![]() ![]() ![]() |
Birinci Şua - s.843 |
Ve o tarihten az sonra Mucizat-ı Ahmediye (a.s.m.) Risalesi ve Yirminci ve Yirmi Dördüncü Mektuplar gibi Risaletü'n-Nur'un en nuranî cüzleri meydan-ı intişara çıkmaları ve Kur'ân'ın kırk vecihle i'câzını ispat eden Mucizat-ı Kur'âniye risalesiyle haşre dair Onuncu Sözün ikisinin '42'de intişarları ve '46'da fevkalâde iştiharları aynı tarihte olması bir kuvvetli emaredir ki, bu âyet ona hususî bir iltifatı var.
Hem nasılki bu âyetler telif ve intişarına işaret ederler; öyle de, yalnız
kelimesi Risaletü'n-Nur'un ismine (şeddeli nun, bir nun sayılmak
cihetiyle) gayet cüz'î bir farkla tevafuk edip remzen bakar, kendine kabul eder.
Çünkü
kelimesi 951 ederek Risaletü'n-Nur'un makamı olan 948'e sırlı üç farkla
tevafuk noktasından bakar.
Birden hatıra geldi ki: Bu üç farkın sırrı ise Risaletü'n-Nur'un mertebesi
üçüncüde olmasıdır. Yani vahiy değil ve olamaz. Hem umumiyetle dahi ilham değil,
belki ekseriyetle Kur'ân'ın feyziyle ve medediyle kalbe gelen sünuhat ve istihracat-ı
Kur'âniyedir. Câ-yı dikkattir ki, birinci olan Sûre-i Mü'min'de
1
makam-ı cifrîsi, bazı mühim âyetler gibi 1370'e bakıyor. Acaba on beş-yirmi sene
sonra başka bir nur-u Kur'ân zuhur mu edecek, yahut Resâili'n-Nur'un bir inkişaf-ı
fevkalâde ile bir fütuhatı mı olacak, bilmediğimden o kapıyı açamıyorum.
YİRMİ BEŞİNCİ ÂYET
2
âyet-i kudsiyesidir. Bu âyetin mânâ-yı işârîsi, Resâili'n-Nur ile münasebeti
çok kuvvetlidir. Bir ciheti şudur ki:
Risaletü'n-Nurun ve şakirtlerinin mesleği, dört esas üzerine gidiyor.
Birincisi tefekkürdür; Hakîm ismine bakıyor.
Biri de şefkattir, hadsiz olan fakrını hissetmektir ki, Rahmân ve Rahîm isimlerine bakıyor.
Hem şu âyet nasılki Resâili'n-Nur'un telif ve tekemmül tarihine tevafukla parmak
basıyor; öyle de, kelimesiyle (vakıf mahalli olmadığından, tenvin, nun
sayılmak cihetiyle) makamı 547 olarak Sözlerin ikinci ve üçüncü ismi olan
Resâili'n-Nur ve Risale-i Nur'un adedi olan 548 veya 49'a, şeddeli nun, bir nun
sayılmak cihetiyle pek cüz'î ve sırlı bir veya iki farkla tevafuk ederek remzen ona
bakar, dairesine alır.
Hem in makam-ı cifrîsi, bir vecihle, yani tenvin, nun sayılsa ve
şeddeli iki
deki lâm-ı aslî hesap edilse,
telâffuzda olduğu gibi olsa,
1354 veya 5 eder. Ve diğer bir vecihte, yani tenvin sayılmazsa, 1304 eder. Üçüncü
vecihte, yani telâffuzda bulunmayan iki
hesaba girmezse, 1294 eder.
Birinci vecihte, tam tamına Resâili'n-Nur'un telifçe bir derece tekemmülü ve fevkalâde ehemmiyet kesb etmesi ve fırtınalara tutulması ve şakirtleri kudsî bir teselliye muhtaç oldukları Arabî tarihiyle, şu 1355 ve 54 tarihine, hem otuz bir adet Lem'alardan ibaret olan Otuz Birinci Mektubun telif zamanına, hem o mektubun Otuz Birinci Lem'asının vakt-i zuhuruna ve o lem'adan Birinci Şuânın telifine ve Şuânın yirmi dokuz makamında otuz üç adet âyâtın Risale-i Nur'a işaretleri istihraç edildiği hengâmına ve yirmi beşinci âyetin Risale-i Nur'a îmaları yazıldığı şu zamana, şu dakikaya, şu hale tam tamına tevafuku ise, Kur'ân'ın i'câz-ı mânevîsine yakışıyor, gayet lâtif ve müjdeli bir tevâfuktur.
İkinci vecihte, yani 1304 makamıyla, Risale-i Nur'un tercümanı, Risale-i Nur'un
basamakları olan mebâdi-i ulûma besmele-keş olduğu ve fütuhat-ı Nuriyede
besmelesini çektiği ve fâtiha-i hayat-ı ilmiyede okuduğu zamanına tam tamına
tevafukla parmak basıyor, arkasını sıvatıyor, "Haydi git, selâmetle
çalış" remzen diyor.
Üçüncü vecihte, yani 1293 veya 4 olan makam-ı cifrîsiyle, o tercümanın besmele-i hayat-ı dünyeviyesinin iptidasına tam tamına tevafuk sırrıyla îma eder ki, onun hayatı çok dehşetli dağdağaları ve fırtınaları görmek ve çekmekle beraber, daima Rahmân ve Rahîm isimlerinin mazharı olarak rahmetle muhafaza ve şefkatle terbiye edileceğini remzen mün'imâne haber veriyor. Bu suretle, Kur'ân'ın mânevî i'câzından ihbar-ı gaybî nev'inin bir şuâsını gösteriyor.
Birinci Şua - s.844
YİRMİ ALTINCI ÂYET
Sûre-i Hûd'da 3
âyetinin iki satır sonra gelen
4
âyetidir. Şu âyetin şeddeli
ve şeddeli
ve şeddeli
ikişer
sayılmak ve
deki
vakıfta olduğundan
olmak cihetiyle makam-ı cifrîsi 1352 olmakla, tam tamına
Resâili'n-Nur şakirtlerinin en meyusiyetli ve musibetli zamanları olan 1352 tarihine
tam tamına tevafukla, o acınacak hallerinde kudsî ve semâvî bir teselli, bir
beşarettir. Ve âyetin münasebet-i mâneviyesi bir iki risalede, yani Keramât-ı
Aleviyede ve Gavsiyede beyan edilmiştir.
deki
kelimesi
deki
kelimesine Kur'ân sayfasında tam müvâzi ve mukabil gelmesi,
bu tevafuka bir letafet daha katar. Bu âyetin küllî ve çok geniş mânâ-yı
kudsîsinin cüz'iyatından Risale-i Nur şakirtleri gibi teselliye çok muhtaç bir
cüz'îsi bu asırda 1352'de bulunduğuna tam tamına tevafukla işaret ederek başına
parmak basıyor.
Eğer kelimesinde vakfedilmezse ve
kelimesiyle raptedilse, o vakit
olmaz. Fakat
daha lâtif tesellikâr bir tevafuk olur. Çünkü
kaide-i nahviyece müptedâdır. 5
onun haberidir. Bu haber ise,
makam-ı cifrîsi olan 1349 adediyle, 1349 tarihinden beşaretle remzen haber verir. Ve o
tarihte bulunan Kur'ân hizmetkârlarından bir taifenin ashab-ı Cennet ve ehl-i saadet
olduğunu mânâ-yı işârîsiyle ve tevafuk-u cifrî ile ihbar eder ve bu tarihte
Risale-i Nur şakirtleri Kur'ân hesabına fevkalâde hizmetleri ve tenevvürleri ve çok
mühim risalelerin telifleri ve başlarına gelen şimdiki musibetin, düşmanları
tarafından ihzarâtı tezahür ettiğinden, elbette bu tarihe müteveccih ve işârî,
tesellikâr bir beşaret-i Kur'âniye en evvel onlara baktığını gösterir.
Evet de şeddeli
, bir
sayılmak cihetiyle
400, 600; 1000 eder. İki
100; bir
, iki
, bir
200; diğer
30, ikinci
10, iki
2, bir
3, bir
4, 49 eder
ki; yekûnu 1349 eder.
Bu müjde-i Kur'âniyenin binden bir veçhi bize teması, bin hazineden ziyade kıymettardır. Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rüya-yı sadıkadır. Şöyle ki:
Isparta'da başımıza gelen bu hadiseden bir ay evvel bir zâta, rüyada ona deniliyor ki, "Resâili'n-Nur şakirtleri imanla kabre girecekler, imansız vefat etmezler."
Biz o vakit o rüyaya çok sevindik. Demek o müjde, bu müjde-i Kur'âniyenin bir müjdecisi imiş.HAŞİYE
YİRMİ YEDİNCİ ÂYET
Sûre-i Saf'ta
dur. Bu âyetteki cümlesinin makam-ı cifrîsi, 1316 veya 7'dir. Ve bu tarih
ise, sabıkan yirmi birinci âyetin hâtimesinde zikredilen inkılâb-ı fikrî sadedinde,
Avrupa'nın bir müstemlekât nâzırı, Kur'ân'ın nurunu söndürmesine çalışması
tarihine ve Resâili'n-Nur Müellifi dahi ona karşı o inkılâb-ı fikrî sayesinde o
nuru parlatmaya çalışması aynı tarihe, hem yedi sûrede yedi defa
7
aynı tarihe, hem
8dahi
aynı tarihe, hem
9
dahi aynı tarihe, hem
10
dahi şeddeli
, bir
sayılmak ve tenvin sayılmamak cihetiyle aynı tarihe, hem
11
fermanı dahi aynı tarihe, hem
dahi aynı tarihe bil'ittifak muvafakatları elbette remizden, işaretten, delâletten
ziyade bir sarahattir ki, Risale-i Nur o nur-u İlâhînin bir lem'ası olacağını ve
düşmanları tarafından gelen şübehat zulümatını dağıtacağını mânâ-yı
işârîsiyle müjdeliyor. Hem bu cifrî ve müteaddit ve mânidar tevafuklar ise,
kuvvetli bir münasebet-i mânevîyeye istinad ederler.
Birinci Şua - s.845
Evet, Resâili'n-Nur'un 129 risaleleri, 129 elektrik lâmbalarının şişeleri misilli, Kur'ân nur-u âzamından uzanan tellerin başlarına takılıp o nuru neşrettikleri meydandadır. Risale-i Nur'un yarı ismi iki defa bu cümle-i âyette bulunmasıyla o münasebeti pek letafetlendiriyor.
YİRMİ SEKİZİNCİ ÂYET
Sûre-i Tevbe'de
âyetindeki cümlesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i mâneviyesiyle
beraber şeddeli lâm'lar, birer
ve şeddeli
asıl
kelimeden olduğundan, iki
sayılmak cihetiyle 1324 ederek, Avrupa zâlimleri devlet-i
İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir suikast plânı yaptıkları ve
ona karşı Türkiye hamiyetperverleri, hürriyeti '24'te ilânıyla o plânı akîm
bırakmaya çalıştıkları halde, maatteessüf, altı-yedi sene sonra, harb-i umumî
neticesinde yine o suikast niyetiyle, Sevr Muahedesinde Kur'ân'ın zararına gayet ağır
şeraitle kâfirâne fikirlerini yine icrâ etmek olan plânlarını akîm bırakmak için
Türk milliyetperverleri cumhuriyeti ilânla mukabeleye çalıştıkları tarihi olan
1324'e, tâ '34'te, tâ '54'te tam tamına tevâfukla, o herc ü merc içinde Kur'ân'ın
nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Resâili'n-Nur Müellifi '24'te ve
Resâili'n-Nur'un mukaddematı '34'te ve Resâili'n-Nur'un nuranî cüzleri ve fedakâr
şakirtleri '54'te mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor. Hattâ hakikat-i hali
bilmeyen bir kısım ehl-i siyaseti telâşa sevk ettiler ve bu itfâ suikastine karşı
tenvir vazifesini tam îfa ettiklerinden, bu âyetin mânâ-yı işârîsi cihetinde bir
medâr-ı nazarı olduklarına kuvvetli bir emaredir. Şimdi İslâmlar içinde nur-u
Kur'ân'a muhalif hâletlerin ekserîsi o suikastlerin ve Sevr Muahedesi gibi gaddarâne
muahedelerin vahim neticeleridir.
Eğer şeddeli dahi şeddeli lâm'lar gibi bir sayılsa, o vakit 1284 eder. O tarihte
Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeye niyet ederek on sene sonra
Rusları tahrik edip Rus'un '93 muharebe-i meş'umesiyle âlem-i İslâmın parlak nuruna
muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resâili'n-Nur şakirtleri yerinde Mevlâna
Halid'in (k.s.) şakirtleri o bulut zulümatını dağıttıklarından, bu âyet bu
cihette onların başlarına remzen parmak basıyor. Şimdi hatıra geldi ki, eğer
şeddeli lâm'lar ve
ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak
zatlar ise, Hazret-i Mehdînin şakirtleri olabilir. Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok
nuranî nükteleri var. 13
sırrıyla kısa kestik.
YİRMİ DOKUZUNCU ÂYET
Sûre-i İbrahim'in başında
âyetidir. Şu âyetin dört beş cümlesinde dört beş îma var. Mecmuu bir işaret hükmüne geçer.
Birincisi: cümlesi ifade eder ki: "Kitab-ı Mübîn
vasıtasıyla, on dördüncü asırdaki zulümattan, insanlar biiznillâh Kur'ân'dan
gelen bir nura çıkarlar." Bu meâl ve hususan nur lâfzı, Resâili'n-Nur'a
mutabık olduğu gibi, makam-ı cifrîsi şeddeli
, iki
olmak üzere 1338 veya 9 ederek,
harb-i umumî zulümatında telif edilen Resâili'n-Nur'un fâtihası olan İşârâtü'l-İ'câz
tefsiri, o zulmetler içindeki zuhuru tarihine tam tamına tevafuku ve âyetteki nur
kelimesi, Risale-i Nur'daki Nur lâfzına îma ile bakıyor.
İkincisi: cümlesi evvelki cümledeki Nuru târif ederek der: O nur Cenâb-ı
Hakkın izzet ve mahmudiyetini gösteren yoldur. Bu cümlenin makam-ı ebcedîsi 548 veya
50 olarak, Resâili'n-Nur'un şeddeli
, bir
olmak üzere adedi olan 548'e tam
tamına tevafuk eder. Eğer okunmayan iki elif sayılsa, mertebesine işaret eden
iki farkla yine tam tamına tevafuk eder. Bu îmayı teyid eden, hem letafetlendiren bir
münasebet var. Şöyle ki:
Âlem-i İslâm için en dehşetli asır, altıncı asır ile Hülâgû fitnesi ve on üçüncü asrın âhiri ve on dördüncü asır ile harb-i umumî fitneleri ve neticeleri olduğu münasebetiyle, bu cümle makam-ı ebcedî ile altıncı asra ve evvelki cümle gibi
kelimeleri ile bu asra, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid devirlerine îma eder.
Hem, sabık âyetlerde ise, Resâili'n-Nur'un ikinci ismine tevafukla işaret eden umum o âyetler, dehşetli asır olan Hülâgû ve Cengiz asrına dahi îma ederler. Hattâ o âyetlerin hem o asra,