![]() |
Sikke-i Tasdik-i Gaybîden |
İkinci Keramet-i Aleviye
Yirmi Sekizinci Lem'anın Birinci Meselesi
Eskişehir Hapishanesinde ihtilattan ve konuşmaktan memnû olduğum zamanda karşımdaki kardeşlerime teselli için yazdığım kısacık fıkraların bir kısmıdır.
Hapsin bir latif hatırasıdır ki: Risale-i Nur gizlenir, fakat sönmez ve
söndürülmez. Bir âlem-i mânâda Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) ilminden sordum:
demişsin, muradın nedir? Dedi:
yani hecevâri terkipsiz ve vakflarda rakamvâri, şekilsiz harflerdir ki
"Latinî hurufudur." Lâ-dini zamanında taammüm eder. Sonra sordum,
"Ercüzende benden bahs ile 'kendini muhafaza et' demişsin. Hem tam vaktinde
emrinizi gördük, fakat maatteessüf kendimizi muhafaza edemedik. Bu belaya düştük.
Şahsımdan binler defa daha ehemmiyetli olan Risale-i Nur'dan bahs ve işaretin yok
mu?" dedim.
Dedi, "Yalnız işaret değil, belki Celcelûtiyemde tasrih ediyorum."
Ben bu cevaptan sonra kasâid-i Aleviyeden en meşhur ve en ziyade esrarlı olan Celcelûtiye kasidesinde bu fıkrayı gördüm.
Dikkat ettim, sarahat derecesinde Risale-i Nur'a bakar. Ezcümle: Siraci'n-Nur bir tek
fark ile tam ve aynen Risale-i Nur'dur. Çünkü Siraci'n-Nur'da ile
beraber otuz dört (34) eder. Risalede
ve
otuz beş (35) eder ki, bir tek fark var. O tek
fark elif'dir. O da bine işaret eder. Hem birinci fıkra cifir ve ebced hesabıyla
bin üç yüz elli iki (1352) veya elli (1350) eder ki, bu tarih Risale-i Nur'un
gizlenmesine ve gizli parlamasına ve iştiâline tam tevafuk eder. Eğer
kelimesi
sayılmazsaHAŞİYE
1 o vakit
kelimesinin ahirindeki tenvin, nun sayılır. Bin üç
yüz otuz üç (1333) veya otuz beş (1335) olur ki, bu tarih Risale-i Nur'un mebde-i
intişarıdır.
İkinci fıkra olan de
yine on farkla Risale-i Nur'a ve farksız "Risale-i Nurî" tevafuk etmekle
beraber, tamam fıkra cifir ve ebced hesabıyla bin iki yüz doksan üç (1293) eder ki,
Risale-i Nur müellifinin tarih-i veladetidir. Ve
deki tenvin, nun olsa bin üç yüz kırk üç (1343) olur ki, Risale-i Nur'dan
Onuncu Söz'ün intişarı ile parlaması zamanıdır. Eğer
deki şeddeli
iki
sayılsa bin üç yüz elli üç (1353) eder ki, bu tarih Risale-i Nur'un
bir musibet neticesinde muvakkat gizlenmesine ve gizli perde altında parlamasına ve
tenvirine tam tevafuk eder.
Acaba Hz. Ali (r.a.) gibi esrar-ı huruf ve cifir ilminde üstad-ı mutlak ve Celcelûtiye gibi cifirli, ebcedli, sırlı bir kasidesinde bu mânâ cihetiyle ve cifir itibariyle ve hakikat noktasında ve vakıa mutabık haysiyetiyle ve mukteza-yı hale muvafık olan müteaddit ve mânidar tevafukat-ı acibesi tesadüf olabilir mi? Hâşâ olamaz. Belki, Hz. Ali'nin (r.a.) bir kerametidir. Ercüze'deki çok zahir olan meşhur kerametini teyid ve onunla teeyyüd eder.
Celcelûtiye'nin Risale-i Nur'a işaretini teyid eden cay-ı dikkat bir tevafuk var.
Şöyle ki: Bu sırlı ve cifirli kasidenin cifrî, hesabî rakamları her satırın
altında matbu olarak yazılmış o rakamlar ayrı ayrıdırlar. Fakat Risale-i Nur'dan
bahsettiği yerde o cifrî rakamlar resmen kabul edilen miladî tarihine tevafuk ediyor.
