![]() ![]() ![]() |
On Dördüncü Şua - s.1092 |
Şimdi imtihandan sonra, en muannid vesveseli dahi teslime mecbur oluyor. Zahmetiniz bir, kârınız bindir inşaallah.
Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Esaretimdeki hadisenin gazeteyle ilânı, şiddetli yasaklarla ahaliyi her tarafta bizden kaçırmaya çalışmakla beraber teveccüh-ü âmmeyi ziyadeleştirmiş. Bize, hususan şahsıma ihanet etmeye taraftar üç resmî adam dün avluda demişler: "Said pencereden göründüğü vakit ahali toplanıp ona bakıyor. Pencerede durmasın. Yoksa koğuşunu değiştiriniz" diye başgardiyan söyledi. Hiç merak etmeyiniz. Ben her sıkıntıya tahammüle karar vermişim. Duanız bereketiyle inşaallah sıkıntılar sevinçlere dönecekler.
O esaret hadisesi aslı doğrudur. Fakat şahidim olmadığından tafsilen beyan etmemiştim. Yalnız bir manga beni idam etmek için geldiğini bilmiyordum, sonra anladım. Ve Rus kumandanı tarziye için Rusça birşeyler söyledi, ben bilmedim. Demek hazır bulunan ve bu hadiseyi gazeteye ihbar eden Müslüman yüzbaşı anlamış ki, kumandan tekrar tekrar "Affet" demiş.
Kardeşlerim, ben Nurlarla meşgul oldukça sıkıntılar azalıyor. Demek vazifemiz Nurlarla iştigaldir ve geçici şeylere ehemmiyet vermemek ve sabır ve şükretmektir.
Said Nursî
Bediüzzaman'ın akıllara hayret veren bir seciyesi
Ehl-i Sünnet mecmuasının 15 Teşrin-i Evvel 948 tarihli nüshasında neşredilmiştir. Ehl-i Sünnet gazetesi sahibi avukat bir zâtın makalesidir.
Ben Birinci Cihan Harbinde Bitlis mevkiinde yaralı olarak esir olurken, Bediüzzaman da o gün esir düşmüştü. O Sibirya'ya gönderilmiş, en büyük esirler kampında idi. Ben Bakü'nın Nangün adasında idim. Günün birinde esirleri teftişe gelen ve kampı gezerken Bediüzzaman'ın önünden geçen Nikola Nikolaviç'e o hiç ehemmiyet vermiyor ve yerinden kımıldanmıyor. Başkumandanın nazar-ı dikkatini çekiyor. Tekrar bir bahane ile önünden geçiyor. Yine kımıldanmıyor. Üçüncü defasında önünde duruyor, tercüman vasıtasıyla aralarında şöyle bir muhavere geçiyor:
"Beni tanımadılar mı?"
"Evet, tanıdım. Nikola Nikolaviç, Çarın dayısıdır, Kafkas Cephesi Başkumandanıdır."
"O halde ne için hakaret ettiler?"
"Hayır, affetsinler, ben kendilerine hakaret etmiş değilim. Ben mukaddesatımın emrettiğini yaptım."
"Mukaddesat ne emrediyormuş?"
"Ben Müslüman âlimiyim. Kalbimde iman vardır. Kendisinde iman olan bir şahıs, imanı olmayan şahıstan efdaldir. Ben ona kıyam etseydim, mukaddesatıma hürmetsizlik yapmış olurdum. Onun için ben kıyam etmedim."
"Şu halde, bana imansız demekle benim şahsıma, hem ordumu, hem de milletimi ve çarı tahkir etmiş oluyor. Derhal divan-ı harp kurulunda isticvab edilsin."
Bu emir üzerine divan-ı harp kuruluyor. Karargâhdaki Türk, Alman ve Avusturya zâbitleri, ayrı ayrı Bediüzzaman'a rica ederek Başkumandana tarziye vermesi için ısrar ediyorlar. Verdiği cevap bu oluyor:
"Ben âhiret diyarına göçmek ve huzur-u Resulullaha varmak istiyorum. Bana bir pasaport lâzımdır. Ben imanıma muhalif hareket edemem."
Buna karşı kimse sesini çıkarmıyor, neticeyi bekliyor. İsticvab bitiyor. Rus Çarını ve Rus ordusunu tahkir maddesinden idam kararını veriyorlar. Kararı infaz için gelen bir manga askerin başındaki subaya kemâl-i şetâretle, "Müsaade ediniz, on beş dakika vazifemi îfa edeyim" diye abdest alıp iki rekat namaz kılarken, Nikola Nikolaviç geliyor, kendisine hitaben:
"Beni affediniz. Sizin beni tahkir için bu hareketi yaptığınızı zannediyordum. Hakkınızda kanunî muamele yaptım. Fakat şimdi anlıyorum ki, siz bu hareketinizi imanınızdan alıyorsunuz ve mukaddesatın emirlerini îfa ediyorsunuz. Hükmünüz iptal edilmiş; dinî salâhatinizden (salihliğinizden) dolayı şâyân-ı takdirsiniz. Sizi rahatsız ettim, tekrar tekrar rica ediyorum, beni affediniz."
Bütün Müslümanlar için şâyân-ı misal olan bu salâbet-i diniye ve yüksek seciyeyi, arkadaşlarından bir yüzbaşı, müşahedesine müsteniden anlatıyordu. Bunu duydukça, ihtiyarsız olarak gözlerim yaşla doldu.
Abdurrahim
Gazetenin bu fıkrasının yazılmasını Üstadımız emretmedikleri halde, hem çok merakaver, hem çok ibret, hem çok heyecan verici olmasından buraya yazılmıştır.
Hüsrev
On Dördüncü Şua - s.1093
Kardeşlerim,
Hem benim iştahım kesildiği, hem hediye bana dokunduğu için, benim hisseme düşen üç parça yağ ve bir sepet üzüm ve bir kîse elma ve iki paket çay ve şekeri size gönderdim. Ben sizlere teberrük verecektim. Fakat sordum, sizinki de var. Hem ben onların fiyatıyla yoğurt, yumurta, ekmek gibi şeyleri alacağım, tâ Medresetü'z-Zehrâ benden gücenmesin, "Teberrükümü yemedi." Hem muhtaca, hem bir parça ucuz, hem lâyıklara satınız ki, iki cihetle Medresetü'z-Zehrâ ve şubelerinin hediyeleri tam mübarek, hem bana, hem alanlara ilâçlı bir teberrük olsun. Hüsrev nezaretçi ve Ceylân, Hıfzı satıcı olsun.
Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Hakkımda gazete münasebetiyle şimdi ihtar edildi ki: Rus'un cebbar bir kumandanı, gösterdiğin izzet-i imaniye karşısında hiddetini bırakıp tarziye verdiği halde, Risale-i Nur'un gayet kuvvetli, şahsımın yüz derece fevkınde hâlisâne salâbet-i imaniye derslerini gören resmî memurlar kalben insafa gelmezler ve inadında devam etseler, elbette Cehennemden başka hiç bir ceza onları temizlemez. Muvakkat bir ömürde bu azîm hatânın cezası yerleşmez. Çünkü bir yağ bozulsa, daha yenilmez. Süt, yoğurt gibi değil. İnşaallah Nurlar onların çoğunu bozulmadan kurtarmış.
Saniyen: Mehmed Feyzi, Bedri'ye yazsın ki, ben onun mektubunda bulunan bütünleri duama dahil ediyorum; onlar da bana dua etsinler.
Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Medar-ı ibret ve hayret iki esaretimde şahsıma karşı bir muameleyi beyan etmek ihtar edildi. Şöyle ki:
Rusya'da, Kosturma'da, doksan esir zabitlerimizle beraber bir koğuşta idik. Ben o zabitlerimize ara sıra ders veriyordum. Bir gün Rus kumandanı geldi, gördü, dedi: "Bu Kürt, gönüllü alay kumandanı olup çok askerimizi kesmiş. Şimdi de burada siyasî ders veriyor. Ben yasak ediyorum, ders vermesin." İki gün sonra geldi, dedi: "Madem dersiniz siyasî değil, belki dinîdir, ahlâkîdir; dersine devam eyle" izin verdi.
İkinci esaretimde, bu hapiste iken yirmi sene derslerimi dinlemiş ve benden daha güzel ders veren bir has kardeşimin ve zarurî hizmetimi gören hizmetçilerimin benim yanıma gelmeleri adliye memuru tarafından yasak edildi, tâ benden ders almasınlar. Halbuki Nur Risaleleri başka derslere hiç ihtiyaç bırakmıyor ve hiçbir dersimiz kalmamış ve hiç bir sırrımız gizli kalmamış. Her ne ise, bu uzun kıssayı kısa kesmeye bir hal sebep oldu.
Çok aziz, çok sevgili, çok kıymettar, çok mübarek Üstadımız Efendimiz Hazretleri,
Arz-ı tâzimat ve takdim-i ihtiramât ile istifsar-ı hatır edip, sıhhat ve âfiyetinize dualar ederek damenlerinizden, el ve ayaklarınızdan öpüyoruz.
Müşfik Üstadımız Efendimiz,
Siz sevgili Üstadımızdan bize gönderilen ve müdafaatın sonuna ilâve edilen üç kıymettar mektubunuzla Hüve Nüktesini nasıl bulduğumuzu siz sevgili Üstadımıza arz etmemizi, bir mübarek kardeşimizle siz sevgili Üstadımız emretmişler.
Sevgili Üstadımız Efendimiz,
Birinci mektubunuz, yirmi seneden beri tarassutlar ve nezaretlerle beraber altı vilâyet ve üç mahkemenin bulamayıp beraat verdikleri cemiyetçilikten sizde hiçbir eser görülmediği halde, hiçbir cemiyette ve hiçbir komitede görülmeyen Nurculardaki harika alâka, ehemmiyetli bir taraftan bir sual ile siz sevgili Üstadımızdan sorulmuş olup, şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslâm fedailerinin ahfadları ve evlâtları, o fedailiği ecdatlarından irsiyet aldıkları içindir ki, siz sevgili Üstadımıza mahkemeleri hayret ettirip susturan, "Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir hakikate başımız dahi feda olsun" diye acip cümleyi söyletmeye vesile olan talebelerinizde gördüğünüz hakikî, hâlis, sırf rıza-yı İlâhî ve müspet ve uhrevî fedakârlığın karşısında, menfî cemaat ve komitelerin mağlûp oldukları, hem Nurcuları dağıtmak isteyenlerin inşaallah muvaffak olamayacakları ve hem Nurun ve imanın fedailerini çoğaltmaya sebebiyet verecekleri izah edilmekle cevap verilmiştir.
İkinci mübarek mektubunuzda, siz sevgili Üstadımızın Van, Bitlis'te tedriste bulunduğunuz talebelerinizle birlikte, etraflarında bulunan ehl-i imanı titreten Ermeni Taşnak fedailerine karşı çıkıp, o fedaileri durdurup dağıtmaya mecbur eden
On Dördüncü Şua - s.1094
siz sevgili Üstadımızdaki ve talebelerinizdeki harika kuvvet, küçücük, fâni dünya hayatıyla menfî milliyetin muvakkat menfaati ve selâmeti için Ermeni fedailerinde görülen harika fedakârlığa mukabil, hayat-ı bâkiyeye ve İslâm millet-i kudsiyesinin müspet menfaatlerine çalışan ve "Ecel birdir" itikad eden ve üstadlarına olan şiddet-i rabıtaları fedailik derecesine varan talebelerinizin birkaç sene mevhum ömürlerini milyonlar sene bir ömre ve milyarlar dindaşların selâmetine ve menfaatine müftehirâne feda etmelerinden mütevellit olduğu, kırk sene evvel siz sevgili Üstadımızdan sorulan bir suale cevap olarak bildirilmektedir.
Üçüncü mübarek mektubunuz: Dokuz aydan beri temâdi eden pek acîp tecridinizle beraber, teselli ve ünsiyet ihtiyacını tevlid eden hastalığınız içinde neden bu tazip oluyor diye siz sevgili Üstadımızın kalb-i mübareklerine gelen şekvâya bir ihtar olup, inatçı, bahaneci ve insafsız muarızlar karşısında girdiğimiz bu şiddetli imtihanda altın olanlar bakır olanlardan ayrılmak için mehenge vurulmak ve insafsız bir tecrübeyle nefislerin hisseleri olup olmadığı bilinmek için eleklerle elenmek, sırf hak ve hakikat namına olan hâlisâne hizmetimize pek çok lüzumu olduğu için, kader-i İlâhînin ve inâyet-i Rabbâniyenin bu dehşetli tazyike verdiği müsaade, hiçbir hile, hiçbir enâniyet, hiçbir garaz, hiçbir dünyevî ve uhrevî menfaat karışmayarak yapılan ve tam hâlis ve hak ve hakikatten gelen ve şimdi en muannid ve vesveseli olanları dahi teslime mecbur eden ve bir zahmete mukabil inşaallah bin kâr bırakan bu hizmetimiz eğer perde altında kalsaydı, çok mânâlar verilmekle beraber, avâm-ı ehl-i iman ile havas kısmı birer bahane ile tam kanaat etmeyeceklerinden olduğu bildirilmektedir.
Dördüncü mektup olan Hüve Nüktesi ise, 1 ve 2
kelime-i kudsiyeleriyle maddî
cihetinde Hûve lâfzında siz sevgili Üstadımızın bir seyahat-ı hayaliye-i
fikriyelerinde, hava sayfasının mütalâalarıyla görülen zarif bir nükte-i tevhidde
iman mesleğindeki gayet derecede kolaylıkla meslek-i dalâletteki nihayetsiz
müşkülât kısa bir işaretle beyan edilmiş. Kudret-i İlâhiyenin bir arşı olan bir
avuç toprakta konulan muhtelif tohumların mahiyetlerinde ve emir ve irâdenin diğer bir
arşı olan havanın bir parçasında neşv ü nemâ bulan Hûve lâfzında
görülen hârikalar, esbaba verildikçe, dehşetli müşkülâtın zuhuru ve Vâhid-i
Ehade verildikçe fevkalâde suhuletin vücudu, hem ehl-i dalâletin, hususan maddiyyun ve
tabiiyyun meslek erbabına, hem ehl-i imana gayet şirin, gayet güzel, gayet hoş, hem
gayet mukni ve müskit bir şekilde ispat edilerek, bir risale kadar kıymeti bulunan,
hususan tahavvülât-ı zerrat hakkındaki Otuzuncu Sözle, Tabiat Risalesi olan
Yirmi Üçüncü Lem'anın bir nevi hülâsası olabilir kanaatini bize veren bu
kıymettar yazılarınızla Risale-i Nur baştan başa her okuyanı hem tenvir edip
yükseltiyor, hem sevgili Üstadımıza nihayetsiz minnettarlıklara vesile oluyor.
Hüsrev
Aziz, sıddık kardeşlerim,
İki üç defadır ehemmiyetli bir hâlet-i ruhiye bana ârız oluyor. Aynı otuz sene evvel İstanbul'da beni Yûşâ Dağına çıkarıp İstanbul'un, Dârü'l-Hikmetin cazibedar hayat-ı içtimaiyesini bıraktırıp, hattâ İstanbul'da bulunan Nurun birinci şakirdi ve kahramanı olan merhum Abdurrahman'ı dahi zarurî hizmetimi görmek için de yanıma almaya müsaade etmeyen ve Yeni Said mahiyetini gösteren acîp inkılâbât-ı ruhînin bir misli, şimdi mukaddematı bende başlamış. Üçüncü bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir işaret tahmin ediyorum. Demek Nurlar ve kahraman şakirtleri benim vazifelerimi yapacaklar; daha bana hiç ihtiyaç kalmamış. Zaten Nurun herbir câmi cüz'ü ve sarsılmayan hâlis şakirtlerinin herbirisi, benden daha mükemmel ders verir.
Said Nursî
Evvelâ: Ben bazı emarelerle tahmin ederim ki, neşredilen mecmualarımızdan en ziyade Rehbere ehemmiyet veriyorlar. Ben zannederim ki: Hüve Nüktesi gizli zındık düşmanlarımızın bellerini kırmış, onların istinadgâhı olan tabiat tâğûtunu dağıtmış. Kesif toprakta bir derece saklayabilirken şeffaf havada, Hüve Nüktesinden sonra hiçbir cihetle o tâğûtu saklamak imkânı kalmamış ki, küfr-ü inadî ve temerrüd-ü irtidadî sebebiyle adliyeyi aldatıp aleyhimize sevk ediyorlar. İnşaallah Nurlar adliyeleri lehine çevirip onların bu hücumunu dahi akîm bırakacaklar.
Saniyen: Bu sırada, hem Ehl-i Sünnet gazetesi, hem buranın gazetesi, hem Zübeyir'in hararetli mukabelesi, Nurlarla iştigalleri güzel bir ilânat hükmüne geçtiler. Benim bedelime, benim hoşuma giden bize dair bahislerine bakınız, bana bildiriniz.
Said Nursî