![]() ![]() ![]() |
Lemeât - s.321 |
Gözde rüyet, midede hem ihtiyacı derc edendir mutlaka semâ gözüne ziya sürmesi çekmiş, zemin yüzüne gıda sofrası sermiş.
Kâinatın gör ki telifinde bir i'caz var. Ger bütün esbab-ı tabiiye bi'l-farzı'l-muhal ola herbiri muktedir bir fâil-i muhtar,
O i'câza karşı nihayet acz ile bil'imtisal ederek secde ki:
Bir kudret-i zâtiyedir, hem ezelî; acz tahallül edemez.
Onda merâtip olmayıp, mevâni tedahül edemez. İsterse küll, isterse cüz, nisbet tefavüt eylemez.
Çünkü herşey bağlıdır herşey ile. Herşeyi yapamayan birşeyi de yapamaz.
Tesbih gibi nazmeyleyip kaldıracak arzımızı, şümûsu, nücumu, hasra gelmez,
Şu fezanın başına, hem sinesine takacak öyle kuvvetli ele bir kimse mâlik olmaz.
Dünyada hiçbir şeyde dâvâ-yı halk edip iddia-yı icad edemez.
Mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sinek, nasıl onun ihyası kudrete ağır gelmez.
Şu dünyanın mevti de, ihyası da öyledir. Bütün zîruh ihyası onda fazla nazlanmaz.
Değil tâbi' tabiat, belki matba'. Değil nakkaş, o belki bir nakıştır.
Değil fâil, o kabildir. Değil masdar, o mistardır.
Değil nâzım, o nizamdır.
Değil kudret, o kanundur. İradî bir şeriattir, değil haric-i hakikattar.
Vicdanda mündemiçtir bir incizap ve cezbe. Bir câzibin cezbiyle daim olur incizap.
Cezbe düşer zîşuur, ger Zülcemal görünse, etse tecellî daim pürşâşaa bîhicap.
Bir Vâcibü'l-Vücuda, Sahib-i Celâl ve Cemal, şu fıtrat-ı zîşuur kat'î şehadet-meab.
Bir şahidi o cezbe; hem diğeri incizap.
Fıtratta yalan yoktur; ne dediyse doğrudur. Çekirdeğin lisanı, meyl-i nümüv der: "Ben sünbüllenip meyvedar..." Doğru çıkar beyanı.
Yumurtanın içinde, derin derin söyler hayatın meyelânı ki, "Ben piliç olurum, izn-i İlâhî ola." Sadık olur lisanı.
Bir avuç su, bir demir gülle içinde eğer niyet etse incimad, bürudetin zamanı.
İçindeki inbisat meyli der: "Genişlen, bana lâzım fazla yer." Bir emr-i bîemânî...
Metin demir çalışır, onu yalan çıkarmaz. Belki onda doğruluk, hem de sıdk-ı cenanî,
O demiri parçalar. Şu meyelânlar bütün birer emr-i tekvinî, birer hükm-ü Yezdanî,
Birer fıtrî şeriat, birer cilve-i irade. İrade-i İlâhî, idare-i ekvânî,
Emirleri şunlardır: Birer birer meyelân, birer birer imtisal, evâmir-i Rabbânî.
Vicdandaki tecellî aynen böyle cilvedir ki incizap ve cezbe iki musaffâ cânı,
İki mücellâ camdır. Akseder içinde cemâl-i lâyezâlî, hem de nur-u imanî.
Karıncayı emirsiz, arıyı yâsupsuz bırakmayan kudret-i ezeliye, elbette,
Beşeri de bırakmaz şeriatsiz, nebîsiz. Sırr-ı nizam-ı âlem böyle ister elbette.
Bir mirac-ı kerametle melekler, gördüler elhak ki müsellem bir nübüvvette muazzam bir velâyet var.
O parlak zat, burâka binmiş de berk olmuş, kamervâri serâser âlem-i nuru da görmüştür.
Şu şehadet âleminde münteşir insanlara hissî büyük bir
mucize nasıl ki dir.
