Site icon İslam & İslamiyet – Kevser.Org

Nazargahı İlahi Kalp

Haftalardır çıkamadığı konforsuz hastane yatağı, yavaş yavaş acıtıyordu yattığı yerleri. Gözü öylece kapıdaydı. Aklına bin bir isim geliyordu. Eczanede işini kolaylaştırdığı mümessiller, her gün selamlaştığı doktorlar, yazdırıp yazdırıp ilaç verdiği hastalar… Hatta sarma sigara aldığı minik bakkal ve ona taze balık ayıran pazarcı bile.

Tanıdık bir yüz arıyordu. Yaşadıklarını gerçek kılacak tanıklık etmiş birileri… Mutlu, sağlıklı günlerinin şahitleri. Onaylanmak istemez insan sadece; görüp gözetilmek, bakılıp bilinmek de ister. Zamanı beraber tükettiklerinde tükenmemiş izler görmek istiyordu. Kapı sonuna kadar açıktı ve akşama kadar sadece hizmet için gelen sağlık emektarları vardı. İlk günler “ben de sağlıkçıyım, ben de Çapa mezunuyum” demekten yorulmuş, söylemediği kimse kalmamıştı. Sözü de bitmiş, hikâyesi de eskimişti. Öylece kapıya bakıyor ve içinden birilerinin gelmesini diliyordu.

Bazen yaşadıklarımızın yoğunluğu, gönüllerimizin doğruluğunu hasara uğratabilir. Nerede ne gibi beklentiler var, nerede ne kadar görevimiz var, unuturuz. Sabah start verir hayat ve yüklediği tüm meşgalelerle göz açtırmaz içlerimize. Çok garip bir şekilde hepimiz işlerin bitip bomboş, dingin saatlerin geleceğine inanırız ve tüm tatlı vazifeleri, keyifli eylemleri o geleceğine inandığımız zamana erteleriz. Ne yazık ki öyle bir şey yok. Hiçbir zaman başıboş zamanlara götürmeyecek bizi yaşadıklarımız ve yaptıklarımız.

Kendine, isteklerine ve işlerine kilitlenince insan, yolun da rengi değişir işleyişinde. Artık sadece kurduğu saatin çarklarındadır; gerisi onun dikkatini bile çekemez. Bize bunu yıllarca uğraşıp öğrettiler. Kendini sev, önce kendin. Kendini mutlu et, önce kendini. Senden kıymetlisi yok; sen varken başka bir şeylerin hiç kıymeti yok. Netice, bir başına kalmış; sohbete can bulamayıp ofis ofis dolaşıp terapi alan, hiç tanımadığına gönlünü, duygusunu akıtan yorgun ve yalnızlara dönüştürüldük.

Allahu Teâlâ’nın nazar ettiği en makbul varlığımız kalbimiz, dünya sevgisi ve mal makam hırsı ile perişan olalı tatlı duyguları bilemez oldu. Allahu Teâlâ’nın sevgisi, ilmi ve ameli ile hayat bulacak kalp, dünyalık uğraş ve telaşlarla yanıp kül oldu.

Varlıklarda izlerini, varlığında lezzetini yakalayabilmek için ömrünü Rabbini tanımaya adamışların ışığından aldık bildiklerimizi. Ne yazık ki artık ilimle iştigal eden, onun meşakkat ve sıkıntısına tahammül eden kalmadı. Dünya cazibesiyle tüm kalplerin gözünü kamaştırıp kendi karanlığında öğüttü.

“Bilin ki! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o, iyi (doğru ve düzgün) olursa bütün vücut iyi (doğru ve düzgün) olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Bilin ki! O, kalptir.”
(B52 Buhârî, Îmân, 39)

Kalbin doğruluğu aklettikleriyle belirlenir. Anlamak, öğrenmekle beraberdir; öğrenme isteği ise anlamaya olan açlıktandır. Aynı kalp iman ve küfür, sevgi ve nefret, cesaret ve korkaklığı içinde barındırır. Aynı kalp güçlü ve zayıf olmaya aynı mesafededir. Affetmeye veya intikam almaya hükmetmesi an meselesidir.

Halden hâle, şekilden şekile, duygudan duyguya akan kalbin ibresi titrek, akıbeti net değildir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Âdemoğlunun kalbi, ateşin üzerindeki tencere gibi kaynayan bir şeydir, sürekli değişir.”

Kalp o kadar değişkendir ki Hz. Peygamber (s.a.v.), “Benim kalbim de perdelenir ve ben her gün yüz defa Allah’tan bağışlanma dilerim.” (Müslim 41)

Dinin unutturulmaya çalışıldığı, her eylemin bunun üzerinden yürütüldüğü ahir zamanın ahirinde, Rabbin nazargâhı kalplerimize sahip çıkmanın derdinde olmalıyız. Ne zaman bir iş bizi namazdan alıkoyuyorsa onu hayatımızdan uzak tutmayı prensip edinmeliyiz. Taviz verdiğimiz her mevcut, durdurulamaz bir açıklık bulur hayatlarımızda. Hoş gördüğümüz bir ayıp veya kusur, alışkanlıklarımızın birinci sırasına yerleşir.

Zira yapılan her hata veya nefse uyulan her günahta Rabbü’l-âlemîn sabırla bekler; kalbin üzerine siyah leke hemen düşmez. Önce bir namaz vakti çıkana kadar meleklerine “yazmayın” der. Sonra ikinci namaz vakti, sonra üçüncü, dördüncü, beşinci… Nihayet gün döner; melekler hâlâ tevbe etmedi derler. O zaman “yazın” buyurur. Bir koca gün ve beş ezan, gönlüne acı, ıstırap ve pişmanlık verip tevbeye yönelmiyorsa kalbine siyah bir leke düşer.

Kulun dostu olması, onu yanlışa meylederken tutması, hata yapınca doğruya davet etmesi, koruyup gözetmesi İslam’ın güzel nimetlerindendir. Dostluk, beraber zamanı çürütüp eğlenmek demek değildir; iki cihan saadeti için seninle olan demektir.

Türlü çeşit malzeme ile dışının derdinden perişan olan insanın, iki âlemden tat ve nimet alan kalbini ihmal etmesi ne kadar acıdır. Kalbin ihmali sadece görsel bir çirkinlik oluşturmaz. Sürekli daralan insani değerlerin yoksunluğu ile içine dolan şeytani ve nefsi dürtülerle canavarlaşmaya evrilir.

Merhamet yaratılır insanla beraber; gösterip besledikçe çoğalır, bastırılıp örtüldükçe kaybolur. Şefkat, iyi niyet, vefa, sevgi, paylaşmak, yardımseverlik gibi ince ve hassas ayarlar da yine beslendikçe çoğalır. Kalbin kendini tamamlama biçimidir; insanı görme, kıymet verme biçimi.

Üzerine kalın bir gaflet perdesi çekip sadece nefsinin peşinden miskin miskin gezinenlerin kalpleri, nazargâh-ı ilâhî makamında simsiyah kararmıştır.

Rabbim, sevdiği ve merhamet ettiği kulları gibi bizleri de sevip merhamet eylesin. Kalplerimizi yoran, bozan, karartan his ve duygulardan muhafaza eylesin. Rızası dışındakilere muhabbetten kalplerimizi korusun…

Exit mobile version