Kasada ödemeyi alacağı zaman sık sık yaşanan bir hadise vardı; genç erkekler daha nezaketli, orta yaşlı ve yaşlı erkekler biraz kaba, kadınlar ise genç-yaşlı oldukça açık ve net tavırlardaydı. Beraber yenilen yemeğin faturasını ödeme tartışması… Küsmeler, kızmalar, ses yükseltip tutup çekiştirmeler hep olurdu.
İki genç hanım kasada o repliklerin içindeydiler. Kızıl saçlı olan:
“Bak, eğer ödersen bir daha konuşmam.”
Gözlüklü olan:
“Ama hep sen ikram ediyorsun.”
Kızıl saçlı:
“Dükkâna geldiğin zaman ikram ettiklerini mi sayıyorsun? Onlara ben para vermiyorum ki.”
Gözlüklü ısrarla kartını sıkıştırırken eline şaşırmıştı arkadaşının söylediklerine. Kızıl saçlı:
“Ödemiyorum tabii, eşek gibi çalışıyoruz, hakkımızı mı alıyoruz?”
Kafası allak bullak oluyordu bu hesaplaşmalarda. Çalışmak ve bedeli nasıl hesaplanıyordu? Hak nerede başlıyor, hukuk nerede doğuyordu? Neden herkes kendi hâkimi, savcısı, avukatıydı? Neden açık ve net haksızlık en doğal hakmış gibi kılık değiştiriyordu?
En eski tarihten bu yana insanın en kolay ayağının kaydığı mesele hak meseleleridir. İçinden bir tel “o benim hakkım” der ve sonra pislik, kötülük, zulüm alır başını gider. Yeri gelir göstere göstere yolsuzluk yapar, “hakkım” der. Çalar, çırpar, koparır, yutar, “hakkım” der. İnsan doğrunun ince hattından gönlünün kalın isteklerine nasıl kolay teslim olur…
Sınava çalışan çocuktan çalışmayan gelecek hakkını çalar. Kuruş kuruş biriktirdiği parayla aldığı evi mezar olur yapan bir sebep bulup “hakkım” der.
Ormanı yakar, arbede çıkarır, dolandırır, bankaya borçlandırır. “Toprağım.” der, bebeleri kavurur, “hakkım” der. İnsanın kendi hakkının sınırlarında kalabilmesidir bilgelik. Konuşmana fırsat vermeyen, bildiğinle amel etmeni tırtıklayan, ufak tefek konularla nefesine düğümler atan her kim varsa hepsi zalim ve hukuksuzdur.
Bugün kasadan parayı alırken “kazandığımı tam vermiyor” diye bahaneye sığınan, yarın ne basit sebeplerle nelere el uzatıp yalayıp yutacak…
Birinin yakını olmak, bir teşekküle iştirak etmek, bir kulüp veya takıma bağlanmak seni sırada öne, zahmette feraha götürüyorsa, bir selam, bir isim ayağını yerden kesiyorsa; bozuldu dünya, kayboldu külliyen insanlık demektir.
Haftada bir sahtekârın birinden bir telefon alıyoruz. O kadar umursamıyorlar ki operatörünüzü şaşırıp başka bir operatör ismiyle aratıyorlar:
“X operatörde ev internetinizin süresi doldu.”
Ama ben başka operatördeyim! Hiç utanma sıkılma yok. Banka görevlisi gibi mobil bankanızı açtırıp hesabınız olan tüm bankalardan son limite kadar kredi çektirip borçlandırıyorlar. Açıklama: çok emek çekiyorlarmış.
Bunları profesyonel dolandırıcılar, hackerlar yapıyor. Peki ya senin, benim gibi aynı alanı, aynı zamanı paylaştığın, darını zorunu bilenler yapınca nasıl tahammül edeceğiz? Çocuklarımızı böyle olmaktan, büyüklerimizi böyle olmuşlardan nasıl koruyacağız? Hangi dil vicdancadır? Hangi lisan yalvarışlarını duyar?
Senin olup sınırların içinde kalan her ne ise sahip çık. Ancak senin olmayan, başkasına ait olduğunu bildiğin alanlara saygı duy. Bu ölçüleri nasıl sımsıcak ayakta tutup onlardan ilham alabileceğiz?
Babanın çocuklarına bırakabileceği en güzel mirastır hakkaniyet. Devletin işi bitince devletin mumunu söndüren bir ceddin evlatlarıyız. Şimdi devletin malını deniz görüp hortumlamanın derdindeyiz. Anne babasını toprağa saklayıp, bıraktıklarına haksızca çullananlar; eli yettiği yere kadar uzanıp toplayabildiğini toplayanlar; ayakları altında sayısız hakkı ezip geçip “ohh” diye rahatlayanlar… Bir kendi menfaati için gözünü karartıp tüm hakları hiçe sayıp dümdüz yakanlar… Nasıl bir dünya dönemindeyiz?
“Bu benim hakkım, ben de çok yoruluyorum.” diyerek hakkını alamazsın. Hakkın anlaştığındır.
Maaşı belli işi yaparken yandan yandan kesip koparamazlık hırsızlıktır. Gücün yettiği kadar göz çıkaramazlık zalimliktir. İlle elini uzatıp birinin çantasından gizlice almak değildir hırsızlık; her şekilde olursa olsun, hakkın olmayanı rıza olmadan almaların hepsidir hırsızlık.
İlmini almadığın konunun diplomasını almak, hakkını kazanmadığın okulda okumak, usulüne uymayan şekilde makam, mevki işgal etmek; yetimin, yoksulun, çalışanın, bekleyenin, dulun, yaşlının hak ettiklerinden tırtıklamak cehennem sebebidir.
Rabbimin rahmeti sonsuz. Bir bahane bulur, affeder ve Cennetine koyar. Ancak cehennem çok farklı; oraya gitmek için o Rahmeti Sonsuz’un onca mağfiret kapısına rağmen başarabilmek için çok çaba gerekir.
Gayret, niyet, özel ihtimam… Ancak o şekilde cehennemi hak edebilir insan. Yanlışlıkla değil, kasten yapılan… Tüm affedilme bonuslarını eliyle iten, son çıkışa kadar yapabileceği dönüş manevralarını bile isteye geçen ancak cehenneme kavuşur.
Çok da zorlamamak lazım. Baktının yönü cehenneme; ısrarcı ve aktif, uzak durun yeter. Miras malı mı yiyor? Yesin. Kul hakkına mı giriyor? Bırakın girsin. Kimsenin rahmeti Habibullah kadar çok değildir. O bile kendi hallerine bırakıyor.
Zamanın ahirinde, kıyametin şafağında, insaniyetin son demlerinde elimizde kalan son cevherler, ruhumuzu saran tüm erdemler… Sahip çıkmalıyız. Zamanımız dolduğunda ah ve vahın çok tesiri kalmayacak…
Rabbim hepimizi, çocuklarımızı, sevdiklerimizi şeytanın ve şeytani insanların şerrinden muhafaza eylesin…