Ve o tarihin tarih-i kabulünü ve Risale-i Nur'un da perde altında tenvirinin tarihini
gösteriyor. Bin dokuz yüz yirmi dokuz (1929)'dan tâ otuz dokuza (39) tâ kırk dörde
(1944) kadar gösterir. Otuz iki sayfadan ibaret olan o kasidenin yalnız bir iki yerinde
bu zamanın miladî tarihini gösterir. Zannederim ki öteki yerde dahi bu zamandan
bahsediyor. Daha tam anlamamışım. Hem başta Sûre-i İhlas ile işaret edilen vefk-i
müselles bin üç yüz elli bir (1351) eder. Hem bu işaret-i Aleviyeye bu da ima eder
ki, o kasidenin nısf-ı evvelinde yetmiş fıkrada on yedi defa Nur kelimesiniHAŞİYE 2
tekrar ediyor. Ve müteaddit defa Süryanice bedî mânâsında olan Celcelûtiye
kelimesini öyle ehemmiyetle zikreder ki, kasidenin ismi Celcelûtiye olmuştur. Risale-i
Nur, Esma-i Hüsna içinde ism-i Nur, ism-i Hakîm ve ism-i Bedi'in mazharıdır.
Zahirinde, tarz-ı beyanında ism-i Bedi'in cilvesi görünüyor. Hem
fıkrasından iki satır evvel bu fıkra-ı râ'na belki en ehemmiyetli ve en parlak fıkra olan
yani, "Ya Rab! Benim yıldızımı nur eyle. Âhirzamana kadar bedi' bir surette
ışıklandır, şûlelendir" diyor. Evet İmam-ı Ali'nin (r.a.) şu duası bu
zamanda Risale-i Nur ile kabul olduğunu ve Risale-i Nur'u irade ettiğini şu bedî, acip
tevafuk ispat eder. Şöyle ki: tam tamına aynen cifir ve ebced
hesabıyla Risale-i Nur oluyor. Çünkü nur kelimesi her ikisinde de var.
İki yüz doksan altı (296) eder. Risale-i Nur'daki "risale" kelimesi aynen iki
yüz doksan altı (296)'dır. Demek İmam-ı Ali (r.a.) bütün ulumunun hazinesi olan
Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyanın bir şûle-i i'cazı olan Risale-i Nur'u Cenab-ı Haktan
ahir zamanda Kur'ân'a çelik bir sur ve parlak bir yıldız olarak istemiş.HAŞİYE 1
Ve duası kabul olmuş. Daha Celcelûtiye'de bu zamana ve Risale-i Nur'a ima eden
müteaddit emareler var. Hattâ hayretimi mucib bir rüya Eskişehir hapsinde
istintâkımdan bir gece evvel görüyorum ki: "Celcelûtiye'nin Süryanî şu
fıkrası
imdadıma yetişmiş. Beni sıkıntıdan kurtarmış. Ben birkaç defa tekrar edip
okuyorum." Uyandım. Yattım. Yine onunla meşgulüm. Sabahleyin fevka'l-me'mul
istintâka çağırıldım. Hem fevkalade cevap verdim. Müdafaatımın en mühim ve
memurları hayrette bırakan parçası tekellüfsüz tezahür etti. Fakat o parçayı ben
kaleme alamadım. Onlar yazdılar. Her ne ise... Bundan bu Celcelûtiye bize bakar. Bir
hâtıra geldi. Baktım ki; O Süryanî fıkranın tam arkasında bir satır evvel Hz.
İmam-ı Ali'nin (r.a.) Risale-i Nur'u tasrih etmişim, diye başta yazdığım
ve iki satır evvel
manidar, müjdeli, kerametkâr fıkraları bulunuyor. Anladım ki: Gecedeki
meşguliyet bunun için imiş. Elhasıl, Celcelûtiye bu işaretiyle kaside-i
Ercüziye'deki zahir keramet-i Aleviyeyi hem teyid eder, hem onunla teeyyüd edip sarahat
derecesine takarrub eder.
