![]() ![]() ![]() |
İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 14,15 - s.1200 |
Birisi, acz ve zaafları yüzünden iltica etmeye mecbur olmalarıdır. İkincisi,
fitne ve ifsat iktizasıyla mü'minlerin sırlarını kâfirlere îsal etmektir. Bu iki
mânâyı ifade edemez.
Bu ünvan, reislerinin şeytanlar gibi gizlenip vesveseleri ilka ettiklerine
ve şeytanlar kadar muzır olduklarına ve şeytanlar gibi şerden maada birşey tasavvur
etmediklerine işarettir.
Yani, "Sizinle beraberiz." Bu cümle ile nefislerinin tezkiyesine,
ahidlerinin tecdidine, mesleklerinde sabit kaldıklarına işaret etmişlerdir. Yalnız bu
cümlenin muhataplarında münafıkların münkirleri bulunmadığı halde cümle
tekitleştirilmiştir.
cümlesinin muhatapları hep münkir oldukları halde, cümle tekitsiz
bırakılmıştır. Bunun sebebi, birinci cümleyi şevksiz, aşksız, ikinci cümleyi ise
aşk ve şevkle söylediklerine işarettir. Şeytanlarına söyledikleri cümleyi,
cümle-i ismiye şeklinde, mü'minlere karşı söylediklerini cümle-yi fiiliye suretinde
zikretmeleri, maksatlarının burada ahidlerine sabit ve devamlı kaldıklarını ispat
ettiklerine, orada ise yalnız imana geldiklerini ihdas ettiklerine işarettir.
Yani, "Bizler mü'minlere karşı, ancak istihza edici insanlarız."
Bu cümlenin evvelki cümleye atfedilmediğinin esbabı:
İki kelime veya iki cümle arasında ya kemal-i ittisal ve ittihad vardır veya
kemal-i inkıta ve infisal vardır. Bu iki surette, birbirine atıfları caiz değildir.
Ancak aralarında orta derecede bir inkıta ve bir ittisal olan yerlerde atıfları
caizdir. Bu cümle ise cümlesine bir cihetten tekittir, bir cihetten de bedeldir. Bu
iki surette, her iki cümlenin arasında kemal-i ittisal vardır. Diğer bir cihetten dahi
mukadder bir suale cevaptır. Bu surette de aralarında kemal-i inkıta vardır. Çünkü
alelekser sual inşa, cevap ihbar olur. İşte bunun için aralarında atıf
yapılmamıştır.
Sual: Bu cümlenin cümlesine tekit veya bedel olduğunun tevcihi?
Elcevap: cümlesi gerek hak vehakikate ve gerek ehl-i hak ve ehl-i
hidayete ihanete dairdir. Çünkü bundan dalâlet ve ehl-i dalâlete tâzim çıkıyor.
Bu ise
cümlesinin meâlidir. Demek her iki cümlenin mealleri birdir veya birbirini
tekit eder.
Mukadder bir suale cevap olduğunun tevcihi ise, sanki onların şeytanları
tarafından şöyle bir sual varit olmuştur ki, "Yahu, eğer siz bizimle beraber ve
bizim mesleğimizde olmuş olsaydınız, mü'minlere muvafakat etmezdiniz. Ya siz onların
mezheplerine geçtiniz veyahut sizin için muayyen bir mezhep yoktur." Bu suale
karşı diye, Müslümanlardan olmadıklarını sarahaten söyledikleri gibi, hasrı
ifade eden
ile, muayyen bir mezhebi olmayanlardan olmadıklarına işaret etmişlerdir.
Ve keza, devamı ifade eden ism-i fail sigasıyla
demeleri, mü'minlere karşı
yaptıkları istihzanın daimî bir sıfatları olup, bilâhare arız olmuş sıfatları
olmadığına işarettir.
Yani, "Allah onları istihza ediyor." Bu cümlenin evvelki
cümlelere atfedilmeyerek atıfsız zikredilmesinin esbabı:
Eğer atfedilmiş olsaydı, ya cümlesine atfolurdu; bu ise bu
cümlenin de
cümlesine tekit olmasını icap eder. Veya
cümlesine atfolurdu; bu dahi bu
cümlenin onların sözlerinden biri olduğunu iktiza eder. Veya
ya
atfolacaktı; o vakit Allah'ın onlara olan istihzası halvet zamanıyla mukayyet
olacaktı. Halbuki Allah'ın istihzası daimîdir. Veyahut
cümlesine atıf yapılacaktı; bu ise her iki taraftan, yani mâtuf ve mâtufun-aleyhten
maksadın, bir olduğunu istilzam eder. Halbuki birinci cümle amellerini beyan eder;
ikinci cümle cezaları hakkındadır. Demek mahzursuz, münasip bir mâtufun-aleyh
bulunmadığından müste'nife olarak, yani mâkabliyle bağlı kalmayarak mukadder bir
suale cevap kılınmıştır.
Evet, münafıkların fenalığı ve kötülüğü öyle bir dereceye baliğ olmuştur
ki, hallerine vakıf olan her ruh, "Acaba böyle fena olanların cezası nedir ve
cezaları verilmeyecek mi?" diye sormaya mecbur olur. İşte, Kur'ân-ı Kerim
cümlesiyle şu mukadder suale cevap vermiştir. Demek bu cümlenin istinafı, atfından
daha mühimdir.
Sonra, makamın muktezasıyla onların istihzalarına karşı mü'minlerin mukabelede bulunmaları icap ederken Cenab-ı Hakkın mukabelede bulunması, mü'minlerin teşvikine ve terahhumlarına işaret olduğu gibi, münafıkları da istihza etmekten
İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 16 - s.1201
zecir ve men etmek içindir. Zira, istinatları Allâmü'l-Guyûba olanlar, istihza edilemezler.
Sonra, Cenab-ı Hakkın tenkil ve tâzibini istihza ile tâbir etmek şe'n-i ulûhiyete yakışmadığından, istihzanın lâzımı olan tahkir irade edilmiştir.
Sual: Münafıkların istihzası, devamı ifade eden ism-i fail sigasıyla olduğu halde Cenab-ı Hakkın mukabil istihzası, teceddüdü ifade eden fiil-i muzarî sigasıyla yapıldığında hikmet nedir?
Elcevap: Tazip ve tahkirler tebeddül ve teceddüt ettikçe tesirleri çoğalır. Zira bir tarzda devam eden bir elemin tesiri gittikçe azalır; tazelendikçe tesiri çok olur. Bu mânâyı ifade eden, ancak fiil-i muzaridir. İsm-i fail ise yalnız devamı ifade eder.
Yani, "Dalâletin esbabına tevessül etmeleriyle, dalâletin talebinde
bulunmuşlardır. Allah da onlara dalâlet vermiştir."
Allah tarafından yardımın yapılmasını ifade eden kelimesi, abdin hâlık-ı ef'âl
olduğunu iddia eden İtizal mezhebinin reddine işarettir. Ve onların lisan-ı hal ile
istekleri üzerine, Allah'ın onlara yardım ettiğine delâlet eden
nün
tazammun ettiği
cümlesi, abdin elinde birşey yok, hep Allah'tan olduğunu
iddia eden mezheb-i Cebrin reddine işarettir. Zira, onlar su-i ihtiyarlarıyla ve
arzularıyla dalâleti istemişlerdir. Allah da onların isteklerini vermiştir.
kelimesinin
zamirine izafesi, tuğyan cinayeti, onların ihtiyarlarıyla
husule gelip, cebr ile alâkadar olmadığından "Bizler Allah'ın cebriyle bu
tuğyanı yapıyoruz" diye mazeretlerinin reddine işarettir.
ünvanı ise onların zararı, tûfan gibi, bütün mehasin ve kemâlâtı
tahrip ettiğine imadır.
Yani, "Tuğyan ve dalâletlerinde mütehayyir ve mütereddit
şahıslardır. Onların ne meslekleri var ve ne de muayyen bir maksatları vardır."
Yani: "Onlar, hidayeti verip dalâleti satın alan birtakım kafasızlardır ki, ticaretlerinden bir fayda görmedikleri gibi o zarardan kurtulmak için yol da bulamıyorlar."
Bu âyetin makabliyle cihet-i irtibatına gelince: Bu ayet geçen tafsillere bir fezleke, bir hülâsadır. Ve o tafsilleri yüksek ve müessir bir üslûpla tasvir etmiştir. Lâkin muhataplarının saff-ı evvelinde ve tabaka-i ûlâsındakiler kışın Yemen cihetine, yazın da Şam cihetlerine giderek yaptıkları ticaretin kâr ve zararını, lezzet ve elemini gördüklerinden, tasvir için ticaret üslûbu intihap edilmiştir. Şöyle ki:
Nev-i beşerin dünyaya gönderilmesi, daimî bir tavattun için değildir. Ancak sermayeleri olan istidat ve kabiliyetlerini tenmiye ve inkişaf ettirmek üzere ticaret için gelmişlerdir. Fakat münafıklar bu ticaretlerinde sermayelerini batırıp âleme rezil oldular.
Sonra bu âyetin cümleleri arasında cihet-i nazım ve intizam ise: Bu âyetin cümleleri arasında ticaret üslûplarındaki tertipler gibi gayet fıtrî, selis ve muntazam bir tertip vardır. Şöyle ki:
Bir tüccara yüksek bir sermaye verilir. O da o sermaye ile zararlı ve zehirli şeyleri alır, satarsa, o tüccar alışverişinin sonunda ne bir fayda görür ve ne de bir kâr görür. Bilâkis, hasaret içinde boğulmakla beraber, kaçmak için yolu da kaybeder. İşte, münafıkların yaptıkları muamele de aynen buna benziyor.
Sonra, mezkûr âyetteki cümlelerin heyetleri ise: kelimesi, uzaklarda bulunan
şeyleri ihzar ederek mahsus ve meşhud olarak göstermek için kullanılan bir işaret
aletidir.
Sual: Münafıkların ile ihzarlarında ne fayda
vardır?
Elcevap: Onların mezkûr cinayetlerini işiten sâmiin kalbinde hasıl olan nefret
ve adavet öyle bir dereceye baliğ olmuş ki, onları gözüyle göreceği ve yüzlerine
tüküreceği gelir ki, yüzlerine tükürmekle kalbi rahat olsun. İşte bunun için
onlar dürbünüyle ihzar edilmiştir ki, sâmi yüzlerine tükürsün.
İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 17,18,19,20 - s.1202
Sual: Münafıkların mahsus ve meşhud olmadıkları halde ile
mahsus olarak gösterilmeleri ne suretle olur? Ve ne gibi bir faydası vardır?
Elcevap: Münafıkların mezkûr cinayetlerle ve acip sıfatlarla ittisafları,
onları öyle tecessüm ettirmiştir ki, hayalce mahsus ve meşhud ve hazır
görünmektedirler. Ve şu mahsusiyetlerinden, onlara isnat edilen hükmün illeti de
anlaşılır. Evet, hidayeti verip dalâleti almak gibi bir hükme elbette bir illet ve
bir sebep lâzımdır. O illet ise, onların sebkat eden cinayetleri ve sıfatlarıdır.
İşte, Kur'ân-ı Kerim, onları o sıfatlarla muttasıf olarak ile
ihzar etmiştir ki, bu âyette onlara yükletilen hükmün illet ve sebebi sâmice malûm
olsun.
Sual: Uzaklık cihetini de ifade eden ile münafıkları uzak
göstermekten maksat nedir?
Elcevap: Onların tarik-i haktan uzaklaşmalarına ve bir daha doğru yola
rücuları mümkün olmadığına işarettir. Çünkü gitmek onların elinde ise, gelmek
onların elinde değildir. Yani, in'ikad ve teşekkül etmeye başlayan hakikatler
hakkında kullanılan ünvanı, hidayeti satıp dalâleti almak gibi şu pis
muamelenin-bir nevi ticaret olmakla-zamanın insanları için esaslı bir meslek olmaya
başlamış olduğuna işarettir.
Ünvanı ise, münafıkların "Hidayeti terk edip dalâleti
aldığımız, fıtratımızın iktizasıdır, ihtiyarımızla değildir" diye
yapacakları mâzeretin reddine işarettir. Evet, sanki Kur'ân-ı Kerim onlara diyor ki:
"Cenab-ı Hak re'sülmal olarak size uzun bir ömür vermiştir. Ve ruhlarınızda da
kemâlât istidadını bırakmıştır. Ve hidayet-i fıtrıyenin çekirdeğini de
vicdanınıza dikmiştir ki, saâdeti alasınız. Halbuki sizler saâdete bedel, lezâiz-i
fâniye ve menafi-i dünyeviyeyi alıyorsunuz. Demek, su-i ihtiyarınızla, dalâlet
mesleğini hidayet mesleğine ihtiyar ve tercih etmekle, hidayet-i fıtriyenizi ifsat,
re'sülmalınızı da zayi ettiniz."
münafıkların iki hüsrana mâruz kaldıklarına işarettir. Birisi,
dalâlet hüsranıdır. İkincisi, hidayet gibi büyük bir nimeti kaybetmektir.
Yani, "Ticaretlerinin kârı olmadı."
Sual: Münafıkların bu ticaretlerinde re'sülmalları da zayi olduğu halde, yalnız kârlarının olmamasından bahsedilmesi neye işarettir?
Elcevap: Akıllı bir tüccarın, kârı olmayan bir alışverişe girişmemesi lâzım olduğuna ve kârı olmamasıyla beraber, re'sülmalın da zayi olması ihtimali olan ticaretlere girişmemesi elzem ve evlâ olduğuna işarettir.
Sual: Ribh fiili, hakikaten münafıkların fiili olduğu halde, bu cümlede ticarete isnat edilmiş olduğu neye işarettir?
Elcevap: Onların ne bu ticaretlerinde, ne eczasında, ne ahvalinde ve ne vesaitinde, ne cüz'î ve ne de küllî bir fayda bulunmadığına işarettir. Evet, bazı ticaretlerde matlup kâr olmasa da, ahvalinde veya vesaitinde az çok bir fayda olabilir. Fakat bu ticaret ise şerr-i mahzdır, faydalardan tamamen mahrum bir zarardır.
Yani, "Re'sülmallarını zayi etmekle hüsrana maruz kaldıkları gibi,
yollarını da kaybetmişlerdir." Bu cümlede, sûrenin başındaki
cümlesine gizli bir remiz vardır ki: Kur'ân-ı Kerim hidayeti vermemiş değildir;
hidayeti vermiş de bunlar kabul etmemişlerdir.