Site icon İslam & İslamiyet – Kevser.Org

Zamanın Esirinde, Kâinatın Diline Karşı

İnsanoğlu çoğu zaman zamanın esiri olur. Anılar, kalbin levhasına nakşolmuş suretlerdir. Kimi onları sabırla taşır, kimi ise nefsin vesvesesiyle esarete dönüştürür. Oysa arif olan bilir ki, geçmişin zincirini kırmanın yolu tevekkül ve teslimiyetten geçer. Zamanın sahibini tanımayan, anıların mahkûmu olmaktan kurtulamaz.

Kalbin derinliklerinde saklı olan değerler, birer batınî hazinedir. İnsanın zühd ile arınmadıkça, bu hazineyi çıkarabilmesi mümkün değildir. Çünkü gönlün kıymeti, dünya malıyla değil, onda saklı olan sabır, edep ve merhametle ölçülür. En büyük iflas, işte bu değerlerin unutulmasıdır.

Bugünün insanında derin bir empati yoksunluğu vardır. Tasavvuf ehlinin “diğergâmlık” dediği hâl, yani başkasının derdiyle dertlenmek, neredeyse kaybolmuştur. Şefkatten uzak bir kalp, rahmet tecellisine mazhar olamaz. Oysa zirve dediğimiz şahika, makamlarla değil, bir yetimin gözyaşını silmekle, bir mazlumun duasına girmekle fethedilir.

Nefs insana sürekli kendi iyiliğini över, başkasının eksikliğini büyütür. Bu hâl, kibrin en gizli perdesidir. Hakiki tasavvuf ise, “ben”i küçültüp “Sen”i, yani Hakk’ı büyütmektir. İyiliğin hakikati, başkasını yargılamakta değil, kendi nefsini murakabe etmekte saklıdır.

Ve unutulmamalıdır ki, insan Hakk’ın terazisinde tartılır. Kul hakkı, dünyada fısıltı gibi kalsa da mahşerde dağ gibi yükselecektir. Mazlumun suskunluğu, Allah katında gür bir nida olur. Tasavvuf yolcusu bilir ki, helâl lokma, emanet bilinci ve kul hakkından sakınma, seyr ü sülûkun temel taşlarındandır.

Kâinat: Tefekkür İster, Huzur Yürekte Dem İster

Kâinat, insanın önüne açılmış bir kelam-ı ilahîdir. Gökler, Arş’tan bir işaret; yıldızlar, nurdan birer harf; yer ise Rahman’ın kudret levhasıdır. Tasavvuf ehli için her şey bir ayet, her nefes bir zikirdir.

Tefekkür, kâinatın dilini okumaktır. Lakin bu okumayı yapmak için kalpte sükûnet, gönülde huzur şarttır. Nefs-i emmârenin gürültüsü dinmeden, kâinatın sessiz harfleri anlaşılmaz. Hakiki huzur, dünyaya değil, zikre dayalıdır.

“Dem” dediğimiz hâl, meyhanelerin sarhoşluğu değil; zikrullah ile gelen içsel sarhoşluktur. Gerçek dem, kalpteki itmi’nândır; yani “Râdıye, Mardıyye” nefis mertebesinin ikramıdır. Böyle bir huzurla seyredilen kâinat, insana sadece manzarayı değil, Marifetullah kapılarını da açar.

Mahremiyet Yoksunluğu: Bir Neslin Çöküş Sebebidir

Mahremiyet, insana Allah’ın bir emanetidir. O, sadece bedenin değil, kalbin de örtüsüdür. Haya ve edep, insanı nefsin taşkınlığından koruyan perdedir. Bu perde yırtıldığında, iffetin nuru söner, nesil yavaş yavaş kökünden çözülür.

Tasavvuf, mahremiyeti sadece kadın-erkek ilişkisiyle sınırlamaz. Kalbin mahremiyeti, dilin mahremiyeti, gözün mahremiyeti de vardır. Göz zinası, dil gıybeti, kalp kibri, hep mahremiyetin ihlali sayılır. Bu yüzden arifler, “Edep, taçtır; onu giyen yükselir, çıkaran düşer.” demiştir.

Bir neslin çöküşü, mahremiyetin yitimiyle başlar. Aile çözülür, toplum çözülür; sonunda insan kendine bile yabancı olur. Oysa iffet, takva ve emanet bilinci üzerine yükselen toplumlar, yıkılmaya karşı mukavemetlidir.

Rabbim, yüreğiyle gelenlere mesken etsin yüreğinizi: Anlamak, anlaşılmak Yaradan’dan ötürü, Yaratılanı sevmeyi nasip etsin…

Yolunuz gül renginde, gül kokusunda olsun her daim…

Exit mobile version