Lemeât - s.322
Bu Miraçtır âlem-i ervahtaki sakinlere en büyük bir
mucize ki 2 dır.
Kelime-i şehadet: Vardır iki kelâmı. Birbirine şahittir, hem delil ve burhandır.
Birincisi, sânîye bir burhan-ı limmîdir. İkincisi, evvele bir burhan-ı innîdir.
Hayat bir nur-u vahdettir; şu kesrette eder tevhid tecellî. Evet, bir cilve-i vahdet eder kesretleri tevhid ve yektâ.
Hayat birşeyi herşeye eder mâlik. Hayatsız şey, ona nisbet ademdir cümle eşya.
Ruh bir nuranî kanundur; vücud-u haricî giymiş bir namustur, şuuru başına takmış.
Bu mevcut ruh, şu makul kanuna olmuş iki kardeş, iki yoldaş.
Sabit ve hem daim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi hem âlem-i emir, hem irade vasfından gelir.
Kudret vücud-u hissî giydirir, şuuru başına takar, bir seyyâle-i lâtifeyi o cevhere sadef eder.
Eğer envâdaki kanunlara kudret-i Hâlık vücud-u haricî giydirirse, herbiri bir ruh olur.
Ger vücudu ruh çıkarsa, başından şuuru indirirse, yine lâyemut kanun olur.
Ziya ile hayatın herbiri, mevcudatın birer keşşafıdır. Bak: Nur-u hayat olmazsa,
Vücut adem-âlûddur, belki adem gibidir. Evet, garip, yetimdir, hayatsız ger kamer'se.
Ger mizanü'l-vücutla karıncayı tartarsan, onda çıkan kâinat küremize sıkışmaz.
Bence küre hayvandır, başkaların zannınca meyyit olan küreyi ger getirip koyarsan,
Karıncanın karşısına, o zîşuur başının nısfı bile olamaz.
Nasrâniyet ya intifâ, ya ıstıfâ bulacak. İslâma karşı teslim olup terk-i silâh edecek.
Mükerreren yırtıldı, Purutluğa tâ geldi, Purutlukta görmedi ona salâh verecek.
Perde yine yırtıldı, mutlak dalâle düştü. Bir kısmı lâkin bazı yakınlaştı tevhide; onda felâh görecek.
Hazırlanır şimdiden HAŞİYE yırtılmaya başlıyor. Sönmezse safvet bulup İslâma mal olacak.
Bu bir sırr-ı azîmdir. Ona remz ve işaret: Fahr-i Rusul demiştir, "İsâ, şer'im ile amel edip ümmetimden olacak."
Meşhurdur ki, îdin hilâline bakardı cemaat-i kesire. Kimse birşey görmedi.
Zevâlî bir ihtiyar yemin etti ki, "Gördüm." Halbuki gördüğü, kirpiğinin takavvüs etmiş beyaz bir kılı idi.
O kıl oldu hilâli. O mukavves kıl nerede? Hilâl olmuş kamer nerede? Ger anladın şu remzi,
Zerrattaki harekât, kirpik-i aklın olmuş, birer kıl-ı zulmettar, kör etmiş maddî gözü.
Teşkil-i cümle envâ fâilini göremez, düşer başına dalâl.
O hareket nerede, Nazzâm-ı kevn nerede? Onu ona vehmetmek muhal ender muhal!
Ümmetteki cumhuru, hem avâmın umumu, burhandan ziyade mehazdaki kudsiyet şevk-i itaat verir, sevk eder imtisale.
Şeriat, yüzde doksanı müsellemât-ı şer'î, zaruriyât-ı dinî birer elmas sütundur.
İçtihadî, hilâfî, fer'î olan mesâil, yüzde ancak on olur. Doksan elmas sütunu, on altının sahibi
Kesesine koyamaz, ona tâbi kılamaz. Elmasların madeni, Kur'ân ve hem hadistir. Onun malı; oradan her zaman istemeli.
