Tarihçe-i Hayat - Eskişehir Hayatı - s.2166

1r018.gif (628 bytes) 2r019.gif (413 bytes) âyetlerinin, eskiden beri medeniyetin itirazına karşı bütün tefsirlerde bulunan bir hakikati değil sekiz sene, belki on beş sene evvel bu hükûmetin kanun-u medenîyi kabul etmeden hayli zaman evvel verdiğim gayet kat'î ve şüphesiz bir cevab-ı ilmî, iddianamede benim aleyhimde nasıl istimal edilebilir?

İddianamede, yine Fihristeden naklen, "huruf-u Kur'âniye ve zikriyenin tercümeleri yerlerini tutmadıkları" medar-ı tenkit beyan ediliyor. Bu mesele, sekiz seneden mukaddem olmuş bir meseledir ve hiçbir itiraz kabul etmez bir hakikat-i ilmiyedir. Ondan hayli zaman sonra, bu zamanın bazı mukteziyatına göre tercüme edilmesinin hükûmetçe kabulü, ne suretle o hakikat-ı ilmiyeyi aleyhime çevirir?

Mescidimizin kapanması münasebetiyle, dört noktadan ibaret, bana vahşiyane zulmeden mahallî nahiye müdürüyle birkaç arkadaşı ve kaza kaymakamının, şahsiyetlerine ve memuriyetlerinin su-i istimallerine karşı bir şekvânamedir ki, o risaleyi kimseye vermedim. Çünkü hiç kimsede bulunmamıştır. Yalnız Fihristede bahsi var.

İddiânâmede, "Telvihat-ı Tis'a" namında tarikatın bazı hakaikine ait bir risalede medar-ı tenkit bulunan şu fıkra:

"Ehl-i Sünnet ve Cemaate mensup bir kısım ehl-i siyaset ve bir kısım gafil insanlar, ehl-i tarikatın içinde gördükleri bazı su-i istimâlâtı ve bir kısım hatîatı bahane ederek bu hazine-i uzmâyı kapatmaya, belki tahrip etmek ve bir nevi âb-ı hayatı dağıtan o kevser menbaını kurutmaya çalışıyorlar. Ve merkez-i hükûmet olan İstanbul'u beş yüz elli sene bütün âlem-i Hıristiyanînin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul'da beş yüz yerde fışkıran envar-ı tevhid ve merkez-i İslâmiyetteki ehl-i imanın mühim nokta-i istinadı o büyük camilerin arkalarındaki tekyelerde o "Allah Allah" diyenlerin kuvve-i imaniyeleri ve marifet-i İlâhiyeden gelen bir muhabbet-i ruhaniye ile cûş-u huruşlarıdır. İşte, ey insafsız hamiyetfuruşlar ve sahtekâr milliyetperverler, tarikatın hayat-ı içtimaiyemizde bu hasenesini çürütecek hangi seyyiatlardır, söyleyiniz" diye yazılı olan fıkra aleyhime tenkitkârâne bir fıkra olarak dercedilmiş.

Elcevap: Bu fıkra hakikat noktasında çok hatîatımı affettirir, mübarek bir fıkradır. Hem bu fıkra, hükûmetçe tarikatın yasak olduğuna dair kanunların neşrinden hayli zaman evvel olmakla beraber, bu tarikat talimi değil, tarikatın bir hakikat-i ilmiyesini ilmen beyan etmektir. Buna yasak temas edemez. Hem bu milletin bin seneden beri ruhlarını feyizlendiren ve mezaristanda yarı ecdadları onunla merbut olan, bid'asız, hâlis ve hakikat-i takva olan bir nevi tarikatın kat'î bir içtimâî faydasını beyan etmekliğim, nasıl aleyhimde istimal edilebilir? Hem bu risale taharriyatta hiçbir dostumda bulunmadı. Demek ki onun neşrine çalışmıyorum. Yalnız Fihristede bahsini görmüşsünüz.

İddiânâmede Bismillâhirrahmânirrahîm ile başlayan ve şapoğrafla teksir edilmiş olan dört sayfalık yazının birinci sayfasında, "1342'de mebde-i telifine ve haşrin inkârına bir emare olan lâdinî siyasetinin ilânı ve Lâtin hurufunun resmen kabul tarihine" diye yazılı olan şu fıkra benim aleyhimde istimal edilmekle beraber, mâsum mevkuflardan Hüsrev namındaki bir kimsenin ehl-i hibre tarafından yazısına benzetildiği cihetle onunla muaheze edilmiştir.

Elcevap: Bundan dokuz sene evvel, eski tarihiyle '42'de Onuncu Sözü telif ettim. İstanbul'a matbaaya gönderdim. O vakit tab edildi. Sekiz yüz nüsha bana gönderildi. Ben de Hicrî '42 tarihiyle tab edilen Onuncu Sözün tevafukatına dair elyazısıyla iki-üç sayfalık bazı şeyler yazdım. O zaman birkaç nüshaya, o tetimme elyazısıyla yazıldı. Onuncu Sözün kesretli nüshaları her yerde vardı. Demek, bir arkadaşımız, o matbu Onuncu Sözün tetimmesini on veya yirmi nüshalarına ilâve etmek için, tâ o zamanda yasak olmayan şapoğrafla yazmış. Ben de sonra gördüm. Ve iznim olmadan ve kim yazdığını bilmediğim halde zararsız gördüm, kabul ettim. İçindeki medar-ı tenkit olan fıkra ise, acaba benim midir, yoksa bir dostumun tevafukatı tevsi için ilâvesi midir? Meçhul olan şu mealdeki fıkra:

"Onuncu Sözün tevafukatındandır ki, Onuncu Sözün satırları hem telif tarihine, hem dini dünyadan tefrik eden lâdinî cumhuriyetin ilânına tevafuk ediyor ki, haşrin inkârına bir emaredir." Yani o fıkranın meali budur: "Madem cumhuriyet dine, dinsizliğe ilişmiyor prensibiyle bîtarafane kalıyor; ehl-i dalâlet ve ilhad, cumhuriyetin bu bîtaraflığından istifade etmekle, haşrin inkârını izhar etmeleri muhtemeldir" demektir. Yoksa hükûmete bir tariz değildir; belki hükûmetin bîtarafane vaziyetine işarettir. Elhak, bundan dokuz sene evvel, Onuncu Söz, sekiz yüz nüshasıyla o zaman hükûmetin müsaadesinden istifade edip yayılmasıyla, ehl-i dalâletin kalblerindeki inkâr-ı haşri kalblerinde sıkıştırdı, lisanlarına


Tarihçe-i Hayat - Eskişehir Hayatı - s.2167

getirmelerine meydan vermedi, ağızlarını tıkadı. Onuncu Sözün harika burhanlarını gözlerine soktu.

Evet, Onuncu Söz, haşir gibi bir rükn-ü azîm-i imanın etrafında çelikten bir sur oldu ve ehl-i dalâleti susturdu. Elbette hükûmet-i Cumhuriye bundan memnun oldu ki, Meclisteki meb'usanın ve valilerin ve büyük memurların ellerinde kemal-i serbestî ile hükûmet-i Cumhuriyenin müsaadesinden istifade ederek gezdi. İşte şapoğrafla sekiz sene evvel matbu Onuncu Sözün iki sayfalık ilâvesi elbette ne bana ve ne de Hüsrev'e medar-ı mes'uliyet olamaz. Çünkü, hem o zaman yasak değildi. Hem de ondan sonra af kanunları çıktı ki, değil bunun gibi sinek kanadı kadar mevhum küçük cürümleri, belki hakikî büyük cürümleri affetti.

İddianamede Tesettür Risalesi hakkında evvelce istintak dairesinde izahlı bir cevap vermekliğimle beraber, yine şiddetli ve tenkitkârâne bahsedilmiş.

Elcevap: On üç veya on beş sene evvel telif edilen, Arapça ve Türkçe eski matbu ve gayr-ı matbu risalelerimden alınan ve notalar namında On Yedinci Lem'a risalesinin bir meselesi olan tesettüre dair risaleye, sonradan Yirmi Dördüncü Lem'a namı verilmiş. Bu risalenin aslı, başta Doktor Abdullah Cevdet olarak Avrupa medeniyet ve felsefesi namına ve belki İngilizlerin ifsad-ı siyaseti hesabına tesettür âyetine ettikleri itiraza karşı, gayet kuvvetli ve müskit bir cevab-ı ilmîdir. Böyle bir cevab-ı ilmî, değil bundan on beş sene evvel, her zaman takdirle karşılanır. Bu hürriyet-i ilmiyeyi, elbette hürriyetperver bir hükûmet-i Cumhuriye tahdit etmez. Hem bir zaman sonra, hükûmetin ileride serbestî kanunlarına temas etmemek için, ona "nim-mahremdir" dedim, kimseye vermek istemedim. Yalnız, yanlışlıkla Milâs'a gönderilmişti. Delilim de şudur ki: Bu kadar taharriyatta, ne bende ve ne de dostlarımda bulunmadı. Hem bin seneden beri çarşaf altında bulunan muhadderat-ı İslâmiye şimdi de çarşaflarını muhafaza ediyorlar. Avrupa gibi ekseriyeti açık-saçık olmadıklarını gösteriyorlar. Bu risale, hükûmetin kanunuyla muaraza etmiyor.

Hem, "tesettür aleyhinde olanların yüzüne şamar vurmak" fıkrası ise, o zaman payitaht olan İstanbul'da bana haber verilen bir vukuat münasebetiyle, Abdullah Cevdet gibilerin yüzüne havaledir. Sonra bu hadiseye benzer, yeni payitaht olan Ankara'da bir vakıa münasebetiyle bu eski cevabı yeniden ve ileride çıkacak ref-i tesettür kanununa temas edilmesi suretiyle bu hakikat ve gizli ve hususi kalmış cevab-ı ilmiyeye, "ahaliyi fesad" namı vermek, ne kadar insaf ve adaletten uzak olduğunu takdir için vicdanınıza havale ediyorum.

Ey heyet-i hâkime! Risale-i Nur'un hedefi dünya olsaydı veya bir maksad-ı dünyevî, içinde niyet edilseydi yüz yirmi risale içinde, nazarınızda on binler medar-ı tenkit noktalar bulunacaktı. Böyle yüz yirmi bin tatlı meyveler içinde, sizce sulfato gibi acı gelmiş yalnız on beş meyveler bulunmasıyla o mübarek bahçeyi yasak etmek ve bahçe sahibini mes'ul etmek caiz olabilir mi? Adaletperver olan vicdanınıza havale ediyorum. Ben son müdafaatımda beyan etmişim ki, otuz senedir, Avrupa filozoflarına ve Avrupa filozofları hesabına dahilde, ecnebî dolapları hesabına çalışan mülhidlere karşı muaraza ederek cevap vermişim ve veriyorum. Muhatabım, ekseriya nefsimden sonra onlar olduğunu, risalelerimi takip eden anlar. Şimdi ben sizlerden soruyorum: Böyle Avrupa filozoflarının başına ve ecnebî entrikaları hesabına çalışan dinsiz herbir mülhidin yüzüne indirdiğim kuvvetli ilmî bir tokat, hangi suretle hükûmet hesabına geçiyor? Böylelere ait olan tokadı hükûmet hesabına almak bizim havsalamız almıyor ve ihtimal de vermiyoruz. Hükûmet namına ve kanun hesabına bu haklı ilmî tokatları medar-ı mes'ul tutmak değil; belki hükûmet-i Cumhuriyenin hürriyetperverliği, bu tokatları alkışlar.

İtizar

(Üç gün müddetle tebliğ edilen iddianameye karşı itirazname yazmak.)

Birinci gün geç geldiği için, akşama kadar ancak okundu. İkinci gün, kısm-ı âzamı tercüme edildi. Ancak beş saat fırsat bulup, gayet acele bu uzun itiraznameyi yazdım. Evvelki müdafaatımda dediğim gibi, kanunları, hususan şimdiki resmî işleri bilmediğimden ve çoktan beri ihtilâtdan memnu olduğumdan ve dört-beş saatte yazılan uzun itirazname, elbette çok müşevveş ve noksan olacaktır. Nazar-ı müsamaha ile bakmanızı temenni eder ve kusurlarımı acelelikle ve kanunları bilmediğime hamledip tenkit etmemenizi insafınızdan beklerim.


Son müdafaat

r020.gif (377 bytes)

Altmış küsur sayfadan ibaret olan ithamkârane kararnamedeki on iki sayfalık şahsıma ait kısmına karşı müdafaamdır:

Kararnamede aleyhimize zikredilen maddelere karşı, mahkemenin zaptına geçen müdafaatımda


Tarihçe-i Hayat - Eskişehir Hayatı - s.2168

kat'î cevapları vardır. Bu kararname namındaki asılsız ve vehimli ithamnameye karşı, on dokuz sayfadan ibaret itiraznamemi ve yirmi dokuz sayfadan ibaret son müdafaatımı ibraz ediyorum. Bu iki müdafaa, sorgu hakimlerinin kararnamelerinin bütün muaheze noktalarını ve esas ithamlarını kat'î bir surette red ile çürütüyor, asılsız olduğunu gösteriyor. Yalnız burada, bu kararnamenin istinad ettiği ve itham edenlerin nereden aldandıklarını, bu asılsız muahezeyi nereden iktibas ettiklerini gösterir "Beş Umde" olarak söyleyeceğim.

Birinci umde: Risale-i Nur'un, yüz yirmi parçasından iki, üç, dört parçasında on beş fıkrayı bahane tutup, beni ve Risale-i Nur'u hükûmetin prensiplerine muhalif ve rejimine karşı muarız ve emniyet-i dahiliyesini ihlâle teşebbüs ithamıyla gayet asılsız bir dâvâdır.

Elcevap: Ben de derim: Acaba umum Avrupa'nın mal-ı müştereki olan medeniyet ve yalnız bu zamanın ilcaatına binaen hükûmet-i Cumhuriyenin o medeniyetin bir kısım kanunlarını kabul etmesiyle, o medeniyetin menfaatli kısmına değil, belki kusurlu kısmına, hakaik-i Kur'âniye hesabına olarak müdafaat-ı ilmiyeme hangi suretle "hükûmetin prensibine ve hükûmetin rejimine muhalif" ve "hükûmetin inkılâbı aleyhine hareket" namı veriliyor? Acaba bu hükûmet-i Cumhuriye, Avrupa medeniyetinin kusurlu kısmının dâvâ vekilliğine tenezzül eder mi? Ve o kusurlu medeniyetin İslâmiyete muhalif kanunları, eski zamandan beri hükûmetin hedefi midir? Hükûmete muarız vaziyet almak nerede, bu kısım kusurlu medeniyet kanunlarına karşı hakaik-i Kur'âniyeyi ilmî bir surette müdafaa etmek nerede? Kur'ân-ı Hakîmin âyât-ı kat'iyesiyle, bin üç yüz seneden beri, milyonlar tefsirlerinde ve halen kütüphanelerde dolu olan tefsirlerde,

3r018.gif (628 bytes) 4r019.gif (413 bytes)

5r021.gif (669 bytes) 6r022.gif (548 bytes)

ilââhir gibi âyetlerin hakaik-i kudsiyelerini Avrupa filozoflarının itiraz ve tecavüzatına karşı otuz seneden beri yazdığım müdafaat-ı ilmiyemi "Hükûmetin inkılâbına, prensibine ve rejimine muhalif kastı var" diye beni itham etmek, öyle bir zahir garaz ve öyle bir esassız vehimdir ki, buradaki mahkeme-i âdileye taallûk etmeseydi, müdafaa ve cevap vermeyi lâyık görmezdim.

Hem acaba, eskiden beri bu vatan ve millete zarar niyetiyle, Avrupa'nın dinsiz komiteleri hesabına ve Rum, Ermeniler cemiyeti vasıtasıyla dinsizlik ve ihtilâl ve fesat tohumlarını saçan mülhidlere karşı müdafaat-ı ilmiyem, hangi suretle hükûmet aleyhine alınıyor? Ve hangi sebeple hükûmete bir taarrruz mânâsı veriliyor? Hangi insafla böyle dinsizliği hükûmete mal edip "Menfî duygularla hükûmetle mübareze ediyor" diye itham ediliyor? Hükûmet-i Cumhuriyenin kuvvetli esasları böyle müfsit dinsizlerin aleyhinde olduğu halde, dinsizliği-hâşâ-hükûmetin bazı prensiplerine mal edip, benim, vatan ve millet ve hükûmet hesabına öyle müfsidlere karşı yirmi seneden beri galibane müdafaat-ı ilmiyemi "hükûmetin rejimine ve güya prensibine karşı bir muhalefet ve halkı ihlâl-i âsâyişe sevk ve-yüz bin defa hâşâ-dini siyasete âlet ve halkı hükûmet aleyhine teşvik" mânâsını vermek, hangi insaf kabul eder ve hangi vicdan razı olur?

Evet, değil bu mahkemeye, belki bütün dünyaya ilân ediyorum: Ben, hakaik-i kudsiye-i imaniyeyi, Avrupa filozoflarına ve bilhassa dinsiz filozoflara ve bilhassa siyaseti dinsizliğe âlet edenlere ve âsâyişi mânen ihlâl edenlere karşı müdafaa etmişim ve ediyorum.

Ben, hükûmet-i Cumhuriyeyi, ilcaat-ı zamana göre bir kısım kanun-u medenîyi kabul etmiş ve vatan ve millete zarar veren dinsizlik cereyanlarına meydan vermeyen bir hükûmet-i İslâmiye biliyorum. Kararname namındaki ithamnamede, vazifesini yapan müstantiklere değil, belki müstantiklerin istinat ettiği mülhid zalimlerin evham ve entrikalarına karşı derim:

Siz beni, dini siyasete âlet etmekle itham ediyorsunuz. Ve o itham, zahir bir iftira olduğunu ve esassız, çürük bulunduğunu yüz delil-i kat'î ile ispat etmekle beraber, bu ağır iftiranıza mukabil, ben de sizi, siyaseti dinsizliğe âlet etmek istiyorsunuz diye itham ediyorum!

İkinci umde: Nazar-ı tenkitle, bir cerbeze ile, binler mehasin içinde, nazarlarında hatîat tevehhüm edilen on beş-yirmi nokta ile bütün o mehasini setrettirecek ve hükümden iskat edecek ve yalnız o, on beş-yirmi nokta ona hedef-i maksud olduğunu ithamkârâne ileri süren garazkâr mücbirlerin ve vehhamların mahiyetini bu hikâye ile izah ediyorum.

Bir zaman, cerbezeli bir padişah, adalet niyetiyle çok zulmediyormuş. Bir muhakkik âlim ona demiş: