SAKIN 

ANLAMAZLIKTAN

GELMEYİN


İÇİNDEKİLER

Giriş

Allah’ın Apaçık olan Varlığını Anlamazlıktan Gelmeyin

Evrimin Bir Aldatmaca Olduğunu, Herşeyi Allah’ın Yarattığını Anlamazlıktan Gelmeyin

Çevrenizdeki Canlılardaki Mucizevi Özellikleri Anlamazlıktan Gelmeyin

Sahip Olduğunuz Herşeyi Allah’ın Nimet Olarak Verdiğini Anlamazlıktan Gelmeyin

Bu Dünyada Uzun Süre Kalmayacağınızı Anlamazlıktan Gelmeyin

Ölüm Gerçeğini Anlamazlıktan Gelmeyin

Kuran’ın Hak Kitap Olduğunu, Ondan Hesaba Çekileceğinizi Anlamazlıktan Gelmeyin

Vicdanınızın Sesini Anlamazlıktan Gelmeyin

Allah’ın Güzel Ahlaklı Olmayı Emrettiğini Anlamazlıktan Gelmeyin

Bütün Kötülüklerin Kaynağının Dinsizlik Olduğunu Anlamazlıktan Gelmeyin

Ahiretin ve Hesap Gününün Varlığını Anlamazlıktan Gelmeyin

Cehennemin Sonsuz Bir Azap Yurdu Olduğunu Anlamazlıktan Gelmeyin

Maddenin Bir Hayalden İbaret Olduğunu Anlamazlıktan Gelmeyin

Zamanın Değişken Bir Algı Olduğunu ve Kader Gerçeğini Anlamazlıktan Gelmeyin

Sonuç

 

ÇEVRENİZDEKİ CANLILARDAKİ MUCİZEVİ ÖZELLİKLERİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN


"Önceki bölümlerde detaylı olarak ele alındığı gibi tek bir hücrenin dahi tesadüfen ortaya çıkması imkansızdır. Peki tek bir hücre tesadüfen ortaya çıkamıyorken canlılardaki bu sayısız çeşitlilik tesadüfen ortaya çıkmış olabilir mi? Bu sorunun cevabı kesinlikle "hayır"dır. 

Çevrenizde ne kadar çok çeşitte canlı olduğunu hiç düşünmüş müydünüz? Gelin birlikte yeryüzündeki canlı çeşitliliğini öncelikle bitkilerden başlayarak düşünelim. Bazen etrafımızda gördüğümüz, bazen kitaplarda rastladığımız, bazen de televizyonda belgeseller seyrederek tanıdığımız bitkileri yeniden gözümüzün önüne getirmeye çalışalım. Karanfilleri, gülleri, papatyaları, nilüferleri, tropik bölgelerdeki dev yapraklı ağaçları, kivileri, ananasları, akasya ağaçlarını teker teker düşünelim. Yaprak yapılarını, lezzetlerini, renklerini, kokularını, fotosentez yapmalarını, topraktan metrelerce yukarıya besinlerini taşımalarını ve diğer detay özelliklerini de hatırlayalım. 

Bu çeşitliliği bir de hayvanlar için düşünelim. Bildiğimiz bütün hayvanları gözümüzün önüne getirelim. Zürafaları, antilopları, filleri, tavukları, balık çeşitlerini, atmacaları, serçeleri, tavus kuşlarını, devekuşlarını, tavşanları, kelebekleri, çeşit çeşit böcekleri düşünelim. Bu canlıların vücutlarındaki mekanizmaları, yaşadıkları ortamları, üremelerini, avlanmalarını kendi içinde bölümlere ayırarak düşünelim. 

Sadece bu kadarlık bir düşünmeyle bile yaşadığımız dünya üzerinde inanılmaz bir çeşitlilik olduğunu fark ederiz. 

Allah'ın canlılarda yarattığı çeşitliliğe bir örnek vermek gerekirse, yalnızca yeryüzünde yaşayan kelebek türlerinin sayısı "200 bin"dir. Bu türlerin kendi içinde "1 milyon" kelebek cinsini barındırdığı doğa bilimciler tarafından tespit edilmiştir. Bunların hepsinin olağanüstü derecede kompleks ve birbirinden farklı sistemleri vardır, içinde yaşadıkları ortamda gizlenmelerini sağlayan çok farklı kamujlaj yöntemleri vardır. Kimilerinin üzerine düşmanlarını korkutmaya yarayan sahte göz şekilleri yerleştirilmiştir. 

Bu olağanüstü çeşitlilikteki tasarımı göz önüne alarak düşünün. Bu kadar çok çeşitteki, üstelik de hepsi birbirinden bu derece farklı yapılardaki milyonlarca canlının, tesadüfen birbirlerinden türemesinin imkansız olduğunu ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
 

Akıl ve vicdan kullanarak canlılardaki çeşitliliği ve mucizevi özellikleri düşünen bir kişi kolaylıkla bunların nasıl ortaya çıktığı sorusuna bir cevap bulacaktır. Alemlerin Rabbi olan Allah tüm canlıları benzersiz bir şekilde yaratmıştır. Allah herşeye hakimdir. 

Siz de etrafınızdaki canlılara baktığınızda rahatlıkla göreceğiniz bu apaçık gerçeği ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.

Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi bilendir. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir. (En’am Suresi, 101-102)

Bu çeşitliliğin yanısıra, doğadaki pek çok canlı son derece şaşırtıcı sistemlere ve kompleks vücut mekanizmalarına sahiptir. İnsanların, nasıl işlediğini çözmek için uzun yıllar uğraştıkları bu sistemleri, canlılar ilk yaratıldıkları günden beri kullanmaktadırlar. Bu mekanizmalardaki olağanüstü tasarımların evrim teorisinin iddia ettiği gibi tesadüflerle açıklanması ise imkansızdır. Her canlı bulunduğu ortamda rahatça yaşayabileceği şekilde özel olarak tasarlanmıştır. Canlıların, bu sisteml   eri bilinçli olarak kendilerinin oluşturmalarının imkanı yoktur. Canlılardaki kusursuz düzenlemeler onların yaratılışlarındaki mükemmellikten kaynaklanmaktadır.

Bu bölümde doğadaki sayısız çeşitliliğe sahip bitkiler ve hayvanlardaki mekanizmalardan sadece 1-2 örnek verilecektir.

Bunları okurken iyice düşünün, hayvanlardaki ve bitkilerdeki bu şaşırtıcı mekanizmaların kendi kendilerine oluşamayacak kadar kusursuz yapılar olduğunu sakın ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.

"Hayvanlardaki kusursuz yapılar" dendiğinde akla değişik, hiç adı duyulmamış canlıların ilginç özellikleri kastediliyormuş gibi bir düşünce gelebilir. Oysa insanın yanıbaşında olan, her zaman görmeye alışık olduğu canlılarda da bu kusursuz özellikler mevcuttur. Çoğu zaman insanın bile başaramayacağı kadar karmaşık işlemler gerçekleştiren bu canlıların, örneğin bir sineğin ya da bir kuşun vücudunda olağanüstü bir tasarım vardır. Etrafındaki canlıları dikkatle inceleyen insan bu tasarımın üstün bir aklın ürünü olduğunu yani bu canlıların yaratıldığını görecektir.

Örneğin her gün, her yerde görmeye alışık olduğunuz sinekler uçmak için çok fazla enerjiye ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden sineklerin diğer canlılardan daha farklı bir solunum sistemi vardır. Havadan aldıkları oksijen vücutlarındaki özel ince hava tüpleriyle hücrelere doğrudan ulaştırılır. İşte bu sayede aşamasız ve kesintisiz olarak, çok süratli ve verimli bir şekilde oksijenin yanması sağlanır. Bu, sineğin sahip olduğu mucizevi özelliklerden sadece bir tanesidir. Sinekler buna benzer daha pek çok yaratılış mucizesi ile donatılmışlardır. Allah sineğin yaratılışındaki üstünlüğe bir ayetinde şöyle dikkat çekmektedir:

Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız –hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)
 

Bir de arıları düşünelim. Arıların bal ürettikleri, altıgen hücrelerden petekler yaptıkları, toplu halde kovanda yaşadıkları herkes tarafından bilinir. Oysa arıların sahip oldukları özellikler sadece bunlarla sınırlı değildir. Balarıları için yaşadıkları kovanın bakımı çok önemlidir. Kovandaki ısının sabit tutulması, kovanın temizliği ve güvenliği gibi ihtiyaçların tümü işçi arılar tarafından karşılanır. Balarıları dışarının ısısı ne olursa olsun kovanın ısısını her zaman sabit tutarlar, özellikle kuluçka odalarının sıcaklığına çok dikkat ederler. Sabah vakitlerinde hava soğuk olduğunda işçiler petek çevresinde kümelenirler ve vücut sıcaklıkları ile yumurtaları ısıtırlar. Gün ilerledikçe ve hava ısınmaya başladıkça arılar tarafından sıkıca örülen küme yavaş yavaş dağılır. Eğer sıcaklık daha fazla artmaya devam ederse, işçilerin bir bölümü kanatlarını yelpaze gibi kullanmaya başlarlar. Bu havalandırma işlemini, kovanın girişine ve peteklerin üzerine doğru yönlendirerek kovan ısısını düşürmeye çalışırlar. Çok sıcak bir gündeyse bu işlem yeterli olmayacağı için arılar daha şiddetli bir soğutma yöntemi kullanmak zorundadırlar. Böyle durumlarda, sulandırılmış bal damlalarını boş hücrelerin ağızlarına yerleştirirler. Kanatları ile oluşturdukları hava akımı bu damlaların içerisindeki suyu buharlaştırır. Bu soğutma sistemiyle kovanın ısısı kısa sürede eski haline döner.4

Her an çevremizde gördüğümüz bu canlılarda kusursuz bir tasarım ve bilinçli davranışlar vardır. Üstelik burada sözünü ettiğimiz özellikler, canlılardaki olağanüstü yönlerin çok küçük bir bölümüdür. Düşünen bir insanın bu özelliklerde kolaylıkla görebileceği üstün akıl ve plan, bize tüm doğaya hakim olan Yaratıcı’nın yani Allah’ın varlığını ispatlayan APAÇIK bir delildir. Tüm canlılar Allah’ın ilhamıyla hareket etmektedirler.
 

Günümüz teknolojisinin henüz ulaşamadığı hedefe, var oldukları günden beri ulaşmış olan ateşböcekleri.

Ama insanların çoğu bunları hiç düşünmezler ya da düşündüklerinde bu canlıların yaptıkları işlerdeki mucizevi yönü görmezden gelirler. Ama siz   Allah’ın yaratışındaki bu üstünlüğü ve benzersiz sanatı ve bu canlıların Allah’ın ilhamıyla hareket ettiklerini SAKIN ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
 

Allah, yaratma sanatındaki üstünlüğü ve benzersizliği, çok sık gözlemleyemediğimiz canlılarda da bizlere göstermektedir. Buna çok çarpıcı bir örnek olarak Sibirya Semenderleri’ni verebiliriz. Donmuş toprakların metrelerce derinliklerinde yıllarca kalabilen Sibirya Semenderleri’nin, hava şartlarının iyileşmesiyle birlikte buzları çözülür ve normal yaşamlarına dönerler. Bu canlıların -50 derece ısıda bile yaşayabildiği saptanmıştır. Sibirya Semenderleri bu özelliklerini, kendi vücutlarında ürettikleri ve dondurucu soğuklarda kendilerini donmaktan koruyan antifiriz benzeri bir maddeye borçludurlar. Antifiriz maddeleri semenderlerin kanındaki hücrelerde bulunan suyun yerine geçerek, dokuların keskin buz kristallerinden zarar görmesini önler.5

Ateş böceklerinin verdiği ışığın en önemli özelliği, ateşle ve sıcaklıkla ilgisinin olmamasıdır; buna "soğuk ışık" denir. Bu, günümüzdeki aydınlatma teknolojisinin ulaşmaya çalıştığı bir hedeftir. Normal bir ampul, elektrik enerjisinin ancak %3-4'ünü ışığa dönüştürüp, kalan kısmını ısıya dönüştürür. Ateşböcekleri ise yüzde yüz bir verimle ışık üretirler.6

Denizaltılarda bulunan dalış tankları suyla dolunca gemi sudan daha ağır hale gelir ve dibe dalar. Eğer tanktaki su, basınçlı hava ile boşaltılırsa, denizaltı tekrar su yüzüne çıkar. Nautilus adı verilen bir deniz hayvanı da aynı yöntemi kullanır. Nautilus’un vücudunda 19 cm. çapında salyangoz kabuğu biçiminde spiral bir organ vardır. Bu organda birbiriyle bağlantılı 28 tane "dalış hücresi" bulunur. Peki ama, Nautilus suyu boşaltmak için gerekli basınçlı havayı nereden bulur? Nautilus, bunun için biyokimyasal yoldan özel bir gaz üretir ve bu gazı kan dolaşımı ile hücrelere aktararak hücrelerden suyun çıkmasını sağlar. Bu şekilde avlanırken ya da düşmanlarından kaçarken yükselmek ya da dibe batmak için gerekli miktarda suyu dışarı pompalayabilmektedir. Bir denizaltı sadece 400 metre dibe batabilirken, Nautilus için 4000 metre derinliğe dalmak son derece kolaydır.7

Soğutma sistemlerini ilk keşfedenler insanlar değildir. Sıcakkanlı her canlı, ısı kontrolü için birçok mekanizmaya sahiptir. Afrika’nın hızlı koşan gazeli, sık sık düşmanlarından kaçmak için koşmak zorunda kalır. Bu sürat koşusu gazelin vücut ısısını yükseltir. Fakat gazelin hayatta kalabilmesi için beyninin vücudundan daha serin tutulması gerekir.
 

Gazel beynini serin tutmak için, başının sağ tarafında, kendine has bir soğutma sistemine sahiptir. Gazellerin ve benzer hayvanların, soluk alma kanallarının ardında uzanan, büyük kan birikintilerinin içerisinden yayılan yüzlerce küçük atardamar vardır. Soluklanmış hava buruna ait bu gölcüğü soğutur, bu yüzden küçük atardamarların içerisinden geçen kan soğumuş olur. Sonra küçük atardamarlar kanı beyne taşıyan tek bir kan damarı içerisinde biraraya gelirler. Beynin soğutulması için bu sistem olmasaydı gazel de hayatını devam ettiremezdi.8

Baykuşlardaki görüş derinliği, bütün yırtıcı kuşlarda olmakla birlikte, hiçbir kuş bu konuda baykuş kadar iyi donanımlı değildir. Baykuşların bazı türleri, görüş alanlarını genişletmek için, başlarını 180 derece döndürüp tam arkalarını görebilecek bir yapıya sahiptirler. Bu kolaylık, sadece yırtıcı hayvanlardan korunmalarını değil, aynı zamanda avlarının yerini doğru saptamalarını sağlar. Baykuş gözlerinin belki de en olağanüstü özelliği büyüklükleridir. Yüzün büyük bir kısmını kaplayan bu kocaman gözler birbirlerinden çok ince bir kemikle ayrılmıştır. Bunun sonucu olarak, göz boşluğuna sıkıca yerleşen gözler, göz kasları için hemen hemen hiç yer bırakmazlar. Birçok baykuşun gözü yerinden oynamadığından bu kuşlar değişik yönlere dönmek için oldukça esnek olan boyunlarını kullanırlar.9

Baykuş, avının yerini saptar saptamaz, en sessiz şekilde onun üzerine atılmalıdır. Ama kuşların çoğu uçarken bir ses çıkarırlar. Örneğin havada uçan bir kuğunun kanat hışırtısı çok uzaklardan duyulabilir. Birçok büyük kuşun kanatları da uçarken ses çıkarır. Gürültülü kanatlarsa, bir gece avcısı için avının olası bir saldırıyı fark etmesine yol açacağı için açık bir dezavantajdır. Ama bu problem gece avlanan baykuşlara özel tüy yapısıyla çözülmüştür. Baykuşun tüyleri yumuşaktır, uçmasını sağlayan güçlü kanat tüylerinin uçları ise püskülümsü bir yapıya sahiptir. Kanat tüylerinin kadife yumuşaklığındaki yüzeyleri, sesi etkili bir biçimde boğarak baykuşun sessiz uçmasını sağlar.10

Çıngıraklı yılanlar ısıya duyarlı özel gözleri ile zifiri karanlıkta bile fare, sıçan gibi sıcakkanlı avları bulabilirler. Yılanın 15 cm. yakınında bulunan küçük bir fare, çevresindeki havada yalnızca 0.005 derece gibi son derece az, hatta hissedilmeyecek bir sıcaklık değişimi yarattığı halde, yılan tarafından kolayca fark edilir. Yılan, beynine ulaşan avıyla ilgili bilgiyi, saniyenin 1/20'si kadar kısa bir sürede alıp, değerlendirip tepki gösterebilir. 1 saniyenin, insan gözünün yavaşça açılıp kapanması kadar kısa bir zaman olduğu düşünüldüğünde yılanın akıl almaz hızı daha net anlaşılabilir. Avının yerini hiç şaşmadan bulan çıngıraklı yılan, şaşırtıcı bir isabet yeteneğiyle saldırır ve zehirli dişleriyle hayvanı öldürür.11

Su samurları kürklerini ayaklarıyla tararlar, bu sayede hem kürklerini temizlerler, hem de derilerindeki yağ ile kürklerini tımar etmiş olurlar. Samurlar bu işlemle hava kabarcıklarını kürklerine emdirirler; bu onların kürklerini havalandırmak için kullandıkları tek yöntemdir. Pasifiğin dondurucu soğuğundan korunabilmelerinde kalın derilerinin kabarcık tutma kapasitesinin fazlalığı çok önemlidir. Derilerindeki bu su kabarcıkları onları donmaktan korur. Eğer su samurlarının kılları keçeleşirse (çoğu zaman petrol atıkları buna sebep olabilir) hayvan çok kısa bir sürede donarak ölür.12

Antartika bölgesinde yaşayan Wedel türü ayıbalığı denizin sekiz aydan fazla süre buzla kaplı kaldığı, hava sıcaklığının –56 dereceye, su sıcaklığınınsa -26 dereceye dek düştüğü sert kışlarda bile bu koşullara dayanabilir. Ayıbalıkları, çok derinlere daldıklarında yoğun ve ani basınç değişimi yüzünden oluşan vurgundan etkilenmezler. Çünkü uzun süreli dalışlarında su altına girmeden önce birkaç küçük dalış yaparlar. Kaburga kemiklerini ve diyaframlarını açıp kapayarak ciğerlerindeki havayı dışarı atarlar ve ciğerlerini de kapatırlar. Bir süre sonra ciğerlerinde hiç hava kalmadığından azot eriyerek kana karışmaz ve yaşamsal sorunlar da böylece önlenmiş olur. Ayıbalıklarının solunum borusu çoğu memelininkinin tersine yuvarlak değil, düz-oval biçimlidir ve yüksek basınç altında hemen kapanabilmektedir. Aynı şekilde kulaklardaki hava boşlukları da dış basınç belli bir noktaya eriştiğinde şişip burayı tıkayan kan damarlarıyla örülmüştür. Bu yapılar ayıbalıklarına, ağır koşullarda yardımcı olan avantajlardır.13

Sinek kuşunun kalbi gün boyunca saniyede 500 ile 1200 kez çarpar. Gece ise kalbi öylesine yavaşlar ki görünüşte sanki nabzı durmuştur ve hatta kuş nefes almıyor gibidir. Bunun benzerini kış geldiğinde kirpiler de yapar. Bu, onların kış uykusudur. Sinek kuşu ise her yıl 365 kez kış uykusuna yatmak zorundadır.14

Burada verilen örnekler yeryüzündeki canlıların çok kısıtlı bir bölümüdür. Ama yalnızca bu örneklere bakarak bile tüm canlılarda, her ayrıntısında bir bilgi ve tasarım olan mekanizmaların bulunduğu görülebilir. Bir canlının donmamasını sağlayacak antifiriz üreten sistemden, görüş derinliği veren göz yapısına, canlının bulunduğu yerle çok kısa sürede adeta bir bütün haline gelmesini sağlayan renk değiştirme yeteneğine kadar tüm bu mekanizmaların kaynağı elbette rastlantılar değildir. Rastlantılar şuur gösterip plan yapamaz. Bu canlılar bir şuur sahibi tarafından özel olarak tasarlanmışlardır diğer bir deyişle bu canlılar yaratılmışlardır. Herşeyden haberdar olan, herşeye hakim olan Allah bu özellikleri onlara vermiştir. O’nun yaratmasında sonsuz bir sanat ve ilim vardır. Allah kusursuzca yaratandır.

Öyleyse siz de bu mucizevi sistemlerin ancak ve ancak Allah'ın üstün tasarımının ürünü olduklarını ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.

Bir bitkiyi elinize alın ve yapraklarına bakın. Yapraklarının dizilişini, rengini, parlaklığını inceleyin. Nasıl olup da metrelerce yükseklikteki ağaçların tepesindeki yaprakların dahi her zaman yemyeşil kalabildiklerini bir düşünün. Sonra başınızı çevirip gökyüzünde uçan kuşlara bakın, bir tüyü elinize alıp inceleyin, hatta bu incelemeyi mikroskopla yapın. Kuşlara kusursuz bir uçuş yeteneği veren tüyün içindeki yüzlerce küçük çengeli ve bu çengelleri birbirine bağlayan yüzlerce küçük menteşeyi bir de kendiniz görün.
 

Tek bir kuş tüyü, tesadüflerle izah edilemeyecek kadar mükemmel bir tasarıma sahiptir. 

Bu örneklerin sayısını artırarak ve çok farklı yönlerden yaklaşarak daha pek çok canlıyı inceleyebiliriz. Onlardaki detaylı tasarımı görebiliriz. Peki bu özellikler nasıl ortaya çıkmıştır? Canlılardaki bu detaylı tasarım rastgele gelişen tesadüfler sonucunda meydana gelmiş olabilir mi?

Bu soruların cevabını da yine sorular sorarak verelim. Bir uçak bilinçli bir müdahale olmadan, tesadüfen oluşabilir mi? Peki ya bir fabrika, tuğlaların rastgele üstüste dizilmesiyle ortaya çıkabilir mi? Elbette ki hayır. Kompleks yapılara sahip olan bu teknoloji ürünleri ancak akıl sahibi insanlar tarafından tasarlanır ve üretilirler. Aynı şekilde doğadaki canlıların tümünde görebildiğimiz kusursuz tasarım da üstün bir aklın ürünüdür. Bu APAÇIK bir gerçektir.

Fransız Bilimler Akademisi’nin eski başkanı olan ünlü Fransız zoolog Pierre Grasse, tesadüflerin canlılığın ortaya çıkışını açıklayamayacağı gerçeği ile ilgili şunları söylemektedir:

Tek bir bitki, tek bir hayvan, binlerce ve binlerce tam olması gerektiği şekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemelidir.15

Grasse'nin de söylediği gibi dünya üzerindeki canlı varlıkların tesadüflerle oluşması ancak bir hayal ürünü olabilir.

CANLILAR TESADÜFEN ORTAYA ÇIKMAMIŞLARDIR. Üstün güç sahibi bir Yaratıcı yani alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratılmışlardır. Artık tüm dünyanın fark ettiği bu apaçık gerçeği siz de ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.

Doğadaki canlılarda gördüğümüz üstün akıl, tasarım ve düzen tüm evrene de hakimdir. İçinde yaşadığımız dünyadan, uzaydaki diğer tüm gök cisimlerine kadar yine kusursuz bir planlama görülmektedir.

Üzerinde yaşadığımız dünya içiçe geçmiş sistemlerin işlediği çok özel bir gezegendir. Canlıların yaşayabilmesi için, çok hassas dengelerle birlikte, özel olarak tasarlanmıştır. Evrendeki diğer gezegenlerle dünya arasında bir karşılaştırma yapıldığında bu gerçek daha net görülür. Üzerinde yaşam olan tek gezegen dünyadır.

Dünyanın kendi etrafındaki dönüş hızı, güneşe olan uzaklığı, atmosferindeki dengeler, ekseninin eğik olması, diğer gezegenlerin aksine suyun sıvı halde sürekli olarak bulunması ve bunlara benzer daha pek çok denge, dünyayı diğer gezegenlerden farklı kılar. Dünyadaki yaşamın sürekliliği açısından bu dengeler son derece önemlidir. Örneğin canlı yaşamı için mutlaka gerekli olan dünyanın atmosferi yalnızca insanın değil, yeryüzündeki tüm canlıların yaşamaları için gereken gazları en uygun oranlarda içerir. Atmosferin karışımında %77 oranında azot, %21 oranında oksijen, %1 oranında karbondioksit ve diğer gazlar bulunur. Bu oranlar canlıların ihtiyaçları için gereken en ideal değerlerdir. Bu gazlardan birini, örneğin oksijeni ele alalım.
 

Güneş sistemimizde yaşamaya elverişle yegane gezegen Dünya’dır. Bu gezegen üzerinde yaşamın var olabilmesi için gereken her şart çok hassas dengelerle sağlanmıştır. 

Yandaki resimlerde görülen Mars gezegenlerle Dünya karşılaştırıldığında insan ne kadar özel tasarlanmış bir mekanda yaşadığını rahatlıkla anlayabilir. 

Eğer oksijenin atmosferdeki oranı %21'den fazla olsaydı canlı hücreleri kısa süre içinde hasar görürdü. Ayrıca canlılık için gereken bitki örtüsü ve hidrokarbon molekülleri de tahrip olurdu. Eğer bu oran daha az olsaydı solunum yapmamız zorlaşır ve aldığımız gıdaların enerjiye çevrilmesi mümkün olamazdı. Görüldüğü gibi %21'lik oksijen oranı, canlılık için belirlenmiş en ideal orandır. Aynı şekilde havadaki karbondioksit oranının şimdikinden daha fazla olması yeryüzünün aşırı ısı tutarak canlılığı tehdit eden bir sıcaklığa ulaşmasına, daha az olması ise güneş ısısının depolanamayıp gece ile gündüz arasında çok büyük ısı farklılıklarının oluşmasına ve geceleyin "0"ın altında çok düşük sıcaklıklara varan bir ısı azalmasına sebep olurdu. Havadaki azotun oranı ise oksijenin yakıcı etkisinin en mükemmel biçimde dengelendiği ve canlılığın devamı için gereken en uygun değerdedir.

Bu oranların sabit kalması da yine dünyadaki başka bir önemli denge unsuru ile sağlanmaktadır. Yeryüzündeki bitki örtüsü, fotosentez yolu ile karbondioksidi oksijene çevirerek her gün yaklaşık 200 milyar ton oksijen üretir.

Dünyanın kütlesi de atmosferin uzaya dağılıp gitmesini engellemek için gereken en ideal ölçüye sahiptir.

Atmosferdeki bu dengeler sağlanırken aynı zamanda dünya yüzeyindeki ısının da kontrol altında tutulması gerekmektedir. Bu kontrol dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinin sabit olmasına, güneşin büyüklüğüne, dünyanın dönüş hızına, dünya ekseninin eğikliğine bağlıdır.

Bunlarla birlikte dünyadaki yaşamın devamlılığı için gereken daha pek çok denge vardır.

Örneğin, yerçekimi kuvvetinin şu anki gücü, tam olması gereken ölçüye sahiptir. Eğer yerçekimi kuvveti şu ankinden daha güçlü olsaydı atmosfer çok fazla amonyak ve metan gazı biriktirirdi ki bu da yaşamın sonu demek olurdu. Aksine eğer yerçekimi daha zayıf olsaydı, atmosfer çok fazla su kaybeder o zaman da canlıların yaşaması mümkün olmazdı.

Yerkabuğunun ve ozon tabakasının kalınlığı, dünya üzerindeki su ve azot döngüsünün sağlanması, dağların varlığı, atmosfer tabakasının koruyucu özelliğe sahip olması ve bunlara benzer daha pek çok denge yeryüzündeki canlılığın devamlılığı açısından olması zorunlu dengelerdir.
 

Dış yüzeyinden merkezine dğru 7 katmandan oluşan dünyada hayat "kabuk kısmı" denilen 6-70 km.’lik bölgede hüküm sürer. Kabuk kısmı 9370 km’lik derinliğin ancak %1’lik bir bölümünü oluşturur. Dünyayı bir elmaya benzeten bilim adamları elmanın kabuğunu dünyanın üzerindeki yaşanılan bölge, için ise binlerce derecelik magmanın kaynadığı yer olarak tanımlarlar. 
Yerin sadece 1 km. Aşağısındaki sıcaklığın 600 C’ye yakın olduğu düşünülürse, ayaklarımızın altındaki dünyanın aslında ne denli güvenliksiz bir yer olduğunu daha iyi kavrarız. İnsanın sahip olduğu mal mülk, evlatlar, kariyer; hepsi aslında içi ateş dolu olan bu topun incecik zarı üzerinde sürdürülen bir yaşama aittir. 

İnsanların çoğu ise, atmosferin gaz bileşimindeki, dünyanın güneşe olan uzaklığındaki veya gezegenlerin hareketlerindeki hassas dengelerin, ince ayarların bilincinde olmadan yaşamlarını sürdürürler. Bu dengelerin ve ayarların kendi yaşamları açısından ne kadar büyük önem taşıdığını bilmezler. Oysa bunlardan herhangi birinde meydana gelecek çok küçük bir değişiklik bile insanın varlığı, dünyadaki canlılığın devamı açısından çok büyük sorun oluşturacaktır. Üstelik burada bahsettiklerimiz var olan milyonlarca dengeden sadece birkaç tanesidir. Ama yalnızca bu birkaç dengenin bile üstün bir aklın ve ilmin ürünü olduğu APAÇIK bir gerçektir.

Öyleyse bu kadar hassas dengelerin tesadüfen oluşamayacağını, ancak üstün güç sahibi Allah tarafından bu düzenin kurulabileceğini SAKIN ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.

 



NOTLAR :
4 The Marvels of Animal Behavior, National Geographic Society, 1972, s. 49-64
5 New Scientist, Eugene Potapov, How Salemenders Survive the Deep Freeze, Vol. 139, ıss. 1890, 11 Eylül 1993, s. 15
6 Bilim ve Teknik Dergisi, Ekim 1987, Sayı 239, s. 10
7 Bilim ve Teknik Dergisi, Cilt, 20 Sayı 231, Şubat 1987, s. 11
8 Lawrence O. Richards, It Couldn't Just Happen, s. 108
9 Görsel Bilim ve Teknik Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 782
10 Görsel Bilim ve Teknik Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 784
11 Görsel Bilim ve Teknik Ansiklopedisi, 7. Cilt, s. 2352
12 National Geography, June 1995, N.6, Vol. 187, s. 50
13 Görsel Bilim ve Teknik, 8. Cilt, s. 2660
14 David Attenborough, The Life of Birds, Princeton, New Jersey:  Princeton University Press, 1998, s. 59
15 Pierre-P Grasse, Evolution of Living Organisms, New York: Academic Press 1977, s. 103