7.5 C
Bursa
1 Mayıs 2025 Perşembe
spot_img
Ana Sayfaİslamİslam Medeniyeti: Dün-Bugün-Yarın

İslam Medeniyeti: Dün-Bugün-Yarın

Medeniyet; bir dinin, fikir akımının veya düşüncenin kurumsallaşması, belli bir alana yayılması ve devlet- imparatorluk olarak kurumsal düzeyde temsil edilmesi ile oluşan; kendine ait bir dili, dünyaya ait bir bakış açısı olan yapının genel adı olarak tanımlanabilir. İnsanlık tarihi boyunca birçok medeniyetler kurulmuştur. Kayıtlara geçmiş, eserler bırakmış veya kalıcı etkiler bırakmış medeniyetler çok azdır. Belli dönemlerde yükselmişlerse de devamlılığını sağlayamamışlar, yıkılmışlar ve etkileri daha değişik alanlara kaymıştır. Bazı medeniyetler diğer medeniyetler içinde erimiş, devamlılığını ancak bu suretle sağlayabilmişlerdir.

İslam dini insanlığın kadim damarını ikame etmek, diriltmek ve evrensel ilkeleriyle zamanı- mekânı kuşatacak perspektifiyle bir medeniyet meydana getirdi. Her medeniyetin yaşadığı süreçlere benzer süreçler yaşadı- yaşıyor. Bu medeniyet algısının insanlığa çok büyük katkıları olmuştur- olacaktır. Biz üç bölüm halinde hazırladığımız yazıda “Dün- Bugün-Yarın” açısından İslam medeniyetinin konumunu ele almaya çalışacağız.

Dün:

İslam medeniyeti dünya tarihinde en etkili olanların başında gelir. Hz. Muhammed’in peygamberliği ile tamamlanan nebevi çizginin olgunlaşmış- tamamlanmış halidir. Mekke’de doğan bu medeniyet çizgisi 100 yıl içinde hem coğrafik hem de fikriyat olarak insanlık tarihinde yerini almıştır. Vahiy ile şekillenen, peygamberliğin yaşamıyla örneklenen ve ardından gelen müntesiplerinin katkılarıyla zenginleşen bir medeniyettir.

Bu çizgi bir anda oluveren yapıda değildir. Kendinden önceki yolları ıslah etme çabasına girerken diğer yandan büyük bir gelecek öngörüsü ile insanlığa Kur’an-ı Kerim merkezinde bir dönüşüm süreci ortaya koymuştur. Kendinden önceki miras red edilmemiştir. Toplumsal süreklilik içinde etkisini devam ettirmiştir. Birçok noktada düzenleme gerçekleştiği halde bazı noktalarda aynı yapılar devam etmiştir.

Peygamberin vefatından sonra İslam dininin müntesipleri arasında yönetim ve diğer konularda anlayış farklılığından kaynaklanan değişik açılımlar olmuştur. Ancak bu açılımların çoğu Hz. Peygamberin uygulamaya çalıştığı, hedeflediği proje paralelinde gitmemiştir. Hz. Peygamberin projesi yarım kalmıştır. Peygamberin yönetim anlayışında uygulamaya çalıştığı özelliğine göre yönetici yerine toplumsal bilinçaltının zorlaması ile saltanat geri dönmüştür. Yeni bir dinin kurumsal ve coğrafik olarak çok hızlı şekilde yayılması yeni sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu sorunları aşmada dinin esnek yorumundan kaynaklanan yeni bakış açıları çıkmıştır. Bazı yerlerde ise din tükenen kurumsal gücün devamı için araç olarak kullanılmıştır.

İlk 300 yılda kurucu irade olan Arapların kültürel kalıplarının etkisinde şekillenmiştir. Çölde hiçbir toplumsal ve siyasal varlık olarak etkisi bulunmayan Araplar bu yeni medeniyetin açtığı yoldan ilerleyerek tarih sahnesine çıkmışlardır. Arapların öncülüğünde gerçekleşen bu süreçte; öncelikle toplumsal- siyasal- kültürel hiçbir yapısı bulunmayan bir kavmin birden dünyayı etkileyecek yeni bir çıkış yakalaması ile oluşan tereddütlü hal almış, ardından diğer medeniyetlerin birikimlerinden faydalanarak gücünü göstermiştir. Emevi ve Abbasi dönemlerinden sonra Türk ve İranlıların etkisiyle yeni çıkış yolları olmuştur.

Türkler tarih sahnesindeki en büyük rolünü İslamlaşarak gerçekleştirmişlerdir. İslam dininin kabulü ve yaşanan göç ile yeni topraklarda önce uyum, ardından hâkimiyet mücadelesine girmiş ve nihayetinde Osmanlı imparatorluğu yükselen bir süreç yaşanmıştır. Dünya tarihine kendi birikimleri ve tanıştıkları kültürlerin katkıları halen devam eden bir güç ortaya koyulmuştur. Türkler de Araplar gibi İslam olarak bir medenileşmiş ve dünya medeniyet sahnesinde yerlerini almışlardır. Bu yönleri ile geçmişten kitabi ve ilahi bir mirasın sahipleri olmadıkları için medeniyet tarihinde ayrı bir yer ve öneme sahiplerdir. Türkler bozkırdan, Araplar çöllerden çıkarak büyük bir medeniyet birikimine eklemlenmişler ve dünyaya yeni bir ruh getirmişlerdir.

İranlılar ise Pers imparatorluğu geleneğinden gelmektedirler. Büyük medeniyetler oluşturan İranlıların yeni medeniyet karşısında tutumları tereddütlü olmuştur. Hz. Hüseyin şehadeti ile oluşan matem ve mollalar şahsında oluşan din adamları sınıfı ile çok köklü bir yapı oluşturmuşlardır. Bunu ideolojik bir kılıfa büründürerek İran- Fars geleneğini devam ettirmeye araç kılmıştır. Tarihsel süreç içerisinde İran- Fars etkisi itaatsiz- bağımsız ayrı bir yapı oluşturmuş ve bunun tarihsel ifadesi olmuştur.

Hindistan alt kıtası, İran, Osmanlı, Irak, Mısır ve Endülüs coğrafyalarında farklı tecrübeler geliştirmiş olmakla beraber, tarihsel süreç algıları birbirine benzemektedir. Hindistan’da Hint- Çin mistisizmi, İran’da pers- Zerdüştlük, Osmanlı’da ise Roma- Bizans, Endülüs’te eski Yunan- Roma kültür kaynaklarıyla ilişkide bulunmuş ve bunların bazı yönlerini içselleştirmiştir. Her kıtada gittiği coğrafyaya- insanlara- kültüre yaptığı katkılarla dünya medeniyeti olmuştur.

Yaşanan tüm tarihsel birikimleri arkasına alarak ve tevhidi çizginin ifadesi kılacak medeniyet; ekonomik, siyasi, kültür, bilim, ahlak alanında birçok örneklikler ortaya koymuştur. 11. ve 12. yüzyıllara kadar yaşanan yükseliş, hâkimiyet sürmüştür. Bu dönemden sonra insanlığın gelişim çizgisini ıskalayan bir sürece girmiştir. Dünyadaki hâkimiyet ve yüksek özgüven aynı konumda yer almayı sürdürmesine ve değişimi iyi anlayamamasına yol açmıştır. Savaş kültürü; yenilik algısını okuyamamasını doğurmuştur.

Tarihin sünnetullahı ve insanın büyük değişim arzusu ile Batıda yeni bir medeniyet neşvünema buluyordu. İslam dünyası yaşanan düşünsel- sosyal- kültürel değişimlerden habersiz, son ve büyük medeniyet olduğu düşüncesiyle kendi gelenekselleşmiş- muhafazakârlaşmış- donuklaşmış- sabitlenmiş bir haldeydi. Kendi iç dönüşümünü terk etmiş, tartışmayan halde kendi sonunun gelişini seyrediyordu. Doğuya açılamayan, İslam karşısında ilerleyemeyen, düşünsel- savaşsal üstünlük kuramayan Batı kendisi için yeni Pazar alanları ve hâkimiyet sahaları keşfetme peşindeydi.

İslam medeniyeti 16. yüzyıldan itibaren dışardan değil kendi içsel dönüşümü ile geldiği aşamada askeri- siyasi- ekonomik- kültürel alanda etki ve hâkimiyetini yitirmeye başlamıştı. Tarih ve hayatın boşluk kabul etmeyen döngüsü ile ortaya çıkan açık alanları Batı doldurmaya başladı. Ve bununla “Bugün” başlamış bulunuyordu.

Bugün:

Yaşadığımız zamandan bahsedeceksek bunun doğrudan ve dolaylı zamansal dolaşımları vardır. Doğrudan etki eden zaman son 500 yılı kapsar. Dolaylı etki eden zaman ise tarihsel insanlığın derin tüm tecrübelerini içinde barındırır. Bu birikimler bugünümüzü şekillendirir. Şimdiki zamanımız olan bir geçmişimiz, geleceğimiz olan bir şimdiki zamanımız var.

İslam medeniyeti varlık alanının oluşturan havzalar vardır: Hint ve Orta Asya, İran bölgesi, Afrika, Ortadoğu ve Balkanlar. Genel algıda Osmanlı İmparatorluğu merkezli bir yaklaşım vardır. Oysaki Osmanlı İmparatorluğu’nun etki alanı dışındaki bir çok topraklarda İslam kültür ve medeniyetinin izleri bulunmaktadır. Var olan durumlar genel anlamda birbirinden bağımsız değildir.

Medeniyet düzleminde dünya üzerinde genel bir hâkim oluş durumu vardı. Cebelitarık’tan Hint Okyanusu’na kadar bölge aynı düşünce ve inançların mensuplarının hâkimiyeti vardı. Son ve hak din mensubu olmanın psikolojik üstünlüğü ile bu sürecin artık ebedi olarak devam edeceği hissiyatı ön planda idi. Başka bir medeniyet –ki çıkarsa- yine bu çevreden çıkacaktır yargısı hâkimdi. Hele gayri Müslimlerin bir daha hâkim olabileceği düşüncesi hiç taşınmamaktaydı. Bu iktidar ve saltanat günleri hiçbir zaman son bulmayacaktı. Yaklaşık 1000 yıl dünya üzerinde etkin olan bu medeniyetin çocukları tarihsel döngünün devam ettiğini unutmuşlardı.

Dünya üzerindeki diğer coğrafyalarda yaşanan değişimler iyi okunmadı ve takip edilmedi. Bilgiler rivayetten öteye geçmedi. Hiçbir rakibin çıkmayacağı zehabına kapılanarak tedbirler alınmadı. İslam kültür havzasında bulunanlar da bu iletişimi kuramadılar. Birbirlerini duygusal- inanç bağları ile görmekten öte bir medeniyet birikimini temsilen bunu tanımak- eleştirmek iradesini ortaya koyamadılar. Kendi arasında işbirliği yapmak şöyle dursun uzun yıllar saltanat ve hâkimiyet kavgalarında binlerce insan kaybedilecekti.

Önce takip edilmeyen diğer dünyadaki değişimler ve zaten kendi içinde yenilenme iradesini yitirmiş yapılar genel çözülmeyi zorunlu kılmıştı. İslam medeniyeti hantal, durağan, iradesiz bir hal almıştı. Askeri üstünlüklerin merkezinde medeniyet okumalarına devam ederken, batı düşünsel evrimini tamamlamaya çalışıyordu. Siyasal, ekonomik, kültürel ve eğitim olarak kendi iç yenilenmesini gerçekleştiremedi.

20. yüzyıla gelindiğinde önce afallandı. Bu güç neydi ve nasıl ortaya çıkmıştı. İnsan yanına makineyi almış yeni bir gücü yedeğine almıştı. Düşünsel, sosyal, siyasal olarak farklı bir yapılanma gerçekleştirmişti. Önceleri küçümseme, sonradan anlama ardından hayret ve nihayetinde taklit edilecekti. 1. Dünya Savaşı’na kadar bu yenilginin boyutları iyi görülemedi. Sürekli bu geçişin geçici olduğu düşünüldü. Ancak gitgide ülkelere, şehirlere ve köylere kadar sirayet eden hâkimiyet ile bu gerçeğin farkına varıldı. Öylesine çürümüş, dayanaksız bir halde idi ki bir dokunuşla tüm yapılar yerle bir oldular.

Batı medeniyeti İslam kültür havzasında istediği gibi oyunu oynamaya başladı. Önce bilfiil işgal yaşandı. Bu işgal yenilginin artık vakıa olduğunu kabul ettirdi. Batı kendi hâkimiyetini içten bulduğu desteklerle devam edecekti. Bu gücü taklit eden önemli bir sınıf oluşmuştu. Artık kendi güç ve dinamiklerinin bu dünya için önemi kalmadığını düşünen sınıflar hâkimiyeti ele geçirmeye başlamışlardı. Yalnız ilginç bir şekilde batı kendilerine yakın durmaya çalışan bu sınıflara güvenmedi. Kendi medeniyet birikimlerini paylaşmadı. Sürekli ekonomik sömürüye dayanan bir yaklaşım merkezinde hâkimiyetlerine devam edeceklerdi.

Bu savaşım ortasında İslam medeniyetinin yeniden geçmiş parlak günlerine dönüşünü hedefleyen anlayışlar ortaya çıktı. Zaferler düşleyen bu yapılanmalar kendi halkının ve ait olduğu düşünce birikiminin farkında olmayan iktidarlara karşı mücadeleye giriştiler. Bu mücadeleler içerisinde bir tek İran’da gerçek anlamda başarı sağlandı. Diğer ülkelerde olan tüm muhalif yapılanmalar; parti kapatma, sürgün, hapis ve diğer cezalarla etkinlikleri kırılmaya çalışıldı. Ve çoğunda başarı sağlandı.

Yenilgiden çıkış için düşünsel ve kurumsal değişim yavaş ilerlemektedir. Geleneksel kurumlar kendi içine kapanarak korunma yoluna gittiler. Düşünsel noktada kaybedilen mevziyi kazanacak düşünsel ve kültürel tahkim yavaş ilerlemektedir. Kendi iç dinamiklerini keşfedecek, zamana ait hale ilişkin kuşatıcılığını kazanacak, mevcut hakim güçleri kuşatıp üstünlüğü kabul ettirecek bir algı oluşturulmalıdır. Diğer medeniyet birikimlerinden faydalanacak, kendi geleceği açısından nasıl bir hedef ile var oluşunu ispatlayacağının bilincinde olan bir süreç olmalıdır.

Yarın:

Bugünler yarını inşa etmeye devam etmektedir. Bugün atılan her adım geleceği şekillendirmektedir. İnsanın bitmeyen tarihsel yolculuğu devam etmektedir. İnsanın büyük kurucu karakterinin ifaden olan medeniyetler tarih içerisindeki yerlerini- konumlarını bulmaya çalışmaktadırlar. Son olmadı hiç, her daim yeni bir yolculuk insanı bekledi.

İslam medeniyeti; insanın var oluşunun tevhidi göstergelerindendir. Hz. Âdem’den beri devam eden bu süreç kesintilere, sapmalara, bozulmalara, çözülmelere uğradı. Hâkim olduğu iktidar zamanlarını gördü. Şimdi artık insanlığın özündeki vicdanın ifadesi olmaya devam eden bu fıtrat dili insanlığa yeniden kendi sözünü söylemeye ve pratiğini gösteremeye çalışmaktadır.

İslam medeniyeti gerilemiş, durdurulmuş ve yenilmiş bir konumdan yeni yollar bularak tarih ve insanlık sahnesindeki yerini almaya çalışmaktadır. Bu mücadele insanlığın geldiği noktayı tahlil ederek, ıslah olunarak, birikimlerine yabancılaşmadan, çözüm sunarak akli- kalbi ve bedeni şifa kaynağı olacaktır.

Dünya üzerindeki insanlığın gelişmişlik düzeyi ile yakaladığı bir medeniyet düzlemi bulunmaktadır. Dünyanın en küçük yerindeki buluş, tahlil ve birikimler insanlık potası içinde yerini almaktadır. Yönetim, ekonomi, kültür, sanat ve edebiyat akışı hızlı ve dinamik şekilde devam etmektedir.

Öncelikle İslam medeniyeti dünyanın insanlık mirasına yüz çeviremez. İnsanın ifsat ve inkar edici yönü bulunduğu gibi ıslah ve inşa eden yönü de bulunmaktadır. Bugün batı medeniyetinin ulaştığı nokta ve insanlık için elde ettiği birikimler yadsınamaz. Her alanda etkin olan bu medeniyet aşılmağa mahkûmdur. Ancak bu medeniyet dili ve imkânları tanınmadan, anlaşılmadan mümkün değildir. İslam medeniyetinin mirasçıları varlığın zıddıyla kaim olduğu bu dünyada batı algı ve felsefesini sorgulamak, didik didik etmek, insanlık için anlamını ikna edici sözlerle ifade etmek mecburiyetindedirler.

Tarihteki asabiyet merkezli medeniyet inşası geride kalmıştır. Bir kabile (Kureyş), bir kavim(Arap- İran- Türk) gibi bir sınırlama olmayacaktır. Bir tasavvuru, imkanı olan herkes dünya üzerinde kendini ifade etmekte ve yolculuğa katılmaktadır. Bazıları halen kendi asabiyetini ön plana çıkararak bir medeniyet inşa etme yanılgısına düşmeye devam etmektedir. Halen İslam dünyasında kimileri Arapların, kimileri İranlıların, kimileri de Türklerin yeniden hâkimiyet hülyalarına dalmaya devam ediyorlar.

Toprağa bağlı algılar zayıflamaya devam etmektedir. Dünya üzerindeki dolaşım hızlanmaktadır. Bu dolaşım hızı gün geçtikçe hızlanmaktadır. Hali hazırda sanal âlem(İnternet) de bu imkânlar artarak çoğalmaktadır. Bu iletişim çağında anlamak için bir dil gereklidir. Her vatandaş artık sadece bir dil ile değil 2- 3 dil bilmek zorunda kalmaktadır. Bu iletişim medeniyet etkileşimini de doğuracaktır. Kendi medeniyet halkası ve değerlerini oluşturabilenler geçmiş zamanlara göre daha hızlı ifade etme ve yayma imkânına sahip olacaklardır. Yeter ki etkileyici, kapsayıcı, şifahi çözüm üretilebilsin, sözler söylenebilsin.

Saltanat çağları geride kalmıştır. İslam dünyasının en büyük tıkanıklıklarından biri halen babadan oğula geçen yönetim anlayışını terk edememeleridir. Bu yönetim anlayışı keyfi yönetime yol açmakta, İslam şuurunun temeli olan istişareye yer vermemektedir. Kendi iktidarları asıl, gerisi teferruat olmaktadır. Bu anlamda dünya insanlık mirasının ortaya koyduğu demokratik açılımlar samimiyetle desteklenmelidir. İslam coğrafyasında saltanat sürecini terk edenler daha hızlı gelişme göstermiş ve ileri gitmişlerdir. Gelecekte artık bu sürecin kaçınılmazlığı karşısında daha fazla zaman kaybetmeyip bu olguya entegre olup, daha olgun arayışlara gidilmelidir.

İslam toplumu cemaat- birey gerilimi yaşamaktadır. Cemaat- tarikatlar İslam düşünüşünün yaşaması noktasındaki gayret ve çabaları ile yaygınlık kazanmış ve temellenmiştir. Ancak zamanla oluşan iktidar alanı diğer iktidar alanları gibi bozmaya başlamıştır. Önce iktidar hâkimiyet mücadelesi ardından belli bir ideoloji doğrultusunda kendini bir alana kurgulama- hapsetme ihtiyacı doğmuştur. Cemaat ve tarikatlar İslam düşüncesinin zenginliğine katkıda bulunurlarken diğer yandan önü tıkayıcı, saptırıcı fonksiyonlarda üstlenmişlerdir. Bu anlamda birey insanın modern çağlarda yaşamaktayız. Bireyselleşme ile cemaat- tarikatlaşma arasındaki yer henüz belirlenmemiştir. Bu nedenle gerilim yaşanmaktadır. Bireysel bir alan inşa edenler bir çerçeveyi kabul etmemekte, diğer yandan cemaat- tarikatların dini algı üzerindeki oluşturdukları tekelleşmeden dolayı bir zenginlikte oluşturamamaktadır.

Din insanın yegâne dünya ve anlam tasavvuru olarak etkinliği devam ettirmektedir. İslam dinin bu çağ için anlamı ve cevabı noktasında çok az örnek pratiklikler oluşmuştur. Bu süreçte her alanda yeni örnekliklere ihtiyaç bulunmaktadır. Diğer medeniyet ve insanlar ikna edilebilmelidir. Bu ikna süreci sabırla, örneklikle, sevgi ve merhametle yapılmalıdır. İslam dini üzerinde oluşturulan imaj savaşlarında Müslümanlar başarılı çıkabilmiş ve saygın değillerdir. Gerek dünya üzerindeki yaygın iletişim kanalları gerekse de Müslümanların İslam adına gösterdiği yanlış örneklikler bu iletişim ve etkileşim kanallarını tıkamaktadır. Tüm sözlerin başlangıcında olduğu gibi sevgi ve merhametin sahibini andığımızdaki gibi çevremize de sevgi merhamet halesi oluşturabilmeliyiz.

İslam dünyası bu çağa ve zamana yabancı kalmıştır. Bu çağa uyum göstermek çabası zayıftır. Zamana yabancılaşanlar zamanı tanıyamamakta ve algısını tazeleyememektedirler. Eski zafer günlerinin hayaliyle zihinler uyuşturulmaktadır. Bazen Asr-ı Saadet, bazen Dört Halife Dönemi, bazen de Osmanlı dönemi hayalleri bugünler yâd edilmektedir. Geçmiş artık ders ve anlam haritasıdır. Yeniden diriltilmek için değildir. Dolayısıyla yarınlar ancak Müslümanların bu tarihsel kopuşlarını yaşayıp, bu çağ ve zaman için anlam devşirebildiği ölçüde etkili olacaklardır.

Batı medeniyeti doğuş çağlarında bir yandan kendi iç eleştirisini yapıp, çözümler üretirken diğer yandan düşünsel köklerini aramaya çalışmıştır. Bunun içinde dinsel ayrımlar yapmamıştır. Tüm insanlık birikimlerini kendi içinde eritmeye çalışmıştır. Sadece Yunan felsefi metinlerini değil, İslam düşüncesine ait metinleri didik didik etmiştir. Bugün İslam medeniyet tasavvuru sahiplerinin de öncelikle bu zaman ait vahiy dilini konuşturup, kendi iç özeleştirisini çok ciddi bir şekilde yapıp ve ardından kendi düşünsel köklerindeki tevhidi- özgürlükçü ve adaletçi damarı tespit edip oradan da ilham alarak çağın idrakine İslam’ı söyletebilmelidir. Bugün geçmiş ile bugün arasındaki sıkışmışlığı aşıp geleceğe adım atılamamaktadır.

Her medeniyet dünya üzerindeki etkinliğinde diğer medeniyetlerin eksik- boş bıraktığı alanlara yerleşerek ortaya çıkmıştır. Var olan medeniyetlerdeki boşluk alanları iyi belirlenmelidir. İnsanlığın düştüğü bu boşluk alanları bunalımlara sebep olmaktadır. Batı medeniyeti, İslam medeniyetinin düşünce, bilgi, felsefe, yönetim ve ticaret alanlarında bıraktığı boşlukları doldurarak hâkim olmuştur. Bugün batı medeniyetinin insanın ruhunda, toplumun yapısında ve devletlerin işleyişinde çok büyük eksiklikler mevcuttu. Bugün batı İnsan tanımlamalarından, yaratıcı- varlık ilişkisine, özgür ve adil bir yönetim anlayışından ahlak değerlerine kadar her alana sirayet eden ve kaotik bir durumdadır. Bu sistemi insanlığın yararına açmak için kendi düşünce ve birikiminin bu çağa, varlığa ve insana cevap vermelidir. Geleceği kurabilenler boşlukları doldurup kendi hâkimiyet alanlarını genişletebilenlerdir.

Geleceği kurabilmek için öncelikle irade gereklidir. Yaşanan sıkıntı, geri çekilme ve yenilginin bir gün sona ereceğine dair inancın sağlam olması gerekiyor. Yaşanan mağlubiyet psikolojisi insan ve toplum algısını felce uğratmıştır. Uzun hâkimiyet dönemlerinden sonra gelen mağlubiyetin sarsıntısı atlatılamamıştır. Yarın için düş kurabilmek için kendisi ve toplumu için bir gelecek olduğunu düşünebilenlerdir.

İslam medeniyeti artık Ortadoğu merkezli tasavvurunu aşmak zorundadır. Genel algıda dünya artık coğrafik sınırlamalar kalmamıştır. Geleneğin bu şekilde olması, geleceğin de bu merkezde döneceği anlamına gelmez. İslam dünyası adıla yapılan tanımlamalar bu çağı anlatamamaktadır. Bireylerin coğrafyalar arasındaki hareketliliği düşünce inanışta da kendini göstermiştir. Artık insanın var olduğu her mekân yeni bir medeniyetin kuruluşu için bir imkânı barındırmaktadır.

Gelecek, “gelecek bizimdir” diyebilenlerindir. Öncelikle yarınımızın olduğunu bilmemiz gerekir. Bugüne mahkûm olmadan geleceğin üstün örnekliğini oluşturmak için sabırla yol alabilenlerindir. Gelecek her an yenilenen irade ile şekillenir. İslam, insani var oluşun temeli olarak her an insanlığa rehber ve yeni bir dünya yaratmak için yanı başında beklemektedir.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Yunus Hoca yorumladı Ömür Tükenirken
muhammet yorumladı Ömür Tükenirken
Dilek Baysal yorumladı Şeker Tadında Vakitlerin Ardından