İçinde yaşadığımız çağ, bireyselliğin aşırı derecede öne çıktığı bir dönemdir. Teknoloji, sosyal medya, konfor alanları ve kişisel özgürlük söylemleri; günümüzde artık insanın kendine yönelmesini, sınırlarını büyütmesini ve hayatını kolaylaştırmasını sağlıyor. Ne var ki, bu gelişmeler beraberinde önemli bir tehlike de getiriyor maalesef: Kayıtsızlık ve sorumluluk almaktan kaçınma.
Ve yine maalesef günümüz dünyasında insanlar karşılaştıkları sorunlar karşısında çoğu zaman şu cümleye sığınıyor: “Bana ne?”
Bir haksızlık olduğunda, bir çocuk ağladığında, bir komşunun ihtiyacı olduğunda, bir iyilik yapılması gerektiğinde… İnsan, kendi konforunu korumak için geri çekiliyor. Bazen görmezden geliyor, bazen erteliyor, bazen ise sorumluluğun kendisine ait olmadığını düşünüyor. Modern insan, duyarsızlığı normalleştiriyor; sessizliği tercih ediyor. Fakat İslam, bu duruşu asla kabul etmiyor. Çünkü İslam’a göre Müslüman kimliği, sorumluluk kimliğidir.
Kur’an-ı Kerim’de “İyilik ve takva üzere yardımlaşın.” buyruğu, Müslüman şahsiyetin her zaman ve her yerde daima harekete geçmesi gerektiğini gösterir. “Ben karışmam, beni ilgilendirmez.” tavrı İslam’ın insan anlayışına aykırıdır. Müslüman, kötülük karşısında seyirci değil, duruş sergileyen kişidir. Hz. Peygamber’in bir kötülük gördüğümüzde elimizle, dilimizle veya en azından içimizden buğz ederek, yani kalbimizle karşı çıkmamızı emretmesi, pasif kalmaya iznin olmadığını bizlere açıkça ifade eder. Unutmamak gerekir ki sessizlik, imanın en zayıf derecesi olarak tanımlanır. Çünkü sessiz kalan, kötülüğün büyümesine dolaylı olarak katkıda bulunur.
Tarihe bakıldığında İslam büyüklerinin en belirgin özelliği, sorumluluktan kaçmamalarıdır. Hz. Ömer’in gece vakti sokakları dolaşıp halkının durumunu kontrol etmesi, bunun en çarpıcı örneklerinden bir tanesidir. Karnı aç olan çocuklarını oyalamak için tencerede taş kaynatan bir anneye rastladığında un çuvalını kendi sırtına yüklemesi, makamın değil vicdanın belirleyici olduğunu gösterir. Yanındakilerin yardım teklifini reddedip “Kıyamet günü günahımı da sen mi taşıyacaksın?” demesi, Müslüman için sorumluluğun başkasına devredilemeyeceğini kanıtlar.
Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethettiğinde merhameti seçmesi, güç sahibi olmanın bile sorumluluğu değiştirmediğini gösterir. Hz. Ali’nin “Benim görevim Müslüman olmaktır.” sözü ise bir Müslümanın hayatın kenarında duramayacağını, iyilik için öne çıkmak zorunda olduğunu ifade eder.
Ancak sorumluluk yalnızca topluma karşı değildir. Müslümanın kendisine karşı da sorumlulukları vardır. Allah’ın verdiği aklı, yeteneği ve potansiyeli geliştirmek, kişinin hem kendisine karşı görevidir hem de topluma karşı olan sosyal bir emanettir. Kendini geliştirmeden toplum için faydalı olmak ise mümkün değildir.
Kendini geliştirmek, iyi bir kariyer sahibi olmak için değil; Allah’ın verdiği potansiyeli boşa harcamamak içindir. Çünkü Allah Kur’an-ı Kerim’de, insana düşünme, öğrenme, araştırma ve akletme sorumluluğu yüklemiştir. Peygambere gelen ilk emir “Oku!”dur. Bu yalnızca Kur’an-ı Kerim’i okumak değildir; hayatı okumak, kendini okumak, insanları ve dünyayı anlamak demektir. İslam, bilginin arkasından koşmayı insanoğlu için ibadet kabul eder.
Bir Müslüman genç; kitap okuyarak zihnini, spor yaparak bedenini, ibadetle ruhunu, sorumluluk alarak karakterini geliştirmelidir. Çünkü kişinin kendisini geliştirmesi, Allah’ın verdiği nimetleri değerlendirmesi anlamına gelir. Sahabe döneminde gençlerin ön plana çıkması tesadüf değildir. Mus’ab b. Umeyr genç yaşta Medine’ye giderek bir şehir inşa etmiştir. Üsame b. Zeyd, henüz 18 yaşında bir orduya komutan olmuştur. Hz. Ali genç yaşta hayatını riske atmıştır. Bu gençler, kendilerini geliştirdikleri için sorumluluk almış; sorumluluk aldıkları için tarih yazmışlardır.
Bugünün gençliği ise sosyal medya çağında yaşıyor. Bilgiye ulaşmak çok kolay, ama bilgi ile kendini dönüştürmek çok zor. İnsanlar “Biliyorum.” sanıyor ama yapmıyor. Birçok genç, saatlerini telefon ekranında geçiriyor, hayatını izleyici olarak yaşıyor. Oysa gelişim, ancak harekete geçince başlar. Bir yabancı dil öğrenmek, bir enstrüman çalmak, kitap okumak, spor yapmak, bir konuda uzmanlaşmak, bir gönüllülük çalışmasına katılmak… bunların her biri birer sorumluluk örneğidir. Kendini geliştiren genç, sorumluluk alan gençtir. Çünkü gelişen insan, değiştirir; gelişmeyen insan, sadece izler.
Her sorumluluk bir adımla başlar. Küçük bir iyilik, büyük bir dönüşümün yolunu açar. Bir genç kendine şu soruları sormalıdır:
“Ben bugün ne öğrendim?”
“Bugün kime yardımcı oldum?”
“Bugün kendimi geliştirmek için ne yaptım?”
Zaman, insanın geri alamadığı tek sermayesidir. Bu yüzden bir günü bile boşa geçirmek, potansiyeli heba etmektir. Sorumluluk sahibi genç, hayatını izleyerek değil, üreterek yaşamalıdır.
Sonuç olarak, Müslüman kimliği; iyiliğe omuz veren, kötülüğe karşı duran ve kendini geliştirerek Allah’ın verdiği potansiyele sahip çıkan bir kimliktir. İslam’ın mesajı açıktır: “Bana ne?” demek kolaydır. Önemli olan “Ben ne yapabilirim?” sorusunu sormaktır. Dünyayı değiştirmek sorumluluk almakla, sorumluluk almak ise kendini geliştirmekle başlar. Bir insanın gelişimi, çevresinin gelişimini; çevresinin gelişimi toplumun dönüşümünü başlatır. Bu yüzden Müslüman genç, hem dünyasını hem de ahiretini inşa eden kişidir.
Bir Müslüman genç, izleyen değil; yöneten, üreten ve geliştiren kişidir.




