![]() ![]() ![]() |
Beşinci, Altıncı, Yedinci Lem'alar - s.591 |
1
âyetinin gayet mühim bir hakikatini on beş mertebe ile beyan edecek bir risale
olacaktı. Fakat hakikat ve ilimden ziyade, zikir ve tefekkürle münasebettar
olduğundan, şimdilik tehir edildi. Çendan On Birinci Lem'a olan
"Mirkatü's-Sünnet ve Tiryaku Marazi'l-Bid'a" namındaki gayet mühim bir
risale, Beşinci Lem'a namıyla, bidâyeten yazılmıştı. Fakat o risale, on bir
nükte-i mühimmeye inkısam ettiğinden, On Birinci Lem'aya girdi, Beşinci Lem'a
açıkta kaldı.
2 cümlesinin ifade ettiği
çok âyâtın mühim hakikatini yine on beş, yirmi mertebe-i fikriye ile beyan edecek
bir risale olacaktı. Bu Lem'a da, Beşinci Lem'a gibi, nefsimde hissettiğim ve
harekât-ı ruhiyemde zikir ve tefekkürle müşahede ettiğim mertebeler olduğundan,
ilim ve hakikatten ziyade zevk ve hale medar olmak cihetiyle, hakikat lem'aları içinde
değil, belki âhirlerinde yazılması münasip görüldü.
Sûre-i Feth'in âhirindeki âyetin yedi nevi ihbar-ı gaybîsine dairdir
SÛRE-İ FETH'İN bu üç âyetinin çok vücuh-u i'câzı vardır. Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın on vücuh-u külliye-i i'câziyesinden ihbar-ı bilgayb veçhi, şu üç âyette, yedi sekiz vecihle görünüyor.
BİRİNCİSİ
4
ilâ âhir. Feth-i Mekke'yi, vukuundan evvel kat'iyetle haber veriyor. İki sene sonra,
haber verdiği tarzda vuku bulmuştur.
Yedinci Lem'a - s.592
İKİNCİSİ
5
ifade ediyor ki: Sulh-u Hudeybiye, çendan zâhirî İslâm aleyhinde görülmüş ve
Kureyşîler bir derece galip görünmüş olduğu halde, mânen, Sulh-u Hudeybiye
mânevî büyük bir fetih hükmünde olacak ve sair fütuhatın da anahtarı olacak diye
ihbar ediyor.
Filhakika, Sulh-u Hudeybiye ile, çendan maddî kılıç kılıfına muvakkaten konuldu. Fakat Kur'ân-ı Hakîmin bârika-âsâ elmas kılıcı çıktı; kalbleri, akılları fethetti. Musalâha münasebetiyle birbiriyle ihtilât ettiler. Mehâsin-i İslâmiyet, envâr-ı Kur'âniye, inat ve taassubât-ı kavmiye perdelerini yırtarak hükmünü icra ettiler. Meselâ, bir dâhiye-i harp olan Hâlid bin Velid ve bir dâhiye-i siyaset olan Amr ibnü'l-Âs gibi, mağlûbiyeti kabul etmeyen zatlar, Sulh-u Hudeybiye ile cilvesini gösteren seyf-i Kur'ânî onları mağlûp edip, Medine-i Münevvereye kemâl-i inkıyad ile İslâmiyete gerdendâde-i teslim olduktan sonra, Hazret-i Hâlid, bir seyfullah şekline girdi ve fütuhat-ı İslâmiyenin bir kılıcı oldu.
MÜHİM BİR SUAL: Fahrü'l-Âlemîn ve Habib-i Rabbü'l-Âlemîn Hazret-i Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sahabelerinin, müşrikîne karşı Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in bidâyetinde mağlûbiyetinin hikmeti nedir?
Elcevap: Müşrikler içinde, o zamanda saff-ı Sahabede bulunan ekâbir-i Sahabeye istikbalde mukabil gelecek Hazret-i Hâlid gibi çok zatlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmet-i İlâhiye, hasenât-ı istikbaliyelerinin bir mükâfât-ı muaccelesi olarak mazide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış. Demek mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlûp olmuşlar-tâ, o müstakbel Sahabeler, berk-i süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehâmet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin.
ÜÇÜNCÜSÜ
kaydıyla ihbar ediyor ki: "Sizler emniyet-i mutlaka içinde Kâbe'yi tavaf
edeceksiniz." Halbuki, Ceziretü'l-Arabdaki bedevî akvam, çoğu düşman olmakla
beraber, Mekke etrafı ve Kureyş kabilesi kısm-ı âzamı düşman iken, "Yakın
bir zamanda, hiç havf hissedilmezken Kâbeyi tavaf edeceksiniz" ihbarıyla,
Ceziretü'l-Arabı itaat altına ve bütün Kureyşi İslâmiyet içine ve emniyet-i
tâmme vaz' edilmesine delâlet ve ihbar eder. Aynen haber verdiği gibi vukua gelmiştir.
DÖRDÜNCÜSÜ
kemâl-i kat'iyetle ihbar ediyor ki, "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği din, umum dinlere galebe çalacak." Halbuki, o zamanda yüzer milyon tebaası bulunan Nesârâ ve Yahudi ve Mecusî dinleri ve Roma, Çin ve İran hükûmeti gibi yüzer milyon tebaası bulunan cihangir devletlerin edyân-ı resmîleri iken, kendi küçük kabilesine karşı tam galebe edemeyen bir vaziyette bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği din, umum dinlere galip ve umum devletlere muzaffer olacağını ihbar ediyor. Hem gayet vuzuh ve kat'iyetle ihbar ediyor. İstikbal, o haber-i gaybîyi, Bahr-i Muhit-i Şarkîden Bahr-i Muhit-i Garbîye kadar İslâm kılıcının uzamasıyla tasdik etmiştir.
BEŞİNCİSİ
ilâ âhir. Şu âyetin başı, Sahabelerin enbiyadan sonra nev-i beşer içinde en mümtaz olduklarına sebep olan secâyâ-yı âliye ve mezâyâ-yı galiyeyi haber vermekle, mânâ-yı sarihiyle, tabakat-ı Sahabenin istikbalde muttasıf oldukları ayrı ayrı mümtaz has sıfatlarını ifade etmekle beraber, mânâ-yı işarîsiyle, ehl-i tahkikçe vefat-ı Nebevîden sonra makamına geçecek Hulefâ-i Râşidîne hilâfet tertibiyle işaret edip, herbirisinin en meşhur medar-ı imtiyazları olan sıfât-ı hassayı dahi haber veriyor. Şöyle ki:
8
maiyet-i mahsusa ve sohbet-i hassa ile ve en evvel vefat ederek yine maiyetine girmekle
meşhur ve mümtaz olan Hazret-i Sıddık'ı gösterdiği gibi, 9
ile, istikbalde küre-i arzın
devletlerini fütuhâtıyla titretecek ve adaletiyle zalimlere sâika gibi şiddet
gösterecek
Yedinci Lem'a - s.593
olan Hazret-i Ömer'i gösterir. Ve 10
ile, istikbalde en mühim bir fitnenin vukuu hazırlanırken, kemâl-i merhamet ve
şefkatinden, İslâmlar içinde kan dökülmemek için ruhunu feda edip teslim-i nefis
ederek Kur'ân okurken mazlumen şehid olmasını tercih eden Hazret-i Osman'ı da haber
verdiği gibi;
saltanat ve hilâfete kemâl-i liyakat ve kahramanlıkla girdiği halde ve kemâl-i zühd ve ibadet ve fakr ve iktisadı ihtiyar eden ve rükû ve sücudda devamı ve kesreti herkesçe musaddak olan Hazret-i Ali'nin (r.a.) istikbaldeki vaziyetini ve o fitneler içindeki harpleriyle mes'ul olmadığını ve niyeti ve matlubu fazl-ı İlâhî olduğunu haber veriyor.
ALTINCISI
12
fıkrası, iki cihetle ihbar-ı gaybîdir.
BİRİNCİSİ: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gibi ümmî bir zâta nisbeten gayb hükmünde olan Tevrat'taki evsâf-ı Sahabeyi haber veriyor.
Evet, Tevrat'ta, On Dokuzuncu Mektupta beyan edildiği gibi, âhirzamanda gelecek
Peygamberin Sahabeleri hakkında Tevrat'ta bu fıkra var: "Kudsîlerin bayrakları
beraberlerindedir." Yani, onun Sahabeleri ehl-i taat ve ibadet ve ehl-i salâhat ve
velâyettirler ki, o vasıfları "kudsîler," yani "mukaddes"
tabiriyle ifade etmiştir. Tevrat'ın pek çok ayrı ayrı lisanlara tercüme edilmesi
vasıtasıyla o kadar tahrifat olduğu halde, şu Sûre-i Feth'in
hükmünü müteaddit âyâtıyla tasdik ediyor.
İKİNCİ CİHET ihbar-ı gaybî şudur ki: fıkrasıyla ihbar ediyor ki,
"Sahabeler ve Tâbiînler, ibadette öyle bir dereceye gelecekler ki, ruhlarındaki
nuraniyet yüzlerinde parlayacak ve cephelerinde kesret-i sücuddan hâsıl olan bir
hâtem-i velâyet nev'inde, alınlarında sikkeler görünecek."
Evet, istikbal bunu vuzuhla ve kat'iyetle, parlak bir surette ispat etmiştir. Evet, o
kadar acip fitneler ve dağdağa-i siyaset içinde, gece ve gündüzde Zeynelâbidin gibi
bin rekât namaz kılan ve Tâus-u Yemenî gibi kırk sene yatsı abdestiyle sabah
namazını edâ eden çok mühim pek çok zatlar sırrını göstermişlerdir.
YEDİNCİSİ
fıkrası, iki cihetle ihbar-ı gaybîdir.
BİRİNCİSİ: Nebiyy-i Ümmîye nisbeten gayb hükmünde olan İncil'in Sahabeler hakkındaki ihbarını ihbardır.
Evet, İncil'de, âhirzamanda gelecek Peygamberin (a.s.m.) vasfında 14 gibi âyetler var. Yani,
Hazret-i İsâ (a.s.) gibi kılıçsız değil, belki sahibüsseyf bir Peygamber gelecek,
cihada memur olacak ve onun Sahabeleri dahi kılıçlı ve cihada memur olacaklardır. O
kadîb-i hadid sahibi, Reis-i Âlem olacak. Çünkü, İncil'in bir yerinde der: "Ben
gidiyorum, tâ Âlemin Reisi (a.s.m.) gelsin." Yani, Âlemin Reisi geliyor.
Demek oluyor ki: İncil'in bu iki fıkrasından anlaşılıyor ki, Sahabeler çendan mebde'de az ve zayıf görünecekler; fakat çekirdekler gibi neşvünemâ bularak yükselip, kalınlaşıp kuvvetleşerek, küffârın gayzlarını onlara yutkundurup boğduracak vakitte, kılıçlarıyla nev-i beşeri kendilerine musahhar edip, reisleri olan Peygamberin (a.s.m.) ise âleme reis olduğunu ispat edecekler. Aynen şu Sûre-i Feth'in âyetinin meâlini ifade ediyor.
İKİNCİ VECİH: Şu fıkra ihbar ediyor ki, Sahabeler çendan azlığından ve zaafından Sulh-u Hudeybiyeyi kabul etmişler; elbette, herhalde az bir zamandan sonra sür'aten öyle bir inkişaf ve ihtişam ve kuvvet kesb edecekler ki, rû-yi zemin tarlasında dest-i kudretle ekilen, nev-i beşerin o zamanda gafletleri cihetiyle kısa, kuvvetsiz, nâkıs, bereketsiz sümbüllerine nisbeten gayet yüksek ve kuvvetli ve meyvedar ve bereketli bir surette çoğalacaklar ve kuvvet bulacaklar ve haşmetli hükûmetleri gıptadan, hasetten ve kıskançlıktan gelen bir gayz içinde bırakacaklar. Evet, istikbal bu ihbar-ı gaybîyi çok parlak bir surette göstermiştir.