![]() |
Üçüncü bir keramet-i Aleviye
Mâlum olsun ki, ben Risale-i Nur'un kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmekle Kur'ân'ın hakikatlerini ve imanın rükünlerini ilân etmek ve zaaf-ı imana düşenleri onlara davet etmek ve onların kuvvetlerini ve hakkaniyetlerini göstermek istiyorum. Yoksa, hâşâ, kendimi ve hiçbir cihetle beğenmediğim nefs-i emmâremi beğendirmek ve medhetmek değildir.
Hem Risale-i Nur zâhiren benim eserim olmak haysiyetiyle senâ etmiyorum. Belki yalnız Kur'ân'ın bir tefsiri ve Kur'ân'dan mülhem bir tercüman-ı hakikîsi ve imanın hüccetleri ve dellâlı olmak haysiyetiyle meziyetlerini beyan ediyorum. Hattâ, bir kısım risaleleri ihtiyarım haricinde yazdığım gibi Risale-i Nur'un ehemmiyetini zikretmekte ihtiyarsız hükmündeyim. İmam-ı Ali'nin (radıyallahu anh) Âyetü'l-Kübrâ namını verdiği Yedinci Şuâ risalesini yazmakta çok zahmet çektiğime bir mükâfat-ı âcile ve bir alâmet-i makbuliyet ve bir medâr-ı teşvik olarak bu keramet-i Celcelûtiye, inayet-i İlâhiye tarafından verildiğine şüphem kalmamış. Tahdis-i nimet kabilinden bunu Sekizinci Şuâ olarak yazdım. Yoksa haşre dair mühim bir âyetin mucizeli olan burhanlarını yazacaktım.
İmam-ı Ali'nin (radıyallahu anh) Risale-i Nur'a dair üçüncü bir kerametidir.
Evet, On Sekizinci ve Yirmi Sekizinci Lem'alarda izah ve ispat edilen iki zâhir kerametini teyid ve takviye ederek Kaside-i Celcelûtiyesinde, Sirâcü'n-Nur'dan sarahat derecesinde haber verdiği gibi, yine o kasidede Sirâcü'n-Nur'un en namdar risalelerine parmak basıyor, âdetâ alkışlıyor; ve sekiz adet remizle meşhur bir kısım risalelerini gösteriyor.
BİRİNCİSİ
Risale-i Nur'a tasrih eden fıkrasından sonra Süryanî lisanıyla Esmâ-i
Hüsnâdan istimdat ve suver-i Kur'âniye ile bir münâcât yapıyor. Tam otuz üç
sûrelerle öyle garip ve mânidar bir tarzda zikrediyor ki, bir kısım sırları ve gaybî
haberleri dahi bildirmek istediği anlaşılıyor. Ben sıkıntılı bir zamanda İmam-ı
Ali'nin (radıyallahu anh) Âyetü'l-Kübrâ namını verdiği Yedinci Şuâyı
bitirdiğim aynı vakitte, itikadımca bana acele bir mükâfat ve bir ücret olarak,
geceleyin Celcelûtiye'yi okudum. Birden bir ihtar-ı gaybî gibi kalbime denildi:
İmam-ı Ali (radıyallahu anh), Risale-i Nur ile çok meşguldür. Mecmuundan haber verdiği gibi, kıymettar risalelerine de işaret derecesinde remzedip îma ediyor. Eğer sarîh bir surette gaybdan haber vermek (çok zararları bulunduğundan hikmete münâfi olduğu cihetle) hikmet-i İlâhiye tarafından yasak olmasaydı tasrih edecekti.
Meselâ, sûreleri tâdâd ederken, yirmi beşinciye geldiği vakit diyor ki:
İşte bu fıkralarda Eskişehir Ağırceza Mahkemesini hayrette bırakan ve üstünde
gözle görünen bir kerametiyle ve kıyamet ve haşri ispat eden harika hüccetleriyle iştihar
eden Yirmi Dokuzuncu Söze Hazret-i İmam-ı Ali (radıyallahu anh), zikir ve tâdâd ettiği
sûrelerin yirmi dokuzuncu mertebesinde ile ona işaret eder. Çünkü, kıyamet
kopmasından gayet dehşetli haber veren 7
sûresine tam mutabık bir surette, o Yirmi
Dokuzuncu Söz, kıyametin ve harab-ı âlemin ve mevt-i dünyanın ve hayat-ı âhiretin
ve ihyâ-yı emvâtın kat'î hüccetlerini beyan ederken, bu sûrenin dehşetli tasvirini
zikretmesi, hem mânâda, hem yirmi dokuzuncu mertebede tetabukları o işareti ispat
eder.
Hem, tahavvülât-ı zerratta boğulan maddiyyunları susturan ve zerrâtın tahavvülâtı
ve harekâtını, vazife ve intizamlarını emsalsiz bir tarzda ispat eden "Otuzuncu
Söz" nâmındaki Zerrat Risalesine Hazret-i İmam-ı Ali (radıyallahu anh),
otuzuncu mertebede kasemiyle ona işaret eder. Evet, bu işarette lâfzan
ve sureten sûre-i 8
ve Risale-i Zerrat, birbirine müşabehetle
beraber, mânâ cihetiyle dahi münasebet var.
Çünkü, sûre-i ın başında, tesadüfî ve intizamsız
zannedilen temevvücat-ı havâiye, gayet hikmetli ve vazifedar olarak rububiyetin
tekvînî emirlerini etrafa yetiştirir diye ifade ettiği gibi, Risale-i Zerrat dahi,
maddiyyunlar tarafından tesadüfî ve intizamsız telâkki edilen harekât-ı zerrat
dahi, gayet hikmetli ve o zerreler muntazam vazifelerle vazifedar olduklarını gayet
kuvvetli ve kat'î burhanlarla ispat ediyor.
Hem Mirac-ı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâmı delâil-i akliye ile gayet mâkul
ve kat'î bir surette ispat eden ve "Otuz Birinci Söz" nâmında ve
mertebesinde bulunan Risale-i Miraca, Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) otuz birinci mertebede
Mirac-ı Ahmedî (a.s.m.) ve Kab-ı Kavseyndeki müşahede ve mükâlemeyi sarîh bir
surette başlayan sûre-i nın başında bulunan
cümlesi
ile sarahate yakın bir tarzda o risaleye işaret eder ve sûre-i
yi bırakarak
den sonra
sûresini
zikretmesi bu işareti kuvvetlendirir.
Hem Şakk-ı Kamer Mu'cizesini münkirlere karşı kuvvetli delillerle ispat eden Mirac Risalesinin zeyli bulunan "Şakk-ı Kamer Risalesi" nâmında, otuz birinci mertebenin âhirinde olan o risaleye, Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) şakk-ı kameri nass-ı sarîhle zikreden sûre-i
1 den iktibas ederek otuz birinci mertebenin
akabinde zikredilen
fıkrasıyla sarahate yakın işaret eder.
