Site icon İslam & İslamiyet – Kevser.Org

Unutmalı Bazen

“Süt emerdin gündüz gece,
Unuttun ya büyüyünce,
Ha, tıpkı öylece unutursun…” der Karakoç.

Unutmak; ‘insan’ kelimesine gizlenmiş, biz kulların en bariz özelliği. Nisyana dönüşüyor ve insan onunla malul oluyor. Yeryüzüne halife olarak gönderilmiş ve dünyayı imara görevlendirilmiş ademoğlunun, arzın inşasındaki en önemli ihtiyacı buydu, unutmak.

İnsan unutmasa hatta unutamasa ne yapardı acaba?

Unutmak insanı en çok tamir eden sıfatı. Dünyayı algılarken yaşadıkları, işitip, gördükleri, şahit oldukları hep taze kalsaydı, ilk yaşandığı an gibi, kim bunu kaldırabilirdi ki?

Yüreğine çöken acıları, kanayan yaraları, bitmeyen sızıları, bin bir türlü derdi devasız kalır, kabuk tutmayan kangrene dönerdi.

Taze yara çok acıtmıyor aslında. İlk karşılaşmanın şoku geçene kadar, beyin gerçeklik algısını reddediyor.

Sanal bir anın içinde ‘olmaz, olmamalı, nasıl yani‘ gibi cümleler hızla akarken, gerçek olmaması geçiyor insanın aklından.

Ama gerçekler acıdır, acıtır.

İnsan, neleri unutup neleri unutmaması gerektiği ayrımına geliyor gayriihtiyari.

Öyle şeyler var ki, unutulması insanın felaketi olabilir. Her daim, her dem taptaze bir heyecanla hafsalamızın süsü gibi hayatımızın temelinde bir anlam, insan oğlunun genlerine yerleştirilmiş en doğal ihtiyaç olan Yaratıcı ve O’nun hükümranlığı hep taze kalmalı hafızamızda.

Allah’ı ve sevdiklerini unutamayız.

Ömrümüze ömür katan, büyük mücadelelerle yürümeye çalıştığımız hayat yolunu anlamlı, içinden geçen bizleri değerli kılan; ailemiz, dostlarımız, kitaplarımız, vefalı olmamız gereken bir çok şey unutmayacaklarımızın  ilk sırasında yer almalı. Hatta, hayatın bütün keşmekeş ve gürültüsüne rağmen hatırımızdan çıkarmamak için her çabayı mazur göreceğimiz şeyler var. Vefa, güzel ahlakın ve Mümin olmanın en bariz özelliklerinden.

Evimiz, işimiz, beceri ve yeteneklerimiz, öğrenme merakımız, bireysel ve sosyal görevlerimiz de hep aklımızda kalmalı olanlardan.

Geçmişimizi, ibret aldıklarımızı, dünyanın adalet ve huzur ortamını bozup, kana bulayanları, insan onurunu ayaklar altına alıp canlı cansız bedenini, evini, yurdunu, çocuğunu, malını mülkünü yerle yeksan edenleri de unutmamalıyız.

Müslüman onuruna yakışmayan, kardeşi katledilirken, suçluluğun zayıflık ve acizliğinin ardına sığınıp sessiz kalan yığınlar da kıyamete kadar tarihin hafsalasında unutulmayanlar arasında kalacak.

Bir de İzzetli Gazze’nin çocuklarını, gençlerini, anne ve babalarını unutmamalıyız.

Peki neleri unutmalıyız?

Unutmak istemediklerimiz kadar bir de unutmak istediklerimiz var.

Acıtan, değersiz hissettiren, dengeyi bozan, hayatın renklerini alıp götüren ne varsa unutmak isteriz. Unutmak istediklerimizi anmayız, görmek ve duymak istemeyiz. İnsan anatomisinin kodları böyle ayarlanmıştır Yaratıcı tarafından. Ne kadar az hatırlarsak, ne kadar dilimizden ve gönlümüzden az geçirirsek, o kadar tez düşürürüz hafızamızdan. Öyle derin silmek ister kalbimiz, sessiz ve ıssız kalsa da. Bir varlığı, bir hatırayı, bir sevgiyi gözden, gönülden düşürmeyi canı gönülden istemek ne korkunç ve ürkütücü.  Ne kötü bir duygu. Ne yaman.

Ama olmalı. “Geçmişini toprağa gömmeyenlerin, geleceği çiçek açmazmış.”

İnsan yaptığı iyilikleri ve kendisine yapılan kötülüğü de unutmalı. Bu mutlu olmanın en iyi formüllerinden.

Bir de mecburi bıraktıklarımız, ayrılıklarımız, ulaşamadıklarımız, engellerini aşamadığımız  için unuttuklarımız var. Sanırım en acı unutmak bu olmalı.

Çoğu zaman hikayelerine şahit olduklarımız veya bizzat yaşadığımız hayatın karmaşık ve çatışmalı hikayesinde uyum yoksa doyum da yok. Ömrümüze yük olup, kalbimize ağır gelen bir çok şeye zor olsa da veda etmeliyiz ki, gerçekten tatmin olmuş bir ruhla yolumuza devam edebilelim.

Unutmak istediklerimizden daha fazla, unutmak istemediklerimizle dolu bir hayatın çabası içinde olmakta insanlığın bir gereği olmalı…

Exit mobile version