Cay-ı dikkattir ki: Ben üveysî bir tarzda bir kısım ilm-i hakikatı Hüccetü'l-İslâm olan İmam-ı Gazali'den (k.s.) almıştım. Şimdi anlıyorum ki, İmam-ı Gazali (k.s.) aynı dersi üveysî bir tarzda İmam-ı Ali'den (r.a.) almıştır. Demek Hz. İmam-ı Ali'nin (r.a.) mühim bir şakirdi olan İmam-ı Gazali'nin (k.s.) başı üstünde bu biçare talebesine şefkatkârâne, tesellidarâne en sıkıntılı bir zamanda bakması acip değil, belki lâzımdır ve öyle olmak gerektir. Risale-i Nur'a üç fıkrasında kuvvetli işaret eden Hz. Ali'nin (r.a.) kaside-i Celcelûtiyesinin hiçbir cihetle tesadüfe hamledilemez. Tevafuklu bir kerametini beyan etmeye mecbur oldum.
Şöyle ki: Üç aydan beri o kasideyi okuyorum. Yalnız sekiz sayfayı halledemediğim
bir vefka dair olduğu cihetle okumuyordum. Fakat ahirinde
den başlayan ahirki iki sayfayı da ötekilerle beraber okurdum. Yetmiş defa kat'î,
belki tahminime göre yüze yakın defalarda her defa istisnasız ne vakit elime alıp
baştan okuduktan sonra ahirini açarken
ile başlayan sayfa açılıyordu.
Ben hayret ediyordum. Onu okumayarak iki sayfa sonra
ile başlayan iki sayfa ahirini okuduklarıma zam ederek her ne vakit baştan okuduğum ve
terkettiğim sekiz sayfaya gelirken kitabın bâki kalan yüze yakın sayfaları içinde
açtıkça yine
sayfası açılıyordu. Hayret içinde hayret ediyordum. Elli
defadan sonra dedim: "Acaba bu sayfa neden açılıyor? Onu da okusam ne olur?"
Baktım ki, Kaside-i Celcelûtiyeyi okuduğum maksadın neticesini o sayfa gösteriyor.
Ben terk ettiğimden hatâ ettiğimi bildim. Ondan sonra okumaya başladım. Ondan sonra
belki kırk defadan fazla ele aldıkça yine o sayfa açılıyordu. Nihayet
arkadaşlarıma hikâye ettim. Onlar da hayret içinde hayrette kaldılar. Dedim: "Bu
Celcelûtiyenin bir kerametidir. Sizleri değil, başkalarını ikna edecek maddî delil
elimde yok. Yalnız benim müşahedatım var. Benim müşahedatım başkasına hüccet
olamaz. Ben de şimdiye kadar delilsiz dâvâları yazmak adetim değildi. Fakat madem şu
tevafuk aciptir.
Elbette işarettir ki, "Beni yaz." Ve inanmayanlara kendini inandıracak ki yazdırmak istiyor.
Cenab-ı Hakka yüz bin şükür ediyorum ki, bana hem büyük bir teselli, hem
dâvâma büyük bir delil gösterdi. Ve tevafukun beş altı nev'i bize ve mesleğimize
medar-ı imtiyaz ve vesile-i teşvik olarak verilmiş. Ve her me'yusiyet ve gevşeklik
zamanımızda bir kamçı-yı teşvik ve bir keramet-i hizmet-i Kur'ânîyeye, medar bir
tevafuk-u latife imdadımıza yetiştiği gibi bu defa da yetişti. Evet, kalben gayet
alâkadar olduğum kardeşlerimin müfarakat zamanının pek yakın olduğu bir zamanda ve
hapiste yalnız kalacağım bir anda ve üç ayda yetmiş defa acip bir tarzda bana
açılan bir sayfanın kerametini dâvâ ettiğim ve delilsiz kaldığım bir hengamda Hz.
Ali'nin (r.a.) Celcelûtiye kasidesinin yetmiş defa bila-istisna bana açılan
den başlayan üç-dört satırda üç-dört kuvvetli emare ve delil vardır ki,
hitab-ı umumisinde bize hususi bakıyor.
BİRİNCİ EMARE: fıkrası hem makam, hem mânâ, hem
cifir ve ebced hesabıyla bu nidâ-i umumi-i Alevî de hususi bir tarzda bu zamana ve
Risale-i Nur'a ve Risale-i Nur'un müellifine bakıyor. Çünkü
cifir ve ebced hesabıyla bin üç yüz elli üç (1353) senesi zamanını tam
gösterdiği ve o zamanda da Risale-i Nur ve şakirtlerin en korkulu bir zamanıdır ki,
altı satırda yedi defa
kelimelerini tekrar ediyor
fıkrasındaki
Molla Said (r.a.)
Molla Kürd ve Molla Said Bedi'
(r.a.) yalnız üç farkla tevafuk sırrıyla gösteriyor. Ve bu isim sahibi bu hitapta
hususi murad olduğuna işaret ediyoruz. Ve mânâsıyla da bin üç yüz elli üç (1353)
senesinin tarihinde bu ism-i Âzamın hamili yani ism-i Âzamı kendine muhafaza ittihaz
eden şahıs demekle, o umumi hitapta böyle hususi bize bakıyor. Çünkü Lillahilhamd
bin üç yüz elli üç (1353) tarihinde her yirmi dört saatte yüz yetmiş bir defa
olan ism-i Âzamı okuyorum ve kendimi onunla muhafazaya çalışıyorum. Evet kaside-i
Ercüziye'sinde Sekine tabir ettiği ism-i Âzam ve Celcelûtiye'sinde Süryani ve Arabî
olarak yine müteaddit tarzda
gibi tabirle beyan ettiği Esma-i
Sitte-i Meşhure ki, ism-i Âzamdır. Gösterdiği bin üç yüz elli üç (1353)
tarihindeHAŞİYE
2 yüz yetmiş bir defa Esma-i Sittesi Risale-i Nur müellifinin daimi virdidir.
Ve o yüz yetmiş bir (171) defa okuduğum Esma-i Sitte ile beraber yetmiş bir (71)
âyeti yirmi dört saatte on dokuz defa okuyarak yekûnü bin üç yüz elli üç (1353)
de bin üç yüz kırk bir (1341) eder ki, bu ism-i Âzama bin üç yüz kırk (1340)'dan
beri devam ettiğimin tarihine tevafuk ediyor. Hem bir defasında on dokuz âyet ism-i
Âzam ile beraber on dokuz defa daimi okunur. Ve âyetlerin tekrâratının hurufatının
adedi altı bin altı yüz altmış altı (6666). Ayât-ı Kur'âniyeye tevafuk ediyor.
Sûre-i İhlasın üç Fâtiha-i Şerifenin tekerrür-ü nuzûlü için iki olsa yine tam
tamına tevafuk ediyor.
İKİNCİ EMARE: satırından sonra
fıkrası pek zahir ve kat'i bir surette harb-i umumiyi gösterdiği gibi, harb-i umumide
gayet tehlikeli bir surette harbe iştirak eden bu fakirin en korkunç zamanına bakar ve
teselli eder, "korkma" der. Ve bu umumi hitapta hususi Risale-i Nur'un
başlangıcı olan İşârâtü'l-İ'câz'ın mebde-i telifiyle ve âlem-i İslâmın en
müthiş ve korkulu musibet zamanını mânâsıyla gösterdiği gibi cifir ve ebced
hesabıyla da gösterir. Mânâ ile cifir hesabı ittifak ettiği yerde ima kuvvetlenip
işaret derecesine çıkar. Çünkü
Hicri bin üç yüz otuz yedi
(1337), Rumî iki küsür fark eder. O halde bin üç yüz otuz dörde (1334) iniyor. O
tarihte yalnız tek başımla Rusya'nın şimalinde en korkulu bir vaziyette ve esaretten
firar ettiğimin zamanıdır.
beraber olsa bin dokuz yüz kırk
küsur oluyor ki, Allahü âlem o tarihte diğer bir harbi umumi çıkmasına işaret
etmekle beraber, böyle büyük yekunlerde üç dört farkın ehemmiyeti olmadığından
hem Rumî yerine Arabî bu Miladi tarihine girse beş altı sene fark ediyor.
Yine otuz yedi tarihi evvelki hesaba tevafuk edip en korkulu vaziyetimizde teselli
veriyor. ise pek sarih bir surette harb-i umumiyi gösteriyor. Çünkü
mânâsı "dehşetli bir harb-i ahir zamanda korkma" demekle beraber cifir ve
ebced hesabıyla bin üç yüz otuz bir (1331) veyahut bin üç yüz otuz üç (1333)
ettiğinden o umumi hitaptan hususi bize baktığı sair emarelerle göründüğü gibi o
tarihte harb-i umumide en müthiş bir vaziyete giriftar olmuştum.
İşârâtü'l-İ'câz'ın müsvedde-i evveliyesi düşmanın elinde parça parça
olmuştu. Ben de bir defada dört mermi vücuduma isabet ederek birisinde yaralı ayağım
kırık, su ve çamur içinde otuz dört saat ölüme muntazır ve etrafımda düşman
askerleri muhasara ettiği bir hengamdır ki; en korkulu ve en me'yusiyetli zamanıma
bakıyor. Öyleyse, o umum içinde hususî bize işaret ediyorHAŞİYE 3 denilebilir.
ÜÇÜNCÜ EMARE: Bu üç güz mevsimidir aynı zamanda medar-ı teselli üç kerameti görüyoruz.
Birincisi: Gavs-ı Âzam
tabiri ile on beş emare-i kaviye ile bize baktığı ve teselli verdiği gibi
ile korkumuzu izale etmiş.
İkinci güzde: Aynı mevsimde Hz. Ali (r.a.) aynen o kudsî hafidinin başı
üstünde bize bakıp korkulu, me'yusiyetli vaziyetimizden ve yakında başımıza gelecek
musibete karşı tahaffuz için ism-i Âzamı ders verip
tabiriyle beş kuvvetli delillerle o umumi hitaptan bize hususi baktığını gördük.
Üçüncü güzde: Bizi ikaz ettiği musibet başımıza geldiği ve hapse
düştüğümüz ve bütün ruhumla ünsiyet ettiğim arkadaşlarımın müfarakat
zamanında yine diye kerametkârâne bize teselli ve korkumuzu izale eder bir
tarzda beyanatı görüldü.
Latif bir tevafuktandır ki, üç güz mevsiminde aynı zamanda sekizinci ve on
sekizinci ve yirmi sekizinci lem'alar bu üç keramat-ı azîmeye dair olduğundan
ihtiyarımız olmadan onar fasıla ile; sekiz, on sekiz, yirmi sekize tevafuk ediyor. Bu
altı satırda yedi defa Hz. İmam-ı Ali'nin (r.a.)
diyerek bin üç yüz otuz yedi (1337)'den sonraki senelere, korkulu seneler olduğundan
en ziyade Kur'ân hesabına perişaniyet ve havfa düşmüş olanlara teselli ve teşci'
etmesi bu umumi kitapta herbir seneye bir
kelimesiyle bakıp kırk ikiye ve
daha sonrasına kadar. Risale-i Nur'un mebde-i intişarı ve telifi ve bu fakir
arkadaşlarımla beraber zamanın en dehşetli darbesine maruz olduğumuzdan bu umumi
hitapta bize hususi baktığına kuvvetli bir emaredir. Eğer
mânâsında bulunan
gibi dört-beş kelime daha ilave olsa bizim ve Risale-i Nur'un
intişariyle beraber en korkulu bir zamanda olduğumuzdan yine sair emaratın işaretiyle
bu fıkralar umumi hitap içinde hususi bir surette Risale-i Nur şakirtlerine bakar. Ve
bilhassa "Birbirine mukabil meliklerin ve reislerin tecavüzünden ve tevkifinden ve
ihatasından korkma!" meâlinde olan
iki fıkrayı şimdi tam izah edemediğim müteaddit emareler ile "Hakimler,
padişahlar, reislerin sana karşı hücumlarından ve esaretlerinden ve yakalamalarından
korkma!" diye olan hitab-ı umumisinde hususi bize bakıyor. Hem mânâca, hem
