Örneğin, insan vücudu ergenlik döneminin sonuna kadar gelişir. Trilyonlarca hücre bölünerek çoğalır, böylece doku ve organların büyümesi sağlanır. Belirli bir büyüklüğe ulaşıldığında dokularda büyüme faaliyeti durur. İşte ne kadar büyümeniz gerektiğini bilen ve bu büyüklüğe ulaştığınızda büyümenizi durduran hipofiz denilen bezdir.
Hipofiz aynı zamanda vücudunuzdaki karbonhidrat ve yağ metabolizmasını düzenler. Gerektiği zaman hücrelerinizde yapılan protein üretimini artırır. Siz sadece bir baş dönmesi ya da bir rahatsızlık hissedersiniz ve bunun üzerine bir süre dinlenirsiniz ve rahatsızlığınız geçer. Eğer bu rahatsızlığın nedeni kan basıncınızın düşmesi ise hipofiz bezi hemen devreye girer. Hipofizin salgıladığı moleküller, damarların etrafındaki kasların büzülmesini sağlar. Milyonlarca kasın büzülmesi ve damarların küçülmesi kan basıncını artırır; siz de kendinizi iyi hissedersiniz. Hipofiz bezi hormonların toplu olarak salgılandığı bölgelerden sadece biridir. Bunun dışında böbreküstü bezi, pankreas, eşeysel bezler, tiroid bezleri gibi bölgelerde de hayatın devamı için son derece önemli hormonlar salgılanır. |
|
Bu
bölgelerden herhangi birinin bozulması veya eksik çalışması durumunda hayatın
sürdürülmesi imkansız hale gelir. İnsan vücudundaki diğer sistemler gibi
hormonal sistem de kusursuz bir bütünlük içinde çalışır. Bu bütünlüğü sağlayan,
insan vücudundaki bu kusursuz haberleşme sistemini yaratan hiç kuşkusuz ki yüce
Allah'tır.
Sahip olduğu bu üstün karar verme yeteneği, hafızası ve gösterdiği akıl nedeniyle hücre zarı hücrenin beyni olarak kabul edilmektedir. Ancak burada bilinçli bir hareketinden söz ettiğimiz hücre zarı o kadar incedir ki, ancak elektron mikroskobuyla fark edilebilir. Zar, çift taraflı, uçsuz bucaksız bir duvara benzer. Bu duvar hücreye girişi ve çıkışı sağlayan kapılar ve zarın dış ortamı tanımasını sağlayan algılayıcılarla donatılmıştır. Bunlar hücre duvarının üzerinde yer alır ve hücreye yapılan tüm giriş ve çıkışları titiz bir biçimde denetlerler.
Hücre zarının ilk görevi hücrenin organellerini sararak birarada tutmaktır. Ayrıca bu organellerdeki işlemlerin devam edebilmesi için gerekli maddeleri dış ortamdan sağlar. Bunu yaparken hücre zarı son derece iktisatlı davranır; hücrenin ihtiyaç duyduğu miktardan fazlasını kesinlikle içeri almaz. Bir yandan da hücrenin içindeki zararlı atıkları anında tespit eder ve hiç zaman kaybetmeden bunları dışarı atar. Hücre zarının görevi son derece hayatidir; en ufak bir hatayı kabul etmez. Çünkü herhangi bir hata veya aksaklık hücrenin ölümü demektir.
Yağ ve protein
moleküllerinden meydana gelmiş bir katman olan hücre zarının bu tür akılcı hareketlerinin
ve bilinçli kararlarının kendisinden kaynaklanmadığı açıktır. Tesadüfen böyle
bir sistemin ortaya çıkamayacağını da akıl ve vicdan sahibi her insanın
kolaylıkla görebilir. Hücre de onu saran zar da üstün bir ilmin sahibi olan
Allah tarafından yaratılmışlardır. Ve kendilerini kusursuzca yaratan Allah'ın
belirlediği görevleri yerine getirmektedirler.
Bilimadamları, insanın genetik yapısıyla ilgili bilgilerin çokluğunu vurgulamak için, değişik ölçü birimleri ortaya koymaktadır. DNA'da kayıtlı bulunan bilgiler o kadar yüksek miktardadır ki, bunları içeren kitaplar olduğunu ve bu kitapları üst üste koyduğumuzu farz ettiğimizde 70 metre yükseklik elde ederiz.
Bilimadamları insanın gen haritasını daktilo etmenin süresini de hesaplamışlar ve dakikada 60 kelime yazan bir kişinin günde sekiz saat çalışarak bu çalışmayı ancak 50 yılda bitirebileceğini kaydetmişlerdir. Ayrıca DNA'daki bilgilerle 200'e yakın 500'er sayfalık telefon defteri doldurulabileceğini de ifade etmişlerdir. Gözle göremediğimiz, çapı milimetrenin milyarda biri büyüklüğünde, atomların yanyana dizilmesiyle oluşmuş bir zincirin böyle bir bilgiye ve hafızaya sahip olması ve bir canlının tüm yaşamsal fonksiyonlarının bu bilgi ile yürütülmesi, açık bir yaratılış gerçeğidir. Allah DNA'ya yerleştirdiği bilgilerle gücünün sınırsızlığını ve yaratmada hiçbir ortağının olmadığını bir kere daha göstermektedir. Allah'ın ilminin sınırsızlığı bir ayette şöyle bir benzetme ile bildirilmektedir. |
|
De ki: "Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini (bir o kadarını) dahi getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeniverirdi. (Kehf Suresi, 109)
Yiyeceklerin, içeceklerin, çeşitli meyve ve çiçek kokularının hepsi yandaki küçük resimde bir örneğini gördüğümüz uçucu moleküllerden ibarettir. Atomlar bir yandan canlı ve cansız maddeyi oluştururken, diğer taraftan da maddeye lezzet ve güzellik katmaktadırlar. Peki ama bu nasıl gerçekleşmektedir?
Vanilya kokusu, lale kokusu gibi uçucu moleküller, burnun epitelyum adı verilen bölgesindeki titrek tüylerde bulunan alıcılara gelir ve bu alıcılarla etkileşime girer. İşte bu etkileşim beynimizde koku olarak algılanır. Aynı şekilde insan dilinin ön tarafında da dört farklı tip kimyasal alıcı vardır. Bunlar da tuzlu, şekerli, ekşi ve acı tatlarına karşılık gelir. İşte tüm duyu organlarımızın alıcılarına gelen bu moleküller beynimiz tarafından kimyasal sinyaller olarak algılanır. Günümüzde tat ve kokunun nasıl algılandığı, nasıl oluştuğu konusu anlaşılabilmiştir, ama bilimadamları neden bazı maddelerin çok, bazı maddelerin az koktuğu, neden bazılarının tatlarının hoş ve bazılarının da kötü olduğu konusunda bir görüş birliğine varamamışlardır. |
|
Tat ve kokunun var olması insanlar için temel bir ihtiyaç değildir. Ancak kahverengi ve kendine has bir kokusu olan topraktan yüzlerce çeşitte, hoş kokulu ve lezzetli meyve, sebze ve binlerce renk, biçim ve kokuda çiçek çıkmaktadır. Ve tüm bunlar muhteşem bir sanatın ürünü olarak dünyamıza apayrı bir güzellik katmaktadırlar.
Bu açıdan renk ve koku da
diğer tüm nimetler gibi, sonsuz lütuf ve ikram sahibi Allah'ın insana
karşılıksız sunduğu güzelliklerdendir. Yalnızca bu iki algının var olmaması
dahi insanın hayatını büyük ölçüde tatsızlaştırmaya yeterdi. Kendisine verilen
tüm bu nimetlere karşılık, insana düşen kuşkusuz kendisini her yönden kuşatmış
böyle sonsuz bir ikram karşısında Rabbinin dilediği gibi bir kul olmaya
çalışmaktır.