Kitaplar, içtihadlar Kur'ân'ın âyinesi, yahut dürbün olmalı. Gölge, vekil istemez o Şems-i Mu'cizbeyan.
İnsandaki fıtratı mükerrem olduğundan, kasten hakkı arıyor.
Lemeât - s.323
Bazan gelir eline, bâtılı hak zanneder; koynunda saklıyor.
Hakikati kazarken, ihtiyarı olmadan dalâl düşer başına; hakikattir zanneder, kafasına geçirir.
Kudret-i Zülcelâlin pek çoktur mir'atları. Herbiri ötekinden daha eşeff ve eltaf pencereler açıyor bir âlem-i misale.
Sudan havaya kadar, havadan tâ esire, esirden tâ misale, misalden dâ ervâha, ervahtan tâ zamana, zamandan tâ hayale, hayalden fikre kadar muhtelif âyineler, daima temsil eder şuûnât-ı seyyâle. Kulağında nazar et âyine-i havaya: Kelime-i vahide, olur milyon kelimat.
Acip istinsah eder o kudretin kalemi, şu sırr-ı tenasülât.
Âyinede temessül, münkasım dört surete: Ya yalnız hüviyet, ya beraber hâsiyet, ya hüviyet hem şule-i mahiyet, ya mahiyet hüviyet.
Eğer misal istersen, işte insan ve hem şems, melek ve hem kelime. Kesifin timsalleri, âyinede oluyor birer müteharrik meyyit.
Bir ruh-u nuranînin, kendi mir'atlarında timsalleri oluyor birer hayy-ı murtabıt. Aynı olmazsa eğer, gayrı dahi olmayıp, birer nur-u münbasıt.
Ger şems hayvan olaydı, olur harareti hayatı, ziya onun şuuru. Şu havassa mâliktir âyinede timsali.
İşte budur şu esrarın miftahı: Cebrâil hem Sidrede, hem suret-i Dıhye'de, meclis-i Nebevîde,
Hem kim bilir kaç yerde! Azrâil'in bir anda Allah bilir kaç yerde ruhları kabz ediyor. Peygamberin bir anda,
Hem keşf-i evliyada, hem sadık rüyalarda ümmetine görünür, hem haşirde umum ile şefaatle görüşür.
Velilerin abdalı çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür.
İçtihadın şartını hâiz olan her müstaid, ediyor nefsi için nass olmayanda içtihad. Ona lâzım, gayra ilzam edemez.
Ümmeti davetle teşri' edemez. Fehmi, şeriatten olur, lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri' olamaz.
İcmâ ile cumhurdur, sikke-i şer'î görür. Bir fikre davet etmek, zann-ı kabul-ü cumhur şart-ı evvel oluyor.
Yoksa davet bid'attır, reddedilir. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz.
Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.
O nur ile bu ziya mezc olmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver.
Gözünde bir nehar var; lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki bir leyl-i münevver.
O içinde bulunmazsa, o şahm-pâre göz olmaz, sende birşey göremez. Basiretsiz basar da para etmez.
Ger fikret-i beyzâda süveydâ-i kalb olmazsa, halita-i dimağî ilim ve basiret olmaz. Kalbsiz akıl olamaz.
Dimağda merâtip var, birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir.
Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz'an oluyor, sonra gelir iltizam, sonra itikad gelir.
İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Herbirinden çıkar bir hâlet. Salâbet itikaddan,
Taassup iltizamdan, imtisal iz'andan, tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda,
Tahayyülde safsata hâsıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir.
Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, sâfi olan zihinleri cerhtir, hem idlâli.
Hakikî mürşid-i âlim koyun olur, kuş olmaz; hasbî verir ilmini.
Koyun verir kuzusuna hazmolmuş musaffâ sütünü.
Kuş veriyor ferhine lüab-âlûd kayyını.
Vücud-u cümle ecza, şart-ı vücud-u külldür. Adem ise oluyor bir cüz'ün ademiyle; tahrip eshel oluyor.