![]() ![]() ![]() |
İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 21,22 - s.1221 |
Birincisi: İnsanlara ibadetlerin teklifinden hâsıl olan meşakkatin, hitab-ı İlâhiye mazhariyetten neş'et eden zevk ve lezzetle tahfif edilmesidir.
İkincisi: İnsanın gaibane olan aşağı mertebesinden, huzurun yüksek makamına çıkması ancak ibadet vasıtasıyla olduğuna işarettir.
Üçüncüsü: Muhatabın üç cihetten ibadete mükellef olduğuna işarettir. Kalbiyle teslim ve inkıyada, aklıyla iman ve tevhide, kalıbıyla amel ve ibadete mükelleftir.
Dördüncüsü: Muhatabın mü'min, kâfir, münafık olmak üzere üç kısma ayrılmış olduğuna işarettir.
Beşincisi: İnsanların yüksek, orta, avam tabakalarına hitaben şâmil olduğuna işarettir.
Altıncısı: İnsanlar arasında yapılan nidâ ve hitaplarda âdet edinmiş olan şeylere işarettir ki, insan, evvelâ gördüğü adamı çağırır ve durdurur, sonra kim olduğunu anlamak için alâmetlerine dikkat eder, sonra maksadını anlatır.
Hülâsa: Mezkûr hitap, geçen üç cihetten tekit edilmiş şu nüktelere işarettir.
ile
nida edilen insanlar gafil, gaip, hazır, cahil, meşgul, dost, düşman gibi çok
muhtelif tabakalara şâmildir. Bu muhtelif tabakalara göre
nın ifadesi değişir.
Meselâ, gafile karşı tenbihi ifade eder; gaibe ihzarı, cahile târifi, dosta teşviki, düşmana tevbih ve takri'i gibi her tabakaya münasip bir ifadesi vardır.
Sonra, makam-ı kurbu iktiza ettiği halde, uzaklara mahsus olan edatının
kullanılması birkaç nükteye işarettir.
1. Teklif edilen emanet ve ibadetin pek büyük bir yük olduğuna,
2. Derece-i ubudiyetin mertebe-i ulûhiyetten pek uzak olduğuna,
3. Mükelleflerin, zaman ve mekânca hitabın vakit ve mahallinden ırak bulunduğuna,
4. İnsanların derece-i gafletlerine işarettir.
Muzafun ileyhsiz zikredildiğinden, umumî bir tevessümü ifade eden
kelimesi, hitabın umum kâinata şâmil olup, yalnız farz-ı kifaye suretiyle haml-i
emanete ve ibadete insanların tahsis edilmiş olduklarına işarettir. Öyleyse ibadette
insanların kusurları umum kâinata tecavüzdür.
Sonra, kelimesinde bir icmal ve bir ipham vardır; çünkü izafesiz zikredilmiştir.
Onun o ipham ve icmâli,
kelimesiyle izale ve tafsil edildiğinden, aralarında bir
icmal ve tafsil cezaleti meydana gelmiştir.
-
nün muzafun ileyhine ıvaz
olmakla beraber,
edatiyle çağrılanları tenbih içindir.
aslında nisyandan alınmış bir ism-i fâildir; vasfiyet-i asliyesi mülâhazasıyla
insanlara bir itâba işarettir. Yani, "Ey insanlar! Niçin misak-ı ezelîyi
unuttunuz?"
Fakat bir cihetten de insanlara bir mâzeret yolunu gösteriyor. Yani, "Sizin o misâkı terk etmeniz, amden değil; belki sehiv ve nisyandan ileri gelmiştir."
nidaya cevaptır. Mü'min, kâfir, münafık olan geçen tabakalar nida ile
çağırıldıklarından,
emri devam, itaat, ihlâs, tevhid gibi, her tabakaya münasip
bir mânâyı ifade eder.
Rab ünvanı
ile teklif edilen ibadete bir
illet ve bir sebebe işarettir. Yani, "Sizin terbiyeniz Rabbinizin elinde
olduğundan, daima Ona muhtaçsınız. Ve terbiyenize lâzım olan bütün levazımatı
veren Odur. Onun, o nimetlerine şükür lâzımdır. Şükür ise ancak ibadettir."
esmâ-i müphemeden olduğu için, merci ve medlûlü ancak sıla denilen
dahil olduğu cümle ile malûm olur. Meselâ;
denildiği zaman, gelen adamın
yalnız sana gelmekle malûmiyeti var, başka cihetten malûmiyeti yoktur. Binaenaleyh,
burada
kelimesinin
ile vasıflandırılması Cenab-ı Hakkın marifeti,
hakikatiyle olmayıp ancak ef'âl ve âsârıyla olduğuna işarettir.
İcad, inşa veya başka bir kelimeye tercihan yaratılışın güzel şeklini ifade
eden tâbiri, insanlardaki istidadın sedad ve istikametçe ibadete elverişli
olduğuna işarettir. Ve keza ibadet, yaratılışın ücreti ve neticesidir. Bu itibarla
sevap, ibadetin ücreti olmayıp, ancak Cenab-ı Hakkın kereminden olduğuna işarettir.
Merci ve medlûlünün adem-i malûmiyetine delâlet eden
evvelki insanların ölümle mahvolup gittiklerine ve onların ahvâlini bildirecek bir
bilgi olmadığına ve yalnız sizin gibi bir kısım mahlûklar onların yerlerine
gelmekle,
İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 21,22 - s.1222
o mahvolan insanların tarifleri mümkün olduğuna işarettir.
kelimesi, ümit ve recayı ifade ediyor. Fakat bu mânâ, hakikatiyle Cenab-ı Hak
hakkında istimal edilemez. Binaenaleyh, ya mecazen istimal edilecektir veya muhataplara
veyahut sâmi ve müşahitlere isnad edilecektir.
Mânâ-yı mecazıyla Cenab-ı Hak hakkında isnad edilmesi şöyle tasvir edilir:
Nasıl ki bir insan, bir iş için bir adamı teçhiz ettiği zaman, o işin o adamdan yapılmasını ümit eder. Kezalik-bilâ-teşbih-Cenab-ı Hak, insanlara, kemal için bir istidat, teklif için bir kabiliyet ve bir ihtiyar vermiştir. Bu itibarla, Cenab-ı Hak, insanlardan o işlerin yapılmasını intizar etmektedir denilebilir. Bu teşbih ve istiarede, hilkat-i beşerdeki hikmetin takvâ olduğuna ve ibadetin de neticesi takvâ olduğuna ve takvânın da en büyük mertebe olduğuna işaret vardır.
Reca mânâsının muhataplara atfedilmesi şöyle izah edilir:
Ey muhatap olan insanlar! Havf ve reca ortasında bulunmakla, takvâyı reca ederek Rabbinize ibadet ediniz. Bu itibarla insan, ibadetine itimad etmemelidir ve daima ibadetinin artmasına çalışmalıdır.
Reca mânâsı, sâmi ve müşahitlere göre olursa şöyle tevil edilecektir:
Ey müşahitler! Arslanın pençesini gören adam, o pençenin iktizası olan parçalamayı arslandan ümit ve reca ettiği gibi, siz de, insanları ibadet teçhizatıyla mücehhez olduklarını gördüğünüzden, onlardan takvâyı reca ve intizar edebilirsiniz. Ve keza, ibadetin fıtrî bir iktiza neticesi olduğuna işarettir.
Takvâ, tabakat-ı mezkûrenin ibadetlerine terettüp ettiğinden, takvânın
bütün kısımlarına, mertebelerine de şâmildir. Meselâ, şirkten takvâ; kebairden,
mâsivaullahtan kalbini hıfzetmekle takvâ; ikabdan içtinap etmekle takvâ; gazabtan
tahaffuz etmekle takvâ. Demek
kelimesi bu gibi mertebeleri
tazammun eder.
Ve keza, ibadetin ancak ihlâs ile ibadet olduğuna ve ibadetin mahzan vesile olmayıp maksud-u bizzat olduğuna ve ibadetin sevap ve ikab için yapılmaması lüzumuna işarettir.
Kur'ân-ı Kerim, bu cümle ile beyan ettiği kudret-i İlâhiyenin azametiyle
insanları ibadete teşvik edip heyecana getiriyor. Şöyle ki:
Ey insanlar! Arz ve semayı sizlere muti ve hizmetkâr yapan Zât, yaptığı şu iyiliğe karşı ibadete müstehaktır; ibadetini ediniz!
Ve keza, insanların faziletine ve yüksek bir kıymete mâlik olduğuna ve indallah mükerrem bulunduğuna bir imadır. Sanki beşere emrediyor:
Ey beşer! Yüksek ve alçak bütün ecramı sizin istifadenize tahsis etmekle sizlere bu kadar îzaz ve ikramlarda bulunan Cenab-ı Hakka ibadet ediniz ve sizlere yaptığı keramete karşı liyakatinizi izhar ediniz!
Ve keza esbap ve tabiata tesirin verilmesini reddediyor. Şöyle ki:
Ey insan! Şu gördüğünüz yerler, gökler, sıfatlarıyla beraber, bir Hâlıkın halkıyla, kastıyla, tahsisiyle ve bir Nâzımın nazmıyla husule gelip bu intizamı bulmuşlardır. Kör tabiatın bu kadar büyük şeylerde yeri olmadığı gibi en küçük şeylerde de yeri yoktur.
Ve keza, sıfatlar da mümkinattan oldukları cihetle, Sânie delâlet ettiklerine işarettir. Zira cisimleri teşkil eden zerreler, büyüklük-küçüklük, çirkinlik-güzellik gibi gayr-ı mütenâhi ahval ve keyfiyetleri kabul etmekte müsavidirler. Yani bir zerrenin, bin keyfiyeti kabul etmeye kabiliyeti vardır ve bir hâlet, binlerce zerrelere hal olabilir. Binaenaleyh, güzellik gibi bir sıfat, binlerce zerrelere ve dolayısıyla cisimlere sıfat olabildiği halde, o kadar imkânat ve ihtimaller içinde muayyen bir cisme tayin edildiği zaman, herhalde bir kast ile, bir hikmet altında, bir zâtın irade ve tahsisiyle, binlerce cisimler arasında o cisim, o sıfata mevsuf kılınmıştır.
Bu
ihtisas için değildir, ancak sebebiyeti ifade ediyor. Yani arzın tefrişine sebep, yani
vesile, insandır. Bu misafirhanedeki ziyafet onun namına verildi. Fakat istifade,
insanlara mahsus ve münhasır değildir. Öyleyse insanların ihtiyacından,
istifadesinden fazla kalana abes denilemez.
Bu tâbir, garip bir nükte-i belâgate işarettir. Çünkü, arzın sıkletinden dolayı
suya batıp kaybolması tabiatının icabatından olduğu halde, Cenab-ı Hak,
merhametiyle bir kısmını dışarıda bırakarak, insanlar için bir mesken ve
nimetlerine bir mâide, yani bir sofra olmak üzere tefriş etmiştir.
Ve keza tâbirinden anlaşılıyor ki, arz, bir hanenin tabanı gibi insan ve
hayvanlara ferş ve bast edilmiştir. Öyleyse arzdaki nebatat ve hayvanat,
İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 21,22 - s.1223
hanedeki efrad-ı aile ile erzak vesaire gibi levazım-ı beytiye hükmündedir.
Ve keza tâbirinden anlaşılıyor ki, arz, taş gibi katı ve sert değildir ki
kabil-i süknâ olmasın; ve su gibi mâyi de değildir ki, ziraat ve istifadeye kabil
olmasın. Belki orta bir vaziyette yapılmıştır ki, hem mesken, hem mezraa olsun. Bu
iki faydanın taht-ı temine alınması, elbette ve elbette bir maksat, bir hikmet ve bir
nizam ile olabilir.
Semanın, insanlara bir sakf, bir dam gibi yapılması, yıldızların o damda
asılı kandiller gibi olmalarını istilzam eder ki, teşbih tamam olsun. Öyleyse
gayr-ı mütenâhi şu boşlukta dağınık bir şekilde yıldızların bulunması,
akılları hayrette bırakan nizam ve intizamlı vaziyetleri kör tesadüfe isnad
edilemez.
S - İnsan, arza nisbeten bir zerredir. Arz da kâinata nazaran bir zerredir. Ve keza, insanın bir ferdi, nev'ine nisbeten bir zerredir; nev'i de, sâir ortakları bulunan envâ içinde bir zerre gibidir. Ve keza, aklın düşünebildiği gayeler, faydalar hikmet-i ezeliye ve ilm-i İlâhîdeki faydalara nisbeten bir zerreden daha aşağıdır. Binaenaleyh, böyle bir âlemin insanın istifadesi için yaratılmış olduğu akla giremez.
C - Evet, zahire bakılırsa insan bir zerre hükmündedir. Fakat insanın taşıdığı ruha, kafasına taktığı akla, kalbinde beslediği istidatlara nazaran bu âlem-i şehadet dardır, istiab edemez. Ancak o ruhun arzularını ve o aklın fikirlerini ve o istidatların meyillerini tatmin ve temin edecek âlem-i âhirettir.
Ve keza, istifade hususunda müzahame, mümanaa ve tecezzî yoktur; bir küll ile cüz'iyatı gibidir. Nasıl ki bir küllî, bütün cüz'iyatında mevcut olduğu halde, ne o küllîde tecezzî ve inkısam olur ve ne de cüz'iyatında müzahame ve müdafaa olur. Küre-i arzdan da binlerce müstefid olsa, ne aralarında bir müzahame olur ve ne küre-i arzda bir noksaniyet peyda olur. Yalnız insanın indallah kerameti olduğu için, âlem-i şehadetin yaratılışında insan, ille-i gaiye menzilesinde gösterilmiştir. Ve insanın hatırı için, bütün envâa bir umumî ziyafet verilmiştir. Bu ise, bütün âlemin faydaları insana münhasır olup başkalara hiçbir faydası yoktur demek değildir.
İnzâlin Cenab-ı Hakka olan isnadından anlaşılıyor ki, yağmurun
katreleri başıboş değildir; ancak bir hikmet altında ve bir mizan-ı kastî ile
inerler. Çünkü, o mesafe-i baîdeden gelmekle beraber, rüzgâr ve hava da
müsademelerine yardımcı olduğu halde, katrelerin aralarında müsademe olmuyor.
Öyleyse o katreler başıboş olmayıp, gemleri, onları temsil eden meleklerin
elindedir.
Sema kelimesinin zikri geçtiğine nazaran, makam, zamirin yeri olduğu
halde ism-i zahir ile zikredilmesi, yağmurların sema cirminden değil. Sema cihetinden
geldiğine işarettir. Çünkü, sebkat eden sema kelimesinden maksat, cirm değil,
cihettir.
Semadan gelen karlar, dolular, sular olduğu halde yalnız suların zikredilmesi, en
büyük istifadeyi temin eden, su olduğuna işarettir.
kelimesinde tenkiri ifade eden
tenvin ise, yağmur suyunun acip bir su olup, nizamı garip, imtizâcât-ı kimyeviyesi
size meçhul olduğuna işarettir.
deki
müddet ve mühlet olmaksızın takibini ifade eder. Buna binaen, semeratın
ihracı, yağmurun inzali akabinde bir müddet ara vermeden husule gelmesi lâzımdır.
Halbuki ihraç ile inzal arasında hayli bir zaman vardır. Öyleyse
,
ye
atıf değildir. Ancak, inzali takip eden fiillerin silsilesi ortadan kaldırılarak o
fiillerin neticesi hükmünde olan
,
ye
atfedilmiştir. Takdir-i kelâm şöyle olsa gerekir:
Bu itibarla, inzali takip eden fiilidir.
nin de asıl
mevkii,
dir.
deki
harfi, sebebiyetle karışık ilsak mânâsınadır. Yani, su, semeratın husulüne sebep
olduğu gibi, semerata mülsak, karışık, yapışık olduğundan da, semeratın taravet
ve tazeliğini muhafazaya vesiledir.
deki
beyan ile karışık ibtidayı ifade eder. Bu itibarla
ye
mef'ul olamaz, ancak sâmi'in fehmine göre tayin edilen mef'ul-ü mukadderdir.
ise,
o mef'ule beyandır.
Takdir-i kelâm 2
şeklindedir.