![]() ![]() ![]() |
Yedinci Lem'a - s.594 |
Şu ihbarda hafî bir ima daha var ki: Sahabeyi tavsifât-ı mühimme ile senâ
ederken, en büyük bir mükâfâtın vaadi makamca lâzım geldiği halde,
kelimesiyle işaret ediyor ki, istikbalde Sahabeler içinde fitneler vasıtasıyla mühim
kusurlar olacak. Çünkü mağfiret kusurun vukuuna delâlet eder. Ve o zamanda Sahabeler
nazarında en mühim matlup ve en yüksek ihsan, mağfiret olacak. Ve en büyük mükâfat
ise, af ile, mücâzât etmemektir.
kelimesi nasıl bu lâtif imayı gösteriyor; öyle de, sûrenin başındaki
cümlesiyle münasebettardır. Sûrenin başı-hakikî günahlardan mağfiret değil; çünkü ismet var, günah yok-belki makam-ı nübüvvete lâyık bir mânâ ile Peygambere müjde-i mağfiret ve âhirinde Sahabelere mağfiret ile müjde etmekle, o imaya bir letâfet daha katar.
İşte, âhir-i Feth'in mezkûr üç âyeti, o vücuh-u i'câzından yalnız ihbar-ı gaybî veçhinin çok vücuhundan yalnız yedi veçhini bahsettik. Cüz-ü ihtiyarî ve kadere dair Yirmi Altıncı Sözün âhirinde, şu âhirki âyetin hurufatının vaziyetindeki mühim bir lem'a-i i'câza işaret edilmiştir. Bu âhirki âyet, cümleleriyle Sahabeye baktığı gibi, kayıtlarıyla dahi yine Sahabenin ahvâline bakıyor. Ve elfâzıyla Sahabenin evsâfını ifade ettikleri gibi, hurufâtıyla ve o âyetteki hurufâtın tekerrür-ü adediyle yine Ashab-ı Bedir, Uhud, Huneyn, Suffe, Rıdvan gibi tabakat-ı meşhure-i Sahabede bulunan zatlara işaret ettikleri gibi, ilm-i cifrin bir nev'i ve bir anahtarı olan tevafuk cihetiyle ve ebced hesabıyla daha çok esrarı ifade ediyor.
Sûre-i Feth'in âhirindeki âyetin mânâ-yı işarîsiyle verdiği ihbar-ı gaybî münasebetiyle, gelecek âyette aynı haber, aynı mânâ-yı işarî ile verdiği münasebetle, bir nebze ondan bahsedilecek.
Bu âyetin beyanında binler nüktelerinden iki nükteye işaret edeceğiz.
BİRİNCİ NÜKTE
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, mefâhimiyle, mânâ-yı sarihiyle ifade-i hakaik ettiği gibi, üslûplarıyla, hey'âtıyla çok maânî-yi işariyeyi dahi ifade ediyor. Herbir âyetin çok tabaka-i mânâları var. Kur'ân ilm-i muhitten geldiği için, bütün mânâları murad olabilir. İnsanın cüz'î fikri ve şahsî iradesiyle olan kelâmlar gibi bir iki mânâya inhisar etmez.
İşte bu sırra binaen, âyât-ı Kur'âniyenin ehl-i tefsir tarafından hadsiz hakaiki beyan edilmiş. Müfessirînin beyan etmediği daha çok hakaiki var. Ve bilhassa hurufâtında ve mânâ-yı sarihinden başka işârâtında çok ulûm-u mühimme vardır.
İKİNCİ NÜKTE
İşte bu âyet-i kerime,
tabiriyle, sırat-ı müstakimin ehli ve hakikî niam-ı İlâhiyeye mazhar nev-i beşerdeki taife-i enbiya ve kafile-i sıddıkîn ve cemaat-i şüheda ve esnaf-ı salihîn ve envâ-ı tâbiînin bulunduklarını ifade etmekle beraber, âlem-i İslâmiyette o beş kısmın en mükemmelini dahi ayrıca sarahaten gösterdikten sonra, o beş kısmın imamları ve baştaki rüesalarını sıfât-ı meşhureleriyle zikretmekle onlara delâlet edip ifade ettiği gibi, ihbar-ı gayb nev'inde bir lem'a-i i'câz ile o taifelerin istikbaldeki reislerinin vaziyetlerini bir vecihle tayin ediyor.
