![]() ![]() ![]() |
On Beşinci Şua - s.1125 |
Evet, tarih-i beşer ve kütüb-ü mukaddese, tevatürlere ve küllî ve kat'î hadisat ve malûmat ve müşahedat-ı beşeriyeye istinaden bilittifak, sarih ve kat'î bir sûrette haber veriyorlar ki, sırat-ı müstakîm ehli olan peygamberlere (aleyhimüsselâm) binler vâkıatta istimdatlarına harika bir tarzda gaybî imdat gelmesi ve onların istedikleri aynen verilmesi ve düşmanları olan münkirlere yüzer hadisatta aynı zamanda gazap gelmesi ve semâvî musibet başlarına inmesi, kat'î, şeksiz gösterir ki, bu kâinatın ve içindeki nev-i beşerin hâkim ve âdil ve muhsin ve kerîm ve azîz ve sahhar bir mutasarrıfı, bir Rabbi var ki, Nuh ve İbrahim, Mûsâ ve Hûd ve Salih gibi (aleyhimüsselâm) çok nebîlere pek harika bir surette tarihî ve geniş hadiselerle muzafferiyet ve necatları vermiş; ve Semûd ve Âd ve Firavun kavimleri gibi çok zâlimlere ve münkirlere dahi, peygamberlere isyanlarına mukabil dünyada dahi bir ceza olarak başlarına dehşetli semâvî musibetler indirmiş.
Evet, Âdem (a.s.) zamanından beri, beşeriyette, iki cereyan-ı azîm birbiriyle çarpışarak gelmiş. Biri istikamet yolunu takiple nimet ve saadet-i dâreyne mazhar olan ehl-i nübüvvet ve salâhat ve iman, kâinatın hakikî güzelliğine ve intizam ve kemâline mutabık olarak istikamette hareket ettiklerinden, hem Kâinat Sahibinin lütuflarına, hem iki cihanın saadetine mazhar olup, beşeri melekler derecelerine, belki fevkine terakki ettirmeye vesile olarak dünyada iman hakikatleriyle mânevî bir cennet, âhirette bir saadet kazanıp ve kazandırmışlar.
İkinci cereyan, istikameti bırakıp ifrat ve tefritle aklı bir vesile-i azap ve elemler toplayıcı bir âlete çevirmesinden, insaniyeti en bedbaht bir hayvaniyetten aşağı düşürüp dünyada zulümlerine mukabil gazab-ı İlâhî ve musibet tokatlarını yemekle beraber, dalâleti cihetinden, akıl alâkadarlığıyla kâinatı bir hüzüngâh ve matemhâne-i umumiye ve zevalde yuvarlanan zîhayatlar için bir mezbaha, selhhane ve gayet çirkin ve karışık görüp ruhu, vicdanı dünyada bir mânevî cehennemde olup, âhirette daimî bir azap çekmeye kendini müstahak eder.
İşte, Fâtiha-i Şerifenin âhirinde
âyeti, bu iki cereyan-ı azîmi ders veriyor. Ve Risale-i Nur'daki bütün muvazenelerin menbaı ve esası ve üstadı bu âyettir. Madem yüzer muvazenelerle Nurlar bu âyeti tefsir etmişler; biz dahi izahını ona havale ederek, bu kısa işarete iktifa ederiz.
DOKUZUNCU KELİME
dir. Buna kısacık bir işaret:
Madem 2
deki nun, üç cemaat-ı azîmeyi, bilhassa âlem-i İslâm camiindeki muvahhidîn
cemaatini, hususan o vakit namazda bulunan milyonlar cemaatini bize gösterip bizi
içlerinde bulunduruyor ve dualarına ve söylediklerimizi aynen söylemeleriyle
tasdiklerine ve bir nevi şefaatlerine hissedar olmamıza yol açıyor. Biz dahi, bu
"Âmin" kelimesiyle o cemaat-ı muvahhidîn ve musallînin dualarına yardım ve
dâvâlarına tasdik ve şefaatlerinin ve istiânelerinin makbuliyetine o
"Âmin" ile bir rica etmemizle, bizim cüz'î ubudiyet ve dua ve dâvâmızı
küllî, geniş bir ubudiyete çevirip küllî, umumî rububiyete mukabele ettirir. Demek
uhuvvet-i imaniye ve vahdet-i İslâmiye sırrıyla, her namaz vaktinde âlem-i İslâm
mescidinde milyonlarla efradı bulunan bir cemaatin rabıta-i vahdet itibarıyla ve
mânevî radyolar vasıtasıyla Fâtiha'daki "Âmin" külliyet kesb eder,
milyonlarla "Âmin"ler hükmüne geçebilir.HAŞİYE
On Beşinci Şua - s.1126
Üçüncü Medrese-i Yusufiyenin tek bir dersinin üçüncü kısmı
MUKADDİME
Namazdaki Fâtiha'nın mânevî emriyle
6
feyziyle İkinci Kısım yazıldığı gibi, namazdaki teşehhüdde dahi
7
cümlesinin diliyle, mânevî ihtarıyla ve Sûre-i Fethin âhirinde
beş mucize-i gaybiyeyi gösteren büyük âyetin nuruyla dersin üçüncü kısmını
yazmaya, şimdi beyanına iznim olmayan üç sebep için mecbur oldum. Tafsilâtını,
izahatını, senetli hüccetlerini Risalet-i Muhammediyeye dair Zülfikar, Mucizât-ı
Ahmediye ve Ayetü'l-Kübrâ, Arabî Hizb-i Nuriyeye havale edip, yalnız gayet muhtasar,
kısacık üç işaretle Arabî Hizb-i Nuriyenin hülâsasının bir hülâsası ve
tesbihatta tekrar ettiğim kelime-i tevhid ile daimî virdim bir tefekkür-ü Arabî
olarak burada yazılan risaleciğinin şehadetine dair parçaların bir
nevi tercümesi, İkinci ve Üçüncü İşarette yazılacak.
