Lemeât - s.324

Bundandır ki, âciz adam, sebeb-i zuhur-u iktidar-ı müsbete hiç yanaşmaz. Menfîce müteharrik, daim tahripkâr olur.

Kuvvet hakka hizmetkâr olmalı

Hikmetteki desâtir, hükûmette nevâmis, hakta olan kavânin, kuvvetteki kavâid birbiriyle olmazsa müstenid ve müstemid,

Cumhur-u nasta olmaz ne müsmir ve müessir. Şeriatte şeâir kalır mühmel, muattal; umur-u nasta olmaz müstenid ve mu'temid.

Bazan zıd, zıddını tazammun eder

Zaman olur ki zıd, zıddını saklarmış. Lisan-ı siyasette lâfz mânânın zıddıdır. Adalet külâhını HAŞİYE 1

Zulüm başına geçirmiş. Hamiyet libasını, hıyanet ucuz giymiş. Cihad ve hem gazâya, bağy ismi takılmış. Esaret-i hayvanî, istibdad-ı şeytanî, hürriyet nam verilmiş. Zıdlarda emsal olmuş, suretlerde tebâdül, isimlerde tekabül, makamlarda becâyiş-i mekânî.

Menfaati esas tutan siyaset canavardır

Menfaat üzere çarhı kurulmuş olan siyaset-i hazıra müfterisdir, canavar.

Aç olan canavara karşı tahabbüp etsen, merhametini değil, iştihasını açar.

Sonra döner geliyor; tırnağının, hem dişinin kirasını senden ister.

Kuvâ-yı insaniye tahdit edilmediğinden cinayeti büyük olur

Hayvanın hilâfına, insandaki kuvâlar fıtrî tahdit olmamış. Onda çıkan hayr ü şer, lâyetenâhî gider.

Onda olan hodgâmlık, bundan çıkan hodbinlik, gurur, inat birleşse, öyle günah oluyor HAŞİYE 2 ki beşer şimdiye kadar

Ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.

Hem meselâ, bir adam tek yalancı sözünü doğru göstermek için, İslâmın felâketini kalben arzu eder.

Şu zaman da gösterdi: Cehennem lüzumsuz olmaz, Cennet ucuz değildir.

Bazan hayır, şerre vasıta olur

Havastaki meziyet, filhakika sebeptir tevazu, mahviyete; olmuş maatteessüf sebeb-i tahakküme,

Tekebbüre hem illet. Fakirlerdeki aczi, âmilerdeki fakrı, filhakika sebeptir ihsan ve merhamete.

Lâkin maatteessüf müncer olmuştur şimdi zillet ve esarete. Birşeyde hasıl olan mehâsin ve şerefse,

Havas ve rüesâya o şey peşkeş edilir. O şeyden neş'et eden seyyiat ve şer ise, efrad ve hem avâma,

Taksim, tevzi edilir. Aşiret-i galipte hasıl olan şerefse, "Hasan Ağa, aferin!" Hasıl olan şer ise,

Efrada olur nefrin. Beşerde şerr-i hazin!

Gaye-i hayal olmazsa enaniyet kuvvetleşir

Bir gaye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenâsi edilse; elbette zihinler enelere dönerler, etrafında gezerler.

Ene kuvvetleşiyor, bazan sinirleniyor. Delinmez, tâ "nahnü" olsun. Enesini sevenler başkalarını sevmezler.

Hayat-ı ihtilâl mevt-i zekât, hayat-ı ribâdan çıkmış

Bilcümle ihtilâlât, bütün herc ü fesâdat, hem asıl, hem madeni, rezâil ve seyyiat, bütün fâsit hasletler,

Muharrik ve menbaı iki kelimedir tek, yahut iki kelâmdır. Birincisi şudur ki: "Ben tok olsam, başkalar,

Acından ölse neme lâzım." İkincisi: "Rahatım için zahmet çek. Sen çalış ben yiyeyim. Benden yemek, senden emekler."

Birinci kelimede olan semm-i kàtili, hem kökünü kesecek, şâfi devâ olacak tek bir devâsı vardır.

O da zekât-ı şer'î ki bir rükn-ü İslâmdır. İkinci kelimede, zakkum-u şecer münderiç. Onun ırkını kesecek, ribânın hurmetidir.

Beşer salâh isterse, hayatını severse, zekâtını vaz etmeli, ribâyı kaldırmalı.

Beşer hayatını isterse envâ-ı ribâyı öldürmeli

Tabaka-i havastan tabaka-i avâma sıla-i rahm kopmuştur. Aşağıdan fırlıyor

Sadâ-yı ihtilâli, vâveylâ-yı intikamı, kin ve haset enîni. Yukarıdan iniyor


Lemeât - s.325

Zulüm ve tahkir ateşi, tekebbürün sıkleti, tahakküm saikası. Aşağıdan çıkmalı

Tahabbüb ve itaat, hürmet ve hem imtisal. Fakat merhamet ve ihsan yukarıdan inmeli,

Hem şefkat ve terbiye. Beşer bunu isterse sarılmalı zekâta, ribâyı tard etmeli.

Kur'ân'ın adaleti bâb-ı âlemde durup ribâya der "Yasaktır; hakkın yoktur, dönmeli."

Dinlemedi bu emri, beşer yedi bir sille. HAŞİYE 3 Müthişini yemeden bu emri dinlemeli.

Beşer esirliği parçaladığı gibi ecirliği de parçalayacaktır

Bir rüyada demiştim: Devletler, milletlerin hafif muharebesi, tabakat-ı beşerin şedid olan harbine terk-i mevki ediyor.

Zira beşer, edvarda esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecîr olmuştur; onun yükünü çeker, onu da parçalıyor.

Beşerin başı ihtiyar; edvâr-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet, esaret, şimdi dahi ecîrdir, başlamıştır, geçiyor.

Gayr-ı meşru tarik, zıdd-ı maksuda gider

1 bir düstur-u azîmdir. Gayr-ı meşru tarik ile bir maksada giden zat, galiben maksudunun zıddıyla görür mücazat.

Avrupa muhabbeti gayr-ı meşru muhabbet, hem taklit ve hem ülfet.

Âkıbeti mükâfat: mahbubun gaddârâne adâveti, cinâyat.

Fâsık-ı mahrum bulmaz ne lezzet ve ne necat.

Cebir ve İtizalde birer dane-i hakikat bulunur

Ey talib-i hakikat! Maziye, hem musibet; müstakbel ve mâsiyet ayrı görür şeriat. Maziye, mesâibe nazar olur kadere.

Söz olur Ceberîye. Müstakbel ve maâsi, nazar olur teklife. Söz olur İtizâle. İtizal ile Cebir şurada barışırlar.

Şu bâtıl mezheplerde birer dane-i hakikat mevcut, münderiçtir; mahsus mahalli vardır. Bâtıl olan, tâmimdir.

Acz ve cez' biçarelerin kârıdır

Ger istersen hayatı, çareleri bulunan şeyde acze yapışma.

Ger istersen rahatı, çaresi bulunmayan şeyde ceza'a sarılma.

Bazan küçük birşey büyük bir iş yapar

Öyle şerâit oluyor, tahtında az bir hareke sahibini çıkarıyor tâ âlâ-yı illiyyîn.

Öyle hâlât oluyor ki, küçük bir hareket, kâsibini indiriyor tâ esfel-i sâfilîn.

Bazılara bir an bir senedir

Fıtratların bir kısmı birden bire parlıyor. Bir kısmı tedricîdir, şey'en şey'en kalkıyor. Tabiat-ı insanî ikisine de benziyor.

Şerâite bakıyor, ona göre değişir. Bazan tedricî gider. Bazan dahi oluyor barut gibi zulmanî; birden bire fışkırıyor.

Nuranî bir nar olur; bazı olur, bir nazar, fahmi elmas ediyor. Bazı olur, bir temas, taşı iksir ediyor. Bir nazar-ı peygamber

Birden bire kalb eder bir bedevî câhil, bir ârif-i münevver.

Eğer mizan istersen: İslâmdan evvel Ömer, İslâmdan sonra Ömer.

Birbiriyle kıyası: bir çekirdek, bir şecer. Def'aten verdi semer, o nazar-ı Ahmedî, o himmet-i Peygamber.

Cezîretü'l-Arabda, fahm olmuş fıtratları kalb etti elmaslara, birden bire serâser,

Barut gibi ahlâkı parlattırdı, oldular birer nur-u münevver.

Yalan bir lâfz-ı kâfirdir

Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali. Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyalı.

Yeri verir sükûta-eğer çıksa zararlı. Yalana yer hiç yoktur, çendan olsa faydalı. Her sözün doğru olsun, her hükmün hak olmalı.

Lâkin hakkın olamaz her doğruyu söz etmek. Bunu iyi bilmeli. "Huz mâ safâ, da' mâ keder" kendine düstur etmeli.


Lemeât - s.326

Güzel gör, hem güzel bak. Tâ güzel düşünmeli. Güzel bil, hem güzel düşün. Tâ leziz hayatı bulmalı.

Hayat içinde hayattır hüsn-ü zanda emeli. Sûizanla yeistir saadet muharribi, hem de hayatın katili.

Bir meclis-i misalîde, şeriatle medeniyet-i hazıra, dehâ-i fennî ile hüdâ-yı şer'î muvazeneleri

Birinci Harbin Mütareke başında, bir Cuma gecesinde, bir rüya-yı sadıkada, misalî âleminde, bir meclis-i azîmde benden sual ettiler:

"Mağlûbiyet sonunda İslâmın âleminde ne hal peydâ olacak?" Asr-ı hazır meb'usu sıfatıyla söyledim; onlar da dinlediler.

Eski zamandan beri istiklâl-i İslâmın bekası, hem kelimetullahın i'lâsı için, farz-ı kifâye-i cihâdı, o lâzıme-i diyanet,

Deruhte ile, kendini yekvücud-u vahdânî, İslâmın âlemine fedaya vazifedar, hilâfete bayraktar görmüş olan bu devlet,

Şu millet-i İslâmın felâket-i mazisi, getirecek de elbet İslâmın âlemine saadet ve hürriyet. Olur geçen musibet

İstikbalde telâfi. Üçü veren, üç yüzü kazandıran etmiyor elbette hiç hasâret. Halini istikbale tebdil eder zîhimmet.

Zira ki şu musibet, hayatımız mâyesi olan şefkat, uhuvvet, tesanüd-ü İslâmı harikulâde etti, inkişaf-ı uhuvvet,

Tesri-i ihtizazı, tahrib-i medeniyet. Deniyet-i hazıra sureti değişecek, sistemi bozulacak. Zuhur edecek o vakit

İslâmî medeniyet. Müslümanlar bil'ihtiyar elbet evvel girecek. Muvazene istersen: Şer'in medeniyeti, şimdiki medeniyet,

Esaslara dikkat et, âsarlara nazar et. Şimdiki medeniyet esâsâtı menfidir. Menfi olan beş esas ona temel, hem kıymet.

Onlarla çarh kurulur. İşte nokta-i istinad: Hakka bedel kuvvettir. Kuvvet ise, şe'nidir tecavüz ve teâruz. Bundan çıkar hıyânet.

Hedef-i kastı, fazilet bedeline hasis bir menfaattir. Menfaatin şe'nidir tezâhum ve tehâsum. Bundan çıkar cinayet.

Hayattaki kanunu teâvün bedeline bir düstur-u cidaldir. Cidâlin şe'ni budur: tenâzu' ve tedâfü'. Bundan çıkar sefalet.

Akvamların beyninde rabıta-i esası: âharın zararına müntebih unsuriyet. Başkaları yutmakla beslenir, alır kuvvet.

Milliyet-i menfiye, unsuriyet, milliyet; şe'ni olur daima böyle müthiş tesadüm, böyle feci telâtum. Bundan çıkar helâket.

Beşincisi şudur ki: Cazibedar hizmeti hevâ, hevesi teşci, teshil; hevesâtı, arzuları tatmin. Bundan çıkar sefahet.

O hevâ, hem heves, şe'ni budur daima: İnsanı memsuh eder, sîreti değiştirir. Mânevî meshediyor; değişir insaniyet.

Şu medenîlerden çoğunun eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır; sîreti olur suret.

Gelir hayali karşına, postlarıyla tüyleri. İşte şununla görünür meydandaki âsârı. Zemindeki mevâzin, mizanıdır şeriat.

Şeriatteki rahmet, semâ-i Kur'ân'dandır. Medeniyet-i Kur'ân esasları müsbettir. Beş müsbet esas üzere döner çarh-ı saadet.

Nokta-i istinadı, kuvvete bedel haktır. Hakkın daim şe'nidir adalet ve tevazün. Bundan çıkar selâmet, zâil olur şekavet.

Hedefinde menfaat yerine fazilettir. Faziletin şe'nidir muhabbet ve tecazüb. Bundan çıkar saadet; zâil olur adâvet.

Hayattaki düsturu, cidal kıtal yerine düstur-u teavündür. O düsturun şe'nidir ittihad ve tesanüd; hayatlanır cemaat.

Suret-i hizmetinde, hevâ heves yerine hüdâ-yı hidayettir. O hüdânın şe'nidir insana lâyık tarzda terakki ve refahet,

Ruha lâzım surette tenevvür ve tekâmül. Kitlelerin içinde cihetülvahdeti de: Tard eder unsuriyet, hem de menfi milliyet.

Hem onların yerine rabıta-i dindir, nisbet-i vatanîdir, alâka-i sınıfîdir uhuvvet-i îmânî. Şu rabıtanın şe'nidir samimî bir uhuvvet,

Umumî bir selâmet. Hariç etse tecavüz, o da eder tedafü. İşte şimdi anladın, sırrı nedir ki küsmüş, almadı medeniyet.

Şimdiye kadar İslâmlar ihtiyarıyla girmemiş. Şu medeniyet-i hazıra onlara yaramamış. Hem de onlara vurmuş müthiş kayd-ı esaret.

Belki nev-i beşere tiryak iken zehir olmuş. Yüzde seksenini atmış meşakkat ve şekavet. Yüzde onu çıkarmış muzahraf bir saadet.

Diğer onu bırakmış beyne beyne bîrahat. Zalim ekallin olmuş gelen ribh-i ticaret. Lâkin saadet odur: Külle ola saadet.