Aralık ayıydı. Yağmurlu bir günde sağ ayağımı atarak mermer eşikten avluya geçtim. Karşımda Osmanlı mimarisinin muazzam bir şadırvanı duruyordu. Başımı kaldırdığımda tüm heybetiyle ruhu okşayan, çift minareli ulu mâbed gözlerimle buluştu; Bayezıd Camii. “Yeryüzünde, Allah’ın evleri mescitlerdir. Oraya gelene Allah ikramda bulunur.”[1]
İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerinde, mavi gök kubbenin altında, ıslak zemin üzerinde birbirimize öylece bakıyorduk. İkimiz de birbirimizi anlamaya çalışır vaziyette bir müddet öyle kaldık… Samimi olmayan, sahte, düzme ve taklitten uzak; saf ve duru bir bakış, baştan aşağı bir süzüştü bu… Esen rüzgârın gizli, saklı ama yumuşak ve tatlı sözleri, içli bir ney gibi bakışlarımıza eşlik ediyordu.
Gök kubbe altında bu hâl ile fikrim tarihe kapıldı. Önce İstanbul’un fethine ve Fatih Sultan Mehmet Han’a, sonra oğlu; ilim sahibi, takva, adâlet ve merhametten ayrılmayan, vakârlı ve hilmi ile meşhur padişah olduğu için “Veli Bayezid” olarak bilinen II. Bayezid’e gitti. Sadece beş seneye yakın bir zaman zarfında tamamlanan bu caminin yanında mektep, medrese, imaret, kervansaray, hamam da yaptırmıştı. Otuz seneden fazla süren saltanatında yaptırdığı birçok eserlerinden biriydi bu cami. “… önden gönderdikleri işleri ve bıraktıkları eserleri yazarız…”[2]
İstanbul’un en eski camilerinden biri olan bu caminin 1506’da inşaatı bitince, açılışında Padişah II. Bayezid: “Her kim ömrü boyunca ikindi ve yatsı namazlarının sünnetlerini terk etmemiş ise, ilk cuma namazında imam olsun!” diye buyurmuş. Lâkin topluluktan ses çıkmayınca, sulhde ve seferde hiçbir zaman sünneti bırakmadığı için kendi imamlık yapmıştı.
Yağan rahmet altında, ıslak ve dolu bir hâlde ilerleyip cümle kapısının ağır perdesini bir kuvvet açarak, tekrar sağ ayağımla eşiği atlayıp caminin içerisine girdim. Bugün geçmiş olduğum ikinci eşikti. Ömrümce atladığım, dönüm noktalarım olan eşiklerimi hatırlayarak mâbede adım attım. “Mescitler şüphesiz Allah’ındır. O hâlde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın (ve kulluk etmeyin).”[3]
İçeriye girer girmez ılık bir iklimin meltemini dolu dolu içime çektim. Zaman ve mekânlarda çok acayip sırlar gizlidir. Ulu mâbed bir buhurdan olmuş, tütüyor, tütüyor… Bedenleri sarıp, yüreklere varıp, tüm zerreleri tazeliyor, canlandırıyor… “Hay (c.c.)” ismi şerifinin tecellisi bir iklim yaşıyordum. Kırık dökük yazabildiklerim, âlemin renklerinden sadece bir yansımaydı.
Zaman denen sessiz testere bu mekânda bir şeyleri silememiş, bilâkis yaşlı duvarlarına nakışlar işlemişti. Yıllar yılı ulu buhurdan yayılan bu tütsü, duvarlarına sayısız okunası levhalar çizmişti. Onları yakından görmek için göz kapaklarımı indirdim. İki beyt kucaklaştı ve başka bir âleme yol aldılar. Her şeyi cansız ve dilsiz bilen, maddeci materyalistlere bir cevap olarak…
Başta selâtin camiler olmak üzere, aslında bütün mescitler her kulu o âlem ve iklime ayrı ayrı davet ediyordu. Zâhiri olarak günde beş kere, lisan-ı hâl ile kim bilir kaç kere? “Hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin sinelerdeki kalpler kör olur.”[4]
Velhâsılı, mümkünse en kısa zamanda camiyi ve Bayezid-i Veli’nin türbesini ziyaret etmeyi ihmal etmeyin. Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde de yer almış; bilhassa manevî sıkıntılar içinde bulunanların türbeyi ziyaret edip şifâ bulup ayrıldıklarını yazan tanıtım levhasını kendi gözlerinizle okuyun. Yarınlara kavuşanların hâllerinden ibretle, yarınlarımızı hazırlarken bu havayı sizler de teneffüs edin.
Ne dersiniz? Sizce artık rahmet yağmurlarında ıslanıp, ağır perdeleri azimle aralayıp, edebe ve usûle uygun eşikler atlayıp, ömürlerimizdeki içli ney nağmeleri misâli ikâz ve ihtarlara kulak asıp, her levhayı fark edip, hece hece yorumlayıp, lehimize kazançlar elde edip yarınlara hazırlanmanın zamanı çoktan gelmedi mi? “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.”[5]
[1] Hadis-i Şerif, Taberânî
[2] Yasin Suresi: 12
[3] Cin Suresi: 18
[4] Hac Suresi: 46
[5] Haşr Suresi: 18
