![]() ![]() ![]() |
On Beşinci Şua - s.1134 |
burcunda bir güneş gibi tulû etti. Zemini gayet muntazam ve selâmetli bir gemi ve
zîhayatları rızıklarıyla beraber içinde doldurmuş, kâinat denizinde çok hikmetler
ve menfaatler için seyahatla güneş etrafında gezdirip mevsimlerin mahsulâtını erzak
isteyenlere getirir ve "Sevr" ve "Hût" namlarında iki meleği o
sefineye kaptan yapılmış, gayet güzel ve muhteşem memleket-i Rabbâniyede Hâlık-ı
Zülcelâlin mahlûkat ve misafirlerini keyiflendirmek için gezdiriyor. Ve onunla, 1 hakikatini gösterir,
Hâlıkını bu ismin cilvesiyle tanıttırır diye anladı. Bütün ruh u canıyla 2
dedi,
taifesine girdi.
O seyyahın, âlemlerdeki seyahatinde gördüğü nümunelerden ikinci nümunesi: O
seyyah, küre-i arz gemisinden çıkıp hayvanât ve insanlar âlemine girdi. Dinden ruh
almayan hikmet-i tabiiye gözlüğü ile o âleme baktı, gördü ki: O hadsiz
zîhayatların hadsiz ihtiyaçları ve onları inciten ve hırpalayan hadsiz muzır
düşmanları ve merhametsiz hadiseleri varken, o ihtiyaçlara karşı sermayeleri binden,
belki yüz binden ancak bir olabilir. Ve o muzır şeylere mukabil iktidarları, milyondan
ancak birdir. Bu çok dehşetli ve acınacak vaziyette, rikkat-i cinsiye ve şefkat-i
neviye ve akıl alâkadarlığıyla onların haline o derece acıdı ve mahzun ve me'yus
ve cehennem azabı gibi elemler alırken ve o perişan âleme girdiğine bin pişman
olurken, birden hikmet-i Kur'âniye imdadına yetişti, dürbününü verdi.
"Bak" dedi. Baktı, gördü ki:
tecellîsiyle Rahmân, Rahîm, Rezzâk, Mün'im, Kerîm, Hafîz gibi çok esmâ-i
İlâhiyenin her biri, birer güneş gibi.
gibi âyetlerin burçlarında tulû ettiler. O insan ve hayvan dünyasını rahmetle, ihsanla doldurup bir nevi muvakkat cennete çevirdiler. Ve bu şâyân-ı temâşâ, güzel, ibretli misafirhanenin Mihmandar-ı Kerîmini tam bildirdiklerini bildi, "Bin kere elhamdü lillâhi Rabbi'l-Âlemîn" dedi.
Seyahatındaki yüzer müşahedatından üçüncü nümunesi: Hâlıkını, isimlerinin ve sıfatlarının tecellî ve cilveleriyle tanımak isteyen dünya seyyahı, akıl ve hayâline dedi ki: "Haydi, ruhlar ve melekler gibi biz dahi cesedimizi yerde bırakıp göklere çıkacağız. Hâlıkımızı semavattakilerden soracağız."
Ruh hayale ve akıl fikre bindiler, semaya çıktılar. Kozmoğrafya fennini
kendilerine rehber ettiler. Dini dinlemeyen bir felsefe nazarıyla
cereyanıyla baktılar. Gördü ki: Küre-i arzdan bin defa büyük, top güllesinden yüz
defa çabuk hareket edenler içlerinde bulunan binler kütleler, ateş saçan yıldızlar;
şuursuz, câmid, serseri gibi birbiri içinde sür'atle gezerler. Bir dakika bir
tesadüfle biri yolunu şaşırsa, o boş ve hudutsuz ve hadsiz, nihayetsiz âlemde bir
şuursuz küreyle çarpmak suretinde kıyamet gibi bir hercümerce sebep olur.
O seyyah, hangi tarafa baktıysa, dehşet ve vahşet ve hayret ve korkmak aldı, göğe
çıktığına bin pişman oldu. Akıl ve hayal, bütün bütün bozuldular. "Bizim
vazifemiz güzel hakikatleri görmek ve göstermek iken, böyle cehennem gibi çirkin ve
azaplı mânâları bilmek, müşahede etmek vazifesinden istifa ediyoruz ve
istemiyoruz" derken, birden 7
tecellisiyle "Hâlıku's-Semâvâti ve'l-Arz" ve "Musahhırü'ş-Şemsi
ve'l-Kamer" ve "Rabbû'l-Âlemîn" gibi çok isimler, her biri
birer güneş gibi.
ve
ve
gibi âyetlerin burçlarında tulû ettiler. Bütün semavatı nurla, meleklerle doldurdular, bir büyük
On Beşinci Şua - s.1135
camiye ve mescide ve ordugâha çevirdiler. O seyyah 11 cereyanına girdi.
Dâllînden, 12
den kurtuldu. Birden, cennet gibi muntazam, güzel, muhteşem bir memleket gördü. Her
tarafta Hâlık-ı Zülcelâli bildiriyorlar bir vaziyeti müşahedesiyle, akıl ve
hayalin kıymetleri ve vazifeleri bin derece terakki etti.
İşte o seyyahın kâinattaki seyahatinin yüzer nümunesinden bu mezkûr üç nümuneye kıyasen sâir müşahedatını ve isimlerin cilveleriyle Vâcibü'l-Vücudun marifetini Risale-i Nur'a havale edip, bu pek kısa işarete iktifaen, bu pek uzun kıssayı kısa keserek Hâlıkımızı bildiren kudsî sıfatlardan ve sıfât-ı seb'asından yalnız ilim ve irade ve kudret gibi üç mühim sıfatların eserleriyle, tecellîleriyle ve tahakkuklarının hüccetleriyle Kâinat Hâlıkını tanımaya, o dünya seyyahı gibi gayet kısa işaretlerle çalışacağız. Tafsilâtını Risale-i Nur'a havale ederiz.
İşte, Arabî Hizb-i Nurî'nin Hülâsatü'l-Hülâsasından daimî, tefekkürî bir virdim ve Allahu Ekber cümlesinin otuz üç mertebesinden üç mertebeyi beyan eden bu gelen Arabî fıkranın bir nevi tercümesi içinde kısa işaretlerle, ulema-i ilm-i kelâmı ve akîde ulemasını pekçok meşgul eden ilim ve irade ve kudret-i İlâhiyenin kâinattaki cilveleriyle, onları aynelyakîn iman ile tasdik ve onlarla Vâcibü'l-Vücudun bedahetle mevcudiyetine ve vahdâniyetine ilmelyakîn tasdikle tam iman etmeye yol açan bu Arabî fıkradır:
Gayet kısa bir nevi tercümesi içinde ilm-i İlâhîye, bu pek ehemmiyetli hakikat-ı imaniyeye kısacık işaretler edip tafsilâtını Risale-i Nura havale ile deriz:HAŞİYE 1
Evet, nasıl ki, rahmet, rızk-ı acâibiyle güneş gibi kendini gösterip perde-i gaybda bir Rahmân-ı Rahîmi kat'iyetle ispat ediyor; öyle de, yüzer âyât-ı Kur'âniyede
On Beşinci Şua - s.1136
mevki alan ve kudsî yedi sıfattan bir cihette en birincisi olan ilim dahi, nizam ve mizanın hikmetleri ve meyveleriyle güneş ziyası misilli kendini gösterdiği gibi, bir Alîm-i Küll-i Şeyin mevcudiyetini kat'iyetle bildirir. Evet, insanın şuuruna, ilmine delâlet eden düzgün, ölçülü san'atı ile insanın Hâlıkının ilmine, hikmetine delâlet eden hüsn-ü hilkat-ı insan muvazenesi, aynen yıldız böceğinin gecedeki ışığının lem'acığının, gündüzde güneşin ihâtalı ziyasına nisbeti gibidir.
Şimdi ilm-i İlâhînin delillerini beyan etmeden evvel, o kudsî sıfatın kâinatın envâındaki tecellîleriyle Zât-ı Akdesi pek zâhir bir tarzda göstermesine delâlet ve şehadet eden Mirac-ı Muhammedî (a.s.m.) gecesinde huzur ve hitab-ı İlâhîye mazhar olduğu zaman, birden
diyerek, bütün zîhayat ve envâ-ı mahlûkat namına bir mebus ve elçi olmasından, bütün onların sıfat-ı ilmin cilveleriyle Rablerini bildirdikleri tarzda, selâm yerinde, umum zîşuur bedeline, Hâlikına umum zîhayatın hediyelerini takdim eder.
Yani, dört kelimeler ile umum zîhayatın dört taifesinin ezelî, ebedî ilmin cilveleriyle Allâmü'l-Guyûba karşı tahiyyelerini, tebriklerini, ubudiyetlerini, güzel marifetlerini gösterdiğinden, bu kudsî mükâleme-i Miraciyeyi geniş mânâsıyla okumak, teşehhüdde umum İslâmın farz bir vazifesi olmuş. O kudsî mükâlemenin izahatını Risale-i Nur'a havale edip, gayet kısa dört işaretle bir mânâsını beyan edeceğiz.
Birincisi: dır. Kısacık meâli şudur: Nasıl bir usta, pek harika bir
makineyi derin ilmi ve mucizekâr zekâsıyla yapsa, o acip makineyi gören herkes, o
ustayı takdirkârâne tebrik edip alkışlar ve tahsinkârâne medihlerle ve ihsanlarla
ona maddî, mânevî hediyeler, tahiyyeler verir; o makine dahi, o ustanın istediği
tarzda, tam tamına, gayet mükemmel olarak arzularını ve harika ince san'atını ve
maharet-i ilmiyesini göstermesiyle, kendi ustasını lisan-ı hal ile alkışlar, tebrik
eder, mânevî tahiyyeler, hediyeler verir. Aynen öyle de, kâinatta bütün zîhayat
taifeleri, herbiri ve herbir ferdi, her tarafı mucizeli birer harika makinedir ki,
ustasının, herşeyin herşeyle münasebetini gören ve herşeyin hayatına lâzım
bütün şeyleri görüp tam yerinde ona yetiştiren ihâtalı ilminin derin ve ince
cilveleriyle kendini tanıttıran Sâni-i Zülcelâlini, hayatlarının lisan-ı
halleriyle, ins ve cin ve melek olan zîşuurların kal dilleri gibi tahiyyelerle
alkışlar ve tebriklerle
derler. Ve hayatlarının fiyatını, doğrudan doğruya
bütün mahlûkatı bütün ahvâliyle bilen Hâlıklarına ubudiyetkârâne takdim
ediyorlar ki, Miraç Gecesinde, bütün zîhayat namına Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm, Vâcibü'l-Vücudun huzurunda, selâm yerinde
deyip, bütün zîhayat
taifelerinin tahiyye ve hediye ve mânevî selâmlarını takdim etmiş.
Evet, âdi bir muntazam makine, intizam ve mizanlı heyetiyle, şeksiz, bir mâhir ve dikkatli ustayı gösterdiği gibi, kâinatı dolduran hadsiz zîhayat makineler de, herbirisi binbir mucizat-ı ilmiyeyi gösteriyorlar. Elbette yıldız böceğinin ışığına nisbeten güneşin ziyası derecesinde ilmin cilveleriyle o zîhayatlar, usta ve sermedî sanatkârlarının vücub-u vücuduna ve mâbudiyetine pek parlak şehadet ederler.
İkinci kudsî kelime-i miraciye: dür. Madem hadisçe namaz,
mü'minin miracıdır ve Mirac-ı Ekberin cilvesine mazhardır. Ve madem dünya seyyahı,
her âlemde, ilim sıfatıyla Allâmü'l-Guyûb Hâlıkını bulmuş. Biz dahi o seyyahla
beraber, mübareklerin ve görenlere "Bârekâllah" dedirtenlerin ve
nün
geniş âlemine girip bütün zîruhun mâsum, mübarek yavrularını ve bütün
zihayatın mukadderat ve programlarının kutucukları olan tohum ve çekirdekleri başta
olarak o mübarekât âlemini temâşâ ve mütalâa ile kudsî sıfat-ı ilmin
mucizatlı, ince cilveleriyle Hâlıkımızı ilmelyakîn ile bilmeye o seyyah gibi
çalışacağız.
Evet, gözümüzle görüyoruz ki, bütün o mâsum yavrucuklar ve o mübarek mahzencikler, sandıkçılar; bir Alîm-i Hakîmin ilmiyle hem umumu, hem herbir ferdi, birden bir uyanmak ve gaye-i hilkatine yürümek için bir hareket alırlar. Hakikat nazarıyla bakanlara bin bârekâllah, yüz bin mâşâallah dedirtirler.
Evet, meselâ nutfeler, yumurtalar, tohumlar, çekirdekler, herbiri birden ilimden gelen bir ince nizam ve o nizam, maharetten gelen tam bir mizan içinde; o mizan, yeni bir tanzim, o ise taze bir ölçü ve tevzin içinde; o dahi bir temyiz ve terbiye ve müteşabih emsalinden kasdî fârika alâmetleri içinde; o da, san'atlı bir tezyin ve süslemek içinde; bu dahi hakîmâne, lâyık, mükemmel cihazat ve tasvir içinde; bu ise kerîmâne, rızık isteyenlerin zevklerini memnun etmek için,