![]() ![]() ![]() |
Münazarat - s.1953 |
S - Dâima İttihad-ı İslâmdan bahsedersin. Sen bize tarif et.
C - İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi ismindeki eserimde tarif etmişim. Şimdi ileride o kasr-ı muallânın bir taşını, bir nakşını göstereceğim. İşte, kâbe-i saadetimiz olan ittihad-ı münevver-i İslâmın Hacerül-Esved'i, Kâbe-i Mükerremedir; ve dürret-i beyzâsı, Ravza-i Mutahharadır; Mekke-i Mükerremesi, Ceziretü'l-Araptır; medine-i medeniyet-i münevveresi, tam hürriyet-i şer'iyeyi tatbik eden Devlet-i Osmaniyedir. Eğer İslâmiyet milliyetini ve İttihad-ı İslâmın taşını ve nakşını istersen, işte bak: (1) Hayâ ve hamiyetten neş'et eden civanmerdâne humret; (2) hürmet ve merhametten tevellüd eden mâsumane tebessüm; (3) fesâhat ve melâhattan hasıl olan ruhânî halâvet; (4) aşk-ı şebabîden, şevk-i bahârîden neş'et eden semâvî neşe; (5) hüzn-ü gurûbîden, ferah-ı sehharîden vücuda gelen melekûtî lezzet; (6) hüsn-ü mücerredden, cemâl-i mücellâdan tecellî eden mukaddes ziynet;HAŞİYE 1 1 birbiriyle imtizaç edip, ondan çıkan levn-i nuranî ancak o şark ve garbın kab-ı kavseyni olan kâbe-i saadetinin tâk-ı muallâsının kavs-ı kuzahının elvan-ı seb'asının lâcivert levninin timsali, belki şu levnin manzarası bir derece irae edilebilir. Lâkin ittihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizâc-ı efkâr, mârifetin şua-ı elektrikiyle olur.
S - Neden eskiden sükût ettin?
C - 1
S - Bid'alara düşen şeyhlere hücum hatardır. İçlerinde evliya bulunur.
Cevap:
Evet, benim hücumum onların aleyhinde değil, lehlerindedir. Tâ ki onların suretiyle kendini gösteren bazı ehliyetsiz, onların kıymetini tenzil etmesin.
Beni tehdit ile vazgeçiremezler. Azm-i kat'î ile, maksadımın yoluna tesadüf eden herbir mehâlike gireceğim. Şu hayat-ı dünyeviyeyi ednâ bir Ermeni, milleti için feda ettiği halde; ben ki, şu hayat ile alâkam pek zayıf; bâhusus yedi defadır şu hayat elimden uçacaktı, emaneten elimde bırakılmış; bunu vermekten minnet etmek hakkım değildir. O ruh, kafesten ağaca uçmak, akıl re'sten yeise kaçmak istedikleri halde, ileride feda için ibka edildi. Bu hayat ile tehdit etmek hiçtir. Kaldı ki, hayat-ı uhreviye ile tehdit ediyorlar. Ondan da hiç minnet çekmem. Şimdiki nâr-ı teessüfle muhterik bir ruh olsun, onların bedduasıyla Cehennemde yansın; o teessüf ateşini içinden çıkarmakla vicdan, maksattan bir firdevs tazammun ettiği gibi, hayal dahi emelden bir cenneti teşkil edecektir. Umumun malûmu olsun ki: İki elimde iki hayatımı tutmuşum, iki hasım için iki meydan-ı mübarezede iki harple meşgulüm. Tek hayatlı olan adam meydanıma çıkmasın.
S - Şimdiki şeyhlerden ne istersin?
C - Daima onların demdemelerinin mevzuu olan ihlâsı. Hem de tekke denilen mânevileşmiş kışlalarda, tarikat denilen ruhânîleşmiş askerlikte ona murabıt oldukları cihad-ı ekberi ve terk-i iltizam-ı nefsi. Hem de onların şiârı olan, zühdün mânâsı olan terk-i menâfi-i şahsiyeyi. Hem de dâima iddiasında bulundukları ve mizac-ı İslâmiyet'in mayası olan muhabbeti isterim. Zira onlar, bizi istihdam ederek ücretlerini almışlar. Şimdi bize hizmet etmek borçlarıdır.
S - Nasıl olsunlar?
C - Ya başlarımızdan kalksınlar, yahut inat, gıybet ve taraftarlığı mabeynlerinden kaldırsınlar. Zira, bir kısım dalâlet ve bid'at fırkalarının teşekkülüne bazı bid'atkâr müteşeyyihler sebebiyet vermiştir.
S - Nasıl birbiriyle ittihad ve ittifak edecekler? Halbuki bazıları bazılarını münkirdir. Onların düsturlarındandır ki, münkir ile muhabbet, belki ünsiyet dahi haramdır. İnkâr meselesi mühimdir.
C - Öyleyse size şöyle bir hitap etmek hakkımdır:
Münazarat - s.1954
Ey divaneler! İşitmediniz mi, anlamamış mısınız ki, 4 bir namus-u İlâhîdir? Veya
körleşmiş misiniz ki, görmüyor musunuz ki, 5
bir düstur-u Nebevîdir? Acaba
şu sıdk ve kizb mabeyninde mütereddit olan inkâr meselesi, nasıl oldu şu iki esas-ı
lâzım ve metine nâsih olabildi, bu inkâr meselesi doğru olsun? Allah'ın kelâmı
değil ki, mensuh olmasın. İşte zaman onu nesheder. Zararı faydasına galebesi,
neshine fetvâ verir. Mensuh ile amel câiz değildir.
S - Belki birbirleriyle adâvetleri, birbirinden gördükleri nâmeşrû bazı ef'al içindir?
C - Acaba ne cihetle, ne insafla, ne suretle, Subhan Dağı kadar ağır ve büyük olan iman ve İslâmiyet ve insaniyet ve cinsiyet sebebiyle hasıl olan muhabbet, şöyle çocuğun bahanesiyle bazı nâmeşrû harekât vesilesinden mütehassıl olan adâvete karşı hafif ve mağlûp olmuştur? Evet, muhabbeti iktiza eden İslâmiyet ve insaniyet, Cebel-i Uhud gibidir. Adâveti intaç eden esbab, bazı küçük çakıl taşları gibidir. Muhabbeti adâvete mağlûp ettiren adam, nazar-ı hakikatte Cebel-i Uhudu bir çakıl taşından aşağı derecesine indirmek kadar ahmakane hareket etmiştir. Adâvetle muhabbet, ziya ile zulmet gibi, içtima edemez. Adâvet galebe çalsa, muhabbet mümâşaata inkılâp eder. Muhabbet galebe çalsa, adâvet terahhum ve acımaya inkılâp eder. Benim mezhebim, muhabbete muhabbet etmektir, husumete husumet etmektir. Yani dünyada en sevdiğim şey muhabbet; ve en darıldığım şey de husumet ve adâvettir.
S - Veli olan şeyhin, müddeî olan müteşeyyih ile farkları nedir?
C - Eğer hedef-i maksadı, İslâmın ziya-yı kalb ve nur-u fikriyle ittihad; ve mesleği muhabbet; ve şiârı terk-i iltizâm-ı nefis; ve meşrebi mahviyet; ve tarikati hamiyet-i İslâmiye olsa; kabildir ki, bir mürşid ve hakikî şeyh olsun. Lâkin, eğer mesleği, tenkîs-i gayr ile meziyetini izhar ve husumet-i gayr ile muhabbetini telkin ve inşikak-ı âsâyı istilzam eden hiss-i taraftarlık ve meyelân-ı gıybeti intaç eden kendine muhabbeti başkasına olan husumete mütevakkıf gösterilse; o bir müteşeyyih-i müteevviğdır, bir zi'b-i mütegannimdir. Din ile dünyanın saydına gider. Ya bir lezzet-i menhuse veya bir içtihad-ı hatâ onu aldatmış; o da kendisini iyi zannedip büyük meşâyihe ve zevât-ı mübarekeye su-i zan yolunu açmıştır.
S - Sözlerin iyi, fakat dinleyen nerede? Mesleğin âli, ittibâ edenler aşağıdır.
S - Âlem-i İslâm ulemasının ortalarındaki müthiş ihtilâfata ne dersin? Reyin nedir?
C - Ben âlem-i İslâmiyete gayr-ı muntazam veya intizamı bozulmuş bir meclis-i meb'usan ve bir encümen-i şûrâ nazarıyla bakıyorum. Şeriattan işitiyoruz ki, rey-i cumhur budur, fetvâ bunun üzerinedir. İşte şu, bu meclisteki rey-i ekseriyetin nazîresidir. Rey-i cumhurdan mâadâ olan akval, eğer hakikat ve mağzdan hâli ve boş olmazsa istidâdâtın reylerine bırakılır. Tâ, herbir istidad, terbiyesine münasip gördüğünü intihap etsin. Lâkin burada iki nokta-i mühimme vardır:HAŞİYE 4
Birincisi: Şu istidadın meyelânı ile intihap olunan ve bir derece hakikati tazammun eden ve ekalliyette kalan kavl, nefsülemirde mukayyet ve o istidad ile mahsus olduğu halde, sahibi ihmal edip mutlak bıraktı. Etbâı iltizam edip tâmim etti. Mukallidi taassup edip, o kavlin hıfzı için muhaliflerin hedmine çalıştılar. Şu noktadan müsademe, müşâğabe, cerh ve red, o derece meydan aldı ki, ayakları altından çıkan toz ve ağızlarından feveran eden duman ve lisanlarından püsküren berkler, şimşekli ve bazan rahmetli bir bulut, şems-i İslâmiyetin tecellîsine bir hicap teşkil etmiştir. Lâkin ziya-yı şemsten tefeyyüz etmesine istidât bahşeden rahmetli bulut derecesinde kalmadı. Yağmuru vermediği gibi, ziyayı dahi men etmektedir.
İkincisi: Ekalliyette kalan kavl, eğer içindeki hakikat ve mağz, onu intihap eden istidatlardaki heves ve hevâ ve mûris aynaya ve mizacına galebe çalmazsa, o kavl bir hatar-ı azîmde kalır. Zira,
Münazarat - s.1955
istidat onunla insibağ edip onun muktezasına inkılâp etmek lâzımken; o, onu kendine çevirir ve telkih eder, kendi emrine musahhar eder. İşte şu noktada hüda hevâya tahavvül ve mezhep dahi mizaçtan teşerrüb eder. Arı su içer bal akıtır, yılan su içer, zehir döker.
S - Acaba kâinatta, şu meclis-i âli-i İslâm, şu sergerdan küre şehrinde bir intizamı daha bulamayacak mıdır?
C - İman ederim ki, umum âlem-i İslâm, millet-i insaniyede ve Âdem kavminde bir meclis-i meb'usan-ı mukaddese hükmüne geçecektir. Selef ve halef, asırlar üzerinde birbirine bakıp mabeynlerinde bir encümen-i şûra teşkil edeceklerdir. Fakat, birinci kısım olan ihtiyar babalar, sâkitane ve sitayişkârane dinleyeceklerdir.
S - HAŞİYE 5 Taaddüd-ü zevcat ve esir ve köle gibi bazı mesâili, bazı ecnebîler serrişte ederek, medeniyet nokta-i nazarında şeriata bazı evham ve şübehâtı irad diyorlar.
C - Şimdilik mücmelen bir kaide söyleyeceğim. Tafsilini müstakil bir risale ile beyan etmek fikrindeyim.
İşte, İslâmiyetin ahkâmı iki kısımdır:
Birisi: Şeriat ona müessestir, bu ise hüsn-ü hakikî ve hayr-ı mahzdır.
İkincisi: Şeriat muaddildir. Yani, gayet vahşî ve gaddar bir suretten çıkarıp, ehven-i şer ve muaddel ve tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-ü hakikîye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ etmiştir. Çünkü, birden tabiat-ı beşerde umumen hükümferma olan bir emri birden ref etmek, bir tabiat-ı beşeri birden kalb etmek iktiza eder. Binaenaleyh, şeriat vâzı-ı esaret değildir; belki en vahşî suretten böyle tamamen hürriyete yol açacak ve geçebilecek surete indirmiştir, tâdil etmiştir.
Hem de, dörde kadar taaddüd-ü zevcat tabiata, akla, hikmete muvafık olmakla beraber; şeriat bir taneden dörde çıkarmamış, belki sekiz-dokuzdan dörde indirmiştir. Bâhusus taaddütte öyle şerait koymuştur ki, ona müraat etmekle hiçbir mazarrata müeddî olmaz. Bazı noktada şer olsa da ehven-i şerdir. Ehven-i şer ise bir adalet-i izafiyedir. Heyhât! Âlemin her halinde hayr-ı mahz olamaz.
Maatteessüf, su-i tesadüfle hükûmete itiraz edenlerden ehl-i ifrat ve ehl-i tefrite
rast geldim. Ehl-i ifratın bir kısmı, Araptan sonra İslâmiyetin kıvâmı olan
Etrâki tadlil ediyorlardı. Hattâ bir kısmı o derece tecavüz etti ki, ehl-i kanunu
tekfir ederdi. Otuz sene evvel olan kanun-u esâsîyi ve Hürriyetin ilânını tekfire
delil gösterdi, 9 ilâ
âhir hüccet ederdi. Biçare bilmezdi ki: 10
bilmânâ 11
dır. Acaba sabık istibdadı
hürriyet zanneden ve Kanun-u Esâsîye itiraz eden adamlara nasıl itiraz etmeyeceğim?
Çendan onlar hükûmete itiraz ederlerdi. Lâkin onlar, istibdadın daha dehşetlisini
istediler. Bunun için onları reddederdim. İşte şimdi ehl-i hürriyeti tadlil eden şu
kısımdandır.
İkinci kısım olan ehl-i tefriti gördüm; dini bilmiyorlar, ehl-i İslâma insafsızca itiraz ediyorlar, taassubu delil gösteriyorlardı. İşte şimdi Osmanlılıktan tecerrüd edip, tam tamına Avrupa'ya temessül etmek fikrinde bulunanlar şu kısımdandır.
Eyyühe'l-avâm! Şimdi Allahaısmarladık, siz durunuz; havas ile konuşulacak bir dâvâm var. Hükûmet ve eşraf ve İttihad-Terakkîye mason olmayan kısmına karşı bir mühim meselem var.
Ey tabaka-i havâss! Biz, avâm ve ehl-i medrese, sizden hakkımızı isteriz.
S - Ne istersin?
C - Sözünüzü, fiiliniz tasdik etmek. Başkasının kusurunu kendinize özür göstermemek. İşi birbirine atmamak. Üzerinize vâcip olan hizmetimizde tekâsül etmemek. Vasıtanızla zâyi olan mâfâtı telâfi etmek. Ahvâlimizi dinlemek, hâcetimizle istişare etmek, bir parça keyfinizi terk etmek ve keyfimizi sormak istiyoruz.
Elhasıl: Vilâyât-ı şarkiye ve ulemasının istikbalini temin etmek istiyoruz. İttihad ve Terakki mânâsındaki hissemizi isteriz. Üzerinizde hafif, yanımızda çok azîm birşey isteriz.
S - Maksadını müphem bırakma, ne istersin?
C - Câmiü'l-Ezher'in kızkardeşi olan, Medresetü'z-Zehrâ namıyla dârülfünunu mutazammın pek âli bir medresenin Bitlis'te ve iki refikasıyla Bitlis'in iki cenahı olan Van ve Diyarbakır'da tesisini isteriz. Emin olunuz, biz Kürtler başkalara benzemiyoruz. Yakînen biliyoruz ki, içtimaî hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş'et eder.
S - Nasıl? Ne gibi? Niçin?
C - Ona bazı şerait ve varidat ve semerat vardır.