Yedinci Lem'a - s.595
Evet, nasıl ki sarahatle Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma bakıyor;
fıkrasıyla Ebu Bekri's-Sıddık'a bakıyor. Hem Peygamber Aleyhissalâtü
Vesselâmdan sonra ikinci olduğuna ve en evvel yerine geçeceğine ve
"Sıddık" ismi ümmetçe ona ünvan-ı mahsus ve sıddıkînlerin başında
görüneceğine işaret ettiği gibi,
kelimesiyle Hazret-i Ömer,
Hazret-i Osman, Hazret-i Ali Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîni, üçünü beraber ifade
ediyor. Hem üçü Sıddıktan sonra nübüvvetin hilâfetine mazhar olacaklarını ve
üçü de şehid olacaklarını, fazilet-i şehadetleri de sair fezâillerine ilâve
edileceğini işaret ve gaybî bir surette ifade ediyor.
kelimesiyle Ashab-ı Suffe, Bedir,
Rıdvan gibi mümtaz zevâta işaret ederek,
cümlesiyle, mânâ-yı sarihiyle
onların ittibâına teşvik ve Tâbiînlerdeki tebaiyeti çok müşerref ve güzel
göstermekle, mânâ-yı işarîsiyle Hulefâ-i Erbaanın beşincisi olarak ve
5
hadis-i şerifin hükmünü tasdik ettiren, müddet-i hilâfeti azlığıyla beraber
kıymetini azîm göstermek için o mânâ-yı işarîsiyle Hazret-i Hasan Radıyallahu
Anhı gösterir.
Elhasıl, Sûre-i Feth'in âhirki âyeti Hulefâ-i Erbaaya baktığı gibi, bu âyet dahi, teyiden, ihbar-ı gayb nev'inden onların istikbaldeki vaziyetlerine kısmen işaret suretiyle bakar. İşte, Kur'ân'ın envâ-ı i'câzından olan ihbar-ı gayb nev'inin lemeât-ı i'câziyesi âyât-ı Kur'âniyede o kadar çoktur ki, hasra gelmez. Ehl-i zâhirin kırk elli âyete hasretmeleri, nazar-ı zâhirî iledir. Hakikatte ise binden geçer. Bazan bir âyette dört beş vecihle ihbar-ı gaybî bulunur.
Şu âhir-i Feth'in işaret-i gaybiyesini teyid eden, hem Fâtiha-i Şerifedeki
sırat-ı müstakim ehli ve 8
âyetindeki murad kimler olduğunu beyan eden, hem ebedü'l-âbâdın pek uzun yolunda en
nuranî, ünsiyetli, kesretli, cazibedar bir kafile-i rüfekayı gösteren ve ehl-i iman
ve ashab-ı şuuru şiddetle o kafileye tebaiyet noktasında iltihak ve refakate mucizâne
sevk eden şu âyet,
yine âhir-i Feth'in âhirki âyeti gibi, ilm-i belâgatte "maârîzu'l-kelâm" ve "müstetbeâtü't-terâkib" tabir edilen mânâ-yı maksuttan başka, işarî ve remzî mânâlarla Hulefâ-i erbaa ve beşinci halife olan Hazret-i Hasan'a (r.a.) işaret ediyor, gaybî umurdan birkaç cihette haber veriyor. Şöyle ki:
Nasıl ki şu âyet, mânâ-yı sarihi ile, nev-i beşerde niam-ı âliye-i İlâhiyeye mazhar olan, ehl-i sırat-ı müstakim olan kafile-i enbiya ve taife-i sıddıkîn ve cemaat-i şüheda ve envâ-ı salihîn ve sınıf-ı tâbiîn, muhsinîn olduğunu ifade ettiği gibi; âlem-i İslâmda dahi o taifelerin en ekmeli ve en efdali bulunduğunu ve Nebiyy-i Âhirzamanın sırr-ı veraset-i nübüvvetten teselsül eden taife-i verese-i enbiya ve Sıddık-ı Ekberin maden-i sıddıkiyetinden teselsül eden kafile-i sıddıkîn ve hulefâ-i selâsenin şehadet mertebesiyle merbut bulunan kafile-i şüheda,
sırrıyla bağlanan cemaat-i salihîn ve
sırrını imtisal eden ve Sahabelerin ve Hulefâ-i Râşidînin refakatinde giden
esnaf-ı Tâbiîni ihbar-ı gaybî nev'inden gösterdiği gibi,
kelimesiyle, mânâ-yı işarî cihetinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan
Yedinci Lem'a - s.596
sonra makamına geçecek ve halifesi olacak ve ümmetçe "Sıddık" ünvanıyla şöhret bulacak ve sıddıkîn kafilesinin reisi olacak Hazret-i Ebu Bekri's-Sıddık'ı ihbar ediyor.
kelimesiyle, Hulefâ-i Râşidînden üçünün şehadetini haber veriyor. Ve Sıddıktan
sonra üç şehid halife olacaklar. Çünkü
cem'dir; cem'in ekalli üçtür.
Demek Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali (Radıyallahu Anhüm) Sıddıktan sonra
riyaset-i İslâmiyete geçecekler ve şehid olacaklar. Aynı haber-i gaybî vuku
bulmuştur.