Malûmdur ki, Risale-i Nur, başta otuz üç adet Sözlerdir ve "Sözler" nâmıyla yâd edilir. Fakat, Otuz Üçüncü Söz müstakil değil, belki otuz üç adet Mektubattan ibarettir. Ve "Mektubat" namıyla zikredilir. Sonra Otuz Birinci Mektup dahi müstakil değil, belki otuz bir adet Lem'alardan mürekkeptir ve "Lem'alar" adıyla müştehirdir. Sonra Otuz Birinci Lem'a dahi müstakil olmamış; o da inşaallah otuz bir adet Şuâlardan mürekkep olacak. El-Âyetü'l-Kübrâ Yedinci ve bu risale Sekizinci Şuâlardır. Demek Sözlerin hâtimesi Otuz İkinci Sözdür.
Hem Risale-i Nur'un yıldızları içinde bir güneş hükmünde şakirtlerince telâkki
edilen Otuz İkinci Söz nâmındaki üç mevkıflı risale-i harika ve câmia ve
Sözler'in bir cihette hâtimesi ve cemiyetli neticesi olan o risaleye Hazret-i İmam-ı
Ali (r.a.) onun fevkalâde ehemmiyetini ve câmiiyetini göstermek için Kur'ân'ın çok
sûreleriyle birden otuz ikinci mertebede kasemiyle otuz ikinci mertebede
bulunan o câmi risaleye işaret eder.
Risale-i Nur'un Otuz Üçüncü Sözü ise, bundan evvel beyan ettiğimiz gibi otuz üç adet mektuplardan ibaret ve "Mektubat" namında otuz üç kitap ve yüzden ziyade risalelerdir.
İşte Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) otuz üçüncü mertebede ve kaseminde Otuz Üçüncü Sözün eczaları olan o yüz on kitap ve Mektubat'a birden işaret etmek için yüz on semâvî suhuf nâmında yüz on muhtasar kitaplar ve o büyük mukaddes kitaplardan istimdat mânâsında olan şu
kelâmıyla işaret eder. Malûmdur ki, ilm-i belâgatte ve fenn-i beyanda uzak ve gizli mânâlara delâlet etmek için "karine" tabir ettikleri emarelerden ve münasebetlerden birisi bulunsa, uzak bir mânâ ve gizli ve işârî olan bir mefhum, karinenin kuvvetine göre sarîh ve zâhir mânâsı gibi kabul edilir. İşte bu kaideye binaen, bu işârî mânâların herbirisine müteaddit karineler, emareler bulunduğu gibi, sair arkadaşları da ona karineler olur. Risale-i Nur'un mecmuundan haber veren sarîh fıkralar dahi herbirisine kuvvetli bir karinedir.
İKİNCİ REMİZ
Kur'ân'ın el-âyetü'l-kübrası olan
nin hakikat-ı kübrâsını ve tefsir-i ekberini gösteren ve Ramazan-ı Şerifin ilhâmî
bir hediyesi bulunan Yedinci Şuâ risalesine Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) Mektubat'a
işaretten sonra Lem'alar'a işaret içinde Şuâlar'a bakarak HAŞİYE 1
deyip ilm-i belâgatçe "müstetbeatü't-terakîb" ve
"maarîzü'l-kelâm" denilen mânâ-yı zâhirinin tebaiyetiyle ve perdesinin
arkasıyla müteaddit karinelerin kuvvetine göre işaret eder.
Sekizinci Şua- s.934
Ve o acip ve yüksek ve tevhidin hüccetü'l-kübrâsı ve el-âyetü'l-kübrânın bir alâmet-i kübrâsı ve bir tefsir-i âzamı olan risaleye "Âyetü'l-Kübrâ" namı veriyor. Ve o namla, hem menbaı olan âyetü'l-kübrânın azametini, hem bu Yedinci Şuâ olan vahdâniyetin ve tevhidin burhan-ı âzamının fevkalâde kuvvetini ilân eder, haber verir. Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) bu büyük iltifatına, bu risalenin liyakatine her kimin bir şüphesi varsa, gelsin, bir defa o risaleyi okusun. Eğer "Evet, lâyıktır" demezse, bana tuh desin!
Evet Kur'ân'ın aleyhinde bin seneden beri müntakimâne hazırlanan dinsizlerin itirazlarını ve kâfir filozofların terâküm edip şimdi yol bularak intişar eden şüphelerini ve Kur'ân'ın dehşetli darbelerinden intikam besleyen muannid Yahudilerin ve mağrur bir kısım Hıristiyanların hücumlarını def edip mukabele eden ve her asırda Kur'ân'ın pek çok kahramanları ve mânevî kaleleri vardı. Şimdi ihtiyaç bir-ikiden, yüze çıkmış. Ve müdafîler yüzden, iki-üçe inmiş.
Hem, hakaik-i imaniyeyi, ilm-i kelâmdan ve medreseden öğrenmek çok zamana muhtaç bulunduğundan, bu zamanda o kapı dahi kapandı. Hem çabuk, hem herkes anlayacak bir tarzda en derin hakikatleri talim eden Risale-i Nur, elbette İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın bu iltifatına lâyıktır.
Hem İmam-ı Ali (r.a.) onuncu mertebe-i tâdâdında onuncu sûre olarak ve kıyamet
ve Leyle-i Berâta bakan deyip mânâ-yı işârîsiyle "Onuncu
Söz" namında ve mertebesinde olan Haşir Risalesine işaretle beraber, o risalenin
fevkalâde ehemmiyetini ve gayet muhkem olduğunu ve o zamanın dumanlı karanlıklarını
izale eden bir Leyle-i Berâtın bir kandili hükmünde bulunmasına ve haşir ve
kıyametin bir alâmeti olan duhan, hem Leyle-i Berâtın senevî olarak hikmetli tefrik
ve taksim-i umûr noktalarıyla ve başka karineler ile îmaen ve remzen haber veriyor.
Evet, Onuncu Söz, çok ehemmiyetli bir belâyı def etti. Hürriyet-i efkâr serbestiyeti ve harb-i umumî sarsıntısı vaktinde haşri inkâr eden münafıklar, fırsat bulup çok yerlerde zehirli fikirlerini izhara başladıkları bir zamanda Onuncu Söz çıktı ve tab edildi. Bin nüshası etrafa yayıldı, onu gören herkes kemâl-i iştiyak ve merakla okudu. Zındıkların kâfirâne fikirlerini tam kırdı ve onları susturdu. İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın bu takdirine liyakatini ispat etti. Kimin şüphesi varsa, gelsin, onu dikkatle okusun, haşrin ne kadar kuvvetli bir burhanı olduğunu görsün.
Hem Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) on dokuzuncu sûre olarak Sûretü'n-Nur'u
fıkrasıyla zikrederek pek muhtasar olan On Dokuzuncu Söze ve pek mükemmel bulunan On Dokuzuncu Mektuba işaret için nur lâfzını tekrar etmekle mektupların mertebesi, yani On Dördüncü Mektup noksan kalmasına îmaen Sûre-i Nur'u on beşincide yine zikretmesiyle gayet lâtif ve müdakkikane haber veriyor. Ve o iki risaleleri, Risale-i Nur'un büyük nurları olduklarını bildiriyor.
Evet, risalet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâma dair olan On Dokuzuncu Söz, hem
üç cihetle kerametli ve harika olan On Dokuzuncu Mektup, elhak, Risale-i Nur'un en
parlak birer nurudurlar. Ve Âişe-i Sıddîka Radıyallahu Anhânın beraati münasebetiyle,
âyet-i Nur'un kelimesindeki zamir, üç vecihten birisiyle
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma râci olmak haysiyetiyle, Sûre-i Nur, zât-ı
Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm ile ziyade alâkadar bulunduğundan, o sûre ile
risalet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmı ispat eden o iki risaleye iki nur
lâfzıyla, belki üç nur kelimeleriyle yine aynen risalet-i Ahmediye
Aleyhissalâtü Vesselâmı ispat eden Mirac Risalesine dahi işaret etmiş.
Ben itiraf ediyorum ki, On Dördüncü Mektup noksan kaldığını unutmuştum. Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) aynı sûreyi iki defa tekrar etmesiyle tahattur ettim ve işârâtındaki dikkatine hayran oldum. Fakat o tekrar, yalnız On Dokuzuncu Söz ve Mektup için sayılır; ondan sonrakilere nisbeten sayılmaz.
ÜÇÜNCÜ REMİZ
Yirmi Sekizinci Lem'ada izah ve ispat edilen
fıkralarıyla Risale-i Nur'un üç ehemmiyetli vaziyetini haber veriyor. Bu fıkraların sarahate yakın bir surette hem cifir, hem mânâ cihetiyle Risale-i Nur'a işaretini On Sekizinci Lem'ada izahına binaen, burada ise orada zikredilmeyen ve İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın nazar-ı dikkatini celb eden yalnız üç sırra beyan edilecek.
Birincisi: İslâmlar içinde, dellâllar elinde teşhir suretinde gezdirmeye lâyık olan Risale-i Nur, maatteessüf, gayet gizli perde altında intişar ve istitara
Sekizinci Şua- s.935
mecbur olmasına işareten, İmam-ı Ali Radıyallahu Anh, iki defa ve
kelimeleriyle
yani
"Gizli intişar edebilir" müteaccibâne haber veriyor.
İkincisi: Risale-i Nur, İsm-i Âzam cilvesiyle ve ism-i Rahîm ve Hakîmin
tecellisiyle zuhur ettiğinden, imtiyazlı hassası den
iktibasen celâl ve kibriya,
3 den istifâzaten merhamet ve şefkat,
4den istifadeten hikmet ve intizamın esasları
üzerine gidiyor. Onun ruhu ve hayatı onlardır. Sair meşreplerdeki aşk yerinde,
Risale-i Nur'un meşrebinde müştakane şefkattir. Ve refetkârane muhabbettir. Nasıl ki
Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) sarîh bir surette Siracü'n-Nur'un tarih-i telifini ve
tekemmül zamanını ve meşhur ismini
fıkrasıyla haber vermiş. Öyle de,
(ilâ âhir) fıkrasıyla da Siracü'n-Nur'un
esaslarından haber veriyor. Çünkü
izzet, azamet ve celâl ve kibriyadır.
Süryanice Rauf ve
Rahîmdir. Demek Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahu Anh Siracü'n-Nur'u tarif ediyor
"Hayatını ve nurunu, kibriya ve azamet ve refet ve rahîmiyetten alıyor" diye
mümtaz hasiyetini beyan eder.
Üçüncüsü: Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahu Anh, bu fıkrada cümlesiyle diyor ki: 1354'te Siracü'n-Nur
(yani, Risale-i Nur'un nuru) ile dalâletin tecavüz eden nârı inşaallah sönecek.
Yani, fitne-i diniye ateşini ya tahribattan vazgeçirecek veya ileri tecavüzatını
kıracak.
Eğer hicrî tarihi olsa, bundan iki sene evvel, dini dünyadan tefrik fırsatından istifade ile, dinin ve Kur'ân'ın zararına olarak ilerleyen dehşetli tasavvuratın tecavüzatı tevakkuf etmesi, elbette karşılarında kuvvetli bir seddin bulunmasındandır. O sed ise, bu zamanda çok intişar eden Risale-i Nur'un keskin hüccetleri ve kuvvetli burhanları olduğu çok emarelerle hissediliyor. Ve bu ikinci ihtimaldeki işaret-i Aleviye dahi onu teyid ediyor.HAŞİYE 2
Evet, cifirce :
600,
400,
200, şeddeli
100,
40, ve üç
7,
deki
iki,
beş, yekûnu 1354 eder. Lillâhilhamd,
Siracü'n-Nur'un el-âyetü'l-Kübrâsı gibi çok risaleleri var. Herbiri kuvvetli birer
lâmba hükmünde sırat-ı müstakimi gösterip İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın haberini
tasdik ediyorlar.
Bu üçüncü sırrın münasebetiyle aynen gibi 1354
tarihine makam-ı cifrîsiyle bakan ve Said'in (r.a.) iki mâruf lâkabına remzen ve
ismen îma eden ve "Kendini muhafaza et" emrini veren ve o tarihte herkesten
ziyade müteaddit tehlikelere mâruz bulunacağını telvih eden Ercûze'nin
âhirlerindeki
fıkrasıyla diyor: "Yâ Said el-Kürdî! 1354 tarihine yetişirsen, Mevlâ-yı Azîminden, o zamanın ve o asrın fitne ve şerlerinden muhafazanı iste ve yalvar."
Evet, On Sekizinci Lem'ada birinci keramet-i Aleviyenin izahında, Kaside-i Ercûziyenin Risale-i Nur ve müellifine dair işârât-ı gaybiyesi beyan edilmiş. İsm-i Âzam ve "sekîne" tabir ettiği esmâ-i sitte-i meşhuruyla daima meşgul olan bir şakirdiyle konuştuğu ve teselli verdiği ve çok emareler ve karinelerle o şakirt, Said olduğu ispat edilmiş. Ve orada o şakirdine demiş:
Yani, ecnebi hurufları 1348'de tâmim edilecek, çoluk-çocuk emirler ve fakirler icbar suretinde, gece dersleriyle öğrenmeye çalışacaklar.
Evet, cümlesi tam tamına iki
800, iki
120, iki
400, iki
18, bir
10, mecmuu
1348'dir. Aynı tarihte Lâtinî huruflarına gece dersleriyle cebren çalıştırıldı.
Sonra İmam-ı Ali (r.a.) Sekîne ile meşgul olan Said'e (r.a.) bakar, konuşur.
Akabinde der. İki-üç yerde kuvvetli işaretle Said
(r.a.) ismini verdiği şakirdine hitaben, "Kendini Sekîne ile dua edip muhafazaya
çalış" Yâ-i nidâî'den sonra müteaddit karineler ve emarelerle Said var.
Demek
olur. Bu fıkra nasıl ki
kelimesiyle "el-Kürdî" lâkabına hem lâfzan,
hem cifren bakar. Çünkü mim'siz
"Kürd"1
kalbidir.
ise
, ve
ye tam muvafıktır.
Öyle de, diğer bir ismi olan "Bediüzzaman" lâkabına dahi
"ez-zaman" kelimesiyle îma etmekle beraber, 1354 veya 1355 makam-ı cifrîsiyle
Said'in (r.a.) hakikat-i halini ve hilâf-ı âdet vaziyetini ve hıfz ve vikaye için
kesretli duasını ve halvet ve inzivasını tamamiyle tabir ve ifade ettiğinden,
sarahate yakın bir surette parmağını onun başına o kasidede teselli için basıyor.
Burada da
sırrına mazhar olan Risale-i Nur'u
alkışlıyor.
Malûm olsun ki, Celcelûtiye'nin esası ve ruhu olan İmam-ı
Ali Radıyallahu Anhın en mühim ve en müdakkik üveysî bir şakirdi ve İslâmiyetin
en meşhur ve parlak bir hücceti olan Hüccetü'l-İslâm İmam-ı Gazâlî (r.a.) diyor
ki: "Onlar vahiyle Peygambere (a.s.m.) nazil olduğu vakit, İmam-ı Ali'ye (r.a.)
emretti, 'Yaz'; o da yazdı, sonra nazmetti."
İmam-ı Gazâlî (r.a.) diyor:
İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Nureddin'den ders alarak bu Celcelûtiye'nin hem Süryanî kelimelerini, hem kıymetini ve hâsiyetini şerh etmiş.
DÖRDÜNCÜ REMİZ
İmam-ı Ali (r.a.) Siracü'n-Nur'dan haber verdikten sonra, yine otuz üç ve bir cihetle otuz iki adet Süryanîce esmâyı tâdâd ederken, Risale-i Nur'un en kuvvetli, en kıymettar olan Mucizat-ı Kur'âniye Risalesine ve Otuz İkinci Söze kuvvetli işaret ettiği gibi, sair risalelere de remzen veya imâen veya telvihen bakar.
Evet, Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) Risale-i Nur'a bakarak, Süryanî isimleri derc
ederek diyor:
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
diye dua ile hatmeder. Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) başta sarahatle haber
verdiği Risale-i Nur'u, Siracü'n-Nur ve Siracü's-Sürc namıyla birinci mertebede âşikâr
onu gösterip tâdâd ederken, tâ yirmi beşe geldiği vakit der.
Âyât-ı Kur'âniyenin i'cazlarını beyan ve Kur'ân'ın kırk vecihle mucize olduğunu
yedi adet küllî vecihlerde ispat eden Risale-i Nur'un en meşhur ve parlak risalesi olan
Yirmi Beşinci Söz namındaki Mucizat-ı Kur'âniye risalesine işaret eder. Çünkü başta
Siracü'n-Nur'un birinci mertebede sayılması, hem
fıkrasında
kelimesinin bulunması, hem yirmi beşinci
mertebede zikretmesi, kuvvetli bir karinedir ki, pek çok âyetleri zikredip i'cazları ve
sırları beyan eden Yirmi Beşinci Söze mânâ-yı mecazî ile bakar. Ve sûrelerin
tâdâdında dahi yine yirmi beşinci mertebede ibareyi değiştirip, baştan başlar gibi
diyerek Risale-i Nur'un en mübarek ve bereketli
olan Yirmi Beşinci Sözün ehemmiyetini gösteriyor. Sonra yirmi altı ve yedide
der.
Sonra otuz ve otuz birincide deyip yine ibareyi değiştirip
kelimesini zikreder. Gayet zâhir ve kuvvetli bir
karine ile, içtihada dair Yirmi Yedinci Sözün Sahabeler hakkındaki çok mühim ve kıymettar
zeylini ve Miraca dair Otuz Birinci Sözün şakk-ı kamere dair ve ona çok ihtiyaç
bulunan ehemmiyetli zeylini
kelimesiyle gösterir gibi, kuvvetli işaret
eder. Ben itiraf ediyorum ki, ben bu zeyilleri unutmuştum. İmam-ı Ali'nin (r.a.) bu
ihtarıyla tahattur ettim. Şakk-ı kameri sabıkan yazdım. Şimdi bu anda Sahabeler
hakkındaki zeyli hatırladım. İşte madem ilm-i belâğat ve fenn-i beyanda birtek
karine ile mecazî bir mânâ murad olunabilir ve birtek münasebetle, bir mefhuma işaret
bulunsa, o mefhum bir mânâ-yı işârî olarak kabul edilir. Elbette zâhir ve çok
karinelerden ve emârelerden kat-ı nazar, yalnız bu iki yerde tam zeyillerin bulunduğu
aynı makamda ve zeyl mânâsında olan
kelimesini tekrar suretinde ifadeyi
değiştirerek söylemesi tam bir karinedir ki, Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) mânâ-yı
hakikîsinden başka, bir mânâ-yı mecazî ve işârîyi dahi ifade etmek istiyor.
Sonra yirmi dokuzuncu mertebede, heybetli bir tarzda der.
Yirmi beşte geçen ve sırları bilmek mânâsında olan
kelimesini tekrarla sabıkan beyan ettiğimiz harikalı
Sekizinci Şua - s.937
Yirmi Dokuzuncu Söze kuvvetli bir karine ile işaret eder.
Sonra otuz ikinci mertebede, sûrelerin tâdâdında ehemmiyetle işaret ettiği
risale-i câmia olan Otuz İkinci Söze yine nazar-ı dikkati kuvvetli celb etmek için ve bir nüshada
yani
"ism-i Adl ve ism-i Hakemin tecellîsiyle ve adalet ve mizanıyla ve intizam ve
hikmetiyle dünya tamir edilir, tahripten kurtulur." İkinci nüsha ile, "O iki
ismin râyiha-i tayyibesiyle ve çok hoş kokularıyla, dünya güzel kokular alır, attar
dükkânı gibi râyiha-i tayyibe verir."
İşte, ism-i Adl ve ism-i Hakemin parlak bir aynaları ve bir tefsirleri hükmünde
olan Otuz İkinci Söze parmak basıyor ve mânâ-yı mecazî suretinde ifade eder. kelimesinin tekrarıyla, Sözler otuz üç iken
bir mertebesi mektuplardan ibaret olduğuna ve Otuz İkinci Söz, son mertebesi bulunduğuna
îma eder. Ben Süryanî kelimelerinin mânâlarını tamamıyla bilemediğimden ve
İmam-ı Gazâlî (r.a.) dahi tamamıyla izah etmediğinden, Hazret-i İmam-ı Ali'nin
(r.a.) o kelimelerle sair risalelere işârâtını şimdilik bırakıyorum.
BEŞİNCİ REMİZ
Madem Celcelûtiye vahiyle Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma nazil olmuş ve Allâmü'l-Guyûbun
ilmiyle ifade-i mânâ eder. Hem madem Celcelûtiye ve
fıkralarında mânâ-yı mecazî ile o kasidenin
hakikatini ispat eden Risale-i Nur'a sarîhan ve onun on üç ehemmiyetli risalelerine işareten
haber vermekle beraber
de dahi o kasidenin bir esası olan
ile çok iştigal ve istimdat eden Risale-i Nur Müellifine
ve bunun on üç ehemmiyetli vâkıât-ı hayatına îmaen, remzen, işareten, mânâ-yı
mecazî ile haber veriyor. Hem madem mânâ-yı mecazî ile ve mefhum-u işârînin murad
olmasına bir zayıf karine ve bir gizli emare ve birtek münasebet kâfi geliyor. Hem
madem Risale-i Nur ve risalelerine ve müellifi ve ahvâline olan işaretler birbirine
karine olur. Belki meselenin vahdeti itibarıyla umum işaretler, karineleriyle beraber
herbirisine kuvvetli bir karine ve kavî bir emare hükmündedir. Elbette diyebiliriz ki,
Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) nasıl ki başta
yani, "Hazine-i esrar olan ile başladım. Ruhum, onunla o
hazineyi keşfetti" diyerek sâir işarâtın karinesiyle bir mânâ-yı işârî ve
bir medlûl-ü mecazî suretinde Risale-i Nur'un Bismillâh'ı hükmünde ve
fâtihası ve besmelesi ve Bismillâh'daki büyük sırrın hakikatini beyan eden
ve kısa ve gayet kuvvetli Birinci Söz namında olan Bismillâh Risalesine îma,
belki remiz, belki işaret ediyor. Aynen öyle de, sair işârâtın karine ve münasebetiyle
ve huruf-u Kur'âniyenin esrarından bahseden ve Rumuzât-ı Semaniye namında bulunan
sekiz küçük risalelerin mahiyetlerini andırır bir tarzda, ibareyi değiştirerek
hurufların esrarıyla istimdat etmeye başlaması, karine-i lâtifesiyle muazzam dua ve
münâcât ve câmi kasem-i istimdadînin âhirlerinde ve Sözlere ve Mektuplara işaretten
sonra
fıkrasıyla Yirmi Dokuzuncu Mektubun bir kısım
esrar-ı huruf-u Kur'âniyeyi beyan eden Rumuzât-ı Semaniye namında sekiz küçük
risalelerin en mühimleri ve feth-i Mekke ve feth-i Şam ve feth-i Kudüs ve feth-i
İstanbul gibi çok fütuhat-ı İslâmiyeden gaybî haber veren sûre-i 2
nun
esrarını beyan ile, fütuhat-ı İslâmiyenin pehlivanı olan Hazret-i İmam-ı Ali'nin
(r.a.) nazar-ı dikkatini celb eden Feth ve Nasr risalesine, hem sûre-i Feth'in en mühim
ve en âhir âyetin beş vecihle i'câzını beyan ve ispat ile, kahraman-ı İslâm
Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) nazar-ı dikkatini celb eden gayet kıymetli olan âyet-i
Feth risalesi namındaki küçük bir risaleye îma, belki işaret eder itikadındayım. Böyle
itikada iştirak edilmezse de itiraz edilmemeli.
ALTINCI REMİZ
Madem Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.), üstad-ı kudsîsinden aldığı derse binaen, Kur'ân'a taallûk eden gelecek hâdisattan haber veriyor. Ve "Benden sorunuz" diye müteaddit ve doğru haberleri verip bir şah-ı velâyet olduğunu öyle kerametlerle ispat etmiş. Ve madem bu asırda Avrupa dinsizleri ve ehl-i dalâlet münâfıkları, dehşetli bir surette Kur'ân'a hücumu hengâmında Risale-i Nur o seyl-i dalâlete karşı mukavemet edip, Kur'ân'ın tılsımlarını keşfederek hakikatini muhafaza ediyor. Ve madem
fıkrasıyla, Yirmi Sekizinci Lem'ada ispat edildiği
Sekizinci Şua - s.938
gibi sarahata yakın bir surette Risale-i Nur'a işaret etmekle beraber, Sûre-i Nur'daki Âyetü'n-Nur'un Risale-i Nur'a işaretine işaret eder.
Ve madem mânâ ve cifirce tam tamına Risale-i Nur'a
tevafuk ediyor.
Elbette diyebiliriz ki, bu fıkranın akabinde
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
fıkrasıyla Risale-i Nur'un bidayette On İki Söz namında iştihar ve
intişar eden on iki küçük risalelerine
karinesiyle, bu fıkradaki on iki Süryanî kelimeler onlara birer işarettir. Gerçi
elimde bulunan Celcelûtiye nüshası en sahih ve en mutemeddir. İmam-ı Gazâli (r.a.)
gibi çok imamlar Celcelûtiye'yi şerh etmişler. Fakat bu Süryanî kelimelerinin
mânâsını tam bilmediğimden ve nüshalarda ihtilâf bulunduğundan, herbirisinin
vech-i işaretini ve münasebetini şimdilik bilmediğimden bırakıyorum.
Elhasıl: Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) bir defa
fıkrasıyla âhirzamanda Risale-i Nur'u dua ile Allah'tan niyaz eder, ister ve bidayette
on iki risaleden ibaret bulunduğundan, yalnız on iki risalesine işaret ediyor. İkinci
defada
fıkrasıyla daha sarîh bir surette Risale-i
Nur'u medh ü senâ ile göstererek, tekemmülüne işareten, umum Sözleri ve Mektupları
ve Lem'aları remzen haber verir.
Hem On İki Söz namıyla çok intişar eden o küçücük risaleler bu fıkradaki kelimeler gibi birbirine ismen ve sureten benzedikleri gibi, "bedi" mânâsında olan Celcelûtiye kelimesine mutabık olarak, herbiri gayet bedi' bir tarzda, güzel bir temsille, büyük ve derin bir hakikat-i Kur'âniyeyi tefsir ve ispat eder.
Eğer bir muannid tarafından denilse, "Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) bu umum mecazî mânâları irade etmemiş." Biz de deriz ki:
Faraza Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) irade etmezse, fakat kelâm delâlet eder. Ve karinelerin kuvvetiyle işârî ve zımnî delâletle mânâları içine dahil eder.
Hem madem o mecazî mânâlar ve işârî mefhumlar haktır, doğrudur ve vâkıa mutabıktır; ve bu iltifata lâyıktırlar ve karineleri kuvvetlidir. Elbette Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) böyle bütün işârî mânâları irade edecek küllî bir teveccühü faraza bulunmazsa-Celcelûtiye vahiy olmak cihetiyle-hakikî sahibi, Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) üstadı olan Peygamber-i Zîşanın (a.s.m.) küllî teveccühü ve üstadının Üstad-ı Zülcelâlinin ihâtalı ilmi onlara bakar, irade dairesine alır. Bu hususta benim hususi ve kat'î ve yakîn derecesindeki kanaatimin bir sebebi şudur ki:
Müşkülât-ı azîme içinde el-Âyetü'l-Kübrânın tefsir-i ekberi olan Yedinci Şuâyı yazmakta çok zahmet çektiğimden, bir kudsî teselli ve teşvike cidden çok muhtaçtım. Şimdiye kadar mükerrer tecrübelerle bu gibi haletlerimde inâyet-i İlâhiye imdadıma yetişiyordu. Risaleyi bitirdiğim aynı vakitte, hiç hatırıma gelmediği halde, birden bu keramet-i Aleviyenin zuhuru bende hiçbir şüphe bırakmadı ki, bu dahi benim imdadıma gelen sair inâyet-i İlâhiye gibi Rabb-i Rahîmin bir inâyetidir. İnâyet ise aldatmaz, hakikatsiz olmaz.
YEDİNCİ REMİZ
Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) nasıl ki,
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
diye birinci fıkrasıyla Yedinci Şuâya işaret etmiş. Öyle de, aynı fıkra ile
"âlî bir tefekkürnâme ve tevhide dair yüksek bir mârifetname" namında
olan Yirmi Dokuzuncu Arabî Lem'aya dahi işaret eder. İkinci fıkrasıyla İsm-i Âzam
ve Sekîne denilen esmâ-i sitte-i meşhurenin hakikatlerini gayet âlî bir tarzda beyan
ve ispat eden ve Yirmi Dokuzuncu Lem'ayı takip eyleyen Otuzuncu Lem'a namında altı nükte-i
esmâ risalesine cümlesiyle işaret ettiğinden, sonra akabinde
risale-i esmâyı tâkip eden Otuz Birinci Lem'anın Birinci Şuâsı olarak otuz üç
âyet-i Kur'âniyenin Risale-i Nur'a işârâtını kaydedip hesab-ı cifrî
münasebetiyle baştan başa ilm-i huruf risalesi gibi görünen ve bir mucize-i
Kur'âniye hükmünde bulunan risaleye
kelimesiyle işaret edip,
der'akap
kelâmıyla dahi risale-i hurufiyeyi takip
eden ve el-Âyetü'l-Kübrâ'dan ve başka Resâil-i Nuriyeden terekküp eden ve Asâ-yı
Mûsâ namını alan ve Asâ-yı Mûsâ gibi, dalâletin ve şirkin sihirlerini iptal eden
Risale-i Nur'un şimdilik en son ve âhir risalesine Âsâ-yı Mûsâ nâmını vererek
işaretle beraber mânevî karanlıkları dağıtacağını müjde ediyor.
Evet, kelimesiyle Yedinci Şuâya işareti kuvvetli
karinelerle ispat edildiği gibi, aynı kelime, diğer bir mânâ ile elhak Risale-i
Nur'un Âyetü'l-Kübrâsı hükmünde ve ekser risalelerin ruhlarını cem eden ve Arabî
bulunan Yirmi Dokuzuncu Lem'aya bu kelâm "müstetbeâtü't-terâkib" kaidesiyle
ona bakıyor, efradına dahil ediyor. Öyleyse; Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) dahi bu
fıkradan ona bakıp işaret eder diyebiliriz.
Hem sair işârâtın karinesiyle, hem Mektubat'tan sonra Lem'alara, başka bir tarz-ı
ibare ile îma ederek Lem'aların en parlağının telifi dehşetli bir zamanda ve hapis
ve idamdan kurtulmak ve emniyet ve selâmet bulmak için mânâyı mecazî ve mefhum-u işârî
ile Hazret-i Ali (r.a.) kendi lisanını büyük tehlikelerde bulunan müellifin hesabına
istimal ederek yani, "Yâ Rab, beni kurtar, emân ve
emniyet ver" diye dua etmesiyle, tam tamına Eskişehir Hapishanesinde idam ve uzun
hapis tehlikesi içinde telif edilen Yirmi Dokuzuncu Lem'anın ve sahibinin vaziyetine
tevafuk karinesiyle kelâm-ı zimnî ve işârî delâlet ettiğinden diyebiliriz ki,
Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) dahi bundan, ona işaret eder.
Hem Otuzuncu Lem'a namında ve altı nükte olan risale-i esmâya bakarak deyip sair işârâtın karinesiyle, hem Yirmi
Dokuzuncu Lem'aya takip karinesiyle, hem ikisinin isimde ve esmâ lâfzında tevafuk
karinesiyle, hem teşettüt-ü hale ve sıkıntılı bir gurbete ve perişaniyete düşen
müellifi onun telifi bereketiyle teselli ve tahammül bulmasına ve mânâ-yı mecazî
cihetinde Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) lisanıyla kendine dua olan
yani
"İsm-i Âzam olan o esmâ risalesinin bereketiyle beni teşettütten, perişaniyetten
hıfz eyle yâ Rabbi" meâli, tam tamına o risale ve sahibinin vaziyetine tevafuk
karinesiyle kelâm-ı mecazî delâlet ve İmam-ı Ali'nin (r.a.) ise gaybî işaret eder
diyebiliriz.
Hem madem Celcelûtiye'nin aslı vahiydir ve esrarlıdır ve gelecek zamana bakıyor ve gaybî umûr-u istikbaliyeden haber veriyor.
Ve madem Kur'ân itibarıyla bu asır dehşetlidir ve Kur'ân hesabıyla Risale-i Nur bu karanlık asırda ehemmiyetli bir hadisedir.
Ve madem sarahat derecesinde çok karine ve emarelerle Risale-i Nur Celcelûtiye'nin içine girmiş, en mühim yerinde yerleşmiş.
Ve madem Risale-i Nur ve eczaları bu mevkie lâyıktırlar ve Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) nazar-ı takdirine ve tahsinine ve onlardan haber vermesine liyakatleri ve kıymetleri var.
Ve madem Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) Siracü'n-Nur'dan, zâhir bir surette haber verdikten sonra, ikinci derecede perdeli bir tarzda Sözlerden sonra Mektuplardan, sonra Lem'alardan, risalelerdeki gibi aynı tertip, aynı makam, aynı numara tahtında, kuvvetli karinelerin sevkiyle kelâm delâlet ve Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) işaret ettiğini ispat eylemiş.
Ve madem başta,
risalelerin başı ve Birinci Söz olan Bismillâh Risalesine baktığı gibi, kasem-i câmi-i muazzamın âhirinde, risalelerin kısm-ı âhirleri olan son Lem'alara ve Şuâlara, hususan bir âyetü'l-kübra-yı tevhid olan Yirmi Dokuzuncu Lem'a-i harika-i Arabiye ve risale-i esmâ-i sitte ve risale-i işarât-ı huruf-u Kur'âniye ve bilhassa şimdilik en âhir Şuâ ve Asâ-yı Mûsâ gibi, dalâletlerin bütün mânevî sihirlerini iptal edebilen bir mahiyette bulunan ve bir mânâda Âyetü'l-Kübrâ namını alan risale-i harikaya bakıyor gibi bir tarz-ı ifade görünüyor.
Ve madem, birtek meselede bulunan emâreler ve karineler, meselenin vahdeti haysiyetiyle, emareler birbirine kuvvet verir, zayıf bir münasebetle bir tereşşuh dahi menbaına ilhak edilir.
Elbette, bu yedi adet esaslara istinaden deriz: Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) nasıl ki
meşhur Sözlere tertipleri üzerine işaret etmiş ve Mektubat'tan bir kısmına ve
Lem'alardan en mühimlerine tertiple bakmış. Öyle de,
cümlesiyle Otuzuncu Lem'aya, yani müstakil Lem'alardan en son olan Esmâ-i Sitte
Risalesine tahsin ederek bakıyor ve
kelâmıyla dahi Otuzuncu Lem'ayı
takip eden İşarât-ı Huruf-u Kur'âniye Risalesine takdir edip işaretle tasdik ediyor.
kelimesiyle dahi şimdilik en âhir risale ve
tevhid ve imanın elinde Âsâ-yı Mûsâ gibi harikalı en kuvvetli burhan olan mecmua
risalesini senâkârâne remzen gösteriyor gibi bir tarz-ı ifadeden bilâperva
hükmediyoruz ki, Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) hem Risale-i Nur'dan, hem çok ehemmiyetli
risalelerinden mânâ-yı hakikî ve mecazî ile işârî ve remzî ve îmâî ve telvihî
bir surette haber veriyor. Kimin şüphesi varsa, işaret olunan risalelere bir kere
dikkatle baksın. İnsafı varsa şüphesi kalmaz zannediyorum. Buradaki mânâ-yı işârî
ve medlûl-u mecazîlere karinelerin en güzeli ve lâtifi, aynı tertibi muhafaza ile
verilen isimlerin münasebetidir. Meselâ, yirmi dokuz, otuz ve otuz bir ve otuz iki
mertebe-i tâdâdda Yirmi Dokuz ve Otuz ve Otuz Bir ve Otuz İkinci Sözlere gayet
münasip isimlerle ve başta Sözlerin başı olan Birinci Söze, aynı besmele sırrıyla
ve âhirde şimdilik risalelerin âhirine, mâhiyetini gösterir lâyık birer isim
vererek işaret etmesi gerçi gizli ise de, fakat çok güzeldir ve letafetlidir.
Sekizinci Şua - s.940
Ben itiraf ediyorum ki, böyle makbul bir eserin mazharı olmak, hiçbir vecihle o makama liyakatim yoktur. Fakat küçük, ehemmiyetsiz bir çekirdekten koca dağ gibi bir ağacı halk etmek, kudret-i İlâhiyenin şe'nindendir ve âdetidir ve azametine delildir.
Ben kasemle temin ederim ki, Risale-i Nur'u senâdan maksadım, Kur'ânın hakikatlerini ve imanın rükünlerini teyid ve ispat ve neşirdir. Hâlık-ı Rahîmime yüz binler şükrolsun ki, kendimi kendime beğendirmemiş. Nefsimin ayıplarını ve kusurlarını bana göstermiş. Ve o nefs-i emmâreyi başkalara beğendirmek arzusu kalmamış. Kabir kapısında bekleyen bir adam, arkasındaki fâni dünyaya riyakârâne bakması, acınacak bir hamakattir ve dehşetli bir hasârettir. İşte bu hâlet-i ruhiye ile yalnız hakaik-i imaniyenin tercümanı olan Risale-i Nur'un doğru ve hak olduğuna lâtif bir münasebet söyleyeceğim. Şöyle ki:
Celcelûtiye, Süryanice "bedi" demektir. Ve bedi' mânâsındadır. İbareleri bedi' olan Risale-i Nur, Celcelûtiye'de mühim bir mevki tutup ekser yerlerinde tereşşuhatı göründüğünden, kasidenin ismi ona bakıyor gibi verilmiş. Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liyakatim olmadığı halde, bana verilen "Bediüzzaman" lâkabı benim değildi. Belki Risale-i Nur'un mânevî bir ismiydi; zâhir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş. Demek, Süryanice bedi' mânâsında ve kasidede tekerrürüne binaen kasideye verilen Celcelûtiye ismi, işârî bir tarzda, bid'at zamanında çıkan Bediülbeyan ve Bediüzzaman olan Risale-i Nur'un hem ibare, hem mânâ, hen isim noktalarıyla bedîliğine münasebetdarlığını ihsas etmesine ve bu isim bir parça ona da bakmasına ve bu ismin müsemmâsında Risale-i Nur çok yer işgal ettiği için hak kazanmış olmasına tahmin ediyorum.
SEKİZİNCİ REMİZ
Bu remzin beyanından evvel en mühim, iki suale cevap yazılacak.
Birinci sual: Bütün kıymettar kitaplar içinde Risale-i Nur, Kur'ân'ın işaretine ve iltifatına ve Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) takdir ve tahsinine ve Gavs-ı Âzamın teveccüh ve tebşirine veçh-i ihtisası nedir? O iki zâtın kerametle Risale-i Nur'a bu kadar kıymet ve ehemmiyet vermenin hikmeti nedir?
Elcevap: Malûmdur ki, bazı vakit olur, bir dakika, bir saat; ve belki bir gün, belki seneler kadar; ve bir saat, bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ, bir dakikada şehid olan bir adam, bir velâyet kazanır. Ve soğuğun şiddetinden incimad etmek zamanında ve düşmanın dehşet-i hücumunda bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir.
İşte, aynen öyle de, Risale-i Nur'a verilen ehemmiyet dahi, zamanın ehemmiyetinden, hem bu asrın şeriat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve şeâir-i Ahmediyeye (a.s.m.) ettiği tahribatın dehşetinden, hem bu âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden, hem o fitnelerin savletinden mü'minlerin imanlarını kurtarması noktasından, Risale-i Nur öyle bir ehemmiyet kesb etmiş ki; Kur'ân ona kuvvetli işaretle iltifat etmiş. Ve Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) üç kerametle ona beşaret vermiş. Ve Gavs-ı Âzam (r.a.) kerametkârâne ondan haber verip tercümanını teşci etmiş.
Evet, bu asrın dehşetine karşı taklidî olan itikadın istinad kaleleri sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan, her mü'min, tek başıyla dalâletin cemaatle hücumuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli bir iman-ı tahkikî lâzımdır ki dayanabilsin. Risale-i Nur, bu vazifeyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzumlu ve nazik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakaik-i Kur'âniye ve imaniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli burhanlarla ispat ederek, o iman-ı tahkikîyi taşıyan hâlis ve sadık şakirtleri dahi, bulundukları kasaba, karye ve şehirlerde, hizmet-i imaniye itibarıyla âdetâ birer gizli kutup gibi, mü'minlerin mânevî birer nokta-i istinadı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mâneviye-i itikadları cesur birer zâbit gibi, kuvve-i mâneviyeyi ehl-i imanın kalblerine verip mü'minlere mânen mukavemet ve cesaret veriyorlar.
İkinci sual: Keramet izhar edilmezse daha evlâ olduğu halde, neden sen ilân edersin?
Elcevap: Bu, bana ait bir keramet değildir. Belki, Kur'ân'ın i'câz-ı mânevîsinden
tereşşuh ederek has bir tefsirinden keramet suretinde bizlere ve ehl-i imana bir
ikram-ı Rabbânî ve in'âm-ı İlâhîdir. Elbette mucize-i Kur'âniye ve onun lem'aları
izhar edilir. Ve nimet ise, şükür niyetiyle ilân etmek, bir tahdis-i nimettir. 2
âyeti izharına emreder.
Benim için medâr-ı fahr ve gurur olacak bir liyakatim ve istihkakım olmadığını kasemle itiraf ediyorum.
Sekizinci Şua - s.941
Ben çekirdek gibi çürüdüm ve kurudum. Bütün kıymet ve hayat ve şeref, o çekirdekten çıkan şecere-i Risale-i Nur ve mucize-i mâneviye-i Kur'âniyeye geçmiş biliyorum. Ve öyle itikad ettiğimden, i'câz-ı Kur'ânî hesabına izhar ederim. Bütün kıymet, bir mucize-i Kur'âniye olan Risale-i Nur'dadır. Hattâ, eskiden beri taşıdığım Bediüzzaman ismi onun imiş, yine ona iade edildi. Risale-i Nur ise, Kur'ân'ın malıdır ve mânâsıdır.
Bu remizde hususî kanaatimi teyid eden ve kendime mahsus çok emare ve karineler var. Fakat başkalara ispat edemediğimden yazamıyorum. Yalnız iki-üçüne işaret etmeye münasebet gelmiş.
Birincisi: Ben Celcelûtiye'yi okuduğum vakit, sâir münâcâtlara muhalif olarak, kendim bizzat hissiyatımla münâcât ediyorum diye hissederdim. Ve başkasının lisanıyla taklitkârâne olmuyordu. Benim için gayet fıtrî ve dertlerime alâkadar ve tefekkürat-ı ruhiyeme hoş bir zemin oluyordu. Birkaç sene sonra kerametini ve Risale-i Nur ile münasebetini gördüm ve anladım ki, o hâlet, bu münasebetten ileri gelmiş.
İkincisi: Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) başta
ve ortalarında
ve âhirde
bir hazine-i ulûm olarak gösteriyor. Halbuki, zâhirinde yalnız bir münâcâttır.
Hattâ İmam-ı Ali'nin (r.a.) hakikat-feşan sair kasideleri ve ilmî başka münâcâtları
gibi, esrar-ı ilmiye ile tam münasebeti görünmüyor. Benim hususî kanaatım şudur
ki: Celcelûtiye, madem Risale-i Nur'u içine almış ve sinesine basıp mânevî veled
gibi kabul etmiş, elbette fıkrası ile kendi hazinesinin bir kısım
pırlantalarını âhirzamanda neşreden Risale-i Nur'u şahit gösterip Celcelûtiye'yi
bir hazine-i ulûm ve bir define-i ilmiyedir diye bihakkın medh ü senâ edebilir.
Üçüncüsü: Malûmdur ki, bazan gayet küçük bir emare, bazı şerait dahilinde gayet kuvvetli bir delil hükmüne geçer, yakîn derecesinde kanaat verir. Bana böyle kanaat veren çok misallerinden yalnız sabık beyan ettiğim birtek misal bana kâfi geliyor. Şöyle ki:
Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) fıkrasıyla Risale-i Nur'u tarihiyle
ve ismiyle ve mahiyetiyle ve esaslarıyla ve hizmetiyle ve vazifesiyle gösterdikten
sonra, Süryanîce isimleri tâdâd ederek münâcât eder. Otuz iki veya otuz üç adet
isimlerde iki defa
kelimesini tekrar eder. Biri, yirmi yedincide
diğeri, otuz birde
der.
İşte Risale-i Nur'un Sözleri otuz üç ve bir cihette otuz iki ve Mektubat namındaki
risalelerin dahi bir cihette otuz iki ve bir cihette otuz üç olup bu münâcâtla mutabık
olması ve yalnız risale şeklinde iki adet zeyilleri bulunması ve o zeyillerin birisi
Yirmi Yedinci Sözün ehemmiyetli zeyli ve diğeri Otuz Birinci Sözün kıymettar zeyli
olması ve o iki zeyl risalesinin müstakil mertebe ve numaraları bulunmaması ve kelimesi dahi aynı yerde, aynı mânâda tevafuk
etmesi bana iki kere iki dört eder derecesinde kanaat veriyor ki, Hazret-i İmam-ı Ali
(r.a.) tebeî bir mânâ ile ve işârî bir mefhumla Risale-i Nur'a, hattâ zeyillerine
bakmak için öyle yapmış. Daha çok karineler ve birer Söze işaret eden münasebetler
var. Fakat gizli ve ince olduklarından zikredilmedi.HAŞİYE