Tarihçe-i Hayat - Eskişehir Hayatı - s.2148

Bediüzzaman Said Nursî'nin birkaç mektubu ve Nur risalelerinin telifi zamanlarında Risale-i Nur'u el yazılarıyla neşredenlerden bazılarının fıkralarıdır:

Yirmi Sekizinci Mektubun Üçüncü Meselesinin Tetimmesi olabilir küçük ve hususi bir mektuptur.1


Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci Meselesi2


Mahrem bir suale cevaptır3


Yedinci Meselenin Hâtimesidir4


Kardeşlerim,

Size, üstad ve talebeler ve ders arkadaşları içinde fayda verecek bir fikrimi beyan edeceğim.5


Aziz, sıddık, çalışkan kardeşim,

Senin gördüğün vazife-i Kur'âniyenin hepsi mübarektir.6


Sevgili ve muhterem Üstadım,

Sözlerinizin, yani risalelerinizin herbiri, birer deva-yı azîmdir.7


Nur Risalelerine çok müştak ve onların mütalaasından intibaha gelen bir doktora yazılan mektuptur.8


Risale-i Nur tesvidinde çok hizmeti sebkeden temiz kalbli, ihlâslı bir hâfız, müdakkik bir hoca olan Hâfız Hâlid'in bir fıkrasıdır.9


ÜÇÜNCÜ KISIM

Eskişehir hayatı

Risale-i Nur'un gittikçe inkişaf ettiğini, iman ve İslâmiyetin kuvvetlenmeye başladığını anlayan gizli din düşmanları, "Bediüzzaman, gizli cemiyet kuruyor, rejim aleyhindedir, rejimin temel nizamlarını yıkıyor" gibi uydurma ve hükûmeti aldatıcı tertip ve ithamlarla, 1935 senesinde, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde, idam kastıyla ve muhakkak surette mahkûm edilmesi direktifiyle hakkında dâvâ açtırılıyor. Bunun üzerine, Dahiliye Vekili ve Jandarma Umum Kumandanı, teçhiz edilmiş askerî bir kıt'a ile birlikte Isparta'ya geliyorlar. Isparta-Afyon yolu boyunca süvari askerleri yerleştiriliyor. Isparta vilâyeti ve civarı askerî birliklerle kontrol altında bulunduruluyor. Bir sabah vakti, mâsum ve mazlum Bediüzzaman inzivagâhından çıkarılarak, talebeleriyle beraber, elleri kelepçeli olarak kamyonlarla Eskişehir'e sevk ediliyor. Yolda, Bediüzzaman ve talebelerine yakın bir alâka duyan müfreze kumandanı Ruhi Bey kelepçeleri çözdürüyor. Bu suretle namazlar kazaya bırakılmadan yola devam ediliyor. Hakikati ve Bediüzzaman'ın mâsumiyetini idrak eden müfreze kumandanı, Bediüzzaman ve talebelerinin bir dostu olmuştur.

Yüz yirmi talebesiyle Eskişehir Hapishanesine getirilen Said Nursî, tam bir tecrid-i mutlak içerisine alınarak, kendisine ve talebelerine dehşetli işkenceler tatbikine başlanıyor. Bediüzzaman Said Nursî, kendisine yapılan bu işkence ve azaplara rağmen, Otuzuncu Lem'a ve Birinci ve İkinci Şuaları telif ediyor. Hapisteki birçok kimseler, Üstad Bediüzzaman hapse girdikten sonra ıslah-ı nefis ederek mütedeyyin bir hale geliyorlar.

Gizli dinsizler, Isparta havalisinde, "Bediüzzaman ve talebeleri idam edilecek" diye propagandalar yaptırarak, korku ve dehşet saçıyorlar.HAŞİYE 1 Diğer taraftan Bediüzzaman'ın hapse konulmasından mütevellit muhtemel bir isyan hareketinin


Tarihçe-i Hayat - Eskişehir Hayatı - s.2149

vukuundan korkan istibdat ve ceberut devrinin hükûmet reisi, şark vilâyetlerine seyahate çıkıyor.

Halbuki Bediüzzaman, ömrü boyunca müspet hareket etmeyi düstur edinmiş, "Birkaç adamın hatâsıyla yüzer adamların zarar görmesine sebep olunamaz" demiştir. Bunun içindir ki, yapılan o kadar gaddarane zulümler esnasında birtek hadise meydana gelmemiş ve Bediüzzaman Said Nursî, talebelerine daima sabır ve tahammül ve yalnız iman ve İslâmiyete çalışmayı tavsiye etmiştir. Ve bu gibi evhamların, dinsizlik hesabına, maksad-ı mahsusla husule getirildiğini herkes anlamıştır.

Bediüzzaman yüz yirmi talebesiyle beraber 1934'de Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine sevk ediliyor. Âni yapılan araştırmalarla elde edilen bütün risale ve mektuplar meydanda olduğu halde, mahkûmiyetlerini intaç edecek bir delile rastgelinememiş ve neticede kanaat-i vicdaniye ile, keyfî bir surette Said Nursî'ye on bir ay ve on beş arkadaşına da altışar ay ceza vererek, mütebaki kalan yüz beş kişiyi beraat ettirmiştir. Halbuki isnad edilen suç sabit olsaydı, Bediüzzaman Said Nursî'nin idamına ve arkadaşlarının da hiç olmazsa ağır hapsine hükmedilecekti. Nitekim bu yersiz karara Bediüzzaman itiraz etmiş ve bu cezanın bir beygir hırsızına veya bir kız kaçırıcısına lâyık olduğunu belirterek, kendisinin ya beraatine veya idamına veyahut yüz bir sene hapse mahkûmiyetine hükmedilmesini ısrarla istemiştir.

Burada, harika bir hadiseyi nakletmeden geçemeyeceğiz. Şöyle ki:

Bediüzzaman hapiste iken, birgün, o zamanın Eskişehir Müddeiumumisi Üstadı çarşıda görür. Hayret ve taaccüple ve vazifesine son vereceği ihtarıyla, hapishane müdürüne,

"Niçin Bediüzzaman'ı çarşıya çıkardınız? Şimdi çarşıda gördüm."

Müdür de, "Hayır efendim. Bediüzzaman hapishanede, hattâ tecrittedir. Bakınız" diye cevap verir.

Bakarlar ki, Üstad yerindedir. Bu harika vakıa adliyede şayi olur. Hakimler "Bu hale akıl erdiremiyoruz" diye birbirlerine naklederler.HAŞİYE 2


ESKİŞEHİR MÜDAFAASI

Eskişehir mahkemesinde, Said Nursî'nin siyasî şeylerle meşgul olmadığı tahakkuk etmiş, sadece bir âyet-i kerimeyi tefsir eden bir risalesinden dolayı ceza verilmiştir ki, âyet-i Kerime tefsirinden dolayı bir müfessiri cezalandırmak, dünyanın hiçbir mahkemesinde görülmemiştir, elbette ve elbette büyük bir adlî hatâdır.


[Bu müdafaayı Eskişehir Mahkemesi yeni hurufla müteaddit nüshaları çıkarmıştı. İddianameler ve itiraznameler bunun iki misli kadardır. Bir nüsha bunlardan bize verdiler.

Mâdem Isparta, benim ve Risale-i Nur için mübarektir. Bu müdafaatımda hücum ettiğim yerde "Isparta" kelimesini kaldırınız. Yalnız "muhbir ve mülhid" kalsın.]

Yirmi Yedinci Lem'a

Müdafaat: Eskişehir

Arabî: 1351

Risale-i Nur'u mahv ve Risale-i Nur'un yüzer şakirtlerini imha etmek için suikast ile ihzar edilen gaddar ve müthiş bir plânı akîm bırakan, fakat gayet mülâyimâne bir müdafaadır ki, Otuz Birinci Mektubun Yirmi Yedinci Lem'ası olmuştur.

Tenbih: Bu Lem'a, müdafaatımın üç kısmından bir kısmıdır. İhtilâttan men edildiğim için mahkemenin zaptına geçen yüzer sayfadan ziyade müdafaatımdan yalnız bir kısmını, çok noksan kalemimle kaydedebildim. Bu kısmında kıymeti ve kuvveti ve ehemmiyeti, nısf-ı âhirde tezâhür ediyor.

Eskişehir, sene 1354 Said Nursî


Tarihçe-i Hayat - Eskişehir Hayatı - s.2150

Müdafaat safahatının fihristesi

Birinci safha: Sorgu hakimlerinin suallerine karşı cevaplardır. Bu kısım onların zabtına geçmiş; fakat biz kaleme alamadık.

İkinci safha: Yine sorgu hâkimlerini mânâsız, lüzumsuz suallerinden kurtarıp "Son Müdafaat" namıyla, müskit, gelecek umum suallere cevap olarak, "Son Müdafaat" namındaki kısımdır.

Üçüncü safha: Son Müdafaatın iki gayet mühim tetimmeleridir.

Dördüncü safha: Müdde-i umumun, sorgu hâkimlerinin tahkikatına istinaden yirmi dokuz sayfalık iddianamesine karşı on dokuz sayfa birinci itiraznamemdir.

Beşinci safha: Mahkemede, sorgu hâkimlerinin altmış üç sayfalık lüzum-u mahkeme kararını bize karşı mahkemede okuduktan sonra, o kararnameyi çürütecek "Beş Umde" ile ağır bir hastalık içinde, Son Müdafaatın mukaddemesi olan "Dört Madde" ile müskit bir cevaptır. Hem tahrirî olarak yirmi dokuz sayfalık son müdafaadır. Sorgu hakimlerine karşı istintakta söylendiği gibi, aynen mahkemeye de tahrirî olarak verildi.

Altıncı safha: Müdde-i umumun tecziye talebine dair iddianamesine karşı, iki mühim noktadan ibaret üçüncü bir itiraznamedir.

Yedinci safha: Pek haksız ve sebepsiz mahkûmiyetimizin tebliğinden sonra dâvâmızı temyize dair, Mahkeme-i Temyize verilen lâyiha-i temyiziyedir.

Sekizinci safha: Temyiz Mahkemesi dâvâmızı nakz etmeyip tasdik ettiği için, tenkit ve şikâyeti mutazammın, Heyet-i Vekileye yazılıp gönderilen bir arzıhaldir.

[Müdafaatıma gelen küçük bir tenkide cevaptır.]

Sual: Sen müdafaatında-âdete muhalif olarak-hakikatı ve doğruluğu tamamen takip ettiğin halde, neden sorgu hakimlerinin altmış üç sayfalık ithamnamesine karşı arkadaşlarını hem kısaca müdafaa ettin, hem Risale-i Nur ile münasebetleri pek kuvvetli bulunan bir kısım kardaşlarının alâkalarını pek zayıf göstermişsin?

Elcevap: "Her söylediğin doğru olmak gerektir; fakat her doğruyu söylemek doğru değildir" kaidesiyle, o musibette arkadaşlarımın kısmen inkârlarının ve mahkemenin elindeki vesikaların tazyikatı altında ancak o kadar doğruluğu muhafaza edebildim. Kardeşlerimi tekzip etmemek ve vesikaların tekzibine uğratmamak için sükût ettim. Sükût ise hilâf sayılmaz.

Hem, bütün müdafaatımda ara sıra görünen mülâyimâne ve musâlahakârâneHAŞİYE tabirler ise, "tevriye" nev'inden olarak, mahzan mâsum kardeşlerimi kurtarmak içindir. Yoksa, mâsumiyetim ve mazlumiyetim beni çok şiddetli konuşturacaktı. Amma, kısaca müdafaatıma karşı mahkeme ve sorgu hakimlerinin iddianame namındaki uzun ithamnameleri ise, onlar üç dört ayda ancak yazdıkları ithamnamelerine karşı, bütün müdafaatım dört beş günün mahsulü olduğu ve altmış üç sayfalık sorgu hakimlerinin ithamname ve iddianamelerine karşı kırk üç sayfalık itiraznamem dört beş saatin mahsulüdür. Elbette bu nispetsiz mukabelede, bu müdafaat harika sayılabilir, kusurlarına bakılmaz.

Mahkemede cevabım

On üç sene müddetle münzevî yaşayan bir adam, elbette resmî işleri ve kanunları bilmez ki, onlara riayet etsin. Öyleyse, o resmî sual ve cevap yerine bu ifademi dinlemenizi rica ederim. Çünkü, Isparta'da üç yerde resmî bir tarzda ifadem alınmış ve bu uzun, yeni ifadem sizi şaşırtmayacak. Belki, pek doğru olarak hakkımdaki tahkikatınızı tenvir edecek ve şimdi elinizde olan otuz kitabın tahkikat ve teftişinden sizi kurtaracak. Mahkeme heyet-i hakimesinin ve Dahiliye Vekilinin ve Meclis-i Meb'usan Riyasetinin nazar-ı dikkatlerine arz edilecek aynı hakikat bir istidadır ve çokların hayat-ı ebediyelerine taallûk eden bir arzıhaldir.

Ey muhterem heyet-i hâkime! Beni dört-beş madde ile itham edip tevkif ettiler.

Birinci madde: İrtica fikriyle dini âlet edip, emniyet-i umumiyeyi ihlâl edebilecek bir teşebbüs niyeti var olduğu ihbar edilmiş.

Elcevap: Evvelâ, imkânat başkadır, vukuat başkadır. Herbir fert, bir çok fertleri, adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ı katil cihetiyle mahkemeye verilir mi? Herbir kibrit bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkânıyla kibritler imha edilir mi?