On Dördüncü Şua - s.1095

bis_sub.gif (1166 bytes)

Aziz, sıddık kardeşlerim Mehmed, Mustafa, İbrahim, Ceylan,

Evvelâ: Dün dördünüzün hararetli sohbetini gördüm, çok sevindim, memnun oldum. Ben de yanınızda bulunuyorum gibi ferahla dinledim. Birden baktım ki, iki tarafınızda sizi dinleyenler var. Yarım saat devam etti. Merak ettim, kalben dedim: "Habbeyi kubbe yapan ve yanlış mânâ veren bir casus, dinleyenler içinde bulunmak ihtimali var ki, dikkatle kulak veriyor ve konuşan kardeşler ihtiyatsızlıklarından ve sohbetin keyfinden hiç onlara bakmıyorlar, dikkat etmiyorlar" diye size cevap gönderdim. Elhamdü lillâh, bir zararlı konuşma olmadığını bildim. Bu nazik sırada ihtiyat lâzımdır.

Saniyen: Hoca Hasan'ın haddimden yüz derece ziyade bir hüsn-ü zanla yazdığı bir mektubundan bildim ki, aynen Denizli kahramanı merhum Hasan Feyzi sisteminde bir Nur nâşiri olacak. İnşaallah onun gibi Afyon'da dahi Hasan Feyzi'ler çıkacaklar. Afyon Denizli'den geri kalmayacak, zahmetimizi rahmete çevirecek.

Said Nursî


Kardeşlerim,

Ben gazeteleri merak etmezdim. Fakat bu sırada hem Ehl-i Sünnet, hem Sebilürreşad'ın lehimizdeki yazıları herhalde aleyhimizdeki kıskançları ve gizli düşman zındıkları şaşırtmış. Bunlar o dostları susturmak için çalışmak ihtimali beni meraklandırdı.

Said Nursî


bis_sub.gif (1166 bytes)

Sıkıntılı musibetlerimi hiçe indiren bir hakikatli tesellidir

Birinci: Hakkımızda zahmet rahmete dönmesi.
İkinci: Kader adaleti içinde rıza ve teslim ferahı.
Üçüncü: İnâyet-i hassanın Nurcular hakkında hususiyetindeki sevinç.
Dördüncü: Geçici olmasından zevâlinde lezzet.
Beşinci: Ehemmiyetli sevaplar.
Altıncı: Vazife-i İlâhiyeye karışmamak.
Yedinci: En şiddetli hücumda en az meşakkat ve küçük yaralar.
Sekizinci: Sair musibetzedelere nisbeten çok derece hafif olması.
Dokuzuncu: Nur ve iman hizmetinde şiddetli imtihandan çıkan yüksek ilânatın tesiratındaki sürur.
Dokuz adet mânevî sevinçler, öyle teskin edici bir merhem ve tatlı bir ilâçtır ki, tarif edilmez, ağır elemlerimizi teskin ediyor.

Said Nursî


Aziz, sıddık, metin kardeşlerim,

On aydan beri münafıkların bir resmî memuru elde edip bütün desiseleriyle yaptıkları hücum en küçük bir şakirdi sarsmadı. O iftiraları hiç hükmündedir. İspat ettiğimiz onun yüz yalanına karşı, bir gazetenin sabık valinin tekaüde sevkini bir mektubumuzda bulup hilâf-ı vâkidir diye birtek yanlış bulmuş. Halbuki o yanlış o gazeteye aittir. Her ne ise, böylelerden böyle iftiralar, binden bir tesiri bize olmadığı gibi, inşaallah daire-i Nura da zararı olmayacak. Size söylediğim gibi, memurun iftiranamesine çok ehemmiyet vermeyiniz, zihninizi bulandırmasın. Eğer müdafaatımda cevabı bulunmayan kanunî nokta varsa, kısa cevap verirsiniz. Hem deyiniz: "Said der ki: Bizi ve Nurları beraat ettiren üç mahkemeyi kızdırmamak, tenkis etmemek için o garazkârâne iddianameye karşı cevap verip ehemmiyet vermeyeceğim. Büyük müdafaatım, hususan on vecihle kanunsuzluğa tam ve mükemmel bir cevaptır."


bis_sub.gif (1166 bytes)

Evvelâ: Bir inâyettir ki, o adamın müfteriyâne iddianamesini işitemedim. Yoksa şiddetle konuşacaktım. Reise, "Seni mahkemeye veriyorum-yani haksızlığınla mahkeme-i kübrâya ve kanunsuzluğunla dünya mahkemesine. Ve avukatım yok" dediğimden maksat, onlara, "Bizim umumumuzun küllî meselede vekilimizdir; benim hususî şahsıma gelen hücuma ancak ben mukabele edebilirim" demektir. Ahmed Hikmet'e bildiriniz.

