Sirâcü'n-Nûr - s.2295

Elbette mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyasete karışmayan dindarlara da, o prensip hükmüyle ilişmez ve ilişmemeli. Kastamonu'da sekiz sene nezaret ve tarassud altındaki hayatım, zabıta ve adliyenin tasdikiyle sabitir ki, şimdi bana ilişenler, hükûmet-i cumhuriyenin prensibi ile ve kanunu ile değil, belki evham ve garaz yüzünden, habbeyi kubbe yaptılar. Evet, vehim ve inat ile bir habbeyi, bir dağ gibi gösterdiklerinin çok emarelerinden iki-üçünü müsaadenizle beyan ediyorum:

Birisi: On beş sene evvel bana hizmet eden ve Eskişehir Mahkemesinde beraatinden sonra, daha hayatından dahi haberim olmayan bazı zatları ve hiç görmediğim ve bir mektupta, çabuk Kur'ân okumuş ve imânî risaleleri yazıyor diye hoşuma gitmiş; ben de mâşâallah, bârekallah dediğim on iki-on üç yaşlarında tahmin ettiğim bazı çocukları ve Eskişehir Mahkemesinde bahsi geçen, fakat ehemmiyet verilmeyen bir kısım eski mektuplarım yüzünden, bazı rençber ve esnafları ellerine kelepçe vurup, benim şimdiki mevhum suçumun şerikleri olarak taht-ı tevkife alınmalarıdır.

İkincisi: Kastamonu Adliyesi ve Zabıtası gayet dikkatli bir aramada, bütün kitaplarımı ve mektuplarımı ve gizli eşyamı aldıkları halde, beni değil tevkif, belki kitaplarımı ve eşyamı taahhüdlerine binaen bana iade edeceklerini beklerken, birden Isparta müddeiumumisinin tevkif iş'arı üzerine, adliyedeki emanetlerimi almadan sevk edildim. Isparta'da gayr-ı mevkuf olarak bir sual-cevap beklerken, en müthiş bir câni gibi tecrid-i mutlak içinde, gayet âdi bir bahane ile, yani, bir jandarmanın akşam namazını yol üstünde, camiin dışında kazaya kalmamak için müsaade etmesi bahanesiyle, öyle bir sıkıntı o müdde-i umuminin emriyle verildi ki, ifadeye gittiğim vakit hem benim, hem masum biçare arkadaşlarıma yolda ve şimendifer içinde kelepçe vurmalarıdır.

O risale ile isim müşabeheti bulunan ve sırf imânî olan Yedinci Şua eski harfler ile tab' edilmesi sebebiyle, o Yedinci 'yi bu Beşinci Şua tevehhüm edip, yirmi senelik Risale-i Nur eczalarını ve on beş seneden beri yazılan ve ele geçen mektupları, ne mürûr-u zamanı ve ne de af kanunlarını ve ne de Eskişehir Mahkemesinin tebrie ve tahliye ve tasfiyesini nazara almayarak, öyle lüzumsuz ve manasız sualler ve verdikleri yanlış manalarla Isparta müdde-i umumisi muahazeye çalıştı.

Ezcümle: Yirmi sene evvel, bir rivayete binâen demiştim: "Dehşetli Süfyan İstanbul'da ölecek. Dikilitaş'ta şeytan bağıracak ve dünyaya işittirecek, yani radyo ile, öldü diye ilan edilecek." İşte bu cümledeki "diye" kelimesini müddeiumumi okumadı ve itiraz etti. "Sen öldü diyorsun" dedi. Ben de dedim: "diye" kelimesi var; sonra sustu.

Daha çok emareler var ki, bana karşı bir habbeyi, evham ve garaz yüzünden yüz kubbe yapılmış. Hatta en acibi şudur ki, hiçbir şey bulamadıklarından, Eskişehir Mahkemesinden beraat kazandığımız, "Tarikatçılık ve cemiyetçilik ve dini hissiyatı âlet etmek, emniyet-i dahiliyeye zarar vermek" ihtimali ve imkânı gibi, eski nakaratı tazelemek ve yüz elli sayfalık müdafaatım ile gayet kat'i reddedilen o asılsız bahaneler ile bizi muahaze etmeleridir. Ben, bütün o asılsız bahanelere karşı derim:

Eğer bu sekiz sene bana dikkatle bakan ve ilişmeyen Kastamonu hükûmetini ve dokuz sene evvel, bir-iki risalenin, bir-iki mes'elesiyle yalnız bir sene ceza verebilen, başkasına ilişmeyen Eskişehir Mahkemesini ve bir sene evvel Risale-i Nur'un bütün cezalarını üç ay tetkikten sonra aynen iade eden Isparta Adliyesini itham edebilirlerse ve şimdi benim münasebetimle tevkif olunanların münasebetleri derecesinde, benimle ve Risale-i Nurla münasebetleri bulunan ve bu milletin ruhen en mübarek ve bir cihette ve keyfiyetçe ekseriyet teşkil eden o hadsiz ve zararsız mütedeyyin zatları mahkemeye sokabilirlerse, o vehham mu'terizler, Risale-i Nurun bu yeni mes'elesini, muannid ve hakkımda evhamlı Isparta müdde-i umumisi gibi, inceden inceye tetkike çalışıp, "o yirmi sene mahsûlünü birden bu senenin mahsûlüdür, hiç af kanununa rast gelmemiş" diye, bizleri onunla itham ederek, mahkemeye verebilirler.

Yoksa, koca bir milletin hatırı olan adâlet ve hak ve kanunu, bazı şahısların hatırı için kırmakla, en ziyade bîtaraf ve hiç tesirat-ı hariciye altına girmeyen ve padişahları âdi adamlar sırasında önünde diz çöktüren mahiyet-i adalet, onları dairesinin haricine atacak. Ben, Denizli Mahkemesine teslim olmuşum. Onu, hakkımda bir adâlet dairesi bilmek ve görmek, Hâlık'ımın rahmetinden beklerim.

Mâdem şimdi hayatım Denizli Mahkemesiyle alâkadardır. Elbette sıhhatim dahi ona bakar. Ben hastalığım için şefkatli bir hekim istedim, bekledim. Gelmeden, burada doktorların heyetine yazdığım istirhamnâmeyi, şimdi benim bir resmî merciim mahkemenin hâkimlerine suretini takdim ediyorum. Doktorlara hitaben yazmıştım ki:

Siz, hekim olmak haysiyetiyle şefkat etmek sizin meslekçe ehemmiyetli bir seciyeniz olması (1) ve hakikat-ı mevti ve ölüm mahiyetini her taifeden


Sirâcü'n-Nûr - s.2296

ziyade sizin bilmenizin lüzûmu (2) ve küçük bir kâinat hükmünde olan insanın teşrihatındaki hikmet-i Rabbaniye her meslekten ziyade mesleğinizde medar-ı nazar bulunması (3) nokta-i nazarda, müddeiumumiden evvel bizimle alâkanız var. Çünkü, bu meselemizde bütün vatanı alâkadar edecek olan Risale-i Nura bir nev'i taarruz var.

Risale-i Nur ise, ism-i Hakîm ve ism-i Rahim'e mazhar olduğu için, en ehemmiyetli bir esası da şefkat olduğundan, büyük bir mânevi doktordur. Ve her gün nev-i beşerde otuz bin cenaze ile "ölüm haktır" diye imza edilen hakikat-ı mevtin tılsımını ve dehşetli ölümün sevimli muammasını açarak, sırr-ı Kur'an ile ölümü, yüzbinler adam hakkında idam-ı ebedî mahiyetinden çıkarıp terhis tezkeresine çeviren ve ehl-i iman hakkında ölüm, terhis tezkeresi olduğunu o derece kat'i ispat etmiş ve hakiki teselli vermiş ki, yirmi seneye yakındır zındıklara, maddiyunlara, tabiiyyunlara meydan okuduğu halde, hiçbir filozof, hiçbir meselesini cerh edememiş olan Risale-i Nuru müdafaaya mecbur olduğumdan ve sıhhatim birkaç vecihle muhtel olmasından, nazar-ı şefkatinizi ciddi bir surette rica ediyorum. Çünkü:

Ben, on sekiz senedir, bir içtimaî hastalık sebebiyle haps-i münferid hükmünde münzevî yalnız yaşamışım ve yirmi senedir yine içtimaî bir manevi rahatsızlık cihetiyle, hiçbir gazeteyi ne okudum ve ne dinledim ve ne de merak ettim. Ve yine ehemmiyetli bir maraz-ı içtimaî cihetiyle, şimdi iki sene ve iki aydır zemin yüzündeki harblerden ve hâdiselerden hiçbir haber almadım ve merak etmedim ve sormadım. Halbuki ben, Risale-i Nur itibarıyla binler adam kadar alâkadarım.

Sâniyen: Gerçi ben, on sekiz sene haps-i münferid hükmünde yalnız bir odada yaşamışım. Fakat menzilim, bu haps-i münferid gibi dar, rutubetli, ufunetli, manzarasız, güneşsiz değildi; teneffüs ederdim. Bir-iki dostum ile görüşürdüm. Hem şimdi ihtiyarım, yetmiş yaşındayım. Hem zayıfım, iyi bir hizmetçiye ihtiyacım var. Hem kırk elli senelik bir kulunç illetine müptelayım. Soğuğa dayanamıyorum. Bu geçen Ramazan'da yalnız iki ekmek yiyebildim. Onun için benim sıhhatimin muhafazası, bu ağır şerait altında, vazifenize ve hizmetinize bakar. Benim ehemmiyetsiz şahsım, şahsım itibarıyla sıhhatim dahi ehemmiyetsizdir. Fakat mâdem zararsız bir surette, hem vatana hem millete, hem idareye, hem âsâyişe, hem inzibata büyük faydaları tahakkuk eden ve yüz bin adamlar, onunla imanlarını tehlikelerden kurtaran ve yüz otuz risale, binler nüshalarıyla nâşir-i efkârı bulunan ve dünya cereyanlarından hiçbir cereyanla alâkası bulunmayan ve siyasetten bil-külliye tecerrüd eden ve asılsız bir evham yüzünden, bir seneden beri aleyhine hücûm planı çevrilen imânî ve Kur'ânî ve sırf uhrevî bir tâife-i azimenin müdafaası ve evhamın zararından kurtulması, benim sıhhatim ile ve i'tidal-i demimle bağlanmış.

Elbette siz, binler masum şâkirdlerin hayır dualarını kazanmak niyetiyle, sıhhatimin şeraitine ciddiyetle bakarsınız. "Tevkif altına alınmış bir müttehem adamın sıhhati ne ehemmiyeti var" diye yalnız resmi baksanız, hekimlikteki hikmet ve şefkat ve insaniyet incinecektir. Benim de şimdiki insanlardan ümidim kesilecek.

Hayli ihtiyar, çoktan hasta ve çok zayıf ve cidden tam müteessir mevkuf Said Nursî


Efendiler, Hâkimler!

Çok geniş, Risale-i Nura ait, Isparta müddeiumumisinin hem mükerrer, hem intizamsız, hem muhtelif, hem çok suallerine karşı benim de Risale-i Nuru müdafaa mecburiyetiyle böyle intizamsız ve parça parça ve bazen mükerrer ifadelerime, nazar-ı müsamaha ile bakmanızı rica ederim.

Risale-i Nur'un kıymetini gösteren bazı hususi mahrem risaleler -ki, Kerâmet-i Aleviye ve Kerâmet-i Gavsiye ve İşârât-ı Kur'aniye risaleleridir- elinize geçmek ihtimaliyle derim:

Bu mahkemenin, Risale-i Nur'a itiraz ve tenkit değil, onu müdafaa etmek bir vazifesi olduğunu iddia ediyorum. Evet, vahdet-i mesele cihetiyle, o mezkur üç mahrem risaleler, yüzer işârâtıyla Risale-i Nuru tasdik ve hakkaniyetine imza basıyorlar. Bir davada bu kadar emareler şehâdet ettikleri halde, o dava çürütülmez.

Risale-i Nurun arkasında otuz üç âyât-ı Kur'aniye işârâtı ve Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahu Anh'ın üç kerâmât-ı gaybiye ile ihbârâtı ve Gavs-ı A'zâm'ın sarahate yakın şehâdeti var. Ona hücûm, bunlara hücûmdur.

Evet, mâdem ölüm öldürülmemiş ve kabir kapısı kapanmıyor ve hayat-ı dünyeviye süratle hiçliğe gidiyor; elbette Risale-i Nur gibi kudsî ve kat'î bir esere eşedd-i ihtiyaç vardır.


Sirâcü'n-Nûr - s.2297

Bu fıkra dahi müsveddeye girdi, daha çıkarmadık. Hapisteki kardeşlerime yazdığım bir mektuptur.

Sorgu hâkimi beni isticvab için çağırdığı gün, ben kardeşlerimi nasıl müdafaa edeyim diye düşünürken, İmam-ı Gazâlî'nin Hizbü'l-Masun'unu açtım. Birden bu gelen ayetler nazarıma göründü:

1

2

3...4

Baktım ki; birinci ayet, (şeddeler sayılsa ve meddeler sayılmazsa daki "vav" dahi meddedir) makam-ı cifrisi ve ebcedisi 1362 eder ki, tam tamına bu senenin Hicrî aynı tarihine ve bizim mümin kardeşlerimizi müdafaaya azmettiğimiz aynı zamanına, hem mânası, hem makamı tevafuk ediyor. Elhamdülillah dedim. Benim müdafaama ihtiyaç bırakmıyor. Sonra hatırıma geldi ki, "Netice ne olacak?" diye merak ettim, gördüm: deki iki cümle (tenvin sayılmak şartıyla) makam-ı cifrisi aynen 1362, eğer bir madde sayılmazsa 1363 eder. (Eğer o medde dahi sayılsa) tam tamına hıfz-ı İlâhî'ye pek çok muhtaç olduğumuz bu zamana ve bu senenin ve gelecek senenin Hicrî aynı tarihine tevafuk ederek, bir seneden beri büyük bir dairede ve geniş bir sahada, aleyhimize ihzar edilen dehşetli bir hücûm karşısında, mahfuziyetimize teminat ile teselli veriyor.

Risale-i Nurun bu hadisede daha parlak fütuhatı memurîn dairelerinde bulunmasından, şimdiki muvakkat tevkif bizi meyus etmez ve etmemeli. Ve Âyetü'l-Kübrâ'nın tab'ı sebebiyle müsaderesi, onun parlak makamına ve nazar-ı dikkati her taraftan ona celbetmesine bir ilânnâme telâkki ediyorum. 5 en güzel bir düstur-u tesellidir.

Bu teslimiyetle beraber, gayet kuvvetli bir tesanüde ve birbirinin kusuruna bakmamaya ve Risale-i Nura karşı alâkayı gevşetmek değil, belki daha ziyade kuvvetleştirmeye şiddetle ihtiyacımız var.

Ben görüyorum, bize hücum edenler en ziyade tesanüdümüzü bozmak istiyorlar ve en ziyade bana karşı ihanet derecesinde hürmeti kırmaya çalışıyorlar. Güya Risale-i Nura karşı hürmet, benden ileri geliyor. Beni kırmakla, o kırılır diye, divaneliklerinden zannediyorlar. Hem şiddetli bir surette konuşmaktan beni men ediyorlar. Tâ ki, hakikat-ı mesele anlaşılmasın ve Risale-i Nur sussun.

O bedbahtlar bilmiyorlar ki, benim zayıf dilimin susmasıyla, etrafta binler kardeşlerimin kuvvetli dilleri ve Risale-i Nurun memlekette intişar eden binler nüshalarının parlak lisanları konuşuyorlar. Ve susmazlar ve susturulmazlar.

Biz, onların bütün tazyik ve sıkıntı vermelerine karşı, imân-ı tahkiki kuvvetiyle ve sırrıyla kabre iman ile girmek ve şirket-i mâneviye ile her birimiz, yüzer lisanla dua ve tesbihat ve â'mâl-i saliha yapmak olan iki kudsî ve cihandeğer kıymetli ve medar-ı sürûr kazancımızla mukabele edip, geçmiş zahmetlerin sevaplarını ve mânevi lezzetlerini ve gelecek meşakkatlerin hazırda yokluğunu düşünerek, yalnız hazır saatteki musibete karşı, sabır içinde şükretmeliyiz.

Madem ben, sizin elemlerinizle de müteellimim ve sizden pek çok ziyade tazyike maruz olduğum halde, sabır ve tahammül ediyorum. Elbette sizler benim tesellilerime ihtiyacınız çok olmaz diye, çok teselli yazmıyorum.

Said Nursî


[Emniyet müdürü, müddeiumumi ile beraber, hapiste yanıma geldikleri vakit, bu mektubu verdim. O da valiye vermiş.]

Emniyet dairesindeki heyet-i zabıtaya bir maruzatımdır.

Efendiler! Benim başıma evham yüzünden gelen hadiseyle, heyet-i zâbıta emniyet-i dahiliye cihetiyle çok alâkadardır diye, size de bir hakikatı beyan edeceğim. Çünkü hem Kastamonu'da, hem Ankara'da, hem Isparta'da taharri memurları ve komiserler bizim esrarımızı anlamak için çok temas ettiler. Kastamonu zâbıtası bildi ki, biz zâbıta vazifesine endişe vermek değil, belki yardım ediyoruz. Ve Isparta zâbıtası dahi, müteaddit temasında bizi ve Risale-i Nur'u ve şakirtlerini, asayiş ve inzibat cihetinde yardımcı ve dost görmeye başladılar. Hatta en mahrem esrarımızı ki, Isparta müddeiumumisi dinlemesinden telaş ettiği halde, bilâ-tereddüt Isparta zâbıtasına verecektim. Ve benimle gelecek sivil komiserler ile gönderecektim. Fakat beni kelepçelediler. Onlar da gelmediler. Ben de, gönderemedim.