![]() ![]() ![]() |
İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 1 - s.1167 |
Sual: Îcâz ile i'câz sıfatlarını hâvi Kur'ân-ı Azîmüşşanda,
gibi pek çok âyetler tekerrür etmektedir. Halbuki bu tekrarlar, belâgate münafidir, usanç veriyor.
Cevap: Ey arkadaş! Her parlayan şey, yakıcı ateş değildir. Evet, tekrar ve tekerrür bazan usanç veriyor, fakat umumî değildir. Her yere, her kelâma ve her kitaba şâmil değildir. Usanç verici addedilen pek çok zâhirî tekrarlar, belâgatçe istihsan ve takdir edilmektedir.
Evet, insanın yediği yemekler, biri gıda, diğeri tefekküh (meyve) olmak üzere iki kısımdır.
Birinci kısım, tekerrür ettikçe memnuniyet verir, kuvvet verir, kat kat teşekkürlere sebep olur.
İkinci kısmın tekerrüründe usanç, teceddüdünde lezzet vardır.
Kezalik, kelâmlar da iki kısımdır.
Bir kısmı ruhlara kut, fikirlere kuvvet verici hakikatlerdir ki, tekerrür ettikçe güneşin ziyası gibi, ruhlara, fikirlere hayat verir. Meyve kabilinden iştihayı açan kısımda tekerrür makbul değildir, istihsan edilmez.
Buna binaen Kur'ân, hey'et-i mecmuasıyla kalblere kut ve kuvvet olup, tekrarı usanç değil, halâvet ve lezzet verdiği gibi, Kur'ân'ın âyetlerinde de öyle bir kısım vardır ki, o kuvvetin ruhu hükmünde olup tekerrür ettikçe daha ziyade parlar, hak ve hakikat nurlarını saçar.
Ezcümle: gibi âyetlerde bulunan ukde-i hayatiye ve nuranî esaslar,
tekerrür ettikçe iştahları açar; misk gibi, karıştırıldıkça kokar. Demek
tekerrür zannedilen, hakikatte tekerrür değildir. Ancak 3
kabilinden, o ayrı ayrı
hikmetleri, nükteleri, gayeleri ifade eden tekrarlı kelâmlar, yalnız ibarece,
lâfızca birbirine benzedikleri için tekrar zannedilir. Hattâ kıssa-i Mûsâ, çok
meziyetleri ve hikmetleri müştemildir. Her makamda o makama münasip bir vecihle
zikredilmesi, ayn-ı belâgattir.
Evet, Kur'ân-ı Azîmüşşan, o kıssa-i meşhureyi, gümüş iken, yed-i beyzâsına alarak altın şekline ifrağıyla öyle bir nakş-ı belâgate mazhar etmiştir ki, bütün ehl-i belâgat, onun belâgatine hayran olmuşlar, secdeye varmışlardır.
Ve keza, teyemmün, teberrük ve istiane gibi çok vecihleri hâvi; ve tevhid, tenzih, senâ, celâl ve cemal ve ihsan gibi çok makamları tazammun; ve tevhid ve nübüvvet, haşir ve adalet gibi makasıd-ı erbaaya işaret eden besmele, zikredilen yerlerin herbirisinde bu vecihlerden, bu makamlardan biri itibarıyla zikredilmiş ve edilmektedir. Maahâza, hangi sûrede tekerrür varsa, o sûrenin ruhuyla münasip olan bir vecih bizzat kasdedilmekle öteki vecihlerin istitradî ve tebeî zikirleri, belâgate münafi değildir.
Sûrelerin başlarında bulunan hurûf-u mukattaaya ait izahatı
dört mebhasta zikredeceğiz.
BİRİNCİ MEBHAS: ile, sûrelerin evvellerinde bulunan hurûf-u mukattaadan
teneffüs eden i'câz hakkındadır. İ'câz, inci gibi incecik letaif-i belâgatın
parıltılarının imtizaç ve içtimaından tecellî eden bir nurdur. Bu mebhasta, bu
nuru, birkaç letaif zımnında izah etmekle parlatacağız. Fakat herbir lâtife ince ve
ziyası az ise de, letaifin heyet-i mecmuasından hasıl olan tam bir ziya ile fecr-i
sadık çıkacaktır.
1. Hece harflerinin adedi-elif-i sâkine hariç kalmak şartıyla-yirmi sekiz harftir. Kur'ân-ı Azîmüşşan, sûrelerin başında bu harflerin yarısını zikretmiş, yarısını da terk etmiştir.
2. Kur'ân'ın almış olduğu nısıf, terk ettiği nısıftan daha ziyade kesîrü'l-istimaldir.
3. Kur'ân, sûrelerin başında zikrettiği kısım içinde lisan üzerine daha suhuletli olan elif, lâm'ı çok tekrar etmiştir.
4. Kur'ân, aldığı harfleri, hece harflerinin adedince sûrelere tevzi etmiştir.
5. Hece harflerinin mehmûse, mechûre, şedîde, rehve, müsta'liye, münhafıza, mütbika, münfetiha gibi çiftli cinslerinin herbirisinden yine nısıf almıştır.
6. Çifti, yani eşi olmayan (evtar) kısmında sakilden azı, hafiften çoğu almıştır: Kalkale, zellâka gibi.
İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 1 - s.1168
7. Kur'ân-ı Azîmüşşanın, sûrelerin başındaki hurûf-u mukattaanın zikredilen minval üzerine tansifleri hakkında ihtiyar ettiği tarîk, 504 ihtimalden intihap edilmiştir. Ve intihap edilen şu tarikten başka hiçbir ihtimalle mezkûr tansif mümkün değildir. Çünkü, taksimler pek çok birbirine girmiş ve çok mütefavittir.
Bu gibi i'câz lem'alarından hisse alamayan, zevkine levm ve itab etsin!
İKİNCİ MEBHAS: Bu mebhasta da birkaç letaif vardır:
1. ile emsalinde göze çarpan garabet, bu harflerin pek garip ve acip birşeyin
mukaddemesi ve keşif kolları olduklarına işarettir.
2. Bu sûrelerin başlarındaki taktî-i huruf ile isimleri hecelemek, müsemmânın me'hazine ve neden neş'et ettiğine işarettir.
3. Bu harflerin taktîi, müsemmânın vahid-i itibarî olup, terkib-i mezcî olmadığına işarettir.
4. Bu harflerin takti' ile tâdadı, san'atın madde ve me'hazini muhataba göstermekle muarazaya talip olanlara karşı meydan okuyarak, "İşte, i'câz-ı san'atı, şu gördüğünüz harflerin nazım ve nakışlarından yaptım. Buyurunuz meydana!" diye, onların tahkirane tebkitlerine (tekdirlerine) işarettir.
5. Mânâdan soyulmuş şu hece harflerinin zikri, muarızları hüccetsiz bırakmaya işarettir.
Evet, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, şu mânâsız harflerin lisan-ı haliyle ilân ediyor ki: "Ben sizden beliğ mânâları, hükümleri, hakikatleri ifade eden yüksek hutbeleri ve nutukları istemiyorum. Yalnız şu tâdâd ettiğim harflerden bir nazîre yapınız-velev iftira ve hikâyelerden ibaret bile olursa olsun!"
6. Harfleri tâdâd ile hecelemek, yeni kıraate ve kitabete başlayan müptedilere mahsustur. Bundan anlaşılıyor ki, Kur'ân, ümmî bir kavme ve müptedi bir muhite muallimlik yapıyor.
7. -
-
gibi
harfleri, meselâ, elif, lâm, dal gibi isimleriyle tabir ve zikretmek, ehl-i
kıraat ve erbab-ı kitabetin ittihaz ettikleri bir usuldür. Bundan anlaşılıyor ki,
hem söyleyen, hem dinleyen ümmî olduklarına nazaran, bu tabirler, söyleyenden
doğmuyor ve onun malı değildir; ancak, başka bir yerden ona geliyor.
Ey arkadaş! Bu letaifin ince iplerinden dokunan yüksek nakş-ı belâgati göremeyen adam, belâgat ehlinden değildir. Erbab-ı belâgate müracaat etsin.
ÜÇÜNCÜ MEBHAS: İ'câzın esaslarından, îcâzın en yüksek ve en ince
derecesine bir misaldir. Bunda da birkaç letaif vardır.
1. üç harfiyle üç hükme işarettir. Şöyle ki: Elif, 4
hükmüne ve kaziyesine; lâm,
5
hükmüne ve kaziyesine; mim, 6
hükmüne ve kaziyesine remzen ve imaen işarettir.
Evet, nasıl ki Kur'ân'ın hükümleri uzun bir sûrede, uzun bir sûre kısa bir sûrede, kısa bir sûre bir âyette, bir âyet bir cümlede, bir cümle bir kelimede, o kelime de sin, lâm, mim gibi hurûf-u mukattaada irtisam eder, görünür.
Kezalik, in herbir harfinde mezkûr hükümlerden biri temessül etmiş görünüyor.
2. Sûrelerin başlarındaki hurûf-u mukattaa, İlâhî bir şifredir. Beşer fikri ona yetişemiyor. Anahtarı, ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdadır.
3. Şifrevari şu hurûf-u mukattaanın zikri, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın fevkalâde bir zekâya malik olduğuna işarettir ki, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, remizleri, îmaları ve en gizli şeyleri sarih gibi telâkki eder, anlar.
4. Şu harflerin taktîi, harf ve lâfızların hâvi oldukları kıymet, yalnız ifade ettikleri mânâlara göre olmayıp, ilm-i esrarü'l-hurufta beyan edildiği gibi, adet ve sayılar misilli harflerin arasında fıtrî münasebetlerin bulunduğuna işarettir.HAŞİYE
5. taktîiyle, bütün harflerin esas mahreçleri olan "halk, vasat,
şefe" mahreçlerine işarettir. Ve zihinlerin nazar-ı dikkatini şu mahreçlere
çeviriyor ki, zihinler, gerek bu üç mahreçte, gerek bunlara bağlı küçük küçük
mahreçlerde lâfızların ve harflerin nasıl vücuda geldiklerini hayret ve ibretle
mütalâa etsinler.
Ey zihnini belâgatin boyasıyla boyayan arkadaş! Bu letaifi sıkacak olursan,
7
içinden çıkacaktır.
DÖRDÜNCÜ MEBHAS: emsaliyle beraber, terkip şeklinden takti' suretinde
zikirleri, bu şeklin müstakil olup hiçbir imama tâbi olmadığına ve
İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 1,2 - s.1169
hiç kimseyi taklit etmiş olmadığına ve üslûpları acip, çeşitleri garip yeni saha-i vücuda gelen bir bedîa olduğuna işarettir. Bu mebhasta da birkaç letâif vardır.
1. Hatip ve beliğlerin âdetindendir ki, mesleklerinde daima bir misale tâbi oluyorlar ve bir örnek üzerine nakış dokuyorlar ve işlenmiş bir yolda yürüyorlar. Halbuki, bu harflerden anlaşıldığına nazaran, Kur'ân hiçbir misale tâbi olmamıştır ve hiçbir nakş-ı belâgat örneği üzerine nakış yapmamıştır ve işlenmemiş bir yolda yürümüştür.
2. Kur'ân, baştan aşağıya kadar, nâzil olduğu heyet üzerine bâkidir. Bu kadar Kur'ân'ı taklit etmeye müştak olan dostlar ve mütehâcim düşmanlara rağmen, şimdiye kadar Kur'ân'ın ne taklidi yapılmış ve ne de bir misali gösterilmiştir.
Evet, Kur'ân, milyonlarca Arabî kitaplarla mukayese edilirse, benzeri bulunamaz. O halde, Kur'-ân, ya hepsinin altındadır; bu ise muhaldir. Öyleyse hepsinin fevkindedir; öyleyse Allah'ın kelâmıdır.
3. Beşerin san'atı olan birşey, bidayette çirkin ve gayr-ı muntazam olur, sonra yavaş yavaş intizama sokulur. Kur'ân ise, ilk zuhurunda gösterdiği halâveti, güzelliği, gençliği şimdi de öylece muhafaza etmektedir.
Ey belâgat letafetinin kokusunu koklayan arkadaş! Zihnini şu mebâhis-i erbaaya
gönder ki, bal arısı, 8
balını çıkarsın!
Arkadaş! Kelâmların hüsnünü artıran ve güzelliğini fazlaca parlatan belâgatın esaslarından biri de şudur ki: Bir havuzu doldurmak için etrafından süzülen sular gibi, beliğ kelâmlarda da zikredilen kelimelerin, kayıtların, heyetlerin tamamen o kelâmın takip ettiği esas maksada nâzır olmakla onun takviyesine hizmet etmeleri, belâgat mezhebinde lâzımdır.
Birinci misal: 10
olan âyet-i kerime nazar-ı dikkate alınırsa görülür ki, bu kelâmdaki maksat ve
esas, pek az bir azapla fazla korkutmaktır. Ve bu kelâmda olan mezkûr kelimeler ve
kayıtlar, tamamen o maksadı takviye için çalışıyorlar.
Ezcümle, şek ve ihtimali ifade eden şartiye olup, azabın azlığına
ve ehemmiyetsizliğine işarettir.
Ve keza sîgasiyle ve tenviniyle azabın ehemmiyetsizliğine îmadır.
Ve keza kelimesi, azabın şedit olmadığına işarettir.
Ve keza, teb'îzi ifade eden ve şiddeti gösteren
kelimesine bedel, hiffeti îma eden
kelimesi ve
kelimesinden îma edilen şefkat, hepsi de azabın kıllet ve ehemmiyetsizliğine işaret
etmekle, şu şiiri, lisan-ı halleriyle temessül ediyorlar.
Yani, "İbarelerimiz ayrı ayrı ise de, hüsnün birdir. Hepsi de o hüsne işaret ediyorlar."
İkinci misal: olan âyet-i kerimedir. Bu âyette maksad-ı esas, Kur'ân'ın
yüksekliğini göstermektir. Ve bu maksadı takviye eden
-
-
-
kayıtlarıdır. Evet, bu
kayıtlar, istinad ettikleri pek ince ve gizli delillerine işaret etmekle beraber, o
maksadın takviyesine koşuyorlar.
Ezcümle, kasem olduğu cihetle, Kur'ân'ın azametine ve altında
müstetir, gizli o mezkûr letaif cihetiyle de dâvânın ispatına işaret eder.
Ve keza, zat ile sıfatı gösteren bir işaret olması itibarıyla hem Kur'ân'ın
azametine, hem azameti ispat eden sıfât-ı kemâliyeye işaret eder.
Ve keza, işaret-i hissiyeye mahsus iken, işaret-i akliyede kullanılması, tâzim ve
ehemmiyeti ifade ettiği gibi, mâkul olan Kur'ân'ı, mahsus suretinde göstermesi,
Kur'ân'ı, ezhan ve enzârın nazar-ı dikkatine arz etmekle tesettürü icap eden hile,
za'fiyet ve sair çirkin şeylerden münezzeh olduğunu izhar ve itiraf ettirmektir.
Ve keza nin
vasıtasıyla ifade ettiği bu'd, Kur'ân'ın kemâline delâlet eden
ulüvv-ü rütbesine işarettir.
Ve keza daki
hasr-ı örfîyi ifade ettiğinden, Kur'ân'ın azametine ve
başka kitapların mehasinini cem etmekle onların fevkinde olduğuna işarettir.