Hem kaydıyla, Ehl-i Suffe gibi taat ve ibadette Tevrat'ın senâsına mazhar
olmuş ehl-i salâhat ve takvâ ve ibadet, istikbalde kesretle bulunacağını ihbar
etmekle beraber,
cümlesi, Sahabeye ilim ve amelde refakat ve tebaiyet eden Tâbiînlerin tebaiyetini
tahsin etmekle, ebed yolunda o dört kafilenin refakatlerini hasen ve güzel göstermekle
beraber; Hazret-i Hasan'ın (r.a.) birkaç ay gibi kısacık müddet-i hilâfeti çendan
az idi, fakat
hükmüyle ve ihbar-ı gaybiye-i Nebeviyenin tasdikiyle ve
hadisindeki mucizâne ihbar-ı gaybî-yi Nebevîyi tasdik eden ve iki büyük ordu, iki
cemaat-i azîme-i İslâmiyenin musalâhasını temin eden ve nizâı ortalarından
kaldıran Hazret-i Hasan'ın (r.a.) kısacık müddet-i hilâfetini ehemmiyetli gösterip,
Hulefâ-i Erbaaya bir beşinci halife göstermek için, ihbar-ı gaybî nev'inden
mânâ-yı işarîsiyle ve kelimesinde beşinci halifenin ismine, ilm-i belâgatte
"müstetbeâtü't-terâkib" tabir edilen bir sırla işaret ediyor.
İşte, mezkûr işarî ihbarlar gibi daha çok sırlar var. Sadedimize gelmediği için şimdilik kapı açılmadı. Kur'ân-ı Hakîmin çok âyâtı var ki, herbir âyet çok vecihlerle ihbar-ı gaybî nev'indendir. Bu nevi ihbârât-ı gaybiye-i Kur'âniye binlerdir.
Kur'ân-ı Hakîmin tevafuk cihetinden tezahür eden i'câzî nüktelerinden bir nüktesi şudur ki:
Kur'ân-ı Hakîmde ism-i Allah, Rahmân, Rahîm, Rab ve İsm-i Celâl yerindeki
Hüve'nin mecmuu dört bin küsurdur. Hesab-ı ebcedin ikinci nev'i
ki, huruf-u hecâ tertibiyledir, o da dört bin küsur eder. Büyük adetlerde küçük
kesirler tevafuku bozmadığından, küçük kesirlerden kat-ı nazar edildi. Hem
tazammun ettiği vav-ı atıf ile beraber, 280 küsur eder. Aynen Sûre-i
el-Bakara'nın 280 küsur İsm-i Celâline ve hem 280 küsur âyâtın adedine tevafuk
etmekle beraber, ebcedin hecâî tarzındaki ikinci hesabıyla, yine dört bin küsur
eder. O da, yukarıda zikri geçmiş beş esmâ-i meşhurenin adedine tevafuk etmekle
beraber,
'in kesirlerinden kat-ı nazar, adedine tevafuk ediyor. Demek, bu sırr-ı
tevafuka binaen,
hem müsemmâsını tazammun eden bir isimdir, hem el-Bakara'ya
isim, hem Kur'ân'a isim, hem ikisine muhtasar bir fihriste, hem ikisinin enmuzeci ve
hülâsası ve çekirdeği, hem
in mücmelidir. Ebcedin meşhur
hesabıyla
ism-i
Rab adedine müsavi olmakla beraber, deki müşedded râ iki râ
sayılsa, o vakit 990 olup, pek çok esrar-ı mühimmeye medar olup, on dokuz harfiyle on
dokuz bin âlemin miftahıdır.
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyanda Lâfza-i Celâlin tevafukat-ı lâtifesindendir ki, bütün Kur'ân'da sayfanın âhirki satırın yukarı kısmında seksen Lâfza-i Celâl birbirine tevafukla baktığı gibi, aşağıki kısımda da aynen seksen Lâfza-i Celâl birbirine tevafukla bakar. Tam o âhirki satırın ortasında yine elli beş Lâfza-i Celâl birbiri üstüne düşüp ittihad ederek, güya elli beş Lâfza-i Celâlden terekküp etmiş birtek Lâfza-i Celâldir. Âhirki satırın başında yalnız ve bazı üç harfli kısa bir kelime, fasıla ile yirmi beş tam tevafukla tam ortadaki elli beşin tam tevafukuna zammedilince, seksen tevafuk olup, o satırın nısf-ı evvelindeki seksen tevafuka ve nısf-ı âhirdeki yine seksen tevafuka tevafuk ediyor. Acaba böyle lâtif, zarif, muntazam, mevzun, i'câzlı bu tevafukat nüktesiz, hikmetsiz olur mu?