Gönül aynasını hab-ı gaflet kaplar mı?
İnsanoğlu kendini üstün görür mü? Dem-i vasl ister divane, lakin kendine hayran olması, beğenilme arzusu ve kibir, onu zifiri karanlıkta bırakmaz mı?
Levh-i Mahfuz’da reçete, şifadır rûy-ı zemine. Yollar gül renginde, esen rüzgâr bâd-ı sabâ-ı berekettir sahife-i dile.
Dünya hayatı, ebediyete sermaye diyarıdır…
Nefsi enaniyet, huzursuzluğun sebebidir. İç huzursuzluk, benliğin yüküdür. Kırılan dalların, incinen yüreklerin sahipsiz bendegânıdır.
Tevazu ister Yaratan: “Kul hakkıyla gelme karşıma, benliği bilme; dest-i ihsan…”
Okyanuslar, dağlar kadar yüce olamaz beşeri, temaşa ettiği bunca güzellik tefekkür ister, tevekkül ister.
Rahmet ve berekete dua gerekir. Zerre-i katre değil midir insanoğlu? Aldanası enaniyet değil midir kibir?
Enaniyet, kısır bir görüş sebebidir. Göz görmez; karıncadan ders almak inceliğine erişemez.
İnsanoğlu, tüm azalarından emin olduğu, halis niyetli, mütevazı ve merhametli bir kalple nefes almaya başlar.
Yönünü ararken sabır ve şükre yenik düşer. Beşer acizdir; hazımsızdır ki nefsine galip gelir.
Yeryüzünden bir zerreyi ebediyete taşıyamaz, lakin aldanır. Bunun ilk sebebi enaniyet, böbürlenmektir.
Bir kapıdan girdiğimiz dünya yolculuğu, usul bir yolculuk gibi görünse de, belki yek şeb-i yeldadır.
Tevekkül eden insan, mülk sahibine şükreder. Teşekkür, Şehr-i Âlem’e…
Feryâdın aşk olsun! Bir yudum suya hasret değil mi insan? Kimin, kimden üstünlüğü vardır?
“Ol” diyene muhtaç insanoğlu, kibrine haya etmez mi Yaratan…
Şifa O’dur! Kötü sözler, bozulmuş yollar hayır ve şer aklına ve zikrine nakşedilmiş ki, ayırt etmek iman ve islam şartları yoluna ışık olsun, sıkıntılar imtihanın müjdesi Cennet-i Âlâ olsun diye…
Enaniyet, kötü ahlâka çatıdır. Geçmişe ve geleceğe kin ve kibirle bakmak isyandır.
Dünya, gülmek için değil… Şan, şöhret, makam, mevki peşinde koşarken, benliğini heba eden insan, ebedi hayatın sonsuz nimetlerini nâr-ı dûzaha çevirir.
Dua almak, bir yüreğe tebessüm olabilmek… İşte, en yüce insanlık budur!
Kibirle yürüyen, elem içinde kıvranır. Mutsuzluğunu Yaratan’dan bilir, keşkeler düşer diline, Âlem-în Efendisini Hz. Muhammed (s.a.v.) değil mi en büyük, en derin acılarla imtihan olan. Sıkıntılar ve dertler, tevekkül hakikatidir.
İki dünya huzuru, mütevazı bir kalbe hürmetendir. Şükürsüzlük, “Benim!” demek, nursuz, zavallı ve nasipsiz bir yaşamın işaretidir.
Kibir, ruhun zifiri karanlıkta kalması gibidir.
Bu dünyada manzarayı izliyoruz… Elhamdülillah, sıkıntı çekiyoruz, dua ediyoruz, ram eyliyoruz, beş vakit huzuruna davet eden sevgiliden istiyoruz, kimsenin bilmediği derdimizi, halimizi arz ediyoruz. Hiçliğe talip gönül, kelâmı şifa biliyoruz.
Kibir, gaflet uykusudur mana cephesinden ayrılan noktayı bulmak zor değil; kendini bilmeyeni kim bilir, kendin de kusur bulmayan olur mu kul? Kibirle baktığın kalbi zamanla kaplar süveyda, çare ararken gideceğin tek adresin Mevla’ya kavuşmaktır.
Hayvanlar, çiçekler, doğa olayları, hatta bir sinek bile boşuna değildir. Üstünlük takvada olduğu şüphesizken ahir zaman kaybedilen manevi değerler, sağanak sağanak edepsiz düşünceler, eylemler dokumadıktan sonra, din kardeşi olarak şifa olamadıktan sonra kul olmanın şükrü olur mu? Kibir benliği gaflet uykusu gönüllere hemhâl olur mu?
Ne yüzmekten yorulurum, ne aramaktan… Bilirim ki okyanusun ortasında bir inci saklı… Ah, ateşe çıplak duygularla yürüyen kalbim, Yanmanın tek kıvılcımına mı kandın?..
Tam değil, hiç değil… Kimsin ey insanoğlu? Böbürlenerek yürüdüğün toprak, gökyüzü kimin?
Yolunuz gül renginde, gül kokusunda olsun her daim…
Kıymetli Amine hocam yüreğinize sağlık iyiki varsınız kaleminizden kelamınızdan nasiplendik Elhamdülillah