Sahabeden bir zat Efendimizin yanına gitti ve hüzünle, “Benim durumum iyi değil, ne yapsam sadaka ve zekât verenlerin sevaplarını alabilirim?” diye sordu…
“Şu bahçenin tamamı altın olsa ve sen, ‘Ben bunun tamamını sadaka olarak vereceğim,’ desen, Rabbin sana o kadar altın sadaka vermiş gibi sevap yazar. Bir dostun senden borç alır da zamanı dolduğunda sesini çıkarmazsan, her gün o miktar parayı sadaka vermiş gibi sevap alırsın…”
Unutma, fakirler zenginlerden bin sene evvel Cennete girecekler…
Haram paranın azabı, helal paranın hesabı vardır.
Yaşlı teyzeler yemeği pişirirken azıcık fazla yaparlar, gelen olursa lokması olsun diye niyet ederler.
Niyet, geleceğe uzatılan enerji dişlisidir. Kancayı belirsiz zamana atarsın. Bunun seni taşıyacağı yere yönelirsin. İsteğin hedefe iletirken seni, ruhundaki amaç, ruhunun aldığı etki, amelinin tasnifinde önemli bir etken olur.
Nice hacca gidenlerin sadece ticaret yapıp dönerler; hac ibadetinden, hayr ve sevap alamazlar…
Rabbel âlemin, kulunun içini dışını en iyi bilendir; tek istediği ise kulunun içinden haberi olmasıdır.
Allahu Teâlâ buyurur: “Kulum bir iyilik yapmaya niyet ederse, ona bir iyilik sevabı yazarım. O iyiliği yaparsa, içtenliğine göre on kattan yedi yüz kata kadar sevap yazarım. Kulum bir kötülüğe niyet ederse, ona günah yazmam. Tamamlar, o kötülüğü yaparsa bir günah yazarım…”
Kalplerin, niyetlerin, hislerin alevin dansı gibi değiştiği bir insandan bahsediyoruz.
Bir günde altı binin üzerinde düşünce üreten beynimiz ve sayısız duygu geçişiyle sabit bir halde kalamayan insanın kendini bilmeden koruyabilmesi imkânsızdır.
Nelerden müteşekkil bir mevcudumuz var, nelerden etki alan ve tepki veren hatlarımız, nereye izin verip nereyi kısıtlayan duvarlarımız var bilmeliyiz.
Bilgi davranışı elbette değiştirmez; ancak uçsuz bucaksız iç dünyamızda bilgi bazen bir mum, bazen bir fener olarak yolumuzu ve engellerini bize gösterir.
Yasak olan amellere karşı yapılan incelemelerde, ona ait hiçbir bilgiye sahip olmasa bile insanın o fiilden sonra tarif edilmez bir iç sıkıntısı yaşandığı tespit edilmiş.
Demek ki insan denilen muamma, aslında fabrika ayarlarındayken bile çok masum ve çok güzel. Onu eğitmek, öğretmek, besleyip büyütmek, yanlışa karşı direnç gösterme yetisi kazandırıyor. Başıboş bırakılsa bile yanlıştan içgüdüsel olarak tiksiniyor.
Ruhunun çetin rüzgârlara karşı durabilmesi, nefsinin azgın isteklerine direnebilmesi, neye ihtiyacın olup neyle besleneceğini bilmene bağlı.
Rabbinin rızası, iç âleminin detaylarını bilmene bağlı. Onu razı etmek için gösterdiğin çaba ise sadece samimi ve gerçek olmasına bağlı.
Biri görecek diye kıldığın namaza, mahşerde “Git, kime kıldıysan o versin!” denilecek. Allah rızası için uzattığın bir kuruş sadaka, o kulun eline değmeden Rabbimin rahmet eline düşünce ve Rabbim onu mahşere kadar çoğaltacak…
İyilik niyeti taşımayan hiçbir fiil iyilik olarak karşılık bulmayacak. Bazen birini olmadığı yerde savunmak, mahşerin darında bize gölge olacak. Bazen ihtiyaç anında birine zerre iyiliği sadece O’nun rızası için yapmak, tüm mahşer sıkıntılarından bizi kurtaracak.
Ameller dil, gönül ve el ile yapılırlar; gönüldeki niyet ne ise diğerlerini kapsar. Dilin ne söylediği ve elin ne işlediğine bakılmadan, sadece niyeti kadar karşılık bulur.
Ömür sermayesinin tuz olup dağıldığı bu fânî dünyada, içimizdeki en ince hissi aşikâre bilen, gönüllerimizi hâlden hâle çeviren Rabbimizin huzurunda, O’nun sunduğu imkân ve nimetlerle hile yapmadan, titizlenerek, içlerimizle dışlarımızı bir edelim ki son pişmanlığın faydasız acısında kavrulmayalım…
Duyguların buharı, korkuların sisi tabloyu puslu gösterse de idrakimiz gerçeğin çıplaklığında durumun ciddiyetini kavrayabiliyor…
“Amellerim nerede, ibadetlerim hani?” diye inlememek için ruh ayarlarımıza girip erdem butonuna basıp insaniyet yazılımını güncelleyelim…
Game Over yazısına ne kadar var bilemiyoruz…