cifirce hakiki ve layık muhatap olacak musibetzedeler içinde tam bizim gibi bu zamanda
hiçbir kimse görülmüyor. Demek hususi bu iki fıkra bize bakar. Hem
ilh. fıkrasının altındaki fıkra olan
HAŞİYE
1 mânâsıyla yine cifir ve ebced hesabıyla bin üç yüz elli dört
(1354) arabî tarihinde en sevdiğim kardeşlerimle hapiste me'yusiyetli bir vakitte,
günde yüz yetmiş bir defa
tabir edilen ism-i Âzamı okuduğum
bir zamanda elbette bu teselli-i selamet Celcelûtiyenin umumi müjdesinde hususi bize
baktığına ehl-i insaf tereddüt etmemeli. Çünkü hakkımızdaki düşman planından
selamete çıkmak harikadır ki, onu gösteriyor. Kasidenin ortasında en mühim ve en
parlak yerde en mühim duasının neticesinde üç fıkrasının herbirinde sarahata
yakın Risale-i Nur'u mânâsıyla ve cifirce göstermesi burada
fıkrasında dahi Risale-i Nur şakirtlerine teselli ve teminat vermekle hususi bir
surette baktığını kuvvetli teyid ediyor. Bu emareleri teyid eden şu noktadır ki,
kaside-i Celcelûtiye umumiyeti itibariyle Süryanî, İbranî, esma-i İlahiyeyi ve
süver-i Kur'âniyeyi şefaatçı yapıp hususi münacat olduğu halde başta
fıkrasıyla gösteriyor ki, bazı esrar-ı gaybiyenin keşfinden bahsedecek yalnız
bir-iki yerde hususi münacat ve duadan istikbale bakar tarzı var ki, birisi;
den başlıyor, üç satırda üç defa kuvvetli işaretle mânâ ve cifirle Risale-i
Nur'u gösteriyor. İkinci yer ise;
ile başlayan üç satırında üç
kuvvetli işaretle Risale-i Nur şakirtlerine bakıyor. Yetmiş defa yüz ihtimal içinde
bir sayfanın açılması tesadüf olmadığı gibi bu tarzdaki îmalar, emareler,
işaretler elbette tesadüfî olamaz. Belki bir keramet-i gaybiyedir, Kur'ân-ı Hakîmin
hizmetkârlarına bir ikramdır.
Said Nursî
Hafız Tevfik'in fıkrasına tetimmedir
Refet, Hüsrev, Rüştü'ye hediyedir.
ilh. bu beş altı satırda yedi fıkrasıyla, yedi cihetle de Risale-i Nur
müellifine işaret ettiği gibi, diğer üç fıkra da gerçi öteki fıkralar gibi kavi
bir işaret değil, fakat bir hafi îmadan hali değildir. Madem bütün fıkralar işaret
ediyorlar, bu üç fıkra dahi onlar gibi işaret etmek gerektir. Ezcümle:
fıkrası belki altı satırdaki on üç fıkrada istikbalde gelen ve müthiş korkulara
düşen birisine hitap ediyor ki, "Karşılaş... Kaçma" deyip teşci'
ediyorlar. Sair fıkraların delaletiyle bu umumi hitapta hususi bir muhatap "Said
Nursî"dir. O halde
zam edilse bin üç yüz yirmi beş
(1325) eder. Çünkü şeddeli nun iki nun ve
deki
şeddeli iki
dır. İşte o tarihte 31
Mart hadisesi münasebetiyle İstanbul'dan kaçarak muvakkat bir zaman mücahede-i
maneviyeyi bırakmak niyetiyle hareket ordusundan firar edip İzmit'e geldiği tarihe
tevafuk ediyor.
fıkrasında dahi muhatap, hususi o "Nursî"
olduğundan
izhar edilerek ilave edilse bin üç yüz kırk bir (1341)
eder. İşte o tarihte ben Barla'da menfî olarak insan suretindeki akreplerin tacizleri
altında azap çekerken harap ve hususi, küçük mescidimde otururken seccademin altında
yeri bulunan ve emsalini görmediğim büyük bir akrep çıktı. Bir zat onu öldürdü.
Daha ondan sonra on senedir dağlarda akrepli yerlerde kaldığım halde hiçbir akrebi
görmedim. Bu fıkranın tam mânâsına mazhar oldum. Eğer
deki
şeddeli olsa o
vakit bin üç yüz elli bir (1351) eder ki o tarihte insan akreplerinin, o
nin mahvına ve idamına çalıştıkları fakat muvaffak olamadıkları zamanına tam
tevafuk eder.
fıkrasının muhatabı müteaddit emarelerle
dir. Çünkü Hz. İmam-ı Ali (r.a.) Kaside-i Ercüzesinde
fıkrasında lafzen ve mânen "Kürdî" namını veriyor. O halde
deki
şeddesiz olsa o
vakit bin üç yüz yirmi bir (1321) eder. O tarihte o "Kürdî," Başît
namındaki meşhur dağın başında bir taş üstünde akşam namazını kıldıktan
sonra yalnız olarak otururken o dağın esedi ve arslanı hükmünde olan bir canavar
kurt yanına geldi. Bir arkadaş gibi ona ilişmedi. Eğer
deki
şeddeli olsa bin
üç yüz otuz bir (1331) eder ki, o tarihte Ermeni, Rus komitesinin canavarları her
tarafta o "Kürdî"yi sardıkları ve katline çalıştıkları ve fakat
muvaffak olamadıkları tarihe tam tamına tevafuk eder. İşte bin üç yüz otuz bir
tarihine (1331) ve o dehşetli harb-i umuminin şiddetli zamanına ve Said Kürdî'nin en
musibetli ve en korkulu zamanına Hz. İmam-ı Ali (r.a.) bu altı satırda altı defa
diye mükerreren o tarihe işaret etmek elbette hiçbir cihetle tesadüf olmaz. Ve ilm-i
esrar ve cifirde allâme-i ümmet olan Hz. Ali (r.a.) sırlı ve kerametli olan meşhur
Kaside-i Celcelûtiye'sinde istikbale bakan altı satırda altı defa mükerreren aynı
tarihe ve aynı korkulu vaktine
kelimesinde cifir hesabıyla ve
mânâsıyla göstermesi şeksiz, şüphesiz bir keramet-i gaybiyesidir. Resul-i Ekremden
(a.s.m.) ders almış, ümmete ders vermiş. Evet
cifir ve ebced hesabıyla bin üç yüz otuz bir eder. Çünkü
deki
altı
yüz
dört yüz '
üç yüz
otuz
bir eder, mecmuu bin üç yüz otuz bir (1331) eder
fıkrasındaki
cümlesi
ahirindeki tenvin nun sayılmak
şartıyla bin üç yüz dokuz eder (1309). İşte o tarih ise
hitabına mazhar olan Risale-i Nur müellifini adet-i mahalliye ve silah-ı milli olan
seyf ve hançerin hücumuna hedef olduğu, seyf ve hançeri beraberinde taşımaya mecbur
olduğu ve kıskançlık sebebiyle Siirt' te alimler ve talebelerin büyük bir münazaa
ve kavgalarına maruz bulunduğu hengama tam tamına tevafuk eder. Bu tevafuk ise sair
fıkraların ittifakıyla kuvvetleniyor. Îmadan, işaret belki delalet derecesine
çıkıyor.
fıkrasındaki
cümlesinde şeddeli - iki - ve
üstündeki tenvin nun sayılmak şartıyla bin iki yüz doksan üç (1293) eder.
İşte bu tarih Rusun Âlem-i İslâmın felaketine sebep olan doksan üç dehşetli
harbin zamanına ve Risale-i Nur müellifinin tarih-i veladetine tam tamına tevafuku
şüphesiz kasdi bir işaret-i gaybiyedir. Eğer şeddeli - bir sayılsa ve tenvin
sayılmazsa o vakit
satırındaki
fıkrası bin iki yüz doksan bir
(1291) eder. Yalnız iki fark ile aynı tarihi gösterir. Bu fıkranın cifrî işaretine
mânâsı kuvvet verdiği gibi sûret-i mânâ dahi letafetlendiriyor. Çünkü
mızrak
okdur. Mızrak ve oku harpte istimal eden Arap ile eski zaman
bedevi adamlarıdır. Doksan üç (93) harbi ise asr-ı bedeviyete yakın olmakla beraber
mıntıka-i harre ehli olan mızraklı ve oklu Araplar o dehşetli harpte memalik-i
bâridede kışta çarpıştıkları halde devlet-i İslâmiyenin mağlûbiyetiyle
neticelenmesi ve o harpte Arabın acınacak vaziyetlerini Seyyid-i Arap olan Hz. İmam-ı
Ali (r.a.) görmüş gibi ifade ediyor. Evet, Üstad-ı Kudsisi ona göstermiş o da
görmüş. Ve kahramanlık damarına dokunmuş, şiddetle korkma diye teşci' etmiş.
Keramet-i Aleviyenin neticesi
Madem Hz. Ali (r.a.) hadisine mazhardır. Hem madem
Şah-ı Velayet ünvanını alarak harika kerametleri göstermiştir. Hem ahirzamanda
gelen hadiselere karşı Kur'ân ve Âl-i Beyt cihetinde herkesten ziyade alâkadardır.
Hem madem esrarlı Kaside-i Ercüziyede ve meşhur Kaside-i Celcelûtiyesinde vâkıat-ı
istikbaliyeden haber veriyor. Ve "esrar-ı gaybiyeyi benden sorunuz" diye iddia
ederek kısmen dâvâsını ihbarat-i sadıka-ı gaybiye ile ispat etmiştir. Hem madem o
iki kasidesinde takip ettiği en mühim esas ve en büyük ders ism-i Âzamdır. Ve ism-i
Âzam ile meşgul olanlar ile konuşur, teselli ve teşci' eder. Hem madem o kasideler
istikbale baktıkları vakit çok emareler ve işaretler ile hem mânâlar ile, hem cifri
hesabıyla şu zamanımızı ve şu zamandaki hadisat-ı acibeye parmak basıyor. Ve aynı
hadiseyi mükerreren işaretle gösteriyor. Hem madem Risale-i Nur bu zamanda iman ve
Kur'ân hizmetinde Hz. Ali'nin (r.a.) nazarına çarpacak en ehemmiyetli bir hadisedir. Ve
Hz. Ali (r.a.) tesisinde harika ilmiyle ve fevkalâde şeceatıyla cihanpesendane hizmet
ettiği ve üstünde titrediği hakaik-i imaniye ve Kur'âniyeyi harika bir tarzda kat'i
burhanlarıyla ispat eden Risale-i Nur, o kudsi hakikatları güneş gibi göstermiştir.
Hem madem Hz. Ali'nin (r.a.) kudsi Üstadından aldığı ve bu ümmete verdiği en mühim
ders ve bu iki kaside-i gaybiyesinin mevzuu ve esas ve ruhu olan Sekine'yi ve ism-i
Âzamı bu zamanda herkesten ziyade kendine vird eden ve on üç seneden beri ism-i
Âzamla beraber binbir Esma-i İlahiye içinde bulunan Cevşenü'l-Kebir ile ve o Esma ile
ulûm-u Kur'âniyenin hazinesini açan yüz yirmi risaleyi o Esma'nın feyzi ile Kur'ân'a
tefsir yapan ve yirmi dört saatte yüz yetmiş defa Sekine ve ism-i Âzam denilen Esma-i
Sitte-i Meşhureyi bin üç yüz mükerrer âyetle okuyan ve Âl-i Beytin mânevî ve
gayet mühim bir mirası ve bir maden-i feyzi olan Cevşenü'l-Kebir'i kendine üstad eden
ve bidayette her günde bir defa bazan üç defa tamamını okuyan ve talebesine tavsiye
eden adam, Risale-i Nur müellifidir. Hem mademki kasidenin sarahata yakın altı yerinde
ondan haber veriyor. Hattâ yalnız
makamında dahi altı satırda altı
defa
ile bu zamanın en müthiş hadisesi olan birinci harb-i umumiyi gösterip o
harpte ilimce ve şeriatça ve şahısça korkulara düşen bir şakirdini teşci' eden bu
altı satır bilâistisna on üç cümlesiyle on üç defa aynı şakirdinin başına
parmak basıyor. Ve on üç seneden beri ism-i Âzama devam o şakirdin tarih-i
hayatının on üç vakıat-ı mühimmesine on üç surette işaret ve umum işaretler
birbirine kuvvet verip ittifak ettikleri adam, Risale-i Nur müellifidir. Elbette bu
mezkur dokuz hakikat gayet kat'i bir surette netice verir ki Hz. Ali (r.a.) Ercüze ve
Celcelûtiye'sinde Risale-i Nur'u alkışlıyor, haber veriyor ve müellifi ile
konuşuyor, teselli ediyor.