BİRİNCİ İŞARET
Bu Kâinat Sahibinin tezahür-ü rububiyetine ve sermedî ulûhiyetine ve nihayetsiz
ihsanatına küllî bir ubûdiyet ve tanıttırmakla mukabele eden Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm, bu kâinatta güneşin lüzumu gibi elzemdir ki, nev-i beşerin
üstad-ı ekberi ve büyük peygamberi (a.s.m.) ve Fahr-i Âlem ve 9 hitabına mazhar ve hakikat-i
Muhammediyesi hem sebeb-i hilkat-i âlem, hem neticesi ve en mükemmel meyvesi olduğu
gibi, bu kâinatın hakikî kemâlâtı ve sermedî bir Cemîl-i Zülcelâlin bâki
aynaları ve sıfatlarının cilveleri ve hikmetli ef'âlinin vazifedar eserleri ve çok
mânidar mektupları olması ve bâki bir âlemi taşıması ve bütün zîşuurların
müştak oldukları bir dâr-ı saadet ve âhireti netice vermesi gibi hakikatleri,
hakikat-ı Muhammediye (a.s.m.) ve risalet-i Ahmediye ile tahakkuk ettiğinden, nasıl bu
kâinat onun risaletine gayet kuvvetli ve kat'î şehadet eder; öyle de, başta âlem-i
İslâm, bütün beşer ve bütün zîşuur, Cehennemden daha acı ve korkunç olan
ademden, hiçlikten, idam-ı ebedîden, fena-yı mutlaktan kurtulmak için, daimî aşk ve
şevkle her zamanda ve câmi mâhiyetinin bütün kuvvetleriyle, bütün istidadat
lisanlarıyla bütün dualar ve ibadetler ve ricalarının dilleriyle istedikleri hayat-ı
bâkiyeyi kuvvetli, kat'î beşaret veren risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ve hakikat-i
Muhammediyeye (a.s.m.) şehadet edip nev-i beşerin medâr-ı iftiharı ve eşref-i
mahlûkat olduğuna imza bastığı gibi, her zamanda üç yüz elli milyon ehl-i imanın 10
sırrınca, hergün işledikleri bütün hasenatlar ve hayırların bir misli Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâmın defter-i hasenatına girmesi ve o tek şahsiyet-i Muhammediye
(a.s.m.), yüzer milyon, belki milyarlar âbid-i muhsin kadar küllî bir ubudiyete ve
füyuzâtına mazhar bir makam kazanması, o zâtın risaletine pek kuvvetli şehadet edip
imza basar.
İKİNCİ İŞARET
Benim virdimde her vakit tefekkürle baktığım yirmiden ziyade şehadetlere işaret eden:
Kısa bir nevi tercümesi ve meâli, yani Muhammed'in (a.s.m.) risaletine şehadet eden,
Birincisi: On bir hâlâtından çıkan bir hüccet-i risalettir. Evet, okumak yazmak öğrenmediği
On Beşinci Şua - s.1127
ve ümmî olduğu halde, on dört asrın ukalâsını, filozoflarını hayrette bırakan ve edyân-ı semâviyede birinciliği kazanan bir din ile birden, tecrübesiz, def'aten meydana çıkması emsal kabul etmez bir hâlet olduğu gibi, sözlerinden, fiillerinden, hallerinden çıkan İslâmiyet her zamanda üç yüz elli milyon insanın ruhlarına, nefislerine, akıllarına terbiyekârâne ders vermesi ve mânevî terakkiyata sevk etmesi, emsalsiz bir hâlettir.
Hem öyle bir şeriatla meydana gelmiş ki, âdilâne kanunlarıyla nev-i beşerin beşten birisini on dört asırda maddî ve mânevî terakki içinde idare etmesi misilsiz bir hâlet olduğu gibi; o zât (a.s.m.) öyle bir iman ve itikadla meydana çıktı ki, bütün ehl-i hakikat her zaman onun mertebe-i imanından feyz almalarıyla beraber en yüksek ve en kuvvetli bir derecededir diye müttefikan tasdikleri ve o zamanda hadsiz muarızlarının ona muhalefeti zerre kadar bir telâş, bir vesvese, bir şüphe vermemesi gösteriyor ki, kuvvet-i imaniyede dahi onun emsali yok ve o küllî yüksek imanı misilsizdir.
Hem öyle bir ubudiyet ve ibadet gösterdi ki, iptida ve intihayı birleştirip hiç kimseyi taklit etmeyerek, ibadetin en ince esrarını görüp müraat ederek en dağdağalı zamanlarda dahi tam tamına ubudiyeti yapması emsalsiz bir hâlet olması gibi, Hâlıkına karşı öyle daavât ve münâcât ve ricalar yapmış ki, bu zamana kadar telâhuk-u efkârla beraber o mertebeye yetişilmemiş. Meselâ, Cevşenü'l-Kebîr münâcâtında bin bir esmâ-i İlâhiyeyi şefaatçi ederek Hâlıkını öyle bir tarzda tavsif ve tarif eder ki, emsali yok. Ve mârifetullahta kimse ona yetişememesi, misilsiz bir hâlettir.
Hem, öyle bir metanetle insanları dine dâvet ve öyle bir cür'etle risaletini tebliğ etmiş ki; kavmi ve amcası ve dünyanın büyük devletleri ve eski dinlerin etba'ları ona muarız ve düşman oldukları halde, zerre kadar korkmayarak, çekinmeyerek umumuna meydan okuması ve başa da çıkarması emsalsiz bir hâlettir.
İşte, onun sıdkına ve nübüvvetine bu harika, emsâlsiz sekiz hâletin mecmuu
gayet kuvvetli bir şehadettir. Ve bu hâletler, o zâtın (a.s.m.) nihayet derecede
ciddiyetine ve itmi'nanına ve kemâl-i sıdkına ve hakkaniyetine kat'î kanaati var
olduğunu gösteriyor. Âlem-i İslâm, her günde, her teşehhüdde milyonlar lisanla der.
Ve onun memuriyetine teslimiyetini ve getirdiği saadet-i ebediye beşaretini tasdik
ettiğini ve beşeriyetin derin bir aşkla ve fıtrî ve istidadî pek kuvvetli bir
iştiyakla aradığı hayat-ı bâkiyeye sağlam bir yol açtığına karşı âlem-i
İslâm minnettarâne, müteşekkirâne 12
ile bir mânevî ziyaret ve görüşmek ve üç yüz elli milyon, belki milyarlar namına
onu tebrik eder.
Yirmi küllî şehadetlerden ve çok şehadetleri ihtiva eden,
İkinci şehadet:
13 Yani,
"İmanın altı rükünlerinin hakikatleri ve tahakkukları ve hakkaniyetleri,
Muhammed'in (a.s.m.) risaletine ve hakkaniyetine kat'î şehadet eder." Çünkü onun
risalet hayatının şahsiyet-i mâneviyesi ve bütün dâvâlarının esası ve mahiyet-i
nübüvveti, o altı rükündür. Öyleyse o rükünlerin tahakkuklarına delâlet eden
bütün deliller, Muhammed'in (a.s.m.) risaletinin hak olduğuna ve Onun sadıkıyetine
dahi delâlet ederler. Hem âhiretin tahakkukuna sair rükünlerinin delâletini Meyve
Risalesi ve Onuncu Sözün zeyilleri beyan ettikleri gibi, öyle de herbir rükün,
hüccetleriyle beraber onun risaletine bir hüccettir.
Binler şehadetleri ihtiva eden,
Üçüncü küllî şehadet:
Yani, "O zat (a.s.m.) güneş gibi kendi kendine delildir. Binler mucizat ve kemâlât ve yüksek, güzel ahlâkıyla risaletine ve sadıkıyetine pek kuvvetli şehadet eder."
Evet, "Mucizat-ı Ahmediye" risale-i harikada üç yüzden ziyade nakl-i
sahihle ispat ettiği gibi, o zat (a.s.m.) 15 ve 16
âyetlerinin sarahatiyle,
avucunun bir parmağıyla kamer iki parça olması; ve nakl-i sahih ve tevatürle, aynı
avucun beş parmağından beş çeşme su akması ve susuz kalan bütün ordusu o sudan
içmesi ve şahit olması ve bu acîb hârika iki defa başka yerde de vuku bulması; ve
aynı avuçla bir parça toprağı, hücum eden düşman ordusuna atarak,