Kıymetli Okuyucularım,
“Batı Hıristiyanlığın Hezeyanları” başlığıyla sunacağımız konu, aslında 1990 yıllarında Hıristiyan Misyonerlerle Belçika’da yaptığım tartışmalar esnasında yönelttiğim sorular ile 2006 yıllarında cereyan eden olayın müsebbibi Papa 16. Benedik’in söylemiyle ilgili tartışmaları içermektedir. Okuyucularımızla paylaşmak istediğimiz bu iki önemli hususu değerlendirmeden önce, Batı Hıristiyanlığın temsilcisi olan ve hal-i hazırda İsrail’in Gazze’deki zulmüne ses çıkarmayan Roma’daki Vatikan kilisesi ile ilgili bir iki gerçeği dile getirmek istiyorum. Şöyle ki,
Vatikan Katolik Kilisesi içerisinde son yıllarda yoğunlaşan, çocuklara cinsel istismar ve taciz iddiaları Katoliklerin merkezi Vatikan’ın en önemli sorunlarından biri haline geldi. ABD, Avrupa ve Avustralya’daki Katolik kiliselerinde görev yapan birçok rahip ve kardinal son zamanlarda, ya pedofili olarak adlandırılan çocuklara cinsel taciz ve suistimalle ya da görev bölgelerinde yaşanan bu vakaları örtbas etmekle suçlanıyor. Özellikle, Vatikan Katolik Kilisesi içinde Papa’dan sonra en önemli mevki olan kardinallik makamından Kardinal George Pell’in gözaltına alınması ve Eski Washington Başpiskoposu Theodore McCarrick’in papazlıktan menedilmesi konuyu daha fazla gündeme getirmiştir. [1]
Söz konusu gerçeğin yanında, Belçika’nın Flaman bölgesinde yaşayan ve daha önce Vatikan’a bağlı bir rahip okulunda yetişmiş, ancak daha sonra İslam dinin seçip mühtedi olan Abdullah ismiyle tanıdığım bir kardeşimize neden İslam dinini seçtiği sorusu sorulduğunda, “ Papaz ve rahip yetiştirme okulunda eğitim aldığı yıllarda, binanın bodrum kısmının birçok yerinde atılmış ve yırtılmış İnciller gördüğünü, şayet Hıristiyanlık dini ve şu anki inanılan İncil kitabı gerçek olsaydı, ona saygı gösterilir ve buralarda atılmış ve yırtılmış bir şekilde bırakılmazdı” düşüncesiyle Hıristiyanlığı bıraktığını kendi mukaddes kitabına değer veren İslam dinini seçtiğini belirtmiştir.
Şimdi asıl tarihi olayı anlatalım:
Vatikan’ı temsil eden Papa 16. Benedik’in, Regensburg Üniversitesi’nde yapmış olduğu 12 Eylül 2006 tarihli konuşmasında iki milyara yakın İslâm dünyasının Peygamberi olan Muhammed (s.a.v.) hakkında, Lübnan asıllı Katolik Adel-Theodore Khoury’nin kitabından alıntı yaparak zikrettiği çirkin sözler ve yorumları, tüm Müslümanları derinden üzmüştür.
Haçlı zihniyetinin izlerini taşıyan bu söylem karşısında Peygamber (s.a.v.)’e gönül vermiş inananların sessiz kalması elbette düşünülemezdi. O dönemin gerek Diyanet İşleri Başkanı sayın Ali Bardakoğlu’nun cevabı, gerek Müslüman Âlimler Birliği’nin Papa’ya gönderdiği cevap niteliğindeki mektubu, gerekse Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın Papa’nın özür dilemesi talebi, sadece Papa’nın bir adım geri atarak olaydan üzgün olduğunu, dinlere ve özellikle Müslümanlara saygı duyduğunu ifade etmesine yaramıştır.
Müslümanları rencide edici sözleriyle dinler arası diyalog faaliyetlerine darbe vuran Papa, olayı yumuşatmak için İslâm ülkelerinin elçilerini Vatikan’a davet ederek, alıntı yaptığı şeylerin hiçbir şekilde kendi düşüncesini ifade etmediğini bildirmek suretiyle tekrar diyalog çağrısında bulunmuştur.
Acaba Papa’nın bu pişmanlığı, söylediği sözlerden dolayı mı, yoksa neden olduğu sonuçlardan mı kaynaklanıyordu sizce? Kanaatimizce Papa, Müslümanlardan bu denli bir tepki geleceğini hesap edemeyip sebep olduğu olayların büyümesinden endişe ederek dönüş yapmak zorunda kalmıştır. Eğer yorum ve sözlerinin hatalı olduğunu kabul etseydi, özür dilemesi gerekirdi. Ancak özür dilememesine şaşmamak gerekir. Çünkü Papa’nın İslâm dinini, şiddeti öngören bir din olarak lanse etmesi ile Batı ve medyasının İslâm hakkındaki düşüncesi arasında hiçbir farkı yoktur. Bu zihniyetin yanlışlığını görmek için geçmiş tarihi olayları hatırlamamız yeterli olacaktır.
Yüce İslâm dini, değil Müslüman olmayan birine zarar vermek, savaşta bile düşman tarafında olan kadınları, yaşlı ve çocukları ya da mabette ibadet eden bir rahibin öldürülmesine izin vermemiştir. Buna karşın Papazlar, geçmiş asırlarda Haçlı seferleri düzenleyerek kadın, çocuk ve yaşlı demeden asırlarca Müslümanların kanına girmişlerdir. Dolayısıyla Hıristiyanlığın tarihi zulüm ve katliamlarla doludur.
Yakın tarih, haçlı Sırpların Bosna ve Hersek’te yüz binlerce silahsız masum insanı haksız yere vahşice öldürmelerini unutmuş değildir. O İslâm yurdundaki toplu mezarlar bunun en büyük şahididir. Durum böyle olunca, hangi dinin şiddete çağırdığı daha iyi anlaşılmaktadır. İnsanları barışa, hoşgörüye, saygı ve sevgiye çağıran İslâm dini mi şiddeti körüklüyor, yoksa dinler arası diyalog çağrısıyla dem vurup da akabinde Müslümanları tahrik maksadıyla Peygamber’i (s.a.v.) aşağılayıcı karikatürle tasvir edenlerin ya da hakkında rencide edici sözler sarf edenlerin dini mi? Hangisi şiddeti körüklüyor?
Dinler arası diyalog davetinin tarihine baktığımızda, Müslümanları diğer din mensuplarıyla diyalog içerisinde olmayı ilk olarak emreden Kur’an’ı Kerîm olduğunu görürüz:
﴿ وَلاَ تُجَادِلُوا أَهْلَ الْكِتَابِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِلاَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُوا آمَنَّا بِالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَأُنْزِلَ إِلَيْكُمْ وَإِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ.﴾
“Kitap ehliyle (Yahudi ve Hıristiyanlar ile) ancak en güzel bir şekilde diyalogda bulunun ve deyin ki: ‘Bize indirilene de size indirilene de iman ettik. Bizim ilahımız da sizin ilahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuzdur.” [2]
Diyalogun en güzel örneğini bu ilahî emre uyarak Osmanlı Devleti göstermiştir. Yahudi ve Hıristiyanlar, asırlarca Osmanlı topraklarında hoşgörü çerçevesinde refah ve huzur ortamında yaşamışlardır.
Her fırsatta dinler arası diyalog çağrısında bulunan Papa, şimdi de Hristiyanlığı yaymak için birer misyoner olmaya çağırmaktadır. Papa’nın bu samimiyetsiz tutumu, bize Kur’an’ı Kerîm’de:
﴿ وَلَنْ تَرْضَى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ…﴾
“Dinlerine tabi olmadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.” [3] ayetini hatırlatmaktadır. Dolayısıyla bu diyalogdan maksatları, sinsice Müslümanları Hıristiyanlaştırma emeline ulaşmaktan başka bir şey değildir.
Hıristiyanlıkla ilgili merak ettiğimiz bazı soruları Hıristiyan yetkililerine yöneltmek olunca, cevaplarını samimiyetle öğrenmek istediğimiz bir soru listesi hazırladık. Kendilerine bu soruları sormak durumundayız. Şöyle ki:
- 1. M. 325 yılı İznik Konsili’nde, 100 tane İncil’den 4 tane incilin seçilmesi, bunların ilahî kitap ve otantik kabul edilişi, diğer İncillerin ise apokrif sayılışı hangi ilmi ölçülere göre yapılmıştır?
- M. 364 yılı Lodesya Konsili’nde Yeni Ahit’te yer alacak kitapların tam olarak tespiti veya bazılarının çıkartılması hangi ilmî ölçülere dayandırılmıştır?
- Dört İncil, bir tek ilahî kaynaktan geldiğine göre cümle kuruluşları arasında söz veya ifade benzerliği olması gerekir. Halbuki söz konusu İnciller’de bu benzerlik görünmemektedir, çünkü üslup farklılığı bulunmaktadır. Örneğin; Matta, Markos ve Luka İncilleri, anlattıkları konular ve kelam yönüyle üslupları Yuhanna İncili’nden farklıdır. Bu yüzden üçüne Sinoptik İnciller adı verilmiştir. İlahî kelam bütün İnciller’de aynı benzerlikte olması gerekirken ve dört İncil birbirini tamamladığına göre bunlar nasıl ilahî kelam olabilir. Bu daha çok, İncil’de yer alan birbirinden farklı beşerî sözler değil midir?
- Halen kilise tarafından otantik kabul edilen ve Yeni Ahit’in başında yer alan dört incilin orijinal el yazmaları kayıptır. Bunlar ile onlardan kopya edildiği söylenen elde mevcut en eski kopya nüshaları arasında, en azından 2,5 asırlık bir boşluk, yani zaman aşaması vardır. Bu kadar uzun zaman aralığını aşıp ana metne ulaşabilmek için sağlam bir rivayet silsilesi olmadığına göre mevcut İncillerin kopyalarına nasıl güvenilebilir?
- Matta ile Yuhanna havarilerden sayılırken, Markos ile Luka havarilerden sayılmamaktadır. Bu durumda son iki yazar, ‘İsâ (a.s.)’ın getirdiği vahyin esaslarını ondan almadıklarına göre, nasıl olur da bu ikisine itimat edilmektedir?
- Hristiyan kaynakları, ‘İsâ (a.s.)’ın İbranice ve Aramice konuştuğunu, vaazlarını bu dillerle yaptığını haber vermektedir. Halbuki İnciller’in en eski nüshaları Yunanca yazılmıştır. Dil konusu ele alındığı zaman, en azından ‘İsâ (a.s.)’a ait sözlerinin onun ana dilinde yazılması ve muhafaza edilmesi gerekirdi. İncil yazarlarının en azından ‘İsâ (a.s.)’ın sözlerini onun ağzından çıkan kelimelerle zapt etmeleri ve bunları İbranice ve Aramî diyalektiği ile yazılmaları gerekiyordu. Çünkü çeviriler ne kadar mükemmel olursa olsunlar, asıl manayı vermekte eksik kalabilirler. Ayrıca orijinal metinlerin değeri daima çevirilerden daha üstündür. Kendi ana dili ile değil de İnciller’in çevirilerle günümüze kadar ulaşması, çelişki veya değişiklik getirebileceği ihtimali nedeniyle, İnciller’in ilahî kelam olmaktan çıkması ve şüpheler uyandırması için yeterli bir sebep değil midir?
- Yuhanna İncili’nde
“İsâ kendi şakirtleri önünde başka birçok alametler yaptı ki, bu kitapta yazılmamıştır.” [4]
Başka bir yerinde:
“İsâ’nın yaptığı başka çok şeyler daha vardır, eğer birer birer yazılmış olsalar, yazılan kitaplar dünyaya bile sığmazdı sanırım.” [5]
Bu iki iddiaya göre ne Yuhanna İncili ne de diğer İnciller, ‘İsâ (a.s.)’ın mucizelerini ve yaptıklarını tam olarak almış değildirler. Dolayısıyla bu İnciller’in eksik ve noksan oluşunu, vahyin tamamının yazılmadığı şüphesini uyandırmaktadır. ‘İsâ (a.s.) ile ilgili her şeyi (üç yıllık daveti) tam olarak İnciller toplayamadıkları için, bu nedenle yazılan kitaplarda eksiklik ve noksanlık söz konusu olduğuna göre nasıl oluyor da Rûhu’l-Kudus’un denetiminde ilahî bir ilhamla, İnciller noksansız bir şekilde yazılmış oluyorlar? - Hıristiyanlıkta olduğu üzere, eğer bir dinde birden fazla vahiy alan kimseler bulunursa, bunların aldıkları vahiylerin muhtevası bakımından birbirinden farklı olmaması ve aralarında çelişki bulunmaması gerekir. Yoksa gerçek vahiy ile sahte olanı nasıl ayırt edilebilinir? Rastgele sıradan birisi vahiy alabilir mi? Vahiy aldığını iddia eden kimse bunu ne ile ispat edecektir? Doğrudan Allah’tan aldığını iddia ettiğine göre bunu ispatlayacak bir delile ihtiyaç yok mudur? İhtiyaç yoktur deniliyorsa, o zaman birçok insanın vahiy almasına kapı açmış oluruz ki, bu da vahiy kavramıyla bağdaşmaz. Hıristiyanlıkta vahyi alan çok olduğu için bu farklıklar ve çelişkiler meydana gelmiştir. Bütün bunların tamamının, ilahî kelam olduğuna nasıl inanıp da buna davet ediyorsunuz?
- Eğer ‘İsâ (a.s.)’ın tüm hayatı ve sözlerinin tamamı vahiy ise o, çarmıha gerilişinin dokuzuncu saatinde, yüksek sesle:
‘Eloi! Eloi! Lama sabaktani’ ki çevirisi şöyledir:
“Allahım! Allahım! Niçin beni bıraktın?” [6] diye bağırarak isyan edişi de mi vahyidir? Bu nasıl vahyidir ki, yaratıcısından gelen imtihana (musibete) karşı isyanını haykırıyor? - ‘İsâ (a.s.), sizce Rab ‘İsâ olduğuna göre, neden Yahudilerin bu zulmüne karşı hiçbir şey yapamıyor? Neden buna engel olamıyor, ilahî gücü nerede? Veya Rab baba, neden oğlunun seslenişine cevap vermiyor ve bu tür bir işkenceye maruz kalmasına izin veriyor? Bütün bir beşeriyetin günahlarını affettirmek için ‘İsâ (a.s.)’ın illâki böyle bir işkenceye maruz kalması gerekli miydi? Bunun delili nedir? Günahları bağışlayan Rab olduğuna göre, bu olaya izin vermeden de O, beşeriyetin günahlarını bağışlayabilirdi. O’nun bağışlamasına kim engel olabilirdi ki?
- İsâ (a.s)’ın havarilerinden en büyüğü olan Petrus’a:
“Ey az imanlı, neden şüphe ettin?” [7] veya
“Çekil arkama şeytan! sen bana tökezsin, çünkü sen Allah’la ilgili şeylerini değil, ancak insanla ilgili şeylerini düşünüyorsun.” [8] diye hakaret ettiğine göre, sizce bu hakaret ettiği kişi nasıl hem Peygamber hem de şeytan olabiliyor? Gerekli mucizeyi gösteremeyen havarilerine:
“Ey imansız nesil, ne vakte kadar sizinle beraber olacağım? Ne vakte kadar size dayanacağım.” [9] diye seslenerek onlara hakaret ettiği göz önüne alınırsa, bu imansız nesil, nasıl sizce peygamberler olabiliyorlar? Bu imansızlık şehadetiyle onlara nasıl güvenilir”? - Peygamberler’in getirdiği vahye itimat edilebilmesi için onlarda ismet (hatadan korunmuşluk) sıfatının bulunması şarttır. Nitekim Allah (c.c.) onları, kavimleri içerisinden en üstün insan olarak seçmiştir. Nasıl oluyor da Eski Ahit’te (Tevrat), Allah’ın gönderdiği bu peygamberler içki içen, yalan söyleyen, zina eden ve kötü sıfatlara sahip olan kişiler olarak anlatılıyor? Halbuki onlar getirdikleri şeriata davet etmeden önce kendilerinin buna uyması ve örnek olması gerekirken, nasıl oluyor da getirdikleri vahye dayalı kitaplar hem onların çirkin fiillerini anlatıyor hem de bu kitaplara insanların davet edilmesi talep ediliyor? Bu tür bir çelişki, güveni sarsmaz mı? İlahî bir kitap, peygamberler hakkında nasıl bu iftiralara yer veriyor? Eğer bu insanlar gerçekten kötü iseler, Eski Ahit’te (Tevrat), neden peygamber olarak gösteriliyor?
- Allah (c.c.) kötü sıfatlardan münezzeh olduğuna göre, hakkında beşerî sıfatları O’na yakıştırmak caiz olmadığı halde, neden Eski Ahit’te (Tevrat), Allah (c.c.) istirahate çekilmek, kıskançlık, öç almak, pişmanlık duyma gibi insana ait kötü sıfatlarla yani zaaflarla anlatılıyor? Bu tarz bir yaklaşım, kitabın ilahî vahiy oluşu hakkında sizce şüphe uyandırmıyor mu?
- ‘İsâ (a.s.)’ın soyundan sadece Matta ile Luka İncilleri bahseder. Ancak verilen soy kütüğünde bu iki İncil arasında açık bir çelişki görünmektedir. Matta İncili, ‘İsâ (a.s.)’ın soy kütüğünü İbrahim (a.s.)’a kadar götürürken, Luka İncili onun soyunu Âdem (a.s)’a kadar ulaştırmaktadır. Matta İncil’inde ‘İsâ (a.s.)’dan İbrahim (a.s.)’a kadar kırk kişi zikredilirken Luka İncil’inde ise elli beş kişi zikredilmektedir. Luka, İbrahim (a.s.)’dan Âdem (a.s.)’a kadar ayrıca yirmi kişi saymaktadır ki bu isim listesi, Matta İncili’nde yoktur. Luka’nın soy kütüğünde verdiği toplam isim sayısı yetmiş beşe ulaşmaktadır. Matta’nın birden kırka kadar saymış olduğu isimlerle Luka’nın birden elli beşe kadar saydığı isimler arasında büyük farklıklar vardır. Matta’nın ‘İsâ (a.s.)’ın atası olarak zikrettiği isimlerden yirmi üç tanesini Luka İncili hiç zikretmiyor. Bu bağlamda Luka’nın ‘İsâ (a.s.)’ın atası olarak zikrettiği isimlerden otuz sekiz tanesini de Matta İncili zikretmiyor. Dolayısıyla her iki İncil’de yer alan iki farklı soy kütüğü bulunmaktadır. Dolayısıyla bunların birbirini tamamlaması imkansızdır. Ayrıca her iki listede yer alan isimlerin büyük çoğunluğu birbirine uymadığı gibi uyan isimlerin de yerleri farklıdır. İlahî kabul ettiğiniz bu kitaplarda nasıl bu çelişkiye yer veriliyor?
‘İsâ (a.s.)’ın insan cinsinden babası olmadığını biliyoruz, buna rağmen bu iki İncil’de, onun soyunu anne tarafından yani Meryem (a.s.)’den değil de onun nişanlısı Yûsuf tarafından yürütülmektedir. ‘İsâ (a.s.), Yûsuf’un oğlu değilse ve onun soyundan de gelmediyse nasıl oluyor da ‘İsâ (a.s.)’ın babası olarak gösteriliyor? Babasız doğduğuna göre onun soyu annesi Meryem (a.s.) tarafından yürütülmesi gerekmez miydi, ne dersiniz? - Bilindiği üzere her Peygamber belirli bir kavme veya millete gönderilmiştir. ‘İsâ (a.s) ise İncil’in birkaç yerinde, kendisinin peygamber olarak İsrailoğulları milletine gönderildiğini ifade edilmektedir. Örneğin:
“Ben İsrail evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim.” [10]
Diğer bir yerde ‘İsâ (a.s.) on iki şakirdine şöyle emrediyor:
“Milletler yoluna gitmeyin ve Samirîliler’in şehirlerinden hiçbirine girmeyin; fakat daha ziyade İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına gidin. Ve giderken: ‘Göklerin melekutu yakındır, diye vazedin.” [11]
Durum böyle iken, onun davetini uluslararası düzeyde yaymanız veya dininizi evrensel bir dinmiş gibi göstermeye kalkışmanız, ne derece doğrudur? Bu hareketiniz ‘İsâ (a.s.)’ın öğretisine ters düşmüyor mu? Ayrıca:
﴿ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ. ﴾
“Ey Resulüm! Sen alemlere rahmet olarak gönderildin.” [12] diye hitap edilen Hz. Muhammed’in evrensel davetine mensup Müslümanları, bölgesel olan dininize çağırma yetkisini nereden alıyorsunuz? Bu sizce mantıklı mı? Müslümanlara karşı haksızlık olmuyor mu?
İşte cevap bekleyen sorularımız bunlardır.
Yazımızı, Kitap Ehlini gerçek diyaloga çağıran bir ayet ile noktalayalım:
﴿ قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا اللَّهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ.﴾
“(Resulüm!) de ki: ‘Ey Kitap Ehli (olan Hıristiyan ve Yahudiler!) Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze gelin; Allah’tan başkasına tapmayalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah’ı bırakıp da birbirimizi ilahlaştırmayalım.’ Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, o halde: ‘Şahit olun ki biz Müslümanlarız’ deyiniz.” [13]
Allah’ın selâmı Hakk’a Tabi Olanlar Üzerine Olsun.
[1] Daha geniş bilgi için bbkz. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/katolik-kilisesinin-utanc-tablosu-cocuklara-cinsel-istismar/1405260.
[2] Ankebut, 46.
[3] Bakara, 120.
[4] Yuhanna, 20/30.
[5] Yuhanna, 21/25.
[6] Markos, 15/34.
[7] Matta, 14/31.
[8] Matta 16/23.
[9] Markos, 9/19.
[10] Matta, 15/24.
[11] Matta, 10/5-7.
[12] Enbiyâ, 107.
[13] Âl-i İmrân, 64.