![]() |
Sikke-i Tasdik-i Gaybî |
Mahremdir, herkese gösterilmez
Otuz Birinci Mektubun On Sekizinci Lem'ası
Risale-i Nur şakirtlerine işaret eden Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir keramet-i gaybiyesidir.
Cay-ı dikkat: Şu acip lem'anın ehemmiyeti üç noktadan geliyor.
Birincisi ve en mühimi: Gizli kalmış gaybî mühim bir mucize-i Ahmediyeyi (a.s.m.)HAŞİYE 3 beyan eder ki, cevamiu'l-kelim nev'inden iki cümleden ibaret bir hadis-i şerifi iki sayfa kadar hakaik-i tarihiyeyi ve iki devlet-i azime-i İslâmiyenin hatimelerini ifade ediyor.
İkincisi: Keramet-i evliya hak olduğuna kat'i bir burhan gösteren Hazret-i Ali'nin (r.a.), latin harfinin kabulünü tam tarihiyle ve tarz-ı tatbikini iki kelimeyle göstermesidir.
Üçüncüsü: Risale-i Nur şakirtlerine ve naşirlerine karşı Hazret-i Ali'nin (r.a.) irşadkârane ve teveccühkârane bakması ve işaret etmesidir.
Hazret-i Gavs-ı Âzam Şeyh-i Geylanî'nin (r.a.), sarahat derecesindeki keramet-i gaybiyesini teyid ve takviye eden Hazreti Esedullahü'l-Galib Ali İbni Ebu Talib (r.a.) ve kerremallahu vechehû kaside-i ercüze-i meşhuresinde aynen ihbarat-ı gavsiyeyi tasdik edip işaret ediyor.
Mecmuatü'l-Ahzab'ın beş yüz seksen ikinci sayfasından, beş yüz doksan yedinci sayfasına kadar o Ercüzedir. O Ercüze'nin mevzuu ve içindeki maksad-ı aslı İsm-i Âzamı tazammum eden altı ismin ehemiyetini beyan etmek, hem o münasebetle istikbaldeki bir kısım umur-u gaybiyeye ve tesis-i İslâmiyette bir kısım mücahedata işaret etmektir.
Evet, Hz. İmam (r.a.), üstadı olan Habibullah Aleyhisselatü Vesselamdan aldığı dersin bir kısmını işarî bir surette zikrediyor. Feth-i Hayber'deki hem mucize-i Nebeviye, hem keramet-i Aleviye olan harika vakıayı bahsettiği gibi, tesis-i İslâmiyete temas eden mühim noktaları da bahsediyor. Sonra istikbale bakıyor. Peygamber-i Zişandan (a.s.m.) aldığı dersle bir kısım Arabın ona karşı isyanlarından hiddet ederek demiş:
yani dokuz karn sonra Furs, yani akvam-ı Şarkiye, Arap üzerine hücum edecek, galebe edip hayvan gibi Arabı kesecek. Öyle müthiş fitneler, karanlıklı musibetler ki, en karanlıklı geceden daha ziyade karanlık olacak. İşte Hz. Ali'nin (r.a.) bir keramet-i bahiresi ki kendinden beş yüz sene sonra gelen ve Arap Devlet-i Abbasiyesini mahveden ve hadsiz kütüb-ü İslâmiyeyi nehr-i Fırat'a dken ve Arabı gayet zalimane katleden Hülagû vakıa-i meşhuresini haber veriyor. Çünkü, meşhur olan karn kırk sene değil o zaman istilahınca ağleb-i mür olan altmış seneden ibarettir. Çünkü bir devir altmış senede değişir. Bu surette İmam-ı Ali'nin (r.a.) hicretten otuz sene sonra Kûfe'de yazdığı bir Ercüze'deki dokuz defa altmış, otuza ilave edilse beş yüz yetmiş oluyor ki, Cengiz'in ve Hülagû'nun hücum ve tahribat zamanıdır. Sonra Hazret-i Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzur-u Nebevide getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsm-i Âzam, Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: "Ben Cebrail'in şahsını yalnız alâimü's-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum" diyerek bu İsm-i Âzamdan bahs ile bazı hadisatı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki:
yani "Evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, szümüze şüphe edenler zelil olur." Sonra yine İsm-i Âzam içinde bulunan o altı Esma-i Hüsna'dan bahsedip birdenbire aynen Gavs-ı Geylanî'nin ihbar-ı gaybisi gibi Hülagû asrından bu asrımıza bakıyor. İkinci bir keramet-i gaybiyeyi izhar ediyor. Ve diyor ki:
yani on dördüncü asr-ı Muhammedîde (a.s.m.) bin üç yüz kırk dokuz (1349) ve
Rûmice bin üç yüz kırk yedi (1347)'de Arabî hurufunu terk edip, ecnebi ve acemi
hurufuna İslâmlar içinde başlanacak. Hem umum, hem fakir ve zengin emir ve işçi,
çoluk ve çocuk gece dersleri ile o hurufu cebren ğrenecekler. Çünkü bir nüshada
dir.
ise gece çalışmasıdır.
ise kat'i ve cebri ifade ediyor.
fıkrasındaki
ise o zamanın istılahınca Arabın
gayri Lâtince ve Frenkî huruf demektir. Sonra diyor.
yani, "Kim inayet-i ilahiyeye mazhar ise Hz. Cebrail'in tabiri ile bu Sekine-i Kudsiye olan İsm-i Âzamı Cenab-ı Hak ona hediye eder. Onunla o zamanın şer ve fitnelerinden kurtarır." Bu sözden dört sayfa evvel yine demiş:
yani, "Kim saadete mazhar ise... said ise... şaki değilse... o İsm-i Âzam onun boynunda mübarek bir gerdanlık hükmünde bir nüsha olur." Sonra diyor
yani, "O bid'alar ve acemî ve ecnebi hurufunun intişarı zamanı olan o ahirzamanın fena adamları bir kısım ülemaü's-su'dur ki; hırs sebebiyle batınlarını haramla doldurmak için bid'alara yardım ve fetva verenlerdir." Sonra bir kısım ülemaü's-su'u tokatlamak için de birisiyle konuşuyor. Der:
yani, "Yâ o zamana yetişen ve alimlerden olan insan! Cenab-ı Haktan o fitnenin şerrinden muhafaza için sana ders verdiğim İsm-i Âzam ile dua et."
yani "Biz Al-i Beyt'ten her kurbet ve şiddet zamanında birer Gavs çıkıp imdat ediyor." Esedullahü'l-Galib Hz. Ali (r.a.), İbn-i Ebu Talib keramullahü vechehü ihbarat-ı gaybiyeye ait şu kasidesinin bir kısmında Risale-i Nur şakirtlerine bilhassa baktığına müteaddit emareler var. O da Gavs-ı Geylanî gibi Risale-i Nur'un makbuliyetini imza ediyor ve alkışlıyor.
Birinci emare: Latin hurufunun İslâmlar içinde cebren kabul ettirildiğini
teessüfle bahsedip ve ulemaü's-su'u tokatladığı yerde birdenbire birisiyle
irşadkârane konuşuyor ve diyor ki, "Sana verdiğim ders ile hıfz
duasını et." İşte bu "müdrik" aynen Hz. Gavs'ın kaside-i
meşhuresinde "mürîdî" dediği adamın aynıdır. Çünkü ikisi de aynı
fitneden bahs edip umum içinde hususi bir adama iltifat gösteriyorlar. Kaside-i
Gavsiyede "mürîdî" ilm-i cifr ve on yedi emare ile "Molla Said"dir.
Hem "el-Kürdî" oluyor. Tahakkuk etmiş Risale-i Nur'un bir vasıta-i naşiri
olan Üstadımızın hem ismi hem lakabı "mürîdî" lafzında olduğu gibi
aynen Hz. Ali'nin (r.a.)
HAŞİYE 2 ilm-i cifirle ve
hesab-ı ebcedle aynen hem
hem
oluyor. Her birisi iki yüz altmış beş ediyor.
üstündeki tenvin vakfta elif'e inkılap ettiği için
oluyor.
lafzı mim'siz yukarıdan okunmasıyla "kürd"
olduğu gibi
lafzı da
ın bir parçasını okumakla bu
emareyi letafetlendiriyor. Demek o zamana yetişenlerin arasında Hz. Ali'nin (r.a.)
hitabına mazhar çok efrad içinde Risale-i Nur naşirine hususi bir iltifatı var.
İkinci emare: Hz. Ali (r.a.) hırs ve tama' yolunda bid'alara tâbi olan bir
kısım ulemaü's-su'u tokatladığı vakit ulema içinde birisiyle merhametkârane
konuşmaya başladı. Üstadımızı bilenlere malumdur ki Ankara rüesası İstanbul'da
onu İngilizlere karşı mücahedatını takdir ederek onu istediler. Ankara'ya gitti.
Van'da Medresetü'z-Zehra namında kendi darü'l-funununa yüz elli bin banknot, iki yüz
meb'ustan yüz altmış üçünün imzasıyla i'tası kararlaştırılan layiha-ı
kanuniye kabul edilmekle beraber Şeyh Sinûsî makamında vilayat-ı Şarkiyeye vaiz-i
umumiliği ve hem Darü'l-Hikmetin azaları orada Diyanet Riyasetinin azaları olmakla, o
da içinde bulunmakla beraber meb'us olmak ve daha ne isterse yapılacak diye teklif
ettikleri halde sırf sünnet-i seniyeye muhalif hareket etmemek için o teklifleri kabul
etmeyip on dokuz sene, belki yirmi iki sene işkenceli bir esareti kabul eden
Üstadımıza elbette Hz. Ali'nin (r.a.) ulemaü's-su'a hiddet ettiği zaman ona karşı
hususi iltifatı olacak ve o mânevî mecliste onu okşayacak. Onun için bu hal bir
emaredir ki Hz. Ali (r.a.), Hz. Gavs-ı Geylanî (r.a.) gibi umum muhatapları içinde bu
Risale-i Nur'un bir vasıtası olan Hocamıza işareten iltifat ediyor.
fıkrasında gavs lafzıyla Gavs-ı Geylanî'nin müridine şefkatle bakmasına, Hz.
Ali'nin (r.a.) baktığını ima ediyor.
Üçüncü emare: Ulema bahsinin evvelki satırında diyor.
İsm-i Âzam bahsinde
yani, "Kim inayete ve saadete mazhar ise o ahirzaman fitnelerinden bu altı ismi verdiğim ders tarzında vird edenler mahfuz kalır."
Hz. Ali (r.a.) huruf-u ecnebiyi İslâmlar içinde cebren kabul ettirmek hadisesi ile ulemaü's-su'un bid'alara yardımlarından teessüfle bahsedip bu iki hadise ortasında irşadkârane bazılarından bahsediyor ki, o Sekine olan İsm-i Âzamla ecnebi hurufuna karşı mukabele ediyor. Hem ulemaü's-su'a muhalefet ediyor. İşte bu zamanda o adamlar Risale-i Nur şakirtleri ve naşirleri oldukları şüphesizdir. Çünkü onlardır ki hatt-ı Kur'ân'ı muhafaza ediyorlar ve bid'akâr bir kısım ulemalara karşı da mukavemet ediyorlar.
Evet biz hocamızdan anlamışız ki, On üç sene evvel Hz. Ali'nin (r.a.) bu kasidesinin sırrını bilmeden yedi sene evvel bu altı ismi İmam-ı Gazali'den ders alarak ve kendine daima vird ederek bütün evradları tebeddül ve tahavvül ettiği halde bu Sekine tabir edilen Hz. Ali'nin (r.a.) verdiği ders tarzında mütemadiyen terk etmeden devam etmiş. Bu tarzda devam edenleri işitmemişiz. Hem hilaf-ı adet bir tarzda yirmi sene zarfında yirmi fitne-i azimeye düştüğü gibi ve tesirli bir surette hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye karıştığı halde harika bir mahfuziyet altında olduğunu gözümüzle gördüğümüzden Hz. Ali'nin (r.a.) ahirzamandaki hitap ettiği dostları içinde bilhassa ona ruy-i iltifatı olduğunu hissediyoruz.
Hem lafzıyla, yani, Said (r.a.) olmak ve ulema bahsine muttasıl birisine inayete
mazhar olduğunu ve
fıkrası hesab-ı ebcedle on üçüncü asrı gösterip o
asırda dünyaya gelen ulemadan Said (r.a.) isminde birisine lâtifane bir îma bu emareyi
zînetlendiriyor.HAŞİYE
5
Dördüncü emare: Hz. Gavs-ı Geylani fitne-i ahirzamanda sünnet-i seniyeyi ve
esrar-ı Kur'âniyeyi muhafazaya ve neşre çalışan bir mürîdine on beş emare ile
iltifat eder. Ve onunla konuşursa, elbette İslâmiyetin tesisinde Esedullah ünvanını
alan ve ulûm-u esrariyede 1
hadisine mazhar bulunan ve keramat-ı harika ile iştihar eden ve Vehhabilerin ecdadı
olan Haricileri kılıçtan geçiren ve Gavs-ı Âzam'ın ceddi ve üstadı olan Hz. Ali
(r.a.) elbette Al-i Beytine bir cihette düşman olan Vehhabilerin Haremeyn-i Şerifeyni
istilası hengâmında ve Haricilerden daha berbat bir tarzda sünnet-i seniyeye muhalefet
eden bir kısım ulemaü's-su' ve zalimlerin istilası zamanında Risale-i Nur vasıtası
ile Risale-i Nur şakirtleri bütün kuvvetleriyle sünnet-i seniyenin muhafazasına ve
Al-i Beyt'in hürmetine ve meveddetine çalışmaları ve o müthiş mehalike karşı
sarsılmadıkları halde imdad-ı ruhaniye ve kuvve-i maneviyenin takviyesine pek çok
muhtaç oldukları bir zamanda o ulûm-u evvelîn ve ahirîni bildiğini müftehirane
iddia eden Hz. Ali (r.a.) hiç mümkün müdür ki, evladından olan Gavs-ı Geylani'den
geri kalsın. Şeceat-ı Haydaranesiyle Risale-i Nur şakirtlerinin imdadına yetişmesin.
Elbette bu suretle yetişir ve yetişti.
Malumdur ki: Meselâ, umum bir cemaat içinde biri hareket etse, biri dese, "Ey
insan bana bak" o insan lafz-ı umumisinde karine-i hal ile o muayyen adama
hitaptır. Madem mukteza-yı hal ve karine-i hal ile Hz. Ali'nin (r.a.) umum muhatapları
içinde en ziyade muhtaç ve en ziyade Hz. Ali'nin (r.a.) maksadı lehinde hareket eden
Risale-i Nur şakirtleridir. Elbette o zat istikbale bakıp tabiriyle
konuştuğu cemaat içinde en ziyade müteharrik ve kuvve-i maneviyenin takviyesine
muhtaç olanlara hususiyetle bakar.
Beşinci emare: Ecnebi hurufatını ehl-i İslâmın en mühim hükümeti resmi bir surette kabul ve neşir ve cebrettiği halde Risale-i Nur şakirtleri bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur'âniyeyi neşir ve tamim ve muhafazasına çalıştıkları bir zamanda Hz. Ali (r.a.) tarihiyle ondan haber vermekle gaybî keramatı beyan ettiği yerde ulema içinde birisine iltifat gösteriyor. Elbette bu iltifatın gerçi çok efradı olabilir. Fakat bu karine-i hal gösteriyor ki Risale-i Nur şakirtleri bir hususiyet kesbetmiş ki Hz. Ali (r.a.) iltifatla Risale-i Nur'u alkışlıyor.
Altıncı emare:... Kuvvetlidir, fakat yazamayız.
Yedinci emare:... Zahirdir, fakat gösteremiyoruz.
Elhasıl: Hz. Ali (r.a.) keremallahü vechehü ecnebi hurufuna karşı şiddetli
teessüf ve hiddet ettiği ve bid'aya taraftarlık eden bir kısım ulemaü's-su'a karşı
şiddetli nefret ve hiddet ettiği yerde irşadkârâne bazılarla konuşuyor. Ve Hz.
Cibril'in tabiriyle Sekine ismi verilen ve İsm-i Âzam sandukçası olan Esma-ı Sitteye
devam edeni irşad ediyor, taltif ediyor. İşte o Esma-i Sittenin devamından tereşşüh
eden ve Esmanın lemeatı olan Risale-i Nur, ve o Risale-i Nur kendi şakirtleri ile
lâakal yüzer kalemle yüz parça Risale-i Nur'un eczalarıyla ve intişar eden yirmi bin
nüshasıyla lâakal yüz bin adamı huruf-u Kur'âniye lehine ve sünnet-i seniyeye
ittibaa ve imanlarının takviyesine ve Hz. Ali'nin (r.a.)
hiddet ettiği iki cereyana karşı tamamıyla mukavemet ettiklerinden elbette Hz. Ali'nin
(r.a.) tabir ettiği ihvanları içinde hususî bir surette onlara bakıyor.
Evet, Hz. Ali'nin (r.a.) bu zahir keramat-ı gaybiyesi Hz. Peygamberin (a.s.m.) irşadıyla olduğu için başka şekilde bir mucize-i Peygamberiye olduğu münasebetiyle aynı keramet-i Gavsiye ve işarat-ı harika-i Aleviye gibi beşinci asırla, on dördüncü asrın fitnelerine işaret eden ve gizli kalıp mânâsı anlaşılmayan bir mucize-i gaybiye-i Nebeviyeyi beyan etmeye münasebet geliyor.
Şöyle ki: Hadis-i sahihte vardır ki Resul-i Ekrem (a.s.m.) ferman etmiş:
evkemakâl...
Şu hadis-i şerife her nasılsa kıyamete işaret suretinde mânâ verilmiş, mucize-i Nebeviye gizlenmiş, anlaşılmamış. Hem Şeyh-i Geylani hem Hz. Ali'nin (r.a.) irşad-ı Nebevi ile beşinci ve altıncı ve on dördüncü asırların fitnelerinden kerametkârane bahisleri gösteriyor ki, bu hadis-i şerif onların zamanına bakmak için bir teleskoplarıdır ki bu iki asra bakıyorlar.
Evet hadiste tabiri 1
âyetinin delaletiyle bin seneden ibarettir. Hilafet-i İslamiye ve hükümet-i Arabiye
hadis mûcibince tam istikâmetle gitmediği için tam nısf-ı yevm olan beş yüz küsur
senedeHAŞİYE
1 Hülagû hücumuyla hâtime verildi. Üç-dört asır zaman-ı fetretten sonra
2
âyetinin sırrına mazhar olan Osmanlı âdil padişahları hadis-i şerifteki
istikâmeti yerine getirmeye çalıştıklarından hadisin hükmüyle ümmet için bin
sene hilafet-i İslâmiyeyi ve şer-i şerif üzerinde giden hükümetin idamesine vasıta
oldular.
Hadisin ikinci ciheti ki de tahakkuk ediyor. Ve İstanbul'un
fethinden takriben yirmi sene evvel yine hilafet-i İslâmiyeye zemin ihzar ve tam umum
âlem-i İslâmın merkez-i hükümeti olacak bir vaziyet almaya ve müjde ve sena-i
Nebevîye mazhar olan Fatih'in vasıtasıyla İstanbul'un fethi tarihinden fetret
zamanını tayyedip, Abbasiler nereden bırakmışlarsa oradan başlayarak âlem-i
İslâmın bil-istihkak başına geçtiler. Yine hadis-i şerifin hükmüyle, eğer
istikâmetle gitse bin seneden ibaret bir gün, yoksa yarım gün devam edecek. İşte
aynen Abbasiler gibi tam yarım gün, yani beş yüz sene devam etti.
Bu Mucize-i Nebeviye pek parlak bir surette tezahür ediyor. İşte hilafet-i Arabiye tam istikâmete mazhar olmadığından yalnız yarım günü aldı. Osmanlı Devleti dahi tek başıyla ahirlerinde ecnebilerin ve münafıkların müdahaleleri yüzünden tam istikameti muhafaza edemediği için o da yarım gün olan beş yüz seneyi aldı. Bu iki kardeş olan iki unsurun ittihadlarından tam istikâmete mazhariyet sırrı vardır ki, bin sene olan bir günü tamam aldılar.
Sual: Rüya-yı sadıka vasıtasıyla veya hakiki keşif cihetiyle, Hz. Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (r.a.) gibi zevat-ı kudsiye cüz'i işlere dair âmi adamlarla da temas edebilirler ve bazı şeyleri haber veriyorlar. Nedendir ki bunların bir işaret-i gaybiyelerini gayet ehemmiyetle bin keşif ve binler rüya-yı sadıka kadar tutuyorsunuz, ehemmiyet veriyorsunuz?
Elcevap: Sekiz yüz ve bin üç yüz sene mesafede veraset-i Nübüvvet makamında âlem-i İslâmın istikbali nokta-i nazarında külli bir nazar o uzun mesafede görünen hadisatın elbette çok ehemmiyeti olacak. Dağ gibi bir büyüklüğü olacak ki o uzun mesafede ve o küllî nazarda âlem-i İslâmın menfaati nokta-i nazarında uzakta görünsün ve ona dikkat edilsin ve vücuda gelmeden evvel ondan haber verilsin. Rüya-yı sadıka ve keşif ise cüz'i ve hususidir. Vücuda geldikten sonra yakından bakmaktır. Elbette böyle keşif cihetinde ruhani temessül itibariyle yakından bakıldığı vakit zerreler dahi görünebilir. Adi adamlar da onların ruhani misalleri ile görüşebilirler. Ve gayet ehemmiyetsiz şeyler de medar-ı nazar olabilir.
Evet, bir aynada misalî güneşle münasebettar olmak ve sohbet etmek nerede, hakiki semadaki güneşle münasebettar olmak nerede? Aynadaki güneşi herkes eline alabilir. İltifatına mazhar olabilir. Konuşabilse belki konuşturabilir. Fakat semadaki güneşin iltifatını celbeden ve kendisi ile konuşturan kimse kamere çıkmalı, makamı kamerde olmalı veya kamer gibi bir vazife görmeli yoksa o Sultan-ı Semavinin haşmetli nazarı altında hiç görünmeyecek derecede gizlenecektir.
Risale-i Nur Şakirtleri namına
Kürt Bekir, Asım, Keçeci Mustafa, Mustafa, Ali, Süleyman Rüştü, Abdullah, Hüsrev, Refet, Süleyman, Sabri, Hulusi, Babacan Mehmet Ali, Mesud, Hüseyin, Galib, Hafız Ali, Küçük Lütfi, Zekai, Abdülbaki, Şamlı Hafız Tevfik, Yakub Cemal, vesaire...