Saniyen: Savcının isnadâtına karşı eski müdafaatımız kâfidir.

Salisen: Mustafa Osman, Ceylân nasıl telâkki ettiklerini ve hiç bulantı onlara vermediklerini ve daire-i Nurda dahi fena tesir etmeyeceğini bana yazdılar. Kahraman Tahirî gördüm; o da öyle telâkki etmiş. Hüsrev ve Feyzi'leri ve Sabri'yi merak ettim.

Rabian: Zannederim ki, şimdi küfür ve dalâlet, komiteler ve cemiyetler şeklinde hücum ettikleri içindir ki, kader-i İlâhî, bunlara bu eşedd-i zulümle bir cemiyet isnadıyla bizi tazip ettiriyor.


On Dördüncü Şua - s.1096

Demek şimdi ehl-i imanın ittihadına pek çok lüzum var. Biz o hakikati bilmediğimiz için kaderin adalet tokadını yeriz.

Said Nursî


bis_sub.gif (1166 bytes)

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Haccı men eden, zemzemi döktüren, hakkımızda eşedd-i zulme müsâadekâr davranan ve Zülfikar ve Siracü'n-Nur'un müsaderesine ehemmiyet vermeyen ve bizi garazkârâne, kanunsuz, tazip eden memurları terfi ettirip hanemizden çıkan mazlumâne lisan-ı hal ile yüksek ağlamamızı ve sesimizi işitmeyen bir müstebit kabinenin zamanında en rahat yer hapistir. Yalnız mümkün olsa başka hapse naklolsak, tam selâmet olur.

Saniyen: Onlar nasıl zorla en mahrem risaleleri en nâmahreme okuttular; öyle de, zorla ısrar edip bizi cemiyet yapmaya mecbur ediyorlar. Halbuki, cemiyet ve komiteciliğe hiç ihtiyacımızı hissetmiyorduk. Çünkü, ittihad-ı ehl-i iman cemaatindeki uhuvvet-i İslâmiye, Nurcularda pek hâlisâne, fedakârâne inkişaf ettiği gibi ve eski ecdatlarımızın kemâl-i aşkla ruhlarını feda ettikleri bir hakikate Nur şakirtleri o milyonlar kahraman ecdatlarından irsiyet aldıkları kuvvetli bir fedailikle o hakikata bağlanmaları, şimdiye kadar resmî veya siyasî, gizli ve âşikâr cemiyetler ve komiteciliğe ihtiyaç bırakmıyordu. Demek şimdi bir ihtiyaç var ki, kader-i İlâhî onları bize musallat ediyor. Onlar mevhum bir cemiyet isnadıyla zulmederler. Kader ise, "Neden tam ihlâsla, tam bir tesanütle, tam bir hizbullah olmadınız?" diye bizi onların elleriyle tokatladı, adalet etti.

Said Nursî


bis_sub.gif (1166 bytes)

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Sizi teselliye muhtaç bilmiyorum. Birbirinizin kuvve-i mâneviyenizi takviye ederseniz, o kâfidir. Karşımdaki levha dahi bana kâfi geliyor. Bu son hücumda, tam haksız ve kanunsuz, yalnız evhamdan ve zaafiyetten gelen bir korkutmak olduğu anlaşıldı. Ve ahalinin ve zabıtanın vaziyeti, o mânâsız hücuma bir itiraz hükmündeydi.

Saniyen: Benim müdafaatım yeni isnâdâta dahi kâfi gelir mi? Hem Zübeyir ve avukatlar çalışıyorlar mı? Telâşları yok mu? Hiç merak etmesinler. Bize medâr-ı mes'uliyet ettiği maddelere göre, bütün uhuvvet-i imaniyeyi taşıyanları, hattâ bütün imamların cemaatlerini ve bütün üstad ve muallimlerin talebelerini dahi mes'ul etmek lâzım gelir. Demek muhalifleri çok kuvvet bulmuşlar ki, bütün bu telâşlı ve imkânatı vukuat yerinde istimâl ederek acip evhamla bize hücum ettiler.

Sâlisen: Benim kendi kanaatim, tâ bahara kadar hapiste kalmak gerektir. Zaten kışta herşey tevakkuf eder. İnşaallah inâyet-i İlâhiye yine imdadımıza yetişir.

Said Nursî


Hüsrev'in bir mektubudur.

bis_sub.gif (1166 bytes)

Sevgili Üstadımız, Efendimiz,

Garazkâr raporlarıyla hakkımızda Afyon adliyesini pek büyük bir dikkate sevk eden ve sekiz aydan beri şiddetli bir tazyik altında siz sevgili Üstadımızı yaşatan, biz talebelerinizle birlikte Afyon hapsinde temâdi-i mevkufiyetimize sebep olan ve Nurun kabil-i inkâr olmayan muciznümâ hakikatlerini hasûdâne nazarla mütalâa eden ehl-i vukuf ulemasına, siz sevgili Üstadımız, hem Risale-i Nur yirmi beş senedenberi sükût etmişken, o muhterem allâmelerin ehl-i imanı, hususan hamele-i Kur'ân'ı müdafaa ve muhafaza en büyük vazifeleri iken, Afyon adliyesini aleyhimize teşvik edip tahrik eden raporlarına karşı siz sevgili Üstadımızı esefle mukabeleye mecbur eden yazılarınız şefkatinizin eseri olduğu şüphesizdir. Yirmi beş seneden beri, zaman zaman gizli düşmanlarınıza karşı bir avuç talebenizle mücadeleye giren siz sevgili Üstadımızı ve Kur'ân'ın en büyük hakikatlerini muhtevî Risale-i Nur'u müdafaa etmek şöyle dursun, en tehlikeli vakitlerimizde cephe alan bu âlimlere karşı pekçok sualleri sormak hakkınız iken, pek cüz'î sualleriniz, o âlimleri ikazdan başka birşey olmayacak. Böyle en nazik zamanlarda muavenetinize pekçok muhtaç olduğumuz menbalardan doğan ümitsizliklerimizi büyük bir izzete tebdil eden ve pek büyük bir ihsan-ı İlâhî olan inâyet-i hâssa, bu Afyon hapsinde tekrar kendini gösterdi. Sekiz aydan beri titremeyen zemin, siz sevgili Üstadımıza, Risale-i Nur'a hücum zamanlarında, gizli düşmanların hücumuyla gelen zelzeleleri yazarken, bugün yine zemin hiddet edip iki defa şiddetli bir surette titremesiyle


On Dördüncü Şua - s.1097

bizi de şahit göstermiş, ümitlerimizi takviye etmiş, imhânıza susayan insafsız düşmanlarınızın en dehşetli savletleri karşısında zâhirî kimsesizliğinize şefkat etmiş, maddeten aczinize merhamet etmiş, imdadınıza yetişmiş, titreyen zeminle dâvânızın doğruluğunu tasdik etmiş. İlâhî ve melekûtî bir kudretle mübarek kaleminizden çıkıp yükselen "Zafer bizimdir" beşaretlerinizi ihtar ile, bizleri siz sevgili Üstadımıza çok minnettar eylemiştir.

El-Bâkî Hüve'l-Bâkî, çok kusurlu talebeniz Hüsrev


bis_sub.gif (1166 bytes)

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: İhtiyat ve temkin ve meşveret etmek lâzımdır.

Saniyen: Zübeyir bana merhum biraderzadem Abdurrahman yerine ve Ceylân merhum biraderzadem Fuad bedeline verilmiş diye mânevî ihtar aldım. Ben de burada işimi onlara bıraktım.

Salisen: Haber aldım ki, çok çalışan, fakat ihtiyatsız Ahmed Feyzi'nin Mâidetü'l-Kur'ân başında malûm mektubumu mahkeme heyeti bahane ederek-ki, "Said kendi hakkındaki medihleri ve saireyi tasdik etmiş"-benim mahkûmiyetime bir sebep gösterilmiş. Ben mükerrer dedim ki: Herşeyden evvel Ahmed Feyzi onu beyan edip-ki o mektup, kendi hakkındaki mektupları kabul etmemek ve sair bir kısmını tâdil etmek lâzımken-lüzumsuz onları hiddete getiren şeyleri yazmış. Ben onun bin kusurunu görsem ondan gücenmem. Fakat Nurlara zarar gelmemek için, cesûrâne ve ihtiyatsız hareketten bir derece çekinmek lâzımdır.

Rabian: Feyzi'lerin bir kahramanı olan Ahmed Feyzi kardeşimiz de, Tahirî'nin koğuşu olan medresesinde aynen Tahirî gibi davranmalı. Ve gidenlerin yerinde, onların şakirtlerini Kur'ân ve Nur dersleriyle ve yazılarıyla teşvik etsin. Dün bana gönderdiği yeni talebelerin defterleri benim hazin halimi sevince tebdil etti, Elhamdü lillâh dedim.


Bu defa taarruz pek geniş dâirede... Reis-i Hükûmet ve hazır kabine, plânlı, dehşetli bir evhamla bir hücum etti. Benim aldığım bir habere göre ve çok emarelerle gizli münafıkların yalan jurnalleri ve desiseleriyle bizi hilâfet komitesiyle ve Nakşî tarikatının gizli cemiyetiyle tam alâkadar, belki pişdar gösterip hükûmeti büyük bir telâşa sevk ederek, Nurun büyük mecmualarının İstanbul'da ciltlenip âlem-i İslâma intişarını ve gayet makbuliyetlerini bir delil gösterip, hükûmeti korkutup, kıskanç resmî hocaları ve vehham memurları aleyhimize, insafsızca çevirdiler. Tahminlerince herhalde çok vesikalar, emareler görülecek. Hem Eski Said damarıyla tahammül etmeyerek ortalığı karıştıracak diye kanaatleri varmış. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun, o musibeti binden bire indirdi. Bütün taharrilerde hiçbir cemiyet ve komitelerle bir alâkamızı bulamadılar. Yoktur ki bulsunlar! Onun için savcı iftiralara yanlış mânâlara, medâr-ı mes'uliyet olmayan cüz'î isnatlara mecbur olmuş. Madem hakikat budur; Nurlar ve biz yüzde doksan dokuz derece musibetten halâs olduk. Öyleyse, değil şekvâ, belki binler şükretmekle inâyet-i İlâhiyenin bu cilvesinin tamamını sabır, şükür, istirhamla beklemeliyiz ve Nur dersleriyle bu medresenin mütemadiyen çıkan ve giren muhtaç ve müştaklarına teselli vererek yardım etmeliyiz.

Said Nursî


bis_sub.gif (1166 bytes)

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Şiddetli bir ihtarla bildim ki, sen ve Ahmed Feyzi, Nurun mesleği olan mübareze etmemek ve ehl-i dünya ile uğraşmamak ve siyasete girmemek ve yalnız lüzum-u kat'î olduğu zaman kısaca müdafaa etmek haricinde, pek ziyade ve zararlı, mübarezekârâne ve siyasetvâri mahkemedeki okuduğunuz parçalar Nurlara çok zarar vermiş. Hattâ bizim cezamıza ve benim sıkıntılarıma sebebiyet vermiş. Ben senden ve Ahmed Feyzi'den gücenmem. Fakat bana evvelce göstermek lâzımdı. Maddî kazâ-yı İlâhî olarak o vaziyet size verilmiş. Onun tamiri için, benim tarzımda davranmak lâzımdır. Feyzi dahi, bütün kuvvetiyle siyasî müdafaatı bırakıp Nurlarla ve Tahirî gibi, yeni talebelerle meşgul olmak elzemdir.


bis_sub.gif (1166 bytes)

Aziz kardeşlerim,

Bana ve Nurlara ait kırk küsur sayfa ile beraber hata-savap cetveli ve zeyli, Posta gazetesine cevabı, herhalde hem yeni harfle, hem eski harfle basmasına, hem Isparta'da, hem İstanbul'da, eğer mümkünse burada dahi çalışmak lâzımdır.