İman ve Küfür Muvazeneleri - s.2247

Hem deme ki, "Ben hayvan gibi hayatımı geçireceğim." Çünkü, hayvana nisbeten mâzi, müstakbel gayb hükmündedir. Cenab-ı Hakim-i Rahîm; o gaybı onlara bildirmemekle, onları hadsiz elemlerden kurtarmış. Hattâ, kesilmek için yatırılan bir tavuk, hiçbir elem ve hüzün hissetmez. Bıçak kestiği vakit hissetmek ister, fakat his gider, o elemden de kurtulur. Demek Cenab-ı Hakkın gayet büyük ve mükemmel bir rahmeti, re'feti ve şefkati, gaybı bildirmemektedir. Bilhassa mâsum hayvanlar hakkında daha tamdır. Demek sefîhane lezzette sen hayvanlara yetişemezsin, binler derece aşağı düşersin. Çünkü, hayvana nisbeten gaybî olan şeyleri senin aklın görüyor, elemini alıyor. Setr-i gaybta bulunan istirahat-ı tammeden bilkülliye mahrumsun.

Hem senin medar-ı fahrın olan uhuvvet ve hürmet ve hamiyet gibi güzel hasletlerin, incecik bir zamana, büyük bir sahradan bir parmak kadar yere inhisar ve hadsiz zamanda yalnız hazır saate mahsus olduğundan, sun'i ve muvakkat ve sahtekâr ve asılsız ve gayet cüz'i olup, senin insaniyetin ve kemalâtın o nisbette küçülür, hiçe iner. Fakat iman ehlinin uhuvveti ve hürmeti ve muhabbeti ve hamiyeti, iman cihetiyle mevcut bulunan mâzi ve müstakbeli ihata ettiğinden, insaniyeti ve kemalâtı o nisbette teâli eder. Hem senin dünyaca muvaffaketin, elmasçı ve divane olmuş bir Yahudinin cam parçalarını elmas fiyatıyla aldığı gibi; sen de küçücük, kısacık bir zamana, bir hayata, uzun ve daimî ve geniş bir hayatın fiyatını verdiğin için, elbette o had dairesinde galebe edersin. Bir dakikaya bir sene kadar şiddetli hırs, muhabbet, intikam gibi hissiyatla müteveccih olduğun için, ehl-i diyanete muvakkaten tefevvuk edersin.

Hem senin aklın, ruhun, kalbin, duyguların; ulvî vazifelerini bırakıp, süflî nefsin ve pis hevesin rezil işlerine iştirak ve yardım ettiklerinden, ehl-i imana dünyada galebe edersin. Ve zâhirde daha sevimli görünürsün. Çünkü, senin akıl ve kalb ve ruhun gayet derecede tedennî ve tereddî ve sukut edip, pis heves ve rezil nefse inkılâp etmişler, mesholmuşlar. Elbette bu cihette, sana Cehennemi ve mazlûm ehl-i imana Cenneti kazandıran bir muvakkat galeben olacak...


Birden İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme

Âhirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan tâife-i nisaiye ve onların fitnesi olduğu hadisin rivayetlerinden anlaşılıyor. Evet, nasılki tarihlerde, eski zamanlarda "amazonlar" namında gayet silâhşör kadınlardan mürekkep bir tâife-i askeriye olarak hârika harpler yaptıkları naklediliyor. Aynen öyle de:

Bu zamanda zındıka dalâleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin plânıyla, şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki; açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamaya, fuhuşhâne yolunu genişlettirmeye çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar. Birkaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennemin odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hılkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasip kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına belâ bulur. Hattâ bu hâlin neticesi olarak, o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahipsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadisin rivayetinden anlaşılıyor.

Madem hakikat budur. Ve madem her güzel, güzelliğini sever ve elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve bozulmasını istemez. Ve madem güzellik bir nimettir. Nimete şükredilse mânen ziyadeleşir. Şükredilmezse değişir, çirkinleşir. Elbette aklı varsa, hüsün ve cemalini; günahları kazanmak ve kazandırmak ve çirkin ve zehirli yapmak ve o nimeti, küfran ile medar-ı azap bir sûrete çevirmekten bütün kuvvetiyle kaçacak. Ve o fâni, beş on senelik cemâli bakîleştirmek için, meşrû bir tarzda istimâl ile o nimete şükredecek. Yoksa ihtiyarlıkta uzun zaman istiskale mâruz kalıp, me'yûsâne ağlayacak.

Eğer terbiye-i İslâmiye dâiresinde, âdâb-ı Kur'aniye zînetiyle o cemâl güzelleştirilse; o fâni hüsün, mânen bâki kalacağı ve Cennette hûrilerin cemalinden daha şirin ve daha parlak bir tarzda kendine verileceği hadiste kat'iyetle sabittir. Eğer o güzelin zerre miktar aklı varsa, bu güzel ve parlak ve ebedî neticeyi elinden kaçırmayacak...


Küçük Sözler ve Haşir Risalesi - s.2248

[Meyve Risalesinden]

İKİNCİ MESELENİN HÜLÂSASI1


[Meyve Risalesinden]

ÜÇÜNCÜ MESELE2


DÖRDÜNCÜ MESELE3


SEKİZİNCİ MESELENİN BİR HÜLÂSASI4


Elhüccetü'z-Zehrânın İkinci Makamı5


[Yirmi dokuzuncu Lem'adan]

İKİNCİ BAB6


[Lemeâttan]

Bir meclis-i misalîde, şeriatle medeniyet-i hazıra, dehâ-i fennî ile hüdâ-yı şer'î muvazeneleri7


[Lemaâttan]

Hakikî bütün elem dalâlette, bütün lezzet imandadır

Hayal libasını giymiş muazzam bir hakikat8


KÜÇÜK SÖZLER


BİRİNCİ SÖZ9


İKİNCİ SÖZ10


ÜÇÜNCÜ SÖZ11


DÖRDÜNCÜ SÖZ12


BEŞİNCİ SÖZ13


ALTINCI SÖZ14


YEDİNCİ SÖZ15


SEKİZİNCİ SÖZ16


DOKUZUNCU SÖZ17


[Yirmi Birinci Sözden]

Birinci Makam18


[On Dördüncü Sözden]

Hâtime19

[İşârâtü'l-İ'câzdan]

Mukaddeme

Akaidî ve imanî hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren, ancak ibadettir...20


HAŞİR RİSALESİ


ONUNCU SÖZ

Haşir Bahsi21


Hâtime22


Gençlik Rehberi - s.2249

DOKUZUNCU ŞUA

Onuncu Sözün mühim bir zeyli ve lâhikasının birinci parçası23


Zeylin İkinci Parçası

Baştaki âyetin24 mu'cizâne işaret ettikleri dokuz tabaka berahin-i haşriyeye dair 'Dokuz Makam'dan 'Birinci Makam':

25

olan fıkradaki ferman-ı haşre dair buradaki gösterdiği bürhan-ı bâhiri ve hüccet-i katıası beyan ve izah edilecek inşaallah."HAŞİYE

Hayatın yirmi sekizinci hassasında...26


Zeylin Üçüncü Parçası

Uzunca Bir Hâşiye27


Zeylin Dördüncü Parçası

28

Yâni, insan der: "Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" Sen, de: "Kim, onları bidayeten inşa edip hayat vermiş ise o diriltecek."

Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatının Üçüncü Temsilinde tasvir edildiği gibi: Bir zat, göz önünde bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, "Şu zat, efradı istirahat için dağılmış olan bir taburu bir boru ile toplar; tabur nizamı altına getirebilir." Sen ey insan, desen: "İnanmam"; ne kadar divanece bir inkâr olduğunu bilirsin. Aynen onun gibi, hiçlikten, yeniden ordumisal bütün hayvânat ve sâir zîhayatın, taburmisal cesedlerini kemâl-i intizamla ve mîzan-i hikmetle o bedenlerin zerratını ve letâifini emr-i kün feyekûn ile kaydedip yerleştiren ve her karnda, hatta her baharda rûyi zeminde yüz binler ordu-misâl zevi'l-hayatın envâlarını ve tâifelerini îcad eden bir Zât-i Kadîr-i Alîm, tabur-misal bir cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışan zerrât-ı esasiye ve eczâ-yı asliyeyi bir sayha ile Sûr-u İsrâfilin borusuyla nasıl toplayabilir? İstib'ad sûretinde denilir mi? Denilse, eblehcesine bir divâneliktir.29


Zeylin Beşinci Parçası30

Evet, nass-ı hadisle nev-i beşerin en mümtaz şahsiyetleri olan...


GENÇLİK REHBERİ


Bu Gençlik Rehberi, yeni harfle basıldığı gibi, eski harfle Isparta'da dahi teksir edilip, hükûmetin ve zabıtanın ilişmemesi ve her tarafta iştiyakla okunması ve intişarı gösteriyor ki; bu Rehber'in millete, husûsan gençlere çok menfaati var. Yalnız Ankara'nın emniyet müdürü 51. sayfada sekizinci satırında31 "din tedrisatı için, hususî dershaneler açılmaya izin verilmesine binaen" cümlesini okumadan, onuncu satırdaki32 "mümkün olduğu kadar her yerde küçücük birer dershane-i Nuriye açmak lâzımdır" cümlesine ilişmişti. Demek sonra hakikatini anlamış ki, daha intişarına mâni olmadı.


Hüve Nüktesi gerçi derindir, herkes birden kavramaz. Fakat o nükte, tabiiyyunun ve ehl-i küfrün temel taşını parça parça ettiği gibi, muannid feylesofları hayretler içinde bırakıp çoklarını imana getirmiş. Hem o nükte anahtariyle açılan âlem-i misâldeki seyahat-ı mâneviye miftahı ile, âhiretin bir sineması aynelyakîn görülmüş. Fakat çok ince olmasından neşredilmedi.