Sirâcü'n-Nûr - s.2301

Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam ferman etmiş ki: gibi daha çok var." Onlar bu cevaptan sonra susmuşlar... Demek işârât-ı Kur'âniyenin cifir ile münasebeti var.

Mâdem Kur'an'ın işârâtı çok tarzlarda, çok cihetlerle oluyor ve var ve muhakkaktır. Ve belağat noktasında, işârâtıyla çok hakâiki ve ahkâmı ifade ediyor. Hadsiz tefsirler ve muhtelif on iki mezhep, onun işâratını nazara almışlar.

Elbette muntazam kaideleri bulunan ve riyazî hesap nev'inde işârât ile gaybî haberleri, Onun icâzının yüksek makamına yakışıyor ve Risale-i Nur'un mahrem cüzleri, o işârâtı kaydetmesiyle, hem Kur'ân'a hizmet, hem Risale-i Nur Kur'ân'ın bir hakiki ve manevi bir mucizesi olduğunu ispat etmek cihetiyle ehl-i vukufun takdirine layıktır.

Hem, bir dâvâya, bin emare hükmünde bin işârât bulunsa, o dâvâ sarahat-ı kat'iye derecesinde sübût bulur. Ve o istihraçlara Risale-i Nur'un verdiği ehemmiyet ise, "ihtilal-i rûhiye"den değil, belki tam bir "inkişaf-ı ruhiye"nin eseri olabilir.

Bir de cezbeye bir emare, kendimi bir mezar taşı gördüğüm beyan edilmiş. Ben bu muhterem zatların acelelik ile verdikleri hükümlerine, otuz sene evvel söylediğim bu fıkrayı tekrar ediyorum:

Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde Said'den altmış dokuz emvat bâ-âsâm âlâmâ
Yetmişinci olmuştur o mezara, bir mezartaş; beraber ağlıyor hüsrân-ı İslâma
Ümidim var ki, istikbal semâvâtı, zemin-i Asya, bâhem olur teslim yed-i beyzâ-i İslâma
Zira, yemin-i yümn-ü imândır; verir emn-i emân-ü emniyeti enâma.

Hem cezbeye bir emare olarak, kedisinin "Ya Rahim" dediğini işitmesini beyan etmişler. Buna cevaben lâtif bir vak'ayı beyan ediyorum: Bir vakit, "Kedilere niçin mübarek denilmiş? Halbuki insana karşı sadâkâtı yok, bir canavar görünüyorlar" dediğimin gecesinde, kedi yavrusundan birisi yastığıma gelip, ağzını kulağıma yapıştırıp: "Ya Rahim, ya Rahim" deyip taifesine karşı tahkirimi yüzüme vurdu. Mânen: "Biz her iyiliği Rahim'den biliyoruz. İt gibi esbaba perestiş etmiyoruz. Onun için bize mübarek, onlara pis denilmiş" diye, hatırıma geldi. Sabahleyin bana hizmet eden Hâfız Tevfik, Süleyman, Abdullah Çavuş, merhum Hâfız Ahmed ve merhum Mustafa Çavuş gibi daha başkaları yanıma geldiler. Vak'ayı söyledim. Abdurrahîm namını alan bir yaşındaki o kediyi okşadım. Onlar aynen benim gibi "Ya Rahîm, ya Rahîm" dediğini Abdurrahim'den işittiler. Sonra başka kedilere baktık. Onların da "mırmırları" dikkat ile dinlenilse "ya Rahîm"dir; fakat Abdurrahim gibi sarih değildirler.

Yalnız bir noktada Risale-i Nura bir haksızlık olduğu cihetle hatırlatmak lâzımdır. Şöyle ki: Muhterem ehl-i vukufun yüz yirmi yedi ilmî risaleleri tam takdir ile vâkıfane olduğunu beyan ettikleri yerde, yalnız üç küçük mahrem risalelerin gayr-ı ilmî ve şaşırtıcı ve anormal olmadığı bir halde, olmasına mukabil tutmaları doğru değildir. Risale-i Nurun yüz yirmi yedi ilmî risalesinin onlarca musaddak yüksek kıymetlerine ve binler hakikatlarına karşı, üç dört risalenin onlarca şaşırtıcı üç dört meseleleri mukabil tutulmaz diye, o zatlara hatırlatıyorum.

Hem bir kardeşimiz, bir hadisin hükmüyle ve Mevlânâ Hâlid'in (k.s.) hayatının dört cihetle bu biçare Said'in hayatıyla tevafuk etmesiyle "Risale-i Nur dahi Mevlânâ Hâlid (k.s.) gibi bir müceddittir" diye beyanı, benim benliğime ve şahsıma ve şahsiyetime verilmiş. Halbuki ben, bütün arkadaşlarımı işhad ediyorum ki; ben, benlik peşinde koşmuyorum ve red ediyorum. Ve bana şahsıma karşı ziyade hüsn-ü zan edenleri men edip, hatırlarını çok defa kırıyorum.

Teşekkürün bir tetimmesidir.

Muhterem ehl-i vukufun raporunda, medar-ı nazar olmuş ve itiraz edilmiş: "Risale-i Nur şâkirtleri ehl-i cennet olacakları ve iman ile kabre girecekleri" cihetidir. Aşere-i Mübeşşerede başka şahsıyla ve ismiyle bu fazilete kimse yetişemez" diye bir nev'i itirazlarına karşı deriz: Bu meselede şahıs, ismiyle tayin edilmemiş, yalnız kuvvetli işaretlerle gibi âyetlerin "iman ve amel-i salih sahipleri ehl-i cennettir" dedikleri misilli Risale-i Nurun, şeytanları dahi susturan iman-ı tahkiki dersini alan şâkirtleri, iman ile kabre gireceklerine kuvvetli emarelerle hükmedilse, elbette medar-ı itiraz olamaz.

Hem o zatlar acelelik cihetiyle Risale-i Nura kerametleri bana isnad oluyor diye, medar-ı tenkid ederek demişler: "Bir veli keramet dâvâ edemez."

Elcevap: O pek çok hâdiseler kerametler değil belki ikramlardır. İkram ise, izharı bir şükürdür. Hem onlar benim değil. Ve benim hiçbir cihetle o kerametlere liyakatım olmadığını, bütün kardeşlerime mükerreren söylemişim ve yazmışım. Belki, binden ziyade olan o vak'alar, Kur'ân'ın mucize-i mâneviyesi olan Risale-i Nurun ikram nev'inden kerametleridir. Benim ne haddim var ki, onlara sahip çıkayım.

Said Nursî


Sirâcü'n-Nûr - s.2302

Ankara ehl-i vukufunun ittifakla bizi, şimdiye kadar suçlu vehmini veren "emniyeti ihlal, cemiyet kurmak, tarikat gütmek, hükûmete ve siyasete ilişmek" maddelerinden tebrie etmeleri ve masumiyetimize karar vermeleri, insaflarını ve hakperestliklerini gösterdiklerinde, onların az zamanda beş sandık, iki çuval kitap ve mektup ve evrakın tedkikinde aleyhimizde toplanan çok evham ve ağır şerâit içinde, benim şahsımı aleyhindeki bazı tenkitleri beni müteessir etmiyor. Bilakis kalben memnun oluyorum. Çünkü, bilmediğim ve düşünmediğim bazı kusurlarımla, Risale-i Nura ve iman hizmetine zarar olan bir kısım şeyleri öğrendim. Fakat evvelce takdim edilen teşekkürnâmede kısmen izah ettiğimiz gibi, şimdi raporu gördüğümden sonra, sekiz dokuz yerinde acelelik sebebiyle sehivler ve iltibaslar ve anlamamazlıklar ve yanlışlıklar olmuş. Ben bu zatları tenkid değil, belki onların bu meselede kazanacakları hayrat ve hasenatlarına yardım fikriyle o sehivlerin sahihini beyan edeceğim.

Birinci sehiv: Onlar ittifakla, yüzde doksan risaleleri gayet takdir ile beraberdirler. "Bunlarda müellif hem samimi, hem hasbi, hem ilim ve hakikat ve din esaslarından ayrılmamıştır. Bu doksan kitapta, dini âlet etmek veya cemiyet teşkil etmek ile emniyeti ihlâl hareketinin bulunmadığı sarihtir. Ve şâkirtlerinin birbiriyle ve Said ile muhabere mektupları da bu nev'dendir" deyip, muhakkikane karar verdikleri yerde, şahsımın bir kusurunu böyle beyan için diyorlar: "Said, bazen bu âyetin yüz hikmetinden beşi beyan olunacak, der. Ve bu ise ilmî vakarına yakışmaz. Hem bazen, bu risale dört buçuk saatte yazıldı, der. Ve bu söz ise, kendini medhe ve muhatabını hayrete düşürmek mahiyetinde bir küçüklüktür."

Elcevap: Ben, kusuru ve küçüklüğü nefsime memnuniyetle kabul etmekle beraber derim: Bu çeşit sözlerimin sebebi, kendimi beğendirmek değil (hâşâ) belki, "Risale-i Nur, Kur'ân'ın bütün nükte ve hikmetlerini ihata edemez, ancak yüzde dördünü-beşini beyan edebilir" diye, Kur'ân'ın vüs'at-ı mânâdaki i'câz-ı manevisine ihtar ve işarettir. Ve "dört veya altı veya on iki saatte telif edildi" demekle, Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur'ân'ın şakirdidir ve Onun hazır malını, hazinesinden çabuk çıkarır, satar demekle; kendimi medh değil, belki Risale-i Nurun makbuliyetine bir emare ve bu kıymetli malda müflis bir hizmetkârı olduğunu göstermek niyetiyle başka kitaplardan veya diğer fikirlerden ve kendi tefekkürlerinden olmadığını bildirmektir.

Evet, yirmi senedenberi Kur'ân'dan ve Risale-i Nurdan başka hiçbir kitabı yanında bulundurmayan ve okumayan ve hiçbir gazete ve mecmuaları bilmeyen ve istemeyen bir adam, o niyetle öyle söyleyebilir.

İkinci sehiv: Hazret-i Ali'nin (r.a.) kasidesinde ebced hesabıyla, "bin üç yüz ellide Said-i Kürdî gelecektir" çıkıyor. Bir mahrem risaleden almışlar.

Elcevap: Hülâgû'dan ve latin hurufundan ve İslâm deccalından ve bir kısım ulemâların yanlışlarından kat'i haber veren İmam-ı Ali (r.a.) o cümle ile biçare Said'e diyor: "Sen o zamana yetişeceksin. Cenab-ı Hak'tan muhafazanı niyaz eyle" denilmiş. Yoksa-hâşâ-kendime bir pâye vermek hiç hatırıma gelmemiş.

Ve hem o sayfa raporlarında: "Deccalın mühim kuvveti Yahudi'dir. Mançur, Moğol ve Kırgız anarşist ve sosyalisttir." denilmiş. Halbuki, o sehivdir. Sahihi: "Deccalın mühim bir kuvveti Yahudi'dir. Yani, komiteleridir. Ve ye'cüc me'cüc ise, Çin-i Maçin'de bulunan Mançur ve Moğol ve Kırgız ve her tarafta bulunan anarşistler ve sosyalistlerin müfritleri olan komünistlerdir."

Üçüncü sehiv: Yanlış mânâ vermekle raporda: "Said bazen kerametler yazar. 'Yazmak istemezdim; bana yazdırıldı.' Hem bazen: 'Bu cevap mânevi cânibden geldi. Ve hakikat âleminden bildirildi.' Hem bazen: 'Kudsi bir müjde veriyor.' 'Her yüz senede bir müceddid gelir.' fikriyle kendisinin zamanın müceddidi olduğu fikrini uyandırıyor" demişler.

Elcevap: Hâşâ bin defa hâşâ. Benim haddim değil ki, o kerametleri benliğime mal edeyim. Belki benim pek çok kusurlarımla beraber Risale-i Nur ile iman hizmetinde çalışmamıza bir ikram-ı İlâhi ve o hizmetin makbuliyetine dair bereketten gelen bir emareyi göstermek ve "Ne ile yaşıyor, nasıl geçiniyor?" diyenlere karşı da, bereket-i İlâhiye, bu hizmetimizi dünya maişetine âlet etmeye mecbur etmiyor demektir.

Hem bu yazdığımız hakikatlar benim fikrim, malım değil; belki herkesin kalbinin bir köşesinde bulunan bir lümme-i şeytanî ve vesveseci bulunduğu gibi, bir lümme-i ilham ve melekî bulunduğuna ehl-i hakikat ve diyaneti hükümlerine binâen, benim kalbimde dahi herkes gibi, bazen ihtiyarım haricinde ve fikrimin fevkinde hatırıma bir hakikat hutur eder. Yani, Kur'ân'dan mânevi bir


Sirâcü'n-Nûr - s.2303

cânibde bir nev'i ilham hükmünde, bir güzel nükte ifham edilir demektir.

Ve hiç hatırıma gelmiyor ki, Yeni Said zamanında ve nefsin şerrinden ve benliğinden çok korkan ve belasını çeken şahsıma böyle bir mevki verdiğimi veya vermek istediğimi tahattur etmiyorum. Belki, Risale-i Nurda ispat edilmiş ki: Bu zaman cemaat zamanıdır. Şahs-ı mânevi hükmeder. Eski zamanda dalâlet bir şahıstan geldiği cihetle, karşısına bir dâhi-i hidayet çıkardı. Şimdi ise cemaat şeklinde bir şahs-ı manevi olmasından, onu karşısında ancak bir şahs-ı mânevi mukabele edebilir.

Yalnız eskidenberi ehl-i hakikat mabeyninde câri ve üstadına karşı fart-ı muhabbetten gelen fevkalhad hüsn-ü zanları ta'dil etmek ve nimet-i İlâhiyeye karşı küfran ve inkâr etmemek niyetiyle, "müceddidlik" vazifesi olabilir. Fakat benim değil, Risale-i Nurundur. Belki, bu zamana bakan Kur'ân'ın bir cilve-i hakikatıdır. Risale-i Nur onu temsil eder. Ben neci oluyorum ki, kendime dâvâ edeyim.

Dördüncü sehiv: "Isparta'ya yağmur yağdırması, yazı bahara çevirmesi kerametidir." Şâkirtleri tarafından denilmiş.

Elcevap: Yağdırmak, çevirmek değil, belki Risale-i Nur bereketiyle yağdı ve döndü denilmiş.


Mahkemede son sözün bir parçasıdır.

Bir inayettir ki, ehl-i vukuf, beş sandık yüz otuz risalelerde, beş ay tetkikte, on beş itiraz ve zâhiri yanlış bulmuşlar. Ve onların beş yaprak raporlarında, on beş yanlışları ve sehivleri mahkemede ispat edilmiş.

31 Mayıs 944 Çarşamba günü, mahkemede bir saat devam eden müddeiumumînin okuduğu iddiânâmesine karşı, iki dakikada hazırlanan ve okunan bir mukabeledir.

Efendiler,

Yirmi sene bir mazlumiyet hayatında, yüz kitaplarında, en mahrem mektup ve risalelerinde-asabiyetle bil-iltizam onu mahkum etmek fikriyle-yalnız sekiz-dokuz sehivli bahanelerden başka bulmamaları gösteriyor ki: Risale-i Nur mahkûm olamaz. Kim var ki, yirmi sene mazlumiyet hayatında, bin yanlışı olmasın. Bu mahkeme, yalnız bu hazır zamanı değil, belki istikbalin dehşetli tenkit ve itirazlarını nazara almalı; öylece muhakeme etsin.


Reis Beyefendi,

Ankara makamatına ve reis-i cumhura istida suretinde gönderdiğim...1


Efendiler,

Bizi sebepsiz kısmen mahkum etmek ve dokuz ay en sıkı ve sıkıntılı yerde tevkif etmek; gerçi bu haksız hâle karşı çok şiddetli şekva ve itiraz hakkımızdır. Fakat "iki sebep" bizi teskin etmiştir.

Birincisi: -Ne kadar tenkit nazarı olsa da-Risale-i Nura dikkat ile bakan, iman noktasında herhalde istifade eder. Kalben ona taraftar olur (meğer bütün bütün kalbi çürümüş ola.) Sizler gibi ehl-i insafın kalbleri lehimizdedir ve mecburiyetle aleyhimizde hükmediyor.

İkincisi: Bu kadar zaman hakimiyetinizin altında ve size âmirimiz nazarıyla baktığımızdan, sizi yabanî değil, belki hukuk-u hürmeti veren bir uhuvvet ve karabet mânâsını hissettiğimizdn ve geldik geleli başka yerlere nisbetle insaflı dediğimizden, hiddet ve şiddeti size, mahkemenize karşı bıraktık. Fakat otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına, bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur'ân hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücûm edip ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı bu meselemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda, zâhiren sizinle birkaç söz konuşmaklığıma müsaade ediniz...

Son sözüm,

Efendiler! Reis Bey, dikkat ediniz! Risale-i Nuru ve şakirtlerini mahkûm etmek, doğruda doğruya küfr-ü mutlak hesabına, hakikat-ı Kur'âniye ve hakaik-ı imaniyeyi mahkûm etmek hükmüne geçmekle bin üç yüz seneden beri her senede üç yüz milyon onda yürümüş ve üç yüz milyar Müslümanların hakikata ve saadet-i dareyne giden cadde-i kübralarını kapatmaya çalışmaktır ve onların nefretlerini ve itirazlarını kendinize celbetmektir. Çünkü o caddede gelip gidenler, gelmiş geçmişlere duaları ve hasenatlariyle yardım ediyorlar. Hem, bu mübârek vatanın başına bir kıyâmet kopmaya vesile olmaktır. Acaba, mahkeme-i kübrada, bu üç yüz milyar dâvâcıların karşısında sizden sorulsa ki: