![]() ![]() ![]() |
On Dördüncü Şua - s.1053 |
Hata 54: Müceddidlik ve büyük makamlar veren şakirtlerinin hitabelerine,
enâniyet ve tefahura olan meyli icabı itiraz etmeyerek bu teveccühleri kabul ettiği
göz önündedir.
Cevap: Bu hatâsında kaç vecihle iftira var olduğu itiraznamemde ve bu cetvelde
kaç yerde ispat edilmiştir.
Hata 55: "Hazret-i Ali'nin (r.a.) ilm-i hakikat itibariyle şakirdi
olduğumdan, mânevî evlâdı olabilirim" demesiyle kendine atfedilen makamlara
liyakatini kabul etmiş görülmektedir.
Cevap: Bedî' mânâsında olan Celcelûtiye kasidesinde İmam-ı Ali'nin (r.a.)
çok cihetlerle Risale-i Nur'a sarahat derecesine yakın işarâtı içinde, Bediüzzaman
ismini Risale-i Nur'a vermesinden, bana emaneten verilen o ismi Risale-i Nur'a iade
ettiğimi yazmışım. Bununla beraber, "Ben de mânevî Âl-i Beytten
sayılabilirim" demekten maksadım, bir kısım müçtehidlerin 1 duasında, "Seyyid
olmayan, fakat ehl-i takvâ bulunanlar o duada dahildirler" dediklerinden, o umumî
duada benim de bir hissem bulunması için ricakârâne bir tevildir. Yoksa, o
hatâkârane mânâ hiç hatırıma gelmemiş.
Hata 56: Ahmed Feyzi'nin risaleciğinin başında Said'in iki buçuk sayfalık
yazısıyla
2
âyet-i kerîmesinden ebced hesabıyla "Kürdî" kelimesi çıkarılmış.
Cevap: Burada benim iki sayfacık yazıma, Ahmed Feyzi'nin hakkımda
mübalâğakârane medihlerini kabul ettiğim mânâsı verilmiş, hatâ etmiş. Çünkü
benim o mektubum Ahmed Feyzi'nin dikkatini ve ilmini takdirle beraber, hakkımdaki
haddimden ziyade hüsn-ü zanlarını cerh ve tâdil için yazılmıştır. Hem âyetin
mânâ-yı işârî tabakasından riyazî ve ebcedî bir tevafukla üstadına karşı bir
mânâ çıkarıp, hürmetine bir makbuliyet alâmeti olarak yazmış. Böyle şeylere
yanlış denilmez ki, medâr-ı mes'uliyet olsun. Olsa olsa ilmî bir hatâdır; siyasete
teması yoktur.
Yine Ahmed Feyzi'nin, Risale-i Nur'un müsellem faziletinin bir parçasını kendi üstadına isnad etmesi ve bu zamanın bir hidayet vasıtası olduğunu demesini, medâr-ı mes'uliyet görüyor. Halbuki, herkes sevdiği bir adam hakkında mübalâğakârane ve ifratkârâne medih ve senâ etmekte, örfen, âdeten, ilmen dahi hatâ olmadığı halde, hiç münasebeti olmayan bir sözdür.
Hata 57: Böyle acip dâvâlarla belki bir zaman peygamberliğini dâvâ ile
hezeyan hali başlamış oluyor.
Cevap: Bunun bu iftira ve isnat ve hatâsından el'iyazü billâh derim. Böyle
hiç kimsenin hatırına gelmeyen ve bizi bilen hiç kimseyi kandırmayan isnatları,
elbette kanun, siyaset ve idarenin haricinde bunda dehşetli bir mânâ hükmediyor ki,
şeytanın da kimseyi inandıramadığı iftirayı ediyor.
Hata 58: İhtiyar Risalesinde "Yedinci Rica" gibi bazı risaleleri halkı
devletin aleyhine teşvik edecek harekette ve mâhiyette görülüp, Eskişehir
Mahkemesinde mahkûmiyetine karar verilmiş.
Cevap: Bu da zâhir bir hatâdır. Yedinci Rica ve İhtiyarlar Risalesi, değil
sebeb-i mahkûmiyet ve emniyeti ihlâl etmek, belki çok cihetlerle beni zulümden
kurtardığı gibi, Eskişehir'deki kanaat-i vicdaniye ile verilen hafif ceza da Tesettür
Risalesinin bir meselesi içindir. Makam-ı iddianın dikkatsizliği ve sathîliği ile
böyle yanlışlar oluyor.
Hata 59: Hüsrev Altınbaşak, Türk Harfleri Kanununa aykırı olarak Asâ-yı
Mûsâ ve Zülfikar gibi mecmuaları Arap harfleriyle yazmış.
Cevap: Şimdiye kadar Kur'ân harfleri ve hattı, Türk milletinin hatt-ı kadîmi
olduğu halde, Lâtin harflerini Türk harfleri deyip Kur'ân harfleriyle Asâ-yı
Mûsâ'yı yazan Hüsrev'i mes'ul etmek birkaç vecihle yanlış olduğunu ehl-i insaf
anlar.
Hata 60, 61, 62, 63: İstinad ettiği hadisler zayıf ve hattâ mevzu olmakla
beraber, tevilleri yanlış ve aslı yoktur.
Cevap: Bütün ümmet bin seneden beri telâkki-i bilkabul ettiği ve âlem-i
İslâm içinde az bir kısım ulemanın başka tevillerle bir derece zaafiyetine
hükmettiklerine mukabil, cumhur-u muhaddisîn ve ümmet-i Muhammediye (a.s.m.) kabul
ettiği, âhir zamanda gelen bazı hadiseler hakkındaki muhtelif rivayetleri tevil, yani
mümkün bir ihtimal mânâsıyla bu zamanda vukua gelen ve gözle görülen hâdislere
tam mutabık çıkmasını beyana, dünyada hiçbir ehl-i ilim yanlış diyemez. Faraza o
hadîslerden birisi mevzu da olsa, mevzuun mânâsı, "hadîs değil" demektir.
Yoksa mânâsı yanlıştır demek değildir ki, darb-ı mesel nev'inde ümmet o rivayeti
kabul etmiş. Bu nevi tevilâta yanlış diyenler,
On Dördüncü Şua - s.1054
kaç cihette yanlış olduğu gibi, ümmetin telâkkisine ihanet ve hadîsleri inkârdır. Ve "Süfyana dair hiçbir hadîs yoktur, varsa mevzudur" diyen müddeî hiç hadîs kitaplarını okumadığı, belki Kur'ân'ın sûrelerinin ne kadar olduğunu bilmediği halde, biri bir milyon, diğeri beş yüz bin hadîsi hıfzına alan İmam-ı Ahmed ibn-i Hanbel ve İmam-ı Buhârî gibi müçtehidlerin, böyle küllî ve umumî bir tarzda cesaret edemedikleri halde, o müddeî, küllî bir surette ve umumî bir tarzda "Süfyan hakkında hiçbir hadîs yoktur, varsa mevzudur" demesiyle haddinden binler defa tecavüz edip büyük bir hatâyı irtikâp etmiş. Farz-ı muhal olarak hadîs de olmasa, ümmet-i İslâmiyede bir hakikat-i içtimaiye ve müteaddit defalar eseri görülmüş vâki ve hak bir hadise-i istikbaliyedir.
Hata 64: İrsiyette kadın ve erkeğin müsâvâtı aleyhinde olduğu gibi, medenî
kanunları kabul etmediğinden, inkılâp aleyhinedir.
Cevap: Otuz sene evvel medenî kanunlara istinad edip Kur'ân'ın bir iki âyetini
tenkit eden ve Doktor Duzi'nin kitabını ifsad için neşreden bir iki münafığa
karşı bazı âyetlerin cerh edilmez bir tarzda tefsirini şimdi yazılmış gibi
telâkki edip medar-ı mes'uliyet etmek, Kur'ân'ın o âyetlerini inkâr etmek hükmünde
bir hatadır.
Hata 65: Süfyan ve bir İslâm deccalı, Mustafa Kemâl olduğu Beşinci Şuada
anlaşılıyor.
Cevap: Beşinci Şua, küllî bir surette, çok zaman evvel müteşabih bir
hadîsin bir tevilini beyan etmesi ve itiraznamemde kat'î cevabı verilmesi, bu zâhir
yanlışı ve medâr-ı mes'uliyet olması büyük hatâ olduğunu gösteriyor. Eğer
mes'uliyet varsa, bu ince, küllî mânâyı böyle cüz'î bir şahsa tatbik edip
mahkemede teşhir eden kimse mes'ul ve suçlu olur.
Hata 66: Şapka fes gibidir. İman ile hiç alâkası yoktur. İman ise tamamen
vicdanî ve kalbî olduğunu Said bilmekten âcizdir.
Cevap: İslâm uleması ve müçtehidleri ve Şeyhülislâmlar, hususan İmam-ı
Âzam, imanı zedeleyen çok alâmetleri ve harekâtları kaydettikleri halde (hususan
şapka ve zünnarın) kütüb-ü kelâmiyede dahi ulemanın, imanın muktezasına münâfi
olduğunun ittifaklarına karşı böyle sözleri yazan ne kadar hatâ ve yanlış
olduğunu divaneler de anlar. Şapka hakkında itiraznamemdeki beyanat ve Risale-i
Nur'daki iman-ı tahkikînin harika hüccetleri, Said'in idrâkinde âcizdir demesini
yüzüne çarpar.
Hata 67-68: Şapkanın küfür alâmeti ve devam-ı ısrarı da dinsizlik olması
üzerinde çok durmaktadır. Şapkanın giyilmemesi için propagandaya ve kendi
tabirlerince mücadele ve mücahedeye giriştikleri görülmektedir.
Cevap: İtiraznamemde dört beş yerinde gayet kat'î bir surette bu yanlışın ne
kadar mânâsız olduğunu gösterir.
Hata 69: Nur talebelerinin şapka giymeyerek bere giydikleri müşahede
edilmiştir.
Cevap: Nur talebelerinin umumu değil, ehl-i takvâ olanlar, hususan hayat-ı
içtimaiye ile alâkası az olanlar lüzumsuz, mânâsız, secdeye mâni olan şapkayı
giymediklerini medâr-ı mes'uliyet zanneden, kendisi hakikat ve adalet ve maslahat-ı
millet nazarında mes'uldür.
Hata 70: Şapkanın küfür alâmeti olması ve sayılması bir iman haline
geldiği gibi.
Cevap: Kırk sene evvel İstanbul ulemasına verdiğim cevabı, mahkemede beyan
ettiğim gibi, bütün ulema-i İslâmın istimal ettiği bir tabiri yalnız bana isnat
etmek ve bunu da "bir iman haline geldiği" ile tabir etmek, hem İslâmiyete,
hem ehl-i ilme, hem bana karşı bir itham değil, divanecesine bir ihanettir. Ona iade
ediyorum.
Hata 71: Medreselerin ve tekkelerin kapanmasından, ezan ve kamette Allahu ekber
denilmemesinden, bunlar âhirzaman alâmetlerinden sayıldığından, inkılâp
hareketlerine karşı bir kışkırtmak istediği anlaşılmıştır.
Cevap: Kırk sene evvel bir iki hadîsin tevilini beyan ettiğimi ve Diyanet
Riyasetinin ulemasının yeni icadlarının fetvasına karşı on beş sene evvel
yazdığım bir risaleyi reddetmeyip bana ilişmedikleri halde, bu meseleyi şimdi
medâr-ı bahsetmek adliye kanunuyla hiç bir münasebeti yok. Makam-ı iddia eski
nakaratı tekrar edip, bin dereden su toplamak nev'inde isnad etmesi hem yanlış, hem
hatâ, hem de idareye bir zararı muhtemeldir.
Hata 72: "Beşinci Şuanın meselelerini herkese göstermek caiz değildir, mahremdir" ihtarını yapmayı unutmamıştır.
Cevap: Her bahaneyle bizi perişan etmek isteyen gizli düşmanlarımızın şerlerinden tahaffuz ve müddeî gibi sathîce mânâlar verilmemek için, "Bu mahremdir, herkese gösterilmesin" denilmesini bir suç sayıp ve suçunu ikrar ediyor mânâsına çevirmek zâhir bir yanlıştır.
Hata 73: Ahmed Feyzi "Bediüzzamanü'l-Kürdî" kelimesini bulmak için iki kere Muhammed (a.s.m.)
On Dördüncü Şua - s.1055
kelimesinin tevafukunu göstermiş. Acaba Said el-Kürdî, Peygamberimiz Muhammed
Mustafa'ya (a.s.m.) benzetilmek mi istenilmiştir?
Cevap: Ahmed Feyzi'nin, Risale-i Nur, Kur'ân'ın bir tefsiri olmasından ve her
vakit Nübüvvetin şeriatını tatbik eden ve veraset-i Nübüvvet ve 3 hadîsine istinaden, bîçare
Said'i o irsiyette, o Kur'ân hizmetinde, değil bir benzemek, belki sünnete ittibâ
etmek mânâsındaki ilmî ve ebcedî istihracını medâr-ı mes'uliyet gören, hem 4
mânâsını anlamayan elbette
üç cihette yanlış etmiş. Zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) güneşinden tereşşuh eden
bir zerrecik nuruna mazhariyetini büyük bir saadet telâkki eden Said'in elbette yüz
bin derece kendi haddinden tecavüz edip ona kendini benzetmeye çalıştığını
söyleyen divanedir. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâma ittibâı ve sünnetine
iktida mânâsını anlamamış.
Hata 74: İslâm tarihinde hiç bir din âliminin Kur'ân-ı Kerîmi ve hadîsleri
böyle şahsî fikirlere ve maksatlara âlet ettiği görülmemiş ve işitilmemiştir.
Cevap: Bunun, bu yanlışında beş vecihle hatâ var. Hem kitapları, ulemayı,
tefsirleri görmediğine ve mânâ-yı sarîhî ile, mânâ-yı işârî ve mânâ-yı
küllî ile hususî ferdlerin farkını anlamayan bir cehalettir. Necmeddin-i Kübrâ ile
Muhyiddin-i Arabî gibi binler ulemaların, küllî hadiselerine, hattâ nefsin cüz'î
ahvâline dair âyâtın mânâ-yı sarîhi değil, işârî mânâlarını beyan
sadedinde çok yazıları var olduğu mâlumdur. Hem âyâtın mânâ-yı işârî-i
küllîsinde her asırda efradı bulunduğu gibi, bir ferdi bu zamanda ve bu asırda
Risale-i Nur ve bazı şakirtleri de bulunduğuna eskiden beri ulema mâbeyninde makbul
bir riyazî düsturu olan ebced ve cifir hesabıyla bir tevafuk göstermek, elbette
hiçbir cihetle âyâtı şahsî fikirlere âlet ediyor denilmez. Ve böyle diyen büyük
bir hatâ eder. Ve dekaik-i ilmiyeye ihanet eder.
Hata 75: Ehl-i Sünnete göre, İmam-ı Mahfî ve İmam-ı Muntazır akîdesi
bâtıldır.
Sual: Mehdî hakkında Şiîlerin "On iki imamdan birisi hayatta iken
gizlenmiş, âhirzamanda çıkacak" demelerine mukabil, Ehl-i Sünnetin bir kısmı
"İmam-ı Muntazır akîdesi bâtıldır" demişler. Az bir kısım Hanefî
uleması da 5
demişler. Bunda hem Denizli'deki ehl-i vukufun bir kısmı, hem makam-ı iddia yanlış
mânâ vermişler. Her asırda mehdî mânâsına ümmetin fıtrî bir ihtiyacına binaen
beklemişler. Ve birkaç vecihte, rivayetlerin delâletiyle birkaç mehdi, belki her
asırda bir nevi mehdî sâdât-ı Ehl-i Beytten geleceği ümmetçe kabul edilmiş. Buna
hatâ diyen bir kaç cihette yanlış eder.
Hata 76: Bir kitapta Mehdîye dair hadîslerin kâffesi zayıftır denilmiş.
Cevap: Hangi mesele var ki, bazı kitaplarda ona ilişilmesin? Hattâ İbn-i Cevzî
gibi büyük bir muhaddis bazı sahih ehâdîsi mevzu dediğini, ulemalar taaccüple
nakletmişler. Hem her zayıf veya mevzu hadîsin mânâsı yanlıştır demek değildir.
Belki an'aneli sened ile hadîsiyeti kat'î değildir demektir. Yoksa mânâsı hak ve
hakikat olabilir.
Hata 77: Bunların zayıf ve muztarip olduğunda ittifak vardır. İmam-ı Şâfiî
değil mevzuu, mürseli de kabul etmediği halde, Said Şâfiî iken bunları kavl
etmesinin hikmeti anlaşılamamıştır.
Cevap: İttifak olmadığına bin seneden beri ehl-i hadîs ve ümmetçe bu
hakikatın devamı kat'î bir delildir. Bu da hatâ içinde bir hatâdır. Hem İmam-ı
Şâfiî mürsel ve zayıf hadîsleri ahkâm-ı şer'iyede hüküm çıkarmak için
hüccet tutmuyor. Yoksa-hâşâ-ümmetçe kabul edilen hakikatli hadîsleri ahkâmda
değil, fezâil-i a'mâlde ve hâdisât-ı İslâmiyede hüccetlerini ve delâletlerini
kabul etmiştir.
Hata 78: İlm-i gayb Allah'a mahsustur. Hiçbir velî tasarrufat yapamaz ve gaybı
bilemez. Hattâ Peygamber de bilmez. Halbuki, bir risalede işârât-ı hadîsiye ile
hilâfetin mebde ve müntehâsını göstermiş.
Cevap: Evet, herkes bizzat gaybı bilmez. Fakat i'lâm ve ilham-ı İlâhî ile
bilinebilir ki, bütün mucizat ve keramat ona dayanır. Hazret-i İmam-ı Ali'nin
işârât-ı gaybiyesinin Risale-i Nur'a işârâtına dair bir risalenin âhirinde 6 hadîs-i şerifinin
işârâtında birkaç lem'a-yı i'câziyeyi tam vâkıa mutabık güzel bir tarzda ve
görenlerin takdirine mazhar olmuş bir beyanı çürük görmek ve itiraz etmek bir
cehalet, bir hatâ eseridir.