![]() ![]() ![]() |
On Birinci Şua - s.984 |
hem bu asrımıza, hem o asırlara işaret etmeleri cihetinde istikbalden haber veren
İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (k.s.) dahi, aynen hem bu asrımıza, hem o asra
bakıp haber vermişler. kelimeleri bu zamana değil, belki
bin
yüz altmış bir (1161) ve
sekiz yüz on (810) ederek, o zamanlarda ehemmiyetli maddî
mânevî şerlere işaret eder. Eğer beraber olsa, Milâdi bin dokuz yüz yetmiş bir
(1971) olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi sene sonra, şimdiki
tohumların mahsulü ıslah olmazsa, elbette tokatları dehşetli olacak.
Onbirinci Meselenin haşiyesinin bir lâhikasıdır
Âyetü'l-Kürsînin tetimmesi olan
1
bin üç yüz elli (1350),
2
bin dokuz yüz yirmi dokuz (1929) veya (1928),
3
dokuz yüz kırk altı (946) "Risaletü'n-Nur" ismine muvafık;
4
bin üç yüz kırk yedi (1347);
eğer beraber olsa bin on iki (1012), eğer beraber olmazsa dokuz yüz kırk beş (945) (bir şedde sayılmaz),
6
bin üç yüz yetmiş iki (1372) (şeddesiz), 7
bin dört yüz on yedi (1417);
8
bin üç yüz otuz sekiz (1338) (şedde sayılmaz) 9
bin iki yüz doksan beş
(1295) (şedde sayılır) eder. Risaletü'n-Nur'un hem iki kere ismine, hem suret-i
mücahedesine, hem tahakkukuna ve telif ve tekemmül zamanına tam tamına tevafukuyla
beraber, ehl-i küfrün bin iki yüz doksan üç (1293) harbiyle âlem-i İslâmın nurunu
söndürmeye çalışması tarihine ve Birinci Harb-i Umumîden istifade ile bin üç yüz
otuz sekizde (1338) bilfiil nurdan zulümata atmak için yapılan dehşetli muahedeler
tarihine tam tamına tevafuku ve içinde mükerreren nur ve zulümat
karşılaştırılması ve bu mücahede-i mâneviyede Kur'ân'ın nurundan gelen bir Nur,
ehl-i imana bir nokta-i istinat olacağını mânâ-yı işârî ile haber veriyor diye
kalbime ihtar edildi. Ben de mecbur oldum, yazdım. Sonra baktım ki, mânâsının
münasebeti bu asrımıza o kadar kuvvetlidir ki, hiç tevafuk emaresi olmasa da, yine bu
âyetler her asra baktığı gibi mânâ-yı işârî ile bizimle de konuşuyor kanaatim
geldi.
Evet, evvelâ başta cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç yüz elli
(1350) tarihine parmak basar ve mânâ-yı işârî ile der: Gerçi o tarihte, dini,
dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla
cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u
siyasî oluyor ve hükümet, lâik cumhuriyete döner. Fakat ona mukabil mânevî bir
cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıcıyla olacak. Çünkü, dindeki rüşd-ü irşad
ve hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli burhanları izhar edip tebyin ve
tebeyyün eden bir nur Kur'ân'dan çıkacak diye haber verip bir lem'a-i i'caz gösterir.
On Birinci Şua - s.985
Hem, tâ 10
kelimesine kadar, Risale-i Nur'daki bütün muvazenelerin aslı, menbaı olarak aynen o
muvazeneler gibi mükerreren nur ve zulümat ve iman ve karanlıkları
karşılaştırmasıyla gizli bir emaredir ki, o tarihte bulunan cihad-ı mânevî
mübarezesinde büyük bir kahraman "Nur" namında Risale-i Nur'dur ki, dinde
bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun mânevî elmas kılıcı, maddî kılıçlara
ihtiyaç bırakmıyor.
Evet, hadsiz şükürler olsun ki, yirmi senedir Risale-i Nur bu ihbar-ı gaybı ve lem'a-ı i'câzı bilfiil göstermiştir. Ve bu sırr-ı azîm içindir ki, Risale-i Nur şakirtleri dünya siyasetine ve cereyanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve tenezzül etmiyorlar. Ve hakikî şakirtleri, en dehşetli bir hasmına ve hakaretli tecavüzüne karşı ona der:
"Ey bedbaht! Ben seni idam-ı ebedîden kurtarmaya ve fâni hayvaniyetin en süflî ve elîm derecesinden bir bâki insaniyet saadetine çıkarmaya çalışıyorum; sen benim ölümüme ve idamıma çalışıyorsun. Senin bu dünyada lezzetin pek az, pek kısa; ve âhirette ceza ve belâların pek çok ve pek uzundur. Ve benim ölümüm bir terhistir. Haydi def ol! Seninle uğraşmam, ne yaparsan yap!" der. O zâlim düşmanına hiddet değil, belki acıyor, şefkat ediyor, "Keşke kurtulsaydı" diyerek ıslahına çalışır.
Sâniyen:
Bu iki kudsî cümleler, kuvvetli münasebet-i mâneviye ile beraber makam-ı cifrî ve ebcedî hesabıyla, birincisi Risaletü'n-Nur'un ismine, ikincisi onun tahakkukuna ve tekemmülüne ve parlak fütuhatına mânen ve cifren tam tamına tetâbukları bir emâredir ki, Risaletü'n-Nur bu asırda, bu tarihte bir urvetü'l-vüskadır. Yani çok muhkem, kopmaz bir zincir ve bir hablullahtır. Ona elini atan yapışan, necat bulur diye mânâ-yı remziyle haber verir.
Sâlisen: cümlesi hem mânâ, hem cifirle Risaletü'n-Nur'a bir remzi
var. Şöyle ki:...HAŞİYE
[Bu makamda perde indi, yazmaya izin verilmedi. Başka zamana tehir edildi.]
Risale-i Nur kahramanı Hüsrev'in Meyvenin On Birinci Meselesi münasebetiyle yazdığı mektubun bir parçasıdır.
Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekâtühü.
Çok mübarek, çok kıymettar, çok sevgili üstadımız efendimiz,
Millet ve memleket için çok büyük güzellikleri ihtiva eden Meyve, Dokuz Meselesi ile, dehşetli bir zamanda, müthiş âsiler içinde en büyük düşmanlar arasında hayret-feza bir surette şakirtlerine necat vermeye vesile olmakla kalmamış. Onuncu ve On Birinci Meseleleri ile, hususuyla Nur'un şakirtlerini hakikat yollarında alkışlamış ve gidecekleri hakiki mekânları olan kabirdeki ahvallerinden ve herkesi titreten ve bilhassa ehl-i gaflet için çok korkunç, çok elemli, çok acıklı bir menzil olan toprak altında, göreceği ve konuşacağı melâikelerle konuşmayı ve refakati sevdirerek bu mekâna daha çok ünsiyet izhar etmekle, bu korkulu ilk menzil hakkındaki fevkalhad korkularımızı tâdil etmiş, nefes aldırmış. Hususiyla o âlemin nuranî hayatını benim gibi göremeyenlerin ellerinde, şuââtı yüz binlerle senelik mesafelere uzanan bir elektrik lâmbası hükmüne geçmiş. Hem de daima koklanılacak nümunelik bir çiçek bahçesi olmuştur.
Evet, biz sevgili üstadımıza arz ediyoruz ki, hergün dersini hocasına okuyan bir talebe gibi, Nurdan aldığımız feyizlerimizi, her vakit için sevgili üstadımıza arz edelim. Fakat sevgili üstadımız şimdilik konuşmalarını tatil buyurdular.
Ey aziz üstadım,
Risale-i Nur'un hakikati ve Meyvenin güzelliği ve çiçeğinin feyzi, beni minnettârâne, bir parça memleketim namına konuşturmuş ve benim gibi konuşan çok kalblere hayat vermiş. Şimdi muhitimizde Risale-i Nur'a karşı atılan adımlar ve uzatılan eller, Meyvenin on birinci çiçeği ile daha çok metanet kesb etmiş, inkişaf etmiş, faaliyete başlamıştır.
Çok hakir talebeniz Hüsrev
On Birinci Şua - s.986
Isparta'daki umum Risale-i Nur talebeleri namına Ramazan tebriki münasebetiyle yazılmış ve on üç fıkra ile tâdil edilmiş bir mektuptur
Ey âlem-i İslâmın dünya ve âhirette selâmeti için Kur'ân'ın feyziyle ve Risale-i Nur'un hakikatiyle ve sadık şakirtlerin himmetiyle mübarek gözlerinden yaş yerine kan akıtan,
Ve ey fitne-i âhirzamanın şu dağdağalı ve fırtınalı zamanında Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâmdan ziyade hastalıklara, dertlere giriftâr olan ve Kur'ân'ın nuruyla ve Risale-i Nur'un burhanlarıyla ve şakirtlerin gayretiyle âlem-i İslâmın maddî ve mânevî hastalıklarını Hekîm-i Lokman gibi tedaviye çalışan,
Ve ey mübarek ellerinde mevcut olan Nur parçalarının hak ve hakikat olduğunu Kur'ân'ın otuz üç âyetiyle ve keramet-i Aleviye ve Gavsiye ile ispat eden,
Ve ey kendisi hasta ve ihtiyar ve zayıf ve gayet acınacak bir halde olduğuna göre herkesten ziyade âlem-i İslâma can feda eder derecesinde acıyarak, kendine fenalık etmek isteyenlere Kur'ân'ın hakikatiyle ve Risale-i Nur'un hüccetleriyle, Nur talebelerinin sadakatlarıyla hayırlı dualar ve iyilik etmek ile karşılayan,
Ve yazdığı mühim eserlerinden Âyetü'l-Kübrânın tab'ıyla kendi zâtına ve talebelerine gelen musibette hapishanelere düşen ve o zindanları Kur'ân'ın irşadıyla ve Risale-i Nur'un dersiyle ve şakirtlerin iştiyakıyla bir medrese-i Yusufiyeye çeviren ve bir dershane yapan ve içimizde bulunan cahil olanların hepsini Kur'ân'ı o dershanede hatmettirerek çıkaran ve o musibette Kur'ân'ın kuvve-i kudsiyesiyle ve Risale-i Nur'un tesellîsiyle ve kardeşlerin tahammülleriyle, ihtiyar ve zayıf olduğu halde bütün ağırlıklarımızı ve yüklerimizi üzerine alan ve yazdığı Meyve ve Müdafaanâme risaleleriyle Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın i'câzıyla ve Risale-i Nur'un kuvvetli burhanlarıyla ve şakirtlerin ihlâsı ile, izn-i İlâhî ile üzerinden kapılarını açtırıp beraat kazandıran ve o günde bize ve âlem-i İslâma bayram yaptıran ve hakikaten Risale-i Nur'ları nûrun alâ nûr olduğunu ispat ederek kıyamete kadar serbest okunup ve yazılmasına hak kazandıran,
Ve âlem-i İslâmın Kur'ân-ı Azîmüşşânın gıda-yı kudsîsiyle ve Nurun uhrevî taamıyla ve şakirtlerinin iştihasıyla ekmek, su ve hava gibi bu Nurlara pek çok ihtiyacı olduğunu ve bu Nurları okuyup yazanlardan binler kişi imanla kabre girdiğini ispat eden ve kendisine mensup talebelerini hiçbir yerde mağlûp ve mahcup etmeyen ve elyevm Kur'ân'ın semâvî dersleriyle ve Risale-i Nur'un esasatıyla ve şakirtlerinin zekâvetleriyle ve Meyvenin Onuncu ve On Birinci Mesele ve çiçekleriyle, firak ateşiyle gece gündüz yanan kalblerimizi âb-ı hayat ve şarab-ı kevser gibi o mübarek Mesele ve Çiçeklerle kalblerimizin ateşini söndürüp sürur ve feraha sevk eden,
Ve ey âlemin-Kur'ân-ı Azîmüşşa'nın kat'î vaadiyle ve tehdidiyle ve Risale-i Nur'un keşf-i kat'îsiyle ve merhum şakirtlerinin müşahedesiyle ve onlardaki keşfü'l-kubur sahiplerinin görmesiyle-en çok korktuğu ölümü, ehl-i iman için idam-ı ebedîden kurtarıp bir terhis tezkeresine çeviren ve âlem-i nura gitmek için güzel bir yolculuk olduğunu ispat eden ve kâfir ve münafıklar için idam-ı ebedî olduğunu bildiren Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın, bin mucizat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm ve kırk vech-i i'câzının tasdiki altında ihbarat-ı kat'iyesiyle, ondan çıkan Risale-i Nur'un en muannid düşmanlarını mağlûp eden hüccetleriyle ve Nur şakirtlerinin, çok emarelerin ve tecrübelerin ve kanaatlerinin teslimiyle o korkunç, karanlık, soğuk ve dar kabri, ehl-i iman için Cennet çukurundan bir çukur ve Cennet bahçesinin bir kapısı olduğunu ispat eden ve kâfir ve münâfık zındıklar için Cehennem çukurundan yılan ve akreplerle dolu bir çukur olduğunu ispat eden ve oraya gelecek olan Münker, Nekir isminde melâikeleri ehl-i hak ve hakikat yolunda gidenler için birer mûnis arkadaş yapan ve Risale-i Nur'un şakirtlerini talebe-i ulûm sınıfına dahil edip Münker, Nekir suallerine Risale-i Nur ile cevap verdiklerini merhum kahraman şehid Hafız Ali'nin vefatıyla keşfeden ve hayatta bulunanlarımızın da yine Risale-i Nur ile cevap vermemizi rahmet-i İlâhiyeden dua ve niyaz eden ve Hazret-i Kur'ân'ı, Kur'ân-ı Azîmüşşanın kırk tabakadan her tabakaya göre bir nevi i'caz-ı mânevîsini göstermesiyle ve umum kâinata bakan kelâm-ı ezelî olmasıyla ve tefsiri olan Risale-i Nur'un Mu'cizat-ı Kur'ân'iye ve Rumuzât-ı Semâniye risaleleriyle ve Risale-i Nur gül fabrikasının serkâtibi gibi kahraman kardeşlerin ve şakirtlerin fevkalâde gayretleriyle Asr-ı Saadetten beri böyle hârika bir surette mucizeli olarak yazılmasına hiç kimse kadir olmadığı halde Risale-i Nur'un kahraman bir kâtibi olan Hüsrev'e "Yaz!" emir buyurulmasıyla,