müslümanım diyenlerin çoğu bunlarla görünmekten kaçtılar, mallarını kaybetmekten, makamlarını yitirmekten, istikballerini tehlikede görerek onlardan uzak durdular. Ne zaman dindar insanların yönetme hakkı oldu; bu defa bu hakimiyetten pay kapmak için insanlar birbiriyle yarışmaya ve bir zamanlar emniyet altına aldıklarını düşündükleri makamlarını yükseltmeye ve mallarına çoğaltmaya başladılar. Mal emniyetini din emniyetinin önüne koydular. Bundan önceki ayet onların gerçek niyetlerini deşifre etmektedir. “Korku gidipte sıra ganimetleri paylaşmaya gelince, mala düşkünlük göstererek, sizi sivri dilleriyle incitirler. (Ahzab- 19)
“Bedeviler, dedi ki: “İman ettik.” De ki: “Siz iman etmediniz; ancak “İslam (Müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve Resulü’ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Hucurat/ 14) İslam’a giren toplulukların yapısı farklılıklar arz etmektedir. Arap yarımadasındaki bedevilerin bazıları İslam’a giriş tercihinde bulunurken bir güç ile işbirliği ve ittifakı göz önüne alarak ta hareket etmişlerdir. Tarih anlatılırken bir savaş ile birlikte İslamlaşan toplumlardan ve coğrafyalardan bahsedilir. Buradaki İslamlaşma genelde bilinçli bir tercih olarak gösterilir. Oysa bu katılımların çoğu hâkimiyet olarak genişleyen ve haklarında iyi şeyler duydukları bir kesimin hâkim olmasından dolayı onlara benzeme çabasıdır. İbn Haldun’un bahsettiği “mağlupların, galiplere benzeme çabası”na dönüşür. Yükselen ve hâkimiyet alanını genişleten birçok medeniyete karşı toplumların tavrı böyle olmuştur. Günümüzde hâkim olan batı medeniyetine karşı gösterilen benzeme çabası da bu çerçevededir. Bu anlamda yeni katılan ve katılacak toplulukları tanımlamada bu ayet durumlarını tarif etmektedir.
Bedevilerden özür belirtenler, kendilerine izin verilmesi için geldiler. Allah’a ve elçisine yalan söyleyenler de oturup kaldı. Onlardan inkâr edenlere pek acı bir azap isabet edecektir. (Tevbe/ 90) Bu ayetler Tebuk seferi sırasında nazil olmuştur. “Hz. Peygamber (s.a.v.) Tebuk seferine hazırlandığı sırada ihtida etmiş kabilelerden bir çoğu kumandası altında savaşa girmeye istekli görünürken (ki, sefere katılarak bunu ispat etmişlerdir); bir kısmı da yokluklarında savunmasız kalan obalarının henüz ihtida etmemiş düşman kabilelerin saldırısına uğramasından, soyulup yağmalanmasından korkuyorlardı(Razi) Diğer bir grupta vardı ki, bunlar uzakta diyarlara yapılan ve ilk bakışta kendileri için pek bir çıkar sağlayacak gibi gözükmeyen bir sefere katılmanın zorluk ve sıkıntılarını göze alamıyorlardı.” Muhammed esed meali- işaret yayınları İslam olduk diyen topluluğun imanının sınandığı zamanlar… Her an devam eden bir sınanma… zorluk, çile, kayıp, mal, mülk ve aileden uzaklaşma zamanı… Ama birden bahaneler ardı adına sıralanıyor. Seferden azledilmek için, fedakarlığın yükünü omuzlarından atmak için sıradayız. Çok bahanemiz var bu imanın sınandığı zaman tünelinden geçmemek için. Ne de olsa Müslümanız ve Allah bize cenneti vermiş. Garantideyiz, bazı şeyler bize ağır geliyor, Allah da bunları affeder. Kendi kendimizi ne de güzel kandırıyoruz.
Bedeviler (arasındaki ikiyüzlüler) hakkı tanımaktan kaçınma tavırlarında ve ikiyüzlü davranışlarında(yerleşik insanlardan) bakımından daha şiddetlidir. Allah’ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha ‘yatkın ve elverişlidir.’ Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe/ 97) bu ayette coğrafik unsurların insanı mizacına ve iman hususiyetine etkilerinden bahsedilmektedir. İbn Haldun bu süreçten hareketle “Göçebelerin şehir ahalisine nispetle hayır ve iyiliği kabule daha yakın bir halde olduğuna dair” bahiste insan psikolojisinin taşra- göçebe ve şehir gerçekliğine değinir. “Bunun sebebi şudur: nefis ilk yaradılışındaki hulk ve tabiatı üzere bulunduğu çağında karşılaştığı şeylerin kabule hazır bir halde bulunur. İyilik olsun kötülük olsun onun ruhuna akseder ve kalbinde yerleşir… Şehir ahalisi her çeşit lezzetler, bolluk ve genişlik içinde yaşamaya alıştıkları, dünyanın ve kendi arzu ve heveslerinin düşkünü oldukları için şehirlilerin fena ve bozuk birçok huy ve kötülükleriyle nefislerini lekelerler. Bundan dolayı iyilik yollarından o nispette uzaklaşırlar. Bunlar bu hususlarda o kadar ileri gittiler ki, onların hal ve durumlarında utangaçlık izleri görülmez, onlardan birçoklarının toplantılarında ve konuşmalarında kötü sözler kullanarak söğüp saydıklarını görüyorsun, hayâ ve utangaçlıkları, bu gibi sözleri büyükleri ve mahremleri önünde söylemelerine engel olmaz. Göçebe ve köy hayatı yaşayanlar ise ancak vücutlarını koruyabilecek miktarda dünyaya düşkün olup, nefis arzularının sebep ve vasıtalarına ve dünya lezzetlerinden hiçbirine ve sebeplerine sahip değildirler. Onların kötü yollara sapmaları ve kötü huy ve ahlakları şehirlilerinkine nispetle çok azdır. Bunlar tabii olan iyi hulk ve tabiata yakın ve kötü ve yerilen alışkanlıkların çokluğundan dolayı husule gelen alışkanlıklarından ve bunların nefislerinde yerleşip kalmasından uzaktırlar. Bundan dolayı bunların hallerini ıslah etmek şehirlilerindekine nispetle kolaydır.”[1]
Bedevilerle ilgili ayetlerin devamında “Bedevilerden öyleleri vardır ki, infak ettiğini bir kayıp gözüyle bakar ve sizi darlık ve sıkıntıya düşmenizi bekleyenler var: Kötü felaket onları kat darlık ve sıkıntıya düşecek olan onlardır, Allah işitendir, bilendir. (Tevbe/ 98)
Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini, Allah katında bir yakınlaşmaya ve elçinin dua ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. Allah da onları kendi rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Tevbe /99)
Çevrenizdeki bedevilerden münafık olanlar vardır ve Medine halkından da nifakı alışkanlığa çevirmiş olanlar vardır. Sen onları bilmezsin, biz onları biliriz. Biz onları iki kere azablandıracağız, sonra onlar büyük bir azaba döndürülecekler. (Tevbe /101)
Medine halkına ve çevresindeki bedevilere, Allah’ın elçisinden geri kalmaları, kendi nefislerini onun nefsine tercih etmeleri yakışmaz. Bu, gerçekten onların Allah yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, ‘dayanılmaz bir açlık’ (çekmeleri), kâfirleri ‘kin ve öfkeyle ayaklandıracak’ bir yere ayak basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları karşılığında, mutlaka onlara bununla salih bir amel yazılmış olması nedeniyledir. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez. (Tevbe/120) Allah bedevi karakteri özellikle mal ile ilişkisiyle yargılar. Zorluk anlarında tabi olduğunu iddia ettiği topluluğu geride ve yalnız bırakmaya yönelir. Bunların hepsinin böyle olmadığı da gerçektir. “Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini, Allah katında bir yakınlaşmaya ve elçinin dua ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar.” (Tevbe/99)
“Bedevilerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki `Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah’tan bizim bağışlanmamızı dile . Onlar kalbîlerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: `Allah size bir zarar vermek dilemiş, yahut size bir fayda vermek istemiş olsa Allah’ın, sizin için dilediğine kim engel olabilir? Hayır hiç kimse engel olamaz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Fetih-11) Mücâhid ve İbn Abbâs derler ki: Bu âyet-i kerime ile Gıfâr, Müzeyne, Cüheyne, Eşlem, Eşca’ ve Dîl bedevîleri kastedilmektedir. Bunlar, Medine-i Münevvere çevresinde bulunan bedevilerdir. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hudeybiye senesi umre için ihrama girip kurbanlık hayvanları da yanlarına alıp yola çıktıklarında onların da kendileriyle birlikte gelmelerini emretmiş; onlar ise Kureyş’ten korkularından işi ağırdan alarak ve işlerinin çokluğundan dem vurarak çıkmak istemeyip geride bırakılmışlar, hattâ “Muhammed’le kendi evinde savaşmış ve onun ashabını öldürmüş olan bir kavme karşı mı gidip savaşacağız? Muhammed ve ashabı bu seferlerinden asla dönemeyecekler.” gibi lâflar etmişler ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime onlar hakkında nazil olmuştur.”[2] Bedevilerden geride bırakılanlara de ki: “Siz yakında zorlu savaşçı olan bir kavme çağrılacaksınız (Bizanslılar ile Persler arasında yapılacak savaşa çağrılacaksınız); onlarla (ya) savaşırsınız ya da (onlar) Müslüman olurlar. Bu durumda eğer itaat ederseniz, Allah, size güzel bir ecir verir; eğer bundan önce sırt çevirdiğiniz gibi (yine) sırt çevirirseniz, sizi acı bir azap ile azaplandırır.” (Fetih/ 16)
Ayetlere genel bir bakış açısı ile baktığımızda özellikle bedevi tavrında belirginleşen tutum mal- mülk endişesi bunları koruma için her türlü kaçış fırsatlarını değerlendiren bir kişilik karşımıza çıkmaktadır. Yoksa genel kanaat olan bedevilik babından köylülüğün dışlanması, şehirlerin merkez alınması değildir. Kenarda- taşrada- köyde olanların kavrayış düzeyine ilişkin çeşitlemeler insanın doğuştan kazandığı insan olma vasfı ve imtihan sahası olarak dünya bir tektir. İnsanın dünyadaki varlığını anlamlandırmada, beklentilerini belirlemede, arayışını şekillendirmede mülk- mülkiyet normal şartlarda en az gündeme getirilen konulardan biridir. Çünkü gündeme geldiğinde nefsine çok ağır gelecek bir sorumluluğun ve çabanın içine girmek zorunda kalacaktır. Sahip olduğunu koruma, sahip olmadığını bir an önce elde etme çabası ve mülkiyetini mülksüzlerden uzak tutma çabası insanın var oluşundaki en temel imtihan alanlarından biri halindedir. Bedevilerle ilgili ayetler gündeme geldiğinde onları Peygamberimiz (s.a.v.) dönemindeki yaşayan topluluklar üzerine anlam binası oluşturulmakta ve bunlar üzerinde sanki Allah (c.c.) köyde yaşamayı hor görmüş ve kınamışçasına bir anlam örgüsü içinde değerlendirilmektedir. Şehir- medeniyet ilişkisine dair düşünsel zemin oluşturulurken bu ayetler adres gösterilebilmektedir. Hâlbuki ayetleri yukarıda olduğu gibi bütün olarak ele aldığımızda bu noktaya dair hiçbir ima bulunmamaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de müşahhas olarak bedevilik mal-mülk tavrının vazgeçilmeyen örnekleri olmuştur. İslam ile bağlarını egemenliğin verdiği nimetlerden faydalanıp ancak ruh ve kalbe indirememiş topluluklar içi ilk sınav mülk gerçek sahibine tevdi edilmesi olmuştur.
Kaynakça:
[1] İbn Haldun, Mukaddime- 1997: 1. Cilt, MEB Yayınları
[2] Esbab- ı Nüzul- Bedreddin Çetiner