18.4 C
Bursa
27 Ağustos 2025 Çarşamba
spot_img
Ana SayfaAileSeyr-i Hayat-ı Mertebe-i Martı

Seyr-i Hayat-ı Mertebe-i Martı

Geçtiğimiz Haziran ayı, çatıda bulunurken o aile ile tanıştım. Sıcak yaz günlerinde oraya çıkıyorduk. O gün yoğun şekilde martı sesleri mevcuttu. Nereden geldiğine dikkat edip bulmaya çalıştım. Hemen yanımızdaki bina değil, arada bir yol olan sonraki binanın çatısında, genişçe bir bacanın gölge tarafında, kırçıllı tüyleri ile devamlı bağıran yavru martıyı gördüm. Bembeyaz göğsü ve turuncu gagasıyla annesi de oradaydı. “Demek bu bağırış çağırış senden ufaklık.” dedim. “Senin adın Çene olsun.”

Yakın bir tarihte öğrenmiştim olgun martıların beyaz, yavruların kırçıllı olduklarını. Bir yakınımın yola düşmüş, uçamayan yavru martıyı evlerinin balkonunda bakma çabaları sayesinde bende de bir aşinalık olmuştu.

Başladım onları izlemeye… Bacanın dibinde bir kıpırtı daha vardı. Bir diğer kardeş daha. Demek iki kardeşsiniz. Çene ne kadar konuşkansa, diğeri o kadar sessiz ve hareketsizdi. Anne biraz uzakta, kiremitlerin üzerinde, hiç cevap vermeden, ayakta dikilmiş vaziyette duruyordu. Bizim “Çene” ise söylenerek kırmızı kiremitlerin üzerinde ilerleyip anneciğinin tam karşısına geldi. Aman ya Rabbi, bu ne ses? Devamlı bağırıyor. Anne de tık yok, tepki yok, hareket yok, tabiri caizse taş gibi…

Bayağı uzun bir müddet bu şekilde kaldılar. Düşündüm de cahil ne kadar çok konuşuyor, olgun ise vakarlı, duruşunda ısrarlı, ne yaptığının farkında ve tavizsiz. Onları uzun bir müddet izledim. Yuvada bulunan kardeş de ufak çapta kıpırdamalar dışında bir şey yok. Çene ise bir o kadar söylene söylene hareket ediyor, kızmış ve ağlamaklı tonlarla öterek, meyilli çatıda yürümeye çalışıyordu. Az sonra anne ağzından dışarıya “lak” diye siyah renkte bir şeyler çıkarttı. Anladım ki, çocukların yemekleriydi. Tam kıvamında ve ılık bir öğün. Hemen ses kesildi. Çene iştahla yemeğe başladı. Bir de baktım ki, ismini “Ağır” taktığım kardeş hareketlendi. Çene’nin yanına zar zor sessizce geldi, o da nafakalanıyor. O zaman anladım ki, bir dersin içindeyim. Bir metod, bir terbiye temaşa ediyorum. Mevlana’nın “Bütün bu kemâl nihâyetsiz denizdendir.” dediği gibi…

Evet, hayata atılacak olan yavrulara gereken eğitim veriliyordu. Ses seda kesilmişti. Sonuçta iki yavru da yuvadan çıkmış, meyilli kiremitlerde ufak ufak dolaşır olmuşlardı. Benim de ibretle o günüm hitama erdi.

Sonraki günlerde de merakla onları izlemeye devam ettim. Zaman içinde bu iş, benim için arkası yarına döndü. Karınca kararınca hikmetle bezenmiş tefekkür saatleri yaşıyordum.

Bir iki gün içinde çatının her yerinde çok rahat ikisi de dolaşabiliyordu. Ama hep ön plânda “Çene,” arkadan Ağır geliyordu. Tedirgin ve tereddütlü haller biraz olsun aşılmıştı.

Ara ara evin içinden de seslerini duyuyordum. Kulağım artık onların seslerini ayırt edebiliyordu. Tabii ki, Çene’nin sesi hep ön planda, Ağır ise pek konuşmuyor, izlediğimde ise hareketleri de pek uyuşuk, “on düşün, bir harekete geç” tiplerdendi. Aynı anne babadan olan insanlar gibi…

Bu sabah da, mutfakta bulaşık yıkarken, dairemizin en üst kat olma sebebiyle hemen bitişik binanın çatısını görebiliyordum. Yine martı sesinin geldiği sol tarafa kafamı çevirdiğimde, yan binanın çatısında bulunan yüksekçe bacanın üzerinde, güneşin altındaki anneyi gördüm. Bu sefer o konuşuyordu. Bir çağrı vardı. Arada bir yol bulunan diğer binadaki evlatlarını yanına çağırıyor olmalıydı. Demek, artık uçma talimleri başlayacak ama onlar gelir mi bakalım? Yakın da olsa oraya uçabilecekler miydi?

Hem tabakları, bardakları yıkıyor, bir taraftan da kafam sol tarafa dönük, gelişmeleri takip ediyordum. Bir hayli zaman geçti. Anne yılmadı, usanmadı, vazifesini yaptı. Bulaşıklar bitti. Bir yandan da evin diğer işlerini yaparken ikide bir mutfak penceresinden onlara bakıyordum. Bir de ne göreyim? Annenin o yüksek bacadan, o tarafa yönelik, usule uygun daveti icabet bulmuştu. Hemen bacanın dibinde Çene’yi görmez miyim? Çok sevindim. Diğer binadan buraya uçabilmiş, başarmıştı. Tabii ki her şeyin bir metodu, usulü vardı. Usulsüz vusul olamazdı.

Lakin Çene, bitkin bitap, sesi soluğu kesik bir halde… Anne diğer evlat için davete devam ederken, onun gözleri kapanmış, kıpırdayacak hâli kalmamış, mecali neredeyse tükenmişti. Hareketsiz bir şekilde öylece duruyordu. Anne yılmadan belirli aralıklarla ve ümitle diğer yavrusunu yanına çağırırken, göz ucuyla Çene’yi de izliyordu. Zannedersem Çene çok açtı. Her şeyin bir zamanı ve miktarı vardı, sabretmeliydi. İstediği olmuyor, annesi tarafından karşılanmıyordu. Zorluklar yaşanıyor, çabalar ve emekler sarf ediliyordu.

Öte yandan, biz Müslümanların ahlâklarında “medeniyet dediğimiz tek dişli canavar” yaralar açmıştı. Evlatların istedikleri oluyor, talim ve terbiyeler ise günümüzde teknolojik aletler ile yaşlı nine ve dedeye bırakılmıştı. Eşref-i mahlûk insanın, hazreti insan olma sürecine o kadar çok gedikler açılmıştı ki, maalesef insaniyetten dahi uzaklaşılmıştı. Bu gedikler açıla açıla, kuyulara dönmüş, kim bilir kaç yavru o kuyulara itilmişti?.. Oysa hayata atılacak olan bir kuş değil, insandı. Tam o esnada, annesi çalıştığı için torununa bakan yan komşumuzdan gelen minik yavrunun haykırışları, martılarınkiyle karışıyordu… Bu yavru maalesef anne babasını hafta sonları görebiliyordu. Neden? Ne için? Değer miydi?

Gözlerimi tekrar martılara çevirdiğimde ise orada anne ve Çene vardı. Ağır bugün yanlarına gelemedi. Onun cüssesi de biraz daha küçük ve çelimsizdi. Yumurtadan sonra çıkmış küçük kardeş olabilirdi. Belki yarın diye ümit ettim. Birkaç saat sonra Çene’yi yuvalarının olduğu çatıya dönmüş buldum. Belli ki karnı doymuş, takati yerine gelmişti. Bu çatı tamamen boşalmıştı. Akşam olmuş, evlerine çekilmişlerdi.

İki gün geçmişti ki, çay keyfi için çatıya çıktığımızda, bizim aile birkaç bina sonrası, ta öteki damdaydı. Canlı belgeselde kaçırdığım iki gün zarfında iki yavru da uçmayı başarmış, uzak binanın çatısında rahatça dolaşabiliyorlardı. Ağır’ın uçuşunu kaçırmıştım ama sağ salim olmaları beni memnun etti. Yavrular da her gün büyüyor, serpiliyorlardı.

Sonraki çıkışımda ise tüm etrafı aramama rağmen onları göremedim. Lakin sesler mevcuttu, hem de çok yakından. Bu ailenin bu sefer de bizim binaya misafir olduklarına ayak seslerinden de artık emindim. Seslerini tanıdığım için duyuyor ama onları göremiyordum. Annenin “avvvkkk avvvkk” diye, çocukların ise çığırtkan vaziyette hâlâ dersleri devam ediyordu. Bu kadar bina geziliyor, uçmayı da öğrendiler, iş bitti zannederken meğer film yeni başlıyormuş.

Eşim merakla merdivene çıkıp küçücük pencereyi açıp, başını damdan göstermesiyle birlikte bir cümbüş koptu. Hepsi birden havalandılar. Aman Allah’ım!… Çene ve Ağır ne kadar güzel uçabiliyorlar. Bizzat tanık oluyordum. Gökyüzünde süzülüyorlar, çember çizip çok yükseklere bile çıkabiliyorlar, sayısız binaların üzerinde kanat çırpıyorlardı. Ben de onları renklerinden sebep izleyebiliyordum. Müthiş bir güzellikti bu izlediklerim…

O sırada ise anne, yuvanın olduğu yüksek bacanın üzerinde, çocuklar yaklaşınca bir çığlıktır koparıyor. Neden acaba? diye düşünürken, inişe geçtiklerini görüp, sesin dozunu arttırıyor, çığlık kıyamet kopuyordu. Anladım ki, anne buna izin vermiyor. “Yanıma gelmeyin, daha da uzaklara, gözden uzaklara gidin.” dercesine… Bir de başka martı annenin tam olarak bulunduğu yere inince, anne havalanıyor, yavruları bağırış çağırışla kovalarcasına uzaklaştırıyordu. Sonra anne dönüyor, bu sefer diğeri havalanıp aynı şekilde onları uzaklaştırıyordu. Zaten duymuştum: Anne ve baba martı beraber yavruları yetiştirirlermiş. Demek ki bu da babalarıydı. Onunla da tanışmış olduk.

Biri iniyor, diğeri kovalıyor, sonra o geliyor, diğeri kovalıyor, inmelerine mani olunuyordu. Sadece şaşkınlıkla “vay vay vay” diyebildim. Hayretler içinde kalakaldım. Belli ki basite aldığımız birçok olayı da böyle cahilliklerimiz yüzünden anlamsızlaştırmıştık. Çok değerli ve anlamlı olmalarına rağmen hayret edememiştik. Kaçırmış olduklarıma şimdi hüzün duyuyorum. Zaten hayatta küçük şey yoktu. Görmemek, görsek de kavramamak, anlamamak vardı. Martı mertebesinden hayatı seyredince, kaçırmış olduklarımı fark ettim. Günlerdir ne kadar faydalı bir eğitim dizisi takip etmişim.

Ey martı ailesi, bozulmamış fıtratınızla şahsıma yapmış olduğunuz dokunuşlardan ötürü, her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. İyi ki vardınız ve buluştuk. Gökyüzünde sağlıkla kanat çırpın. Rızkınız bol, nesliniz daim olsun. Allah’a emanet olun. Sizi seviyorum. Rabb’ime hamdediyorum.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Süleyman akgül yorumladı Dilden Kalbe Şükür
Nisa Gül Dağyar yorumladı İnsan Olmak
Birsen BİNGÖL yorumladı Dilden Kalbe Şükür
Başak koçoğlu yorumladı Dilden